• Sonuç bulunamadı

SOCIOLOGICAL EVALUATION ON MIGRATION FROM SYRIA TO TURKEY AND SOCIAL REFLECTIONS

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "SOCIOLOGICAL EVALUATION ON MIGRATION FROM SYRIA TO TURKEY AND SOCIAL REFLECTIONS"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

©Copyright 2020 by Social Mentality And Researcher Thinkers Journal

SOCIAL MENTALITY AND RESEARCHER THINKERS JOURNAL Doı: http://dx.doi.org/10.31576/smryj.762 SmartJournal 2020; 6(39):2776-2784 Arrival : 15/11/2020 Published : 29/12/2020

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE YAŞANAN GÖÇ VE

TOPLUMSAL

YANSIMALARI

ÜZERİNE

SOSYOLOJİK BİR DEĞERLENDİRME

1

Sociological Evaluation On Migration From Syria To Turkey And Social

Reflections

Reference: Koçak, H. (2020). “Suriye’den Türkiye’ye Yaşanan Göç Ve Toplumsal Yansımaları Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”, International Social Mentality And Researcher Thinkers Journal, (Issn:2630-631X) 6(39): 2776-2784

Prof. Dr. Hüseyin KOÇAK

Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Afyonkarahisar/Türkiye ORCID: https://orcid.org/0000-0003-2648-4384

ÖZET

Göç, hem terk edilen yer, hem de göç edilip yerleşilen bölge açısından olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Son yılların en önemli iltica hareketi olan “Suriye’den Türkiye’ye göç” konusunda da aynı şey söylenebilir. Suriyelilerin, göç yeri olarak özellikle Türkiye’yi tercih etmeleri siyasi, dini ve coğrafi sebeplere dayanmaktadır. Türkiye, bundan önceki göç olaylarında uyguladığı politikanın benzerini bu olayda da uygulamış, ölümden kaçan insanlara kapılarını açmıştır. Bu durum, kimi çevrelerce eleştirilmiştir. Ülkemize resmi rakamlara göre dört milyondan fazla Suriyeli gelmiştir. Bu göç hareketi Türkiye’nin demografik, toplumsal, ekonomik, kültürel yapısında çeşitli değişimlere neden olmuştur. Özellikle Türkiye’nin güney bölgelerinde kent nüfuslarındaki olağanüstü artış, kentsel yerel hizmet sunusunu da zorlaştırmaktadır. Nüfus yapısındaki demografik farklılıklar ve hızlı artış, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel çeşitlenmeyi, farklılaşmayı artırmakta ve toplumsal ilişkileri de dönüştürmektedir. Mülteci, sığınmacı ve göçmenleri bekleyen en önemli sorunlardan biri entegrasyondur. Çok eşlilik, boşanmaların artması, aile içi şiddet, kadın ve çocuk istismarının yaşanması ortaya çıkan toplumsal yansımalar arasındadır. Bu çalışmanın amacı, yaşanan bu göçü, literatür taraması ile yeniden ele almak ve toplumsal yansımaları konusunda analiz ve önerilerde bulunmaktır. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizinden yararlanılmıştır. Küresel emperyalist güçlerin neden olduğu savaşın bir sonucu olarak ortaya çıkan bu göç sorunu, ancak uzun dönemli ve sürdürülebilir önlemlerle çözülebilir. Kalıcı bir barış sağlanmadan ve güven ortamı oluşturulmadan çözüme ulaşmak olanaksızdır.

Anahtar Kelimeler: Göç, Demografi, Suriye, Toplumsal Değişim, Sosyal Uyum

ABSTRACT

Migration has both positive and negative consequences in terms of both abandoned and immigrated settlements. The most important refugee movements in recent years that "immigration from Syria to Turkey" can be said about the same thing. Syrians, mainly based on religious and geographical reasons for choosing Turkey as a place of migration. Turkey, like the immigration policies implemented in the previous event have applied in this event, has opened its doors to people fleeing from death. This situation has been criticized by some peoples. According to official figures, more than 4 million Syrians came to our country. This migration has caused various changes such as demografic, social, economic and cultural changes. The extraordinary increase in the urban population, especially in the southern regions, also makes it difficult to provide urban local services. Apart from this, demographic differences and rapid increase in population structure increase social, political, economic, social, cultural diversification, and transforming social relations. Integration is one of the major challenges facing refugees, asylum seekers and migrants. The emergence of polygamy, the increase of divorces related to it, domestic violence and the social effects of women and child abuse. The aim of this study is to reconsider this migration with literature review and to make analysis and suggestions about its social reflections. Qualitative research methods were used in this study. This immigration problem, which has emerged as a result of the war caused by the global imperialist powers, can only be solved by long-term and sustainable measures. It is impossible to reach a solution without a lasting peace and an atmosphere of trust. Key Words: Migration, Demography, Syria, Social Change, Social Cohesion

1 Bu makale, 5–6 Aralık 2019 tarihleri arasında Burdur’da yapılan IV. Uluslararasi Stratejik ve Sosyal Araştirmalar

Sempozyumu’nda sunulmuş bildirinin genişletilmiş ve güncellenmiş şeklidir.

(2)

1. GİRİŞ

Göç, bir mekansal değişiklik olsa da, insanlar, anlam dünyalarında ciddi bir değişim yaşamaktadır. Toplumsal, kültürel ve ekonomik arka planın değişmesiyle birlikte, göçmenler kadar, göç edilen yerdekiler de bu durumdan etkilenir. Göç tarihinin, insanlık tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. Hatta, insanlık tarihi, göç tarihidir denilebilir.

İnsanlık tarihi, pek çok kez nüfusun yer değiştirmesine tanık olmakla birlikte, göç kavramı daha çok, 19. Yüzyılda sanayileşmeyle birlikte ve bireyin kendi iradesiyle gerçekleşen yer değiştirmeyi ifade etmektedir. Tarih boyunca doğu/batı, güney/kuzey yönünde göç hareketlerinin merkezinde bulunan Anadolu coğrafyası, bu göç hareketliliğinden en fazla etkilenen yerlerden biridir. Anadolu’nun göç yolları üzerinde bulunması, bu bölgede büyük devletlerin/medeniyetlerin de kurulmasını sağlamıştır. Modern dönemde siyasi ve ekonomik krizlerin derinleşmesiyle birlikte, göç hareketliliği büyük bir ivme kazanmış ve Türkiye bu göç yoğunluğunun merkez ülkelerinden biri haline gelmiştir. Göç olgusu yer değiştirme bağlamında genel olarak iki bölümde ele alınmaktadır. Toplumsal ya da bireysel olarak ülke içindeki yer değiştirme “iç göç” olarak tanımlanırken, ülkenin fiziki sınırlarının dışına çıkılarak, başka bir ülkeye yönelen yer değiştirmeler, “uluslararası göç” ya da “dış göç” olarak ifade edilmektedir (Lee, 1969:285). Göçün zaman ve mekan boyutu da önemlidir ve göç edenlerin yaşamında meydana gelen değişimlerin, göç edilen yerdeki konumlarıyla doğrudan ilgili olduğu öne sürülmektedir(Özcan, 1997:80).

Uluslararası göç, özellikle dünya üzerindeki ekonomik gelir dağılımındaki adaletsizlik, savaş, yoksulluk, gibi nedenlerle son dönemde büyük bir artış göstermiştir. Bu nedenlere ek olarak, son yıllarda küresel iklim değişikliği yüzünden topraklarını ve gelir kaynaklarını yitirenlerin oluşturduğu “iklim mültecileri” de, uluslararası göçün bir parçası haline gelmektedir. Yüzyılın en büyük uluslararası zorunlu göç hareketini Suriyeli mülteciler oluşturmaktadır. Yaklaşık altı milyon Suriyeli, ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve farklı ülkelerde mülteci, sığınmacı veya göçmen statüsünde yaşama tutunmaya çalışmaktadır. Türkiye dört milyondan fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yaparak, şu an itibariyle dünyada en fazla sığınmacıyı barındıran ülke konumundadır. İmkanlarını Suriyeli sığınmacılar için seferber eden ve bu devasa ölçekteki krizi yönetmeye çalışan Türkiye, uluslararası toplumdan gereken yardım ve desteği görmemekte, Batılı ülkeler bu külfet paylaşımına yanaşmamaktadır. Üstelik bu ülkeler, sınırlarını kapatarak ve güvenlik duvarları örerek, mülteci, sığınmacı ve göçmenleri Akdeniz’de ölüme terk etmektedir. Türkiye’nin yanı sıra, Ürdün ve Lübnan gibi ülkeler de, kapılarını Suriyelilere açmış ve sınırlı kaynaklarını göçmenler için kullanmıştır.

Suriye’de yaşanan iç savaş ve kriz, Suriyeliler için sıkıntılı durumlar ortaya çıkarmıştır. Bu kargaşa ve karışıklığın ne zaman son bulacağı bilinmemektedir. Dolayısıyla, savaşın devam etmesi ve geri dönüş konusunda yaşanan belirsizlik nedeniyle, ev sahibi toplum ve mülteciler arasında sosyo-ekonomik gerilimler yaşanmakta ve çeşitli alanlarda güven bunalımı oluşmaktadır. Sosyal ve ekonomik risklerin azaltılması bakımından sığınmacıların sosyal uyum sürecine dahil edilmesi, gittikçe artan en önemli ihtiyaç olarak görülmektedir. Bununla birlikte, sosyal uyum tek taraflı bir olgu değildir ve topluluklar arasında birbiriyle uyumlu sosyal bir çevre inşa edilebilmesi için tüm taraflara önemli görevler düşmektedir. Sığınmacıların entegrasyonu bakımından, kamu ve sivil toplum çevrelerinde kapsamlı ve sürdürülebilir politikaların hayata geçirilmesi amacıyla çok yönlü programlar geliştirilmektedir. Bu çalışmalarla, başta mültecilerin dil eğitimini, iletişim becerilerini, kültürel gelişimlerini, ekonomik kapasitelerini ve toplumsal uyumlarını güçlendirmek hedeflenmektedir.

Bu makalede, öncelikle kavramsal ve tarihsel süreç bağlamında göç konusu ele alınmakta, Türkiye’nin göç serüveni hakkında kabaca bilgiler verilmekte ve ardından Suriye krizinin neden olduğu göç hareketliliğinin ülkemizdeki yansımaları üzerinde durulmaktadır. Son dönemde Türkiye’nin yaptığı askeri hareketler, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya ile ilişkiler ve uluslararası ilişkilerde yaşanan sıcak gelişmeler bu makalenin kapsamı dışında bırakılmıştır.

(3)

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE TARİHSEL SÜREÇ

Göç, çok boyutlu, birçok farklı alandaki gelişmelerden etkilenen ve yine birçok alanda etkileri görülen bir olgu olduğu için, tanımlanmasında olduğu gibi, kuramsallaştırılmasında da zorluklar, sınırlılıklar vardır. Göç olgusunun teorik boyutu incelendiğinde, bu olguyu ele alanların, çalışma yaptıkları bilime ve ele aldıkları konu alanlarına göre, bazı tespitlerden hareketle bir takım kanunlar, kuramlar, kavramlar, açıklama modelleri oluşturmaya çalıştıkları görülmektedir(Şimşek, 2018:15). Göçler genellikle iradi ve gayri iradi düzensiz, yasadışı yollarla gelen anlamında göç olarak ikiye ayrılır. İnsanların daha iyi bir yaşam için bulundukları, yaşadıkları yeri değiştirmeleri iradi göç, başta siyasi nedenler olmak üzere iradeleri dışında yaşadıkları yeri ve hatta ülkelerini terk etmeleri ise gayri ihtiyari yani zorunlu göçtür(Esen, 2016:11).

Göçmenler çoğu zaman karma sebeplerle göç ederler. Bunlar, ekonomik, siyasi, sosyal veya kültürel faktörler olabilir. Çoğu zaman bunların harmanlanmasından oluşan karmaşık motivasyonlar etkilidir. Yalçın(2004) insanlık tarihi ile özdeş olarak nitelendirdiği göç olgusunu; demografik, ekonomik, siyasi, psikolojik, antropolojik ve sosyolojik kapsamları nedeniyle karmaşık ve çok yönlü bir olgu olarak tanımlamakta, bu çok yönlülüğün ve karmaşıklığın, göçü evrensel bir yaklaşımla ele alma imkânını da ortadan kaldırdığını ifade etmektedir. Göç olgusu, tarihte farklı boyutlarda ve biçimlerde hep var olmuştur. Değişimlerin hem sonucu hem de sebebi, dinamik bir olgu olan göçün bu özelliği toplumsal süreçleri anlamak ve açıklamak için her dönem gelişen koşullara bağlı olarak ele alınmasını gerektirir. Modern ulus-devletlerin ortaya çıkmasıyla yeni bir boyut kazanan göç, ulusal sınırlar içerisinde toplumsal değişimlerin önemli bir unsuru olmuştur(Şimşek, 2017:5).

Göç teorilerinin şekillenmesinde daha çok; göçün sebepleri, göçün yönü ve süresi, göç edilen yerdeki sosyo-kültürel şartlar ve entegrasyonu biçimlendiren konular öne çıkmaktadır( Castles, 2010:14). Göçlerin meydana gelişinde birden çok faktör rol oynasa da göçmenlerin ağırlıklı olarak daha iyi bir yaşam umuduyla yerleşim yerlerini terk ettikleri dikkati çekmektedir. Bununla birlikte, göç edilen yerdeki siyasi, sosyal ve ekonomik bağlam, göçmenlere yönelik toplumsal algının şekillenmesinde anahtar role sahiptir. Yerel topluluklar, göçle gelen yeni gruplara, etnik, dini ve kültürel bir yakınlık duyduğu takdirde sosyal kabul daha hızlı olabilmektedir. Ancak, farklılıklar uyumu zorlaştıracak kadar fazlaysa ötekileştirici ve sert bir geri itme hareketi yaşanabilmektedir(Canatan, 2013:13).

Göç araştırmacıları, uluslararası göç bağlamında yaşanan hareketliliği genel olarak üç kavram etrafında tartışmıştır. Bu üç kavram arasında hukuki bağlayıcılığı olan ve göç eden kişiye statü kazandıran “mülteci” terimi; haklı gerekçelerle kendi ülkesinin dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin korumasından faydalanamayan ve daha önce yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunup geri dönemeyen kişiyi tarif etmektedir. Göç Terimleri Sözlüğüne göre, kişi şayet sığındığı ülkeye başvuru yapmış ve başvurusu kabul edilmiş ise bu durumda “mülteci” statüsüne sahip olmaktadır. Mülteci ve sığınmacının ortak özelliği; kendi ülkesindeki özgürlük ve güvenlik sorunları yüzünden hayatını sürdürme olanağı bulamayıp zorunlu olarak ülkesini terk etmesi ve güvenli bir yer arayışında bulunmasıdır. Göçmenler, ekonomik refah gerekçesiyle gönüllü olarak ülkelerinden ayrılan ve geri dönmek istediklerinde özgürlük ve güvenlik sorunu yaşamayacak olan kitleyi oluştururlar(Uluslararası Göç Örgütü, 2009:49).

Tarihsel süreç içinde, kıtalar arası göç hareketlerinin yaşandığı bilinmektedir. Sömürge güçlerinin işgal ettikleri bölgelerde yerli halkı köleleştirip insan ticaretinin nesnesi haline getirdikleri dramatik kitlesel olaylar meydana gelmiştir.

Everett Lee, göçlerin teorik çözümlenmesi noktasında itme ve çekme faktörlerini formüle etmiştir (Lee Akt. Yalçın, 2004:27). Bireysel veya kitlesel birçok göç vakasına uyarlanabilecek olan bu formülasyon temelde itici faktörlerin insanları bulundukları yerden, mekândan, yöreden, ülkeden ayrılarak çekici özelliklerin var olduğu yerlere, yörelere, ülkelere doğru göç etmelerine neden

(4)

olmaktadır. Örneğin savaş itici bir faktör olarak Suriye halkını itmiş, Türkiye’nin tavrı bu anlamda uluslararası ölçekte neredeyse tek çekici faktör olmuştur.

3. TÜRKİYE VE GÖÇLER

Türkiye’nin göç tarihine bakıldığında, göç olgusunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmeye başladığı 19. Yüzyılın ortalarına kadar götürmek mümkündür.1492 yılında Endülüs’ün yıkılması sonucunda İspanya’dan kaçan Yahudiler, Osmanlı topraklarına sığınmıştır. Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte sadece soydaş ve dindaş topluluklar değil, Macar, Alman ve Polonyalı gibi farklı dini ve etnik gruplar da kendilerini güvende hissetmek için Anadolu’ya göç etme ihtiyacı duymuşlardır. Milliyetçilik akımının hâkim olduğu 19. Yüzyıl ile birlikte, özellikle doğu Avrupa’da imparatorlukların çözülmeye başladığı ve ulus-devletlerin inşa edildiği bir süreç yaşanmış ve bu köklü dönüşümden Osmanlı imparatorluğu da etkilenmiştir. Topraklarında yer alan halkların ulusal birlik/bağımsızlık mücadelesi sırasında büyük sayılardaki nüfusun yer değiştirdiği Balkan göçleri yaşanmıştır. Ortaya çıkan yeni ulus-devletlerin homojen nüfuslar yaratma hedefleri doğrultusunda, büyük çapta sığınmacı hareketleri oluşmuştur. Rum, Yahudi, Polonyalı, Macar, Bulgar, Sırp, Türk kökenli nüfus grupları arasında büyük nüfus değiş-tokuşu (mübadele) sureci yaşanmıştır(Abadan, 2002:32).

19. yüzyıldan bugüne Türkiye topraklarında etkin olan dört temel uluslararası göç dalgasından söz edilebilir; Osmanlı’nın son yılları ve erken cumhuriyet döneminde muhacirlerin gelişi, 1960 ve 1970’lerde Avrupa’ya işçi göçü, 1990 sonrasında komşu coğrafyalardan İstanbul başta olmak üzere büyük kentlere gelen yeni göçmenler, sığınmacılar, transit göçmenler, bavul ticareti yapanlar, kadın ev çalışanları, Avrupalı emekliler, yüksek vasıflılar, 2011 yılında başlayan Suriye’den gelen göç dalgası.

3.1. Dönem: Erken Cumhuriyet Dönemi Göçleri

Türkiye tarihi boyunca hem bir göçmen kabul ülkesi, hem dışa göç veren bir ülke, hem de transit geçiş ülkesi olmuştur. 1923’den 1997’ e kadar Türkiye’ye 1.6 milyondan fazla göçmen gelmiştir. Büyük çoğunluğu soydaş olan bu nüfus, hızlı bir şekilde Türk vatandaşlığına kabul edilmiştir. Soydaşların gelişi ve azınlıkların gidişi, nüfusun millileştirilmesini de hızlandırmıştır.

1923 – 1960 arası Balkanlar’dan göçler

• Köken ülke Yaklaşık sayı • Yunanistan 480. 000 • Bulgaristan 374. 000 • Yugoslavya 269. 000 • Romanya 121. 000

Toplam 1.244. 000 Göçmen

3.2. Dönem: Türkiye’den Avrupa’ya Göç

Yüzbinlerce Türk vatandaşı 2.Dünya Savaşı sonrası canlanan ekonomilerde işgücü açığını kapamak üzere Avrupa ülkelerine göç etmiştir. Avrupa toplumlarının başta geçici olarak gördükleri bu

«misafir işçilik» deneyimi edebiyattan müziğe pek çok alana yansımıştır. İsviçreli yazar ve mimar

Max Frisch, Türklerin Avrupa’daki sosyal ve ekonomik varlığını “Biz işçiler çağırdık ama insanlar geldi” sözüyle açıklamıştır. 1950 ve 1960’lı yıllarda, Batı Avrupa, Birleşik Amerika ve petrol üreten Ortadoğu ülkeleri, ekonomilerini daha verimli kılmak amacıyla yabancı işgücü ithal etmeye başlamışlardır. Bu ülkeler, işçi açığını gidermek için gelişmekte olan ülkelerle yaptıkları çeşitli anlaşmalarla ülkelerine geçici işçi kabul etmişlerdir(Şahin, 2010:103).

Özellikle Almanya’ya yapılan göçten, Almanların beklentileri, oraya gidenlerin bir gün kendi yurtlarına döneceği varsayımı üzerine kurgulanmıştı ve göç hareketi de, belli bir zaman dilimi ile sınırlı ve geri dönüş ile son bulacak bir olgu olarak tasarlanmıştı. Gerçekte ise, bu varsayım hiçbir zaman uygulama zemini bulamamış ve “Avrupalı Türkler” kavramı göç literatüründe yerini

(5)

konusunda izin verilmemiştir. İşçilerin tamamı “heim” denilen kolektif yatakhane-yurtlarda kalmıştır. Ailelerinden uzak olmalarına rağmen göçmen işçilerin birincil hedefi sözleşmedeki iş süresinin uzatılması olmuştur. Hepsinin temel amacı, dönüşlerinde bağımsız bir işyeri kurabilecek ölçüde para biriktirmek olmuştur. Bununla beraber, dönüşümlü göç uygulama imkanı bulamamıştır(Özer vd, 2017:9). Türk işçilerin Avrupa’ya göçü pek çok sosyal, kültürel ve ekonomik değişime yol açmış, toplumlar arasındaki bağın güçlendiği yeni bir dönem başlamıştır.

3.3. Dönem: Yeniden Göç Alan Türkiye 1989-1991: İki Büyük İltica Dalgası: Balkan-Kafkas Göçleri ve Kuzey Irak’tan Göç

Yakın tarihimizde yaşanan Balkan ve Kafkas kökenli göç hareketleri Türkiye’nin sadece doğudan değil batıdan da göç alan bir ülke olduğu gerçeğini göstermiştir. Bulgaristan’daki Türk azınlığın temel haklarının ellerinden alınması ve ağır baskı ve zulüm nedeniyle 1989 yılında büyük bir göç başlamış, yaklaşık 300 bin Türk asıllı Bulgar vatandaşı Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. 1990’lı yıllarda meydana gelen Bosna-Hersek, Kosova ve Çeçenistan savaşlarından kaçarak Türkiye’ye sığınanların tam olarak sayılarını tespit etmek mümkün değildir. 1991 yılında, Saddam Hüseyin yönetimindeki ordu birliklerinin Iraklı Kürtlere yönelik saldırılarından kaçan yüzbinlerce kişi Türkiye’ye sığınmıştır. Kısacası, Anadolu, dün olduğu gibi, bugün de mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin barındıkları ve kendilerini güven içinde hissettikleri bir yerleşim alanı olmuştur.

3.4. Dönem: Büyük Göç Dalgası 2011: Suriyeli Sığınmacılar

Ülkemize resmi rakamlara göre dört milyondan fazla Suriyeli sığınmacı gelmiştir. Bu göç hareketi Türkiye’nin demografik, toplumsal, ekonomik, kültürel yapısında çeşitli değişimlere neden olmuştur. İlk etapta güney illerindeki kamplarda misafir edilen sığınmacılar hem sayıca artan göç hareketi nedeniyle hem de kamp hayatının zorlukları yüzünden ülke geneline yayılmıştır. Suriyeli sığınmacıların ekonomik, sosyal ve kültürel hayata katılımı ve ev sahibi toplumla bir arada yaşama tecrübesine sahip olması belli bir süreç gerektirmektedir. Sığınmacı nüfusun fazla oluşu, toplumsal kabulü güçleştirdiği gibi, toplumsal ilişkileri de dönüştürmektedir. Sosyal çözülmeler ve kültürel gerilimler yaşanmakta; çok eşlilik, boşanmaların artması, kadın ve çocuk istismarının artışı gibi toplumsal yansımalar görülmektedir.

Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar, 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun (YUKK) 91. maddesi kapsamında geçici koruma altına alınmışlardır. Geçici korumanın süresine ilişkin bir belirlilik bulunmamakta, Suriye’deki savaş koşulları devam ettiği sürece, bu statünün korunacağı değerlendirilmektedir. Geçici koruma statüsü, kişilerin iltica hakkından yararlanmalarına izin vermemektedir. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından düzenli olarak ülkemizdeki geçici koruma altında bulunan Suriyeli Sığınmacılara yönelik veriler güncellenmektedir. 2020 yılı Kasım ayı verilerine göre Türkiye’de geçici koruma kapsamında 3.632.000 Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır(Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Verileri).

4. GEÇMİŞTEN BUGÜNE SURİYE DEVLETİ

Kuzeyden Türkiye, doğu ve güneydoğudan Irak, güneyden Ürdün, güneybatıdan İsrail, batıdan Lübnan, Akdeniz ve Türkiye ile çevrilidir. Ülkenin resmî adı el-Cumhûriyyetü’l-Arabiyyetü’s-Sûriyye, yüzölçümü 185.180 km2 dir. Topraklarının yaklaşık % 30’unda tarım yapılan Suriye’nin

ekonomisi bu sektöre ve hayvancılığa dayanır. Nüfusun yarısının çalıştığı tarım sektörünün millî gelirdeki payı % 25 kadardır. Toplam 2,5 milyar varil rezervinin bulunduğu tahmin edilen petrol, tarım-hayvancılık ürünlerinin ve fosfatın yanında önemli ihraç maddelerinden biridir. İyi bir karayolu ağına sahip olan Suriye’de Lazkiye, Tartûs ve Bâniyâs limanları ile Dımaşk, Halep, Deyrizor ve Kamışlı havaalanları deniz ve hava ulaşımının başlıca merkezleridir. Demiryolları ise hatlarının eskiliği sebebiyle fazla önem taşımamaktadır. Turizm gelirlerinin kaynağını tarihî kalıntılarla eski eserler ve dinî merkezler oluşturmaktadır(https://islamansiklopedisi.org.tr/suriye, 10.12.2019).

(6)

Bağımsızlığını kazandıktan sonra, Ortadoğu’nun en istikrarsız devletlerinden birisi olan Suriye’yi iktidara geldikten sonra demir yumrukla en istikrarlı yönetimlerden birisi haline getiren Hafız Esed, 2000 yılında ölmüş ve yerine Beşşar Esed geçmiştir. Ama onun döneminin onuncu yılında problemler başlamıştır. Öyle ki, ABD’nin ünü diplomatlarından Kissinger’in ‘Ortadoğu’da Mısır olmaksızın barış, Suriye’siz savaş olmaz’ deyişi, Suriye’nin Ortadoğu açısından önemini vurgulamaktadır.Hafız Esed iktidara geldikten sonra, ülkeyi demir yumrukla yönetmiş ve önce Büyük Arap Devleti kurmak için çalışmıştır. Daha sonra bu hayali gerçekleşmeyince, Suriye içinde ulusal bir kimlik oluşturmaya uğraşmıştır. Öldükten sonra yerine geçen oğlu Beşşar, büyük umutlarla ve beklentilerle karşılanmış, başlangıçta güzel işler yapmış, sonra bazı etkenlerle “Şam Baharı”nı askıya almıştır. “Arap Baharı”nın yaktığı özgürlük ateşi Suriye’ye de sıçramış, Beşşar Esed, süreci yönetmekte başarısız olmuş ve sonrasında, Suriye kaos ortamına doğru gitmiştir(Koyuncu, 2013:173).

Türkiye bakımından Suriyeli sığınmacılar konusu, sadece komşu ülkede yaşanan bir insani dram olmaktan öte, aynı zamanda bir iç ve dış siyaset konusu olmuştur(Erdoğan, 2018:3). Mart 2011’de Suriye’de başlayan iç savaştan en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Başta sınır kentleri olmak üzere, neredeyse Türkiye’nin tamamı, bu süreçte, savaştan kaçan insanların sığındıkları güvenli bir liman olmuştur. Savaş, açlık, şiddet gibi nedenlerle milyonlarca insanı dünya üzerinde yer değiştirmeye zorlayan göç hareketlerine ‘insan hakkı-yaşam hakkı’ perspektifiyle yaklaşmanın çok uzağında konumlanan devletler, bu insanlık dramının sebebi oldukları halde, bugün konuyu ‘güvenlik’ dedikleri bir politika ekseninde ele almakta sakınca görmemektedirler.

5. TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN VE TÜRK HALKININ SURİYELİYE BAKIŞI

Göç iki açıdan kriz halidir. Birincisi, var olan mekânın terkine neden olan şartlar bağlamında, göçenlerin yaşadığı bir kriz durumudur. İkinci kriz durumu ise; göçülen yerde, gelenler ve ev sahipleri açısından bir kriz durumuna karşılık gelmektedir. Halkın görüşlerinde de Suriyeli sığınmacıların lehinde veya aleyhinde bir tavır ve tutum geliştiği gözlemlenmektedir. Yine bu süreçte sosyal medya ağları ile “Suriyelilere vatandaşlıklar veriliyor”, “üniversitelere sınavsız yerleştiriliyorlar”, “her birisine büyük meblağlarla maaşlar bağlanıyor”, “seçimlerde oy kullandırılacaklar” şeklinde, hiç bir şekilde doğru olmayan haberler yapılmaktadır. Bu kapsamda, özellikle Gaziantep’teki Suriyeli nüfusun genel kompozisyonunu, uyum süreçlerini, sorun ve beklentilerini tespit etmek amacıyla bir saha araştırması yapılmıştır. Bu araştırmanın verilerine göre, Gaziantep’te yaşayan Suriyelilerin yarısından fazlası, kendileri için uygun koşullar oluştuğun zaman tekrar Suriye’ye dönme düşüncesi taşımaktadır. Bununla birlikte, Suriye’deki savaşın uzaması nedeniyle, önemli ölçüde bir “Suriyeli işgücü” potansiyeli, Gaziantep iş ve çalışma hayatına dahil olmuştur. Bu işgücü potansiyeli daha az maliyetli olarak görüldüğü için, kentin iş ve çalışma hayatında “tercih edilir” bir hal almıştır. Öte yandan, Suriyeli işgücünün, Gaziantep iş ve çalışma hayatına önemli ölçüde eklemlendiği düşünülmektedir(Gültekin vd, 2018:65).

Bunun yanı sıra, kimileri, iç savaştan kaçan Suriyelileri “savaş kaçkını” olarak nitelemekte ve milliyetçi iddialarla bezedikleri konuşmalarının hedefi haline getirmektedirler. Genelde Suriyeli sığınmacıların lehine kullanılan-misafir, muhacir, kardeş - dini argümanlar, bu örnekte görüldüğü gibi aleyhte kullanımlar için de söz konusudur. Öte yandan, “kaçmak zorunda kalan biz olsaydık, onlar bizi memleketlerine almazdı” cümlesini kuranlar olmaktadır. Suriyelilerin yerleşim alanlarında yaşamalarından dolayı, azalan işçi ücretleri ile artan kira ve hayat masraflarının faturası da, Suriyelilere çıkarılmaktadır. Mağdurun suçlanması, sosyal dışlanmanın önemli basamaklarından biri olmaktadır(Deniz vd, 2016:200).

Suriye’de yaşanan insanlık dramının, Türkiye’ye olumsuz etkileri olmuştur ve bu sorunlara ilişkin pek çok tartışma, köşe yazısı, kitap ve makaleler yayınlanmıştır. Ancak, sığınmacıların ülkeye katkıları maalesef çoğunlukla göz ardı edilmektedir. Araştırmalar ve raporlardan yola çıkarak, söz

(7)

işgücü ve yatırımcıları ile sığınmacıların ülkemiz için sadece bir külfet değil, aynı zamanda önemli katkılar yaptığı da göz ardı edilmemelidir(Koyuncu, 2016:126).

Öte yandan, insanların doğdukları yerde, bir ömür yaşayıp, ölmedikleri bir dünyada yaşanmaktadır. Hareketlilik bir yaşam biçimi olarak gittikçe yaygınlaşmaktadır. İnsanların mekân üzerindeki hareketliliğinin her geçen gün artması, göç olgusuna farklı boyutlarda gösterilen ilgiyi beslemektedir. Sosyal medya ve diğer basın yayın kuruluşlarında, şiddet ve ötekileştirici yazı ve yorumlara izin verilmemeli bununla ilgili denetim mekanizmaları daha aktif hale getirilmelidir. Özellikle Suriyeli sığınmacıların yaşadığı mahallelerde, başta muhtarlıklar olmak üzere, okullarda öğretmenlerin desteği ile bu insanların yaşadıkları süreçler ve ruh halleri mahalle sakinlerine ve öğrencilere doğru haberler üzerinden yeniden aktarılmalıdır.

Geçici koruma altındaki Suriyelilerin ülkeye girişleri kriz yönetimi ile çözülebilecek bir duruma karşılık gelmiş ve devlet bu kriz sürecini başarıyla yönetmiştir. Ancak; kriz sonrası süreçte alt kademelerdeki çalışmaların değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Bu doğrultuda, çeşitli kamu kurumları tarafından eğitim, sağlık, barınma, işgücü ve psikososyal destek alanlarında uyum sürecini güçlendirmek amacıyla çok sayıda proje hayata geçirilmiştir. Özellikle, ülkemizin gençleriyle sığınmacı gençler arasında kültürel ve sosyal bir ağ inşa etmek bakımından sosyal uyumu güçlendirmek amacıyla önemli çalışmalar yapmaktadır. Sığınmacı gençlerin Türkçe dil eğitimlerini, sportif becerilerini, kültürel gelişimlerini ve toplumsal uyumlarını güçlendirmeye yönelik bu çalışmalar sosyal riskleri azaltmaya dönüktür.

Öte yandan sığınmacıların yoğunlaştıkları kentsel alanlarda mekan ve kimlik sorununun giderek daha ciddi bir sosyal etki yarattığı düşünülmektedir. Mekânsal yalıtılmışlık, ayrımcılık ve yoksulluk süreçleri, zorunlu bir gettolaşmayı ve nihayet toplumsal izolasyonu beraberinde getirmektedir ki, sığınmacıların entegrasyonu bu yüzden risk altındadır. Elbette son birkaç yılda sığınmacıların kentsel aidiyetini, eğitimini, iletişim becerilerini, kültürel gelişimlerini, ekonomik kapasitelerini ve toplumsal uyumlarını güçlendirmeye yönelik önemli ilerlemeler görülmektedir. Bununla birlikte, kentsel eşitsizliklerin en yaygın olduğu mekanlarda barınmakta olan sığınmacıların dezavantajlı yerel topluluklarla kültür çatışması yaşadığı bir gerçeklik söz konusudur. Çoğu kez kentlerin kenar mahallelerinde yalıtılmış, ev, okul, işyeri ve sosyal çevre içine sıkışan ve ev sahibi toplumla iletişim kurmaktan hala uzak görünen sığınmacıların, sosyal uyum süreçlerine dahil edilmesi, çok zor ve güçlüklerle dolu bir mücadeleye bağlıdır.

Toplumun bir kesiminin Suriyeli sığınmacıları adeta “şeytanlaştırmak” için her yolu denediği bir vakıadır. Sosyal medyada yürütülen nefret söylemi kampanyaları, sahte haberler ve olumsuz örnekliklerden yola çıkılarak sığınmacılar dışlanmaya ve ötekileştirilmeye çalışılmaktadır. Ekonomik sıkıntıların ve güvenlik sorunlarının kaynağı olarak Suriyelilerin gösterilmek istendiği bir algı çalışması sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Bu kasıtlı eylemlerin arka planında ırkçı, ulusalcı ve siyasi iktidarı her koşulda değersizleştirmeye çalışan bir anlayışın varlığı söz konusudur. Dolayısıyla, bu dar kalıp yargılarla mücadele edilmesi ve suç teşkil eden ayrımcı ve nefret içerikli davranışların cezalandırılması önem taşımaktadır.

6. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

İnsanlık tarihi aynı zamanda göçlerin tarihidir denilse abartı sayılmaz. Yüzyıllar boyunca hem bireysel hem de kitlesel olarak, insanlık ailesi göç olgusu ile yüzleşmiştir. Farklı nedenlere dayansa da insanlar daha iyi yaşayabilecekleri ve kendilerini güvende hissedebilecekleri yerlere göç etmektedir. Günümüzün artan iletişim ve ulaşım araçlarının da etkisiyle göç hareketleri geçmişte hiç olmadığı kadar artış göstermektedir. Milyonlarca insan doğup büyüdükleri yerlerden ayrılarak hiç tanımadıkları, dilsel, dinsel ve kültürel olarak tamamen yabancısı oldukları ülkelerde yaşamayı göze almaktadır. İşgallerin, savaşların, iç çatışmaların ve siyasi baskıların mülteci ve sığınmacı sayısını hızla çoğalttığı bilinmektedir. Dünya’daki göç hareketlerinin içinde, “hayatlarını kurtarabilmek” için ülkesini terk etmek zorunda kalan mülteci ve sığınmacılar çok özel ve hassas bir grubu oluşturmaktadır. Gördükleri zulüm nedeniyle, ülkesini terk etmek zorunda kalanların başlıca

(8)

özelliği, zulümden kaçmaları, yani mazlum duruma düşmeleridir. Dolayısıyla, farklı toplumların ve ülkelerin yardım ve merhametine sığınan bu kişilere sahip çıkmak, insani ve ahlaki bir zorunluluktur.

Mülteci ve sığınmacılar, ülkelerindeki savaş ve çatışma koşullarının devam etmesi nedeniyle ülkelerine geri dönememektedir. Suriye’deki rejimin işlediği savaş ve insanlığa karşı suçların yanı sıra bölgedeki terör örgütlerinin kanlı eylemleri yüzünden sivillerin kaçışı sürmektedir. Elbette sığınmacıların uzun süredir Türkiye’de bulunmalarıyla birlikte toplumsal ve kültürel bazı sorunlarla karşılaşılmaktadır. Batı ülkeleri, en fazla mülteci ve sığınmacı nüfusunu kendi imkanlarıyla barındıran Türkiye’nin üzerindeki yükü almakta isteksiz davranmakta, külfet paylaşımına yanaşmamaktadır. Diğer yandan Avrupa Birliği ülkeleri mülteci ve sığınmacılara karşı tel örgüler ve güvenlik duvarları inşa etmektedir. Avrupa’ya ulaşabilen mülteci ve sığınmacılara karşı ırkçılık, ayrımcılık ve nefret suçlarını kapsayan insanlık dışı uygulamalar gerçekleşmektedir. Türkiye’nin üstlendiği bu ağır sorumluluk, toplumsal kabul açısından çeşitli tepkilere yol açtığı gibi, siyasi gündemin de en önemli tartışma konularından birini oluşturmaktadır. Mülteci ve sığınmacıların önemli bir bölümünün Türkiye’de geçici olarak bulunduğu ve asıl hedeflerinin Avrupa ülkelerinde yaşamak olduğu bilinmektedir. Batı’nın kapılarını kapatması, mültecilerin Türkiye’deki konumlarını geçici olmaktan çıkarıp kalıcı hale getirmektedir.

Öte yandan mültecilerin içinde bulundukları ekonomik, sosyal ve kültürel şartlar, entegrasyon açısından önem arz etmektedir. 2016 yılından itibaren Türkiye ve Avrupa Birliği ile arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte, yasadışı düzensiz göç hareketliliğinde büyük bir gerileme yaşanmıştır. Bu durumun bir başka nedeni ise, Avrupa ülkelerinin uygulamaya başladığı, sığınmacıları caydırmaya yönelik çok sert ve hukuk dışı güvenlik önlemleridir. Sığınmacıların yakın bir tarihte ülkelerine dönebilme koşullarının bulunmayışı, yerel halk üzerindeki baskıyı artıran önemli faktörlerden biridir. Bu durum, Suriyelilere karşı peşin bir önyargının oluşmasında etkili olduğu gibi, vatandaşlık tartışmaları, ekonomik destekler ve çalışma izni gibi konular olumsuz bakış açısını güçlendirmektedir. Suriyelilere karşı, İzmir özelinde yerel halk arasında sıkça görülen bu tür algı bozuklukları, geçen sürede sığınmacıların bir tehdit olarak algılanmasına zemin hazırlamakta ve uyum sürecini olumsuz yönde etkilemektedir.

İç göçlerle şekillenen ve kentsel eşitsizliklerin en çok hissedildiği büyükşehirlerde mülteci, sığınmacı ve düzensiz göçmenlerin yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve dışlanmışlık gibi çok yönlü sorunlarla baş etmeye çalıştıkları görülmektedir. Toplumda sığınmacılara yönelik farklı nedenlere dayalı tepki ve hoşnutsuzluğun büyümesi zaten kenar mahallelerde yalıtılmış bir hayat süren sığınmacıların daha fazla içe kapanmasına ve gettolaşmaya zemin hazırlamaktadır. Büyük kentlerde gecekondulaşma sorununun kentsel dönüşüm politikalarıyla bir türlü çözülememesi, iç göçlerin düzensiz ve kontrolsüz yerleşimleri kolaylaştırması ve mekânsal yabancılaşmanın etkisi, yerel toplumu olduğu kadar sığınmacıları da zor durumda bırakmaktadır. Bu durum, bir süre sonra göçle gelen toplulukların bir arada ortak bir yaşam sürmesinden ziyade, her grubun kendi marjinal sosyal çevre ve ekonomisini oluşturduğu zorunlu izolasyon sürecini beslemektedir.

Uluslararası güç savaşlarının ve dünya emperyalizminin yıkıcı sonuçlarını hep yoksul ülkeler yaşamaktadır. Bu kısır döngünün kırılabilmesi ancak halkların bilinçlenmesi ile mümkün olabilir. Bu noktada eğitim çok önemli değiştirici bir güçtür. Eğitimli ve bilinçli toplumlar ekonomik bağımsızlığını da kolayca kazanabilirler. Yeryüzünde sömürü, açlık ve savaşların olmadığı günler insanlığın en büyük özlemidir. Yerinden yurdundan edilen milyonlarca insan tüm insanlık için büyük bir utançtır. Son olarak; mülteci, sığınmacı ve düzensiz göçmenlerin toplumsal hayata katılımı ve sosyal uyumu için, kamu yönetimi ve sivil toplum aktörlerinin sahada güçlü bir işbirliği yaparak bütüncül bir sosyal politikayı gerçekleştirmeleri beklenmelidir.

Türkiye, Suriye kriziyle birlikte tarihi bir göç deneyimi yaşamaktadır. Bu deneyim, ülke insanının geniş hoşgörüsü ve mazluma sahip çıkma ahlakı ile güçlenmektedir. Diğer taraftan, sığınmacıların

(9)

stratejilerin hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır. Bu yenilikçi yaklaşımlar, aktif katılım ve işbirliğini esas alan sosyal uyum politikalarının geliştirilmesine de zemin hazırlayabilir. Çoğu kez ev sahibi toplumdan farklı etnik, dini veya kültürel özellikler taşıyan mülteci ve sığınmacıların sosyal uyum süreçlerine dahil edilmesi, çok zor ve güçlüklerle dolu bir mücadeleye bağlıdır. Nitekim yaygın görüşe göre, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların önemli bir bölümü savaş sona erse dahi artık kalıcı durumdadır ve uyum sürecine başarıyla entegre edilmeleri gerekmektedir. Bu nedenle kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri sosyal uyum çalışmalarında katılımcı, yenilikçi ve bütüncül bir politikaya geçiş yapmalıdır. Göç krizi her geçen gün yeni sorun alanlarıyla toplumsal hayatı derinden etkilemeye ve sosyal fay hatlarını tetiklemeye devam etmektedir. Bu yüzden toplumlar arasındaki güven bunalımını en aza indirecek ve özellikle gençlerin sosyal uyum ve katılımını güçlendirecek bakış açısı ortaya konmalıdır.

KAYNAKÇA

ABADAN UNAT, N. (2002). Bitmeyen Göç, Konuk İşçilikten Ulus Ötesi Yurttaşlığa, İstanbul Bilgi Universitesi Yayınları, İstanbul.

CANATAN, K. (2013). Avrupa Toplumlarının Göç Algıları ve Tutumları: Sosyolojik Bir Yaklaşım. Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 27. Sayı, 2013/2, 317-332.

DENİZ, A. Ç. vd. (2016). “Bizim Müstakbel Hep Harap Oldu” Suriyeli Sığınmacıların Gündelik Hayatı Antep-Kilis Çevresi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 573, İstanbul.

ESEN, A. (2016). “Uluslararası Düzensiz Göçler ve Yerel Yönetimler”, içinde Türkiye’de Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler: Tespitler ve Öneriler, editörler, Adem Esen-Mehmet Duman, WALD(Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi Vakfı, Aryan Basım, İstanbul.

ERDOĞAN, M. M. (2018). Türkiye’deki Suriyeliler Toplumsal Kabul ve Uyum, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 495, İstanbul.

GÜLTEKİN, M. N. vd. (2018). Gaziantep’teki Suriyeliler -Uyum, Beklentiler ve Zorluklar- Özet Rapor, Gaziantep Üniversitesi Yayınları, Gaziantep.

https://islamansiklopedisi.org.tr/suriye, 10.12.2019.

KOYUNCU, A. A. (2013). Arap Baharında Suriye-Milliyetçilik ve Ulus İnşası, Altınpost Yayıncılık, Ankara.

KOYUNCU, A. (2016). “Nimet mi? Külfet mi? Türkiye’nin Suriyeli Sığınmacıları ve Göç Ekonomisi Üzerine Bir Derkenar”, içinde Türkiye’de Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler: Tespitler ve Öneriler, editörler, Adem Esen-Mehmet Duman, WALD(Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi Vakfı, Aryan Basım, İstanbul.

LEE, E. S. (1969). “A Theory of Migration”. Cambridge University Press, 280-300

ÖZER, H. vd.(2017). Zonguldak’tan Almanya’ya Göç Hikayeleri, Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınları:16, Zonguldak.

ÖZCAN, Y. Z. (1997). “İçgöçün Tanımı ve Verileri ile İlgili Bazı Sorunlar”, Türkiye’de İç Göç, Sorunsal Alanları ve Araştırma Yöntemleri Konferansı, Bolu-Gerede, 6 - 8 Haziran 1997, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.

ŞAHİN, B. (2010). “Almanya’daki Türk Göçmenlerin Sosyal Entegrasyonunun Kuşaklar Arası Karşılaştırması: Kültürleşme”, Bilig, 55.

ŞİMŞEK, R. (2018). “Göç Kuramları”, içinde Göç Sosyolojisi-Farklı Boyutlarıyla Göç-(editör, Rıdvan Şimşek), Bartın.

ŞİMŞEK, R. (2017). “Türkiye’de iç göçlerin göç veren bölgelere etkisi ve tersine göç imkânları: Kastamonu örneği” Yayınlanmamış Doktora Tezi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu makalede, Çok Amaçlı Tesis Yerleşim Probleminin (ÇATYP) çözümü için, tabu listesi ile desteklenmiş, Tavlama Benzetimi’ne (TB) dayalı yeni bir melez sezgisel

İstanbul’un, Boğaziçi sahil­ lerinin süsü, mücevherleri olan bu kayıkların birkaç türü vardı: Pereme, piyade, pazar kayığı ve saraya özgü olan saltanat

The Editors´ Network of the European Society of Cardiology (ESC) provides a dynamic forum for editorial discussions and endorses the recom- mendations of the International Committee

hareketlilik ekonomik ve teknolojik ilerlemeler, özellikle de iletişim ve ulaşımdaki gelişmelerle hız kazanmıştır. • Araştırmacılar, bir nüfusun hareketinin miktarını

(2020) found out that lecture method stood out to be the most frequently utilized pedagogy this statement supports the result of this study since students are used to lecture

絕不可一次服用雙倍劑量。 可能的副作用 症狀 如何處理 噁心、嘔吐、胃痛、腹 痛、食慾差 隨餐或飯後馬上服用,

In cultured adre- nocortical cells, stress fibers and the surface of intra- cellular lipid droplets were labeled with anti-beta- actin monoclonal antibody, whereas

Adana’n›n sa¤l›k sorunlar›n›n yaflayan- lar arac›l›¤›yla ortaya konulmas›, Çukuro- va bölgesinde, Güneydo¤u Anadolu bölge- sinde ve hatta Ortado¤u ülkeleri