• Sonuç bulunamadı

Özel bölüm:Orhan Veli (1914 - 14 Kasım 1950):"Yaprak" döneminde Orhan Veli

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Özel bölüm:Orhan Veli (1914 - 14 Kasım 1950):"Yaprak" döneminde Orhan Veli"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

“Yaprak” Döneminde Orhan Veli

MEHMET H. DOĞAN

"

Sanatçı yaratışa tanınması gerekli özgürlük konusunda çok şeyler söy­ lenmiş, çok yazılar yazılmıştır. Birbirini yineleyen, birbirine karşıt bir sürü şey. . . Kimileri, sanatçının bir propagandacı olmasını isterken, kimileri de

(2)

ÖZEL BÖLÜM: ORHAN VELİ 723

onun çağının, toplumunun dışında bir “güzellik” yaratıcısı, “zevk” ustası olarak kalmasını istiyor. Bazıları, bir aşk şiiri yazmış olan şairi vurdumduy­ mazlığından ötürü kınarken, bazıları da toplum içindeki bazı güçleri şiir­ leriyle destekleyen bir şairi “kendini satmış” olmakla, kölelikle suçluyor. Siyasa ile uğraşan sanatçının sanatçılığını yitirdiğini söyleyenler de var, si­ yasaya karışmış sanatçının bundan güç kazandığını söyleyenler d e . . .

Bütün bu suçlamaların, övgülerin ortak yanı, sanatçıya, siyasacısına, düşünürüne, bilim adamına tanının insan olma, çağı ve çevresi içinde ya­ şayan, çağından ve çevresinden etkilenen bir insan olma özelliğini ve hakkını tanımamış olmalarıdır. Sanatçıdan, her zaman her şey olması beklenir, is­ tenir.

Sanata, sanatçıya verilen önemin, sanatçı görevin büyüklüğünü gös­ terir bu gerçi, ama toplum yapısından, tarihsel gidişten kopuk böyle bir görev duygusu havada kalır, verimsiz bir kısır döngüye götürür insanı.

Her dönemde, her ülkede kendi etkinlik alanını sanatçı kendisi bulur. Bunu belirleyen de, yaşadıkları çağın ve toplumun onda yarattığı bilinçtir. Çağının ve toplumunun insanı olma bilinci. Bu yüzden bir şaire, bilincini pekiştirmesi, çevresine daha bir sıkı bağlanması söylenebilir, hatta ondan istenebilir de bu, ama ona “daha iyi bir şair ol” öğüdü verilemez.

Toplumsal yapıya, tarihsel gidişe bağlı, onun tarafından belirlenen bir görev, dedim. Bir bakıma, belli bir dönemde toplumun sanatının, şiirinin oluşum serüvenini belirleyen de budur.

Kendi toplumumuzda bunu doğrulayan bir örnek arayacak olursak görürüz ki, Avrupa toplumlarındakine benzer bir gelişim geçirmemiş, geli­ şim çizgisi onlarınkinden başka bir biçimde yürümüş ve bu yüzden birta­ kım temel kavram ve kurumların - örneğin, bilim ve özgürlüğün, siyasal partilerin - yüklü bir anlam gücü kazanamamış olduğu toplumumuzda bu durum, özellikle sanatın çalışma alanını kesin ve aşılmaz duvarlarla sınır­ layıcı bir etki yapmıştır. Tarihçinin, ekonomistin, toplumbilimcinin, hatta bir yerde siyasacının gerek özgürlüksüzlük, gerekse yeteneksizlik yüzünden görevini yapamadığı zamanlarda sanatçının yapması istenmiştir bunu. Her­ kesin sustuğu, susturulduğu bir toplumda özellikle şairlerin “haykırması” istenmiştir örneğin. Toplumda haksızlıkları, özgürlüksüzlüğü dile getirmek sanatçının biricik ve baş görevi haline gelmiştir. Yakın tarihimizde bilim adamlarından çok şairin bulunuşu da bunu göstermez mi?

Oysa, oluşumu gereği, çelişkilerin temel yapısına inmeye, nedenlerini bulmaya ve bu çelişkileri çözmeye dönük çalışmalara elvermeyen bir top­ lumda, ne denli gözü pek, ne denli uzak görüşlü ve sezgili olursa olsun sa­ natçı da belli bir düzeyin üstüne çıkamaz; o toplumun insanı olmaktan kur­ tulamaz yani. Bunun için, şairlerimizin yüz yıldır yazdığı özgürlük şiirleri, özgürlüğü arayış çabaları yüzeyde kalmış, yaşamımızın üst kabuğunu delip daha derinlere inememiştir. Namık Kemal: .

(3)

Ne efsunkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyet Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten

derken, soyut, cansız bir özgürlük anlayışını dile getiriyorsa bu, onun şair olarak yeteneksizliğinden değil, bir yanıyle Divan edebiyatına yaslı oluşun­ dan, öte yanıyle gelecek özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu, topluma neler getireceğini bilmemesindendir.

Fikret’te de aynı yüzeyselliği, aynı bilinçsizliği buluruz, o ve ondan son­ raki dönemin bütün şairlerinde de.

Bunun dışına çıkan, bu çok dar sınırı aşıp çalışma alanını toplum yapı­ sının ve “insan’hn ilk bakışta görülemeyen derinliklerine indiren ilk Nâzım olmuştur. Kendinden öncekilerden ayrı olarak belli bir dünya görüşüne bağlı bilinci, kendini ve içinde yaşadığı toplumun özel koşullarını aşarak evrensele varmasını sağlamıştır onun.

Bunun yanında toplum sözcülüğü görevini yüklenmediğini, kökenleri gereği toplumun kenarında yaşadığını ama yukarda açıkladığımız nedenler­ le insanın da derinlerine .inmediğini, o alanda da yüzeyde kaldığını gördü­ ğümüz bazı sanatçılar da olmuştur. Tanzimatla başlayıp günümüze kadar gelen Batı öykünücülüğü de bir destek olmuştur bu sanatçılara. Düşün ya­ şamımızı uzun yıllar ciddî ciddî uğraştıran, “sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir?” tartışmaları bundan sonra başlar.

Orhan Veli’ye gelinceye kadar çok kavgası edilmiştir bunun. Nerdeyse bir anlaşmaya da varılmıştır: Sanat, toplum için de olsa açık bir propaganda değildir. Örneğin, Orhan Veli bunu, sanatını yapmak istediği toplum katı­ nın “zevkini arayıp bulmak” olarak tanımlar.

Oysa yeni bir oluşum içindeyizdir o günler (1945). Toplumdaki kay­ naşma hiç kimseyi dışında bırakmayacak gibidir. Orhan Veli’nin toplum sorunlarına ve toplum içinde her şeyi ile canlı, yaşayan insana utangaç yak­ laşma girişimleri,, bu kaynaşma yoğunlaştıkça eski çekingenliğini yitirecek, 1945-50 döneminin oluşturduğu yeni bir şiir anlayışı içinde onu “Karşı”ya, “Delikli Şiir”e, “Pireli Şiir”e getirecektir.

Sanatçının toplum sözcülüğü işi bir kez daha, ama bu kez daha bilinç­ li olarak ortaya çıkacaktır. 1949’da şairin “çağımıza yaraşır bir dünya gö­ rüşüne bağlanması” gereğini ileri süren Orhan Veli’nin bu döneminin Yap­

rak dergisi içinde oluştuğunu görüyoruz.

Sanatından ödün vermemekte bu kadar titiz bir şair, bu tehlikeli göre­ vi, şairliğinden yitirmeden nasıl ve ne derece yerine getirebildi?

Çok daha gerilerden almak gerek, ta 1937’den:

“Sanat, hiç bir zaman itikadların dellâllığını yapmak işiyle tavzif edi­ lemez. Yahut yeni de olsa birtakım ideolojilerin söylediklerini bilinen ka­ lıplar arasına sıkıştırmak yeni bir şey yapmış olmak demek değildir.” 1

(4)

ÖZEL BÖLÜM: ORHAN VELİ 725

Ya da ilk Garip bildirisinden:

“ . . . Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır.” 2

İlk yılların Orhan Veli’si böyle düşünüyordu; sanatla siyasa ayrı ayrı şeylerdi, birbirine karıştırılmamalıydı, birbirinin hizmetine konulmamalıy­ dı.

Oysa sorun böyle konulunca ilginç bir durum çıkıyordu ortaya: Sa­ natçı ile “dellâllığını yaptığı itikadlar” ve “ihtiyaçlarının müdafaasını yap­ tığı sınıf” ayrı ayrı şeylerdir. Daha açıkçası, sanatçı inanmadığı halde her­ hangi bir “itikadın dellâllığını” yapmaktadır; ya da “menfaatleri” kendisini ilgilendirmeyen bir sınıfın “ihtiyaçlarının” savunmasını yapmaktadır. Şuna varıyoruz en sonunda: Yukardaki işleri yapan sanatçı, sanatını inanmadığı şeylerin hizmetine koymuştur, yani satılmıştır.

Bu durumda ortada sanat diye bir şey kalır mı, böyle de sanatçı olur mu, diye sormadan işin öteki yüzüne bakalım. Yine Orhan Veli’nin diliyle konuşursak: Ya “dellâllığını yaptığı itikadlar” sanatçının kendi öz inancı ise? Ya, “ihtiyaçlarının müdafaasını” yaptığı sınıftan geliyorsa, ya da ka­ derini o sınıfın kaderiyle özdeş görüyorsa sanatçı ? Bu durumda ne olacak ? Sanat eseri saymayacak mıyız ortaya çıkan şeyi ? Sanatçıyı, gerçekten sanat ölçüleriyle değerli bir yapıt ortaya koymuş olan sanatçıyı, yapıtının özü yü­ zünden suçlayacak mıyız? Yapıtın sanat değerini, yaratış değerini değil de sanatçının inançlarını, düşüncelerini mahkûm etmek olmaz mı bu?

Bu tür düşüncenin gerçek sanat değerlendirmesiyle, estetik ölçüyle u- zaktan da olsa bir ilişiği olamayacağı açıktır. Nitekim, benim de niyetim Or­ han Veli’yle bir hesaplaşmaya girişmek, onu suçlamak değil, burada. Orhan Veli, kısacık yaşamı içinde kavgasıyle, ortaya koyduğu şeylerle o ilk “safdil” düşünceleri aşmış, onları çok geride bırakmıştır. Daha çok, sorumsuz ve kaçak bir sanat anlayışına bel bağlayanların ikide bir ısıtıp ısıtıp önümüze sürdüğü bu baş aşağı düşünceyi, sanatında ve yaşamında hep namuslu kal­ masını bilmiş bir insanın uzun zaman sürdürmesi beklenemezdi zaten. O hiç bir zaman sorumsuz duymamıştır kendini. Nasıl duyabilirdi ki, sanat serüveni bir şeye karşı çıkmakla, onu yıkma çabasıyle başlamıştı.

Orhan Veli’nin yanlışı, daha önceki bölümlerde de izlediğimiz3 gibi başlangıçta tam ters yönde soyut bir sanat anlayışından hareketle “zevk”in “sınıf ihtiyaçlarıyle” olan bağını görememesindedir.

En büyük öğretici: Yaşam, onu birdenbire bir iki yol ağzına getirme­ miş, gün gün, olay olay aydınlığa çıkarmıştır. Ve bir aydın sorumluluğunu, bir sanatçı sorumluluğunu yüklenmek gerektiği zaman da hiç zorsunmadan omuzlarını uzatmıştır o yükün altına Orhan Veli. Şiirleri, sanat yazıları,

3 Orhan Veli, Garip önsözü.

(5)

çevirileriyle eksik kaldığını, işe daha bir sıkı girişmek gerekliliğini duyduğu anda Yaprak'ı çıkarmaya başlamıştır. Yaprak dergisi, Orhan Veli’nin ey­ lemci yönünü açığa çıkaran başlı başına bir ÎŞ’tir, kişisel yaşamında mutsuz, ama edebiyatımızda mutlu ve parlak bir dönemdir.

Gerçekten de, Yaprak'ın çıktığı yıllar (1949-50), hatta daha öncesi (1945-49), yurdumuz siyasa ve düşün yaşamına çoktandır unutulmuş bir canlılık, bir hareketlilik getirmiştir. Değil yalnız büyük kentlerde, en uzak köylerde bile yeni yeni konular tartışılıyor, toplumun sertleşmiş kabuğu çatlıyordu. Garipliği, tersliği nice olaylardan sonra, nice yıllardan sonra an­ laşılacak bilinçsiz, bilgisiz bir sağduyu ile yanlar tutuluyor, insanlar suçlanı­ yor, insanlar kahramanlaştırılıyordu. Türkiye, on yıl sürecek bir karanlık döneme, ne gariptir, en kızgın tartışmalarla giriyordu. Tarafsız kalınamazdı bu ortamda. O yılların havasını yine Yaprak dergisinin l mart 1950 tarihli sayısında yayımlanan “Tarafsızlar” başlıklı yazı verecektir bize:

“ . . . Tarihin öyle bir devrine geldik ki, artık isteseniz de tarafsız kal­ manıza imkân yoktur. Hakikatin nerede olduğunu bilmiyorsanız, araştırıp bulmak ve bulduktan sonra da bütün varlığınızla onun tarafına katılmak zo­ rundasınız; yoksa bütün hayatınız boyunca hiç durmadan aldatılır, ezilir­ siniz ..

İşte Yaprak dergisi böyle bir ortamda çıkmaya başlıyor. 1 ocak 1949'- da ilk sayısı yayımlanıyor. Tek yapraklı bir fikir, sanat dergisi. Biz dergi di­ yoruz ama başlığın hemen sağında şu yazıyı okuruz:

Y A P R A K

Her ayın biriyle onbeşinde çıkar F i k i r , S a n a t Gazetesi

Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden O r h a n V e l i K a n ı k

15 Kuruş

Melih Cevdet, Yaprak'ın çıkışını, Orhan Veli’nin ölümünden sonra “arkadaşları tarafından bir defaya mahsus olmak üzere” çıkarılan Son

Yaprak'ta şöyle anlatıyor:

“Yaprak'ı çıkarmaya karar verdiğimiz geceki sevinci gözümün önün­

de. Yaprak'ın gerilikle savaşacağını düşünüyor, bu savaşın lüzumuna ina­ nıyordu.”

Yine aynı derginin başyazısında şöyle deniliyordu:

“ Yaprak'ı şöhret kazanmak için çıkarmıyordu; onun şöhreti Yaprak okuyucularını çoktan aşmıştı. Orhan Veli, Yaprak'ı doğru bildiği düşün­ celeri savunmak için çıkarıyordu.”

Ve dergi, halka dönüklüğünü, çürümüş, sahteliği ortaya çıkmış şeylerin karşısında gerçek değerleri: Halkın değerlerini tuttuğunu belirten bir baş- şiirle, 1 ocak 1949’da çıkıyor:

(6)

ÖZEL BÖLÜM: ORHAN VELİ 727

ALIŞVERİŞ

Bülbül verir serçe alırız Halı verir kilim alırız.

Garipçilerin, konuşulan dille, “alelade” insanın şiirini yazma, şiiri hal­ ka mal etme çabalan toplum ve siyasa sorunları içide de temellerini bulma­ ya başlamıştır artık. Dergi, giderek siyasal bir eylem kazanır. Gerçekten de,

Melih Cevdet ile Oktay Rifat’ın toplumsal yanı ağır basan şiirleri bu yıllar­ da Yaprak'ta yayımlanır. Orhan Veli’ninse, şairliği yanında kavga adamı kişiliği iyice belirir Yaprak'ta yazdığı yazılarda, “din”le, “nutuk” la halkı aldatanları, “cahil bırakanları” acımasız bir mizahla yerden yere vurur. Edebiyat deyip edebiyatın, dil deyip dilin canına okuyanlarla, işçiye sendi­ kalaşma hakkını çok görenlerle alay eder; yaklaşan seçimlerin, parti konuş­ malarının yorumunu yapar. Partisizdir ama tarafsız değildir. Nâzım’ın ha­ pisten çıkarılması için açılan kampanyaya katılarak (O. Rifat ve M. Cev­ det’le birlikte) üç günlük açlık grevine yatar. İstanbul’daki gazetecileri do­ laşıp Yaprak'ı satmamalarını söyleyen, adamları tehdit eden “bazı üniver­ siteli gençlere” açık mektuplar yazar.

Ne yaptığını bilmektedir. Ordan burdan yazı, şiir, çeviri bedeli olarak eline geçen üç beş kuruşla çıkardığı, yürütmeye çalıştığı Yaprak onun kavga silahıdır. Adnan Veli, Orhan Veli’nin o günlerini şöyle anlatıyor:

“ . . . Derginin yazılarını hemen kendi yazar, mürekkebini, kâğıdını kendi tedarik eder, mizanpaj, punto ve tashih işleriyle kendi uğraşır, dergiyi kendi dağıtır, parasını kendi toplar, abonesinin ambalajını kendi yapar, pos­ taya kendi götürür verirdi. Yaprak dergisi, 28 sayı süren yayın hayatında, Orhan’a beş kuruşluk bir gelir bile sağlamamıştır.” 4

Ama mutludur Orhan Veli. Yoksul da olsa, peşinde polis de dolaşsa, eski dostlukları, arkadaşlıkları yitirse de mutludur. Çünkü savunduğu şey­ lerin doğruluğuna inanmaktadır.

Neydi Orhan Veli’nin savunduğu şeyler?

Yazdığı yazılarda savunduğu, açıklamaya ya da yıkmaya çalıştığı dü­ şünceleri bugünkü değer ölçülerine vurursak çok basit ve safdilce görüne­ bilir bize. Hatta aralarında birtakım yanlış yargılara da rastlanabilir. Oysa o günlerin, 25 yıl öncesinin siyasal havası şöyle bir anımsanacak olursa, bu yazıların her biri vazgeçilmez bir değer kazanacaktır gözümüzde. Önemli olan, incelememizin başından beri göstermeye çalıştığımız gibi, bu yazıların, Orhan Veli’nin düşün örgüsündeki gelişimi gösteriyor olmasıdır.

4 Yaprak’m ilk sayısından başlayarak yazıları devamlı yayımlanan M. Fırtınalı adına son­

radan başka bir yerde rastlamadığım için bu adı Orhan Veli’nin takma adlarından biri sanıyordum ben. Bir gün sayın Anday’a bunu sorduğumda, M. Fırtmalı’nın Orhan Veli olmadığım, ayrı bir kişi olduğunu söyledi ama kimliği üzerinde fazla bir bilgi de vermedi.

(7)

Orhan Veli’nin bir yazısındaki yanlışı başka bir yazısında diizeltttiği, kendini aştığı çok görülür. Örneğin, derginin 2. sayısındaki, “cahil halkı avlamak isteyen fikir madrabazlarının onun geri taraflarını alabildiklerine sömürmelerine” karşı çıkan “Yanlış Bir Yol” adlı yazısında, bir ülkede eği­ timin, o ülkedeki siyasal ve ekonomik düzenin işleyiş doğrultusunda yürütü­ leceğini bilmeksizin şöyle yazıyor:

“Cami yerine okul yaptırarak, mızraklı ilmihâl yerine hayat bilgisi öğ­ reterek kalkındırılacak köylü sınıfı, belki bugün için, bu işlerden hoşnut kal­ mayabilir. Ama yarın öbür gün, okumuş, müreffeh, şuurlu bir millet meyda­ na geldiği zaman, halkın gönlü, birtakım dolaplar, oyunlarla değil, iş gör­ müş, memlekete faydalı olmuş insanların alın aklığı ile kazanılacaktır. Böylelikle demokrasi davasının gerçekleşmesi yolunda da esaslı bir adım atılmış olur.”

Eğitim yoluyle köy kalkınması deyip gülümsemeyelim hemen. Bizden çok önce, nisan 1950’de, Orhan Veli’nin kendisi gülmüştür kendi sözlerine. MakaPın Bizim Köy adlı kitabının yarattığı hava içersinde gerçeği apaçık görmüştür. Yaprak'm 23. sayısında yayımlanan “Birbirine Bağlı İşler” adlı yazısında, köy enstitüleri ve eğitim konularında bugünkülere yakın bir ger­ çekçiliğe ulaşmıştır. Yıllar süren bir eğitim savaşından sonra:

“Neden Makal bunca emeğine, gayretine rağmen kitabını: fBir çare bulunsun gözünün yaşına, bir merhem sürülsün bu masal kahramanının kel başına’ duasıyle bitirmek ihtiyacını duyuyor?” diye soruyor ve hemen arka­ sından cevabını kendisi veriyordu:

“Çünkü Makal ve arkadaşları, azgın bir selin ortasına düşmüş tekne­ ler gibi, geri bir ekonomi nizamı, geri bir eğitim sistemi içinde ileri bir köy davası gütmek ödevini yüklenmişlerdir. Oysaki, ‘geri köyü ileri köy, hasta­ lıklı köyü sıhhatli köy, yıkık köyü bayındır köy yapmak ve bu işlerin kah­ ramanlarını bulup yetiştirmek’ ancak memleketin genel politikası bu işleri başarmağa elverişli bir istikamete yönelmişse mümkün olur. Çünkü eğitim,

politikadan bağımsız değil, onun bir parçası, bir görünüş şeklidir. ( . . . ) Köy ağalarının ekonomik egemenliğini perçinleyen toprak kanunları dururken, köylünün eğitim yoluyle yaşayışı değiştirilemez."

Ülkedeki siyasal hava ısındıkça, tartışmalar kızıştıkça Yaprak'ın baş­ yazılarının da daha çok siyasal bir yön kazandığı, yaklaşan 1950 seçimle­ riyle daha çok ilgilendiği göze çarpmaktadır. Örneğin, 1 aralık 1949’dan sonra hemen her sayıda ya Yaprak ya da M. Fırtınalı imzalı5 bir politik yazı yer almaktadır. Bu yazılar, enikonu güzel, doğru yazılardır. Bugün bile her­ hangi bir politika dergisinde yadırganmaksızın yer alabilecek değerdedir. Özellikle “halk” kavramı, daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi bir açıklık kazanmış, romantik anlamını yitirerek tarihsel ve yerli koşullara

(8)

ÖZEL BÖLÜM: ORHAN VELÎ 729

uygun bir gerçeklik kazanmıştır. Öyle ki, 15. sayıda yayımlanan “Halk İçin” adlı yazı, gerçek halk idaresi konusunda şu yargıya varmaktadır:

“ . . . Gerçek halk idaresi, memleketin bütün maddi imkânlarını büyük çoğunluğun refahı, hayati menfaatleri için kullanır, onu daha yüksek bir yaşayış seviyesine eriştirmek için bilimin ve tekniğin bütün icaplarından fay­ dalanır, bilgi, kültür ve sanat kaynaklarını doğrudan doğruya halkın hiz­ metine koyar; toplumun yaşama ve ilerleme gücünü köstekleyen geri kuv­ vetlere yüz vermez; şahıs ve zümrelerin hasis menfaatlerine, âlet olmaz; kı­ sacası, halkın gerçek menfaatleri için ve halkın devamlı kontrolü altında ça- lışır.”

Derginin bir tek yaprak üzerinde gittikçe yoğunlaşan yayınının hedef aldığı, kıyasıya eleştirdiği baş konu ise, gericilik, o günkü adiyle irticadır, din yobazlığıdır. Orhan Veli, daha çok ikinci sayfaya yazdığı kitap, dergi eleştirileriyle, kısa kısa yazılarla bu yobazlar çevresine karşı çıkmaktadır. Güldürü gücünü adamakıllı geliştirdiği bu yazılara, Sebilürreşad gibi dergi­ ler, Rüya Tâbirnameleri, “Milli Kalkınma Partisinin yayınları ile Necip Fa- zıl’ın, Peyami Safa’nın yazılan” kaynaklık etmektedir. Bir fikir ve sanat der­ gisi için, hele tek yapraklık bir gazete için kimi zaman ağırlıkça çok hafif bulduğumuz bu yazıların bazen bütün sayfayı kapladığı oluyor. Arka say­ fanın, baştan başa, siyasa konusunda küçük küçük değinmelere bırakıldı­ ğı oluyor. Ama genel havaları içinde, o günlerin büyük ve yaygın yanılgısı ile bütün umudu yeni kurulan partide bulan yazıları değildir bunlar. Olsa olsa, belli bir ortalama aydın tipinin düşün düzeyini aşamadığı, “devrimci kafa”, “ilerici fikirler” , “bilim yolu” gibi yuvarlak sözlerden öteye gideme­ diği söylenebilir. Derginin ön yüzünde yayımlanan daha bilimsel yazılarda bile toplumun tam bir tablosu çizilememektedir bazen. Yazıların çoğuna konu olan, mutluluğu uğruna çalışılan “halk” somut olarak tanınmamak­ tadır. Yönsemeleri, uyanışı bilinmemektedir. Bir siyasal partiyi neden de­ virip, öbürünü neden başa getirdiği ise birçoklarınca şaşılacak bir konudur o günler.

Kısacası, Yaprak serüveni, Orhan Veli’nin içindeki kavgacı, ödün ver­ mez kişiliği, namuslu aydın kişiliğini bütün keskinliğiyle ortaya çıkarmış, fakat baştan beri şiirini yapmak istediği “halk”a yaklaşmasına, onu tanı­ masına yol açmamıştır. Namuslu bir orta aydın kavgası vermiştir Orhan Veli 28 sayılık dergisiyle.

Daha 1948’de, “Ama ne yazık ki biz o insanları tanımıyoruz. Girmişiz burjuvanın içine yuvarlanıp gidiyoruz” demesi boşuna değildir.

* * *

Orhan Veli’nin Yaprak'ta pek şiir yayımlamadığını görüyoruz. Yayım­ ladıkları da o güne kadar ulaşmış olduğu düzeyi aşan şiirler değil. Örneğin bir “Dalga” , bir “Ahmetler”, bir “Rahat” daha önceki şiirlerinin yanında

(9)

göz doldurmuyor. Yalnız, bir yanları var ki önceki şiirlerden iyice ayırıyor onları; söyleyeceğini en kestirmeden, en alaycı, en sivri biçimde söyleyen, acelesi olan bir insanın şiirleri bunlar. Yapacak işi vardır da bir an önce onu yapabilmek için “hele şiiri bir kenara bırakalım şimdilik” der gibidir Orhan Veli.

Onun bu dönemdeki şiirsel oluşumu yalnızca buna bağlanamaz elbet. Kişisel yaşamı, çeşitli olanaksızlıklar içinde bulunuşu. . . vb. daha birçok neden vardır ama Orhan Veli bütün bunların bir an önce bitmesini, yıktığı şiir anlayışı karşısında kendi şiirini kurmayı bekliyor, özlüyor gibidir. “Ra­ hat”, bir bakıma kendisinden başlayan, sonunda dışa dönük bir yergi olu- veren bir şiirdir.

Şu kavga bir bitse dersin

derken içtendir o. İnandığı gerçekler üzerinde küçük güldürü fıkraları yaz­ mak değil, onların çevresinde şiir kozasını örmek istemektedir. Ama birden bu isteğin saçmalığını anlar. Kavga bitmeyecektir, kavga bitmez. O kozayı bile bu koşullar içinde örmesi gerekmektedir. O zaman bir toplumsal yergiye döner şiir:

Acıkmasam dersin, Yorulmasam dersin, Çişim gelmese dersin,

Uykum gelmese dersin; Ölsem desene!

“Ahmetler”, “Vatan İçin”, “Kuyruklu Şiir”, “Cevap” hep bu tür bir kızgınlığın, öfkenin, iç kabarmasının ürünleridir.

Başta söylediklerimize dönecek olursak, toplumumuzun 1940 sonrası serüveni, o güne kadar gelmiş olan cansız, yüzeysel, insandan ve yaşamdan uzak şiir anlayışını yıkmış, daha gerçekçi, doğayla, insanla, insanın mücade­ leleriyle bağları daha sıkı bir şiire yolu açmıştır. Ama yine yerli gerçekleri­ mizi, insanımızı, sorunlarımızı bilimsel bir değerlendirmeye vurup ondan doğru sonuçlar çıkaracak organik ve kültürel koşullardan yoksun olan top­ lum, şairlerimizi bir kapı ağzına getirip bırakmıştır. Sanki, noksan gereç­ lerle bir yapı kurmaları istenmektedir onlardan. Noksanları arayıp bulma­ ları, kendilerini boyuna aşmaları istenmektedir. Şairlik bunun için zordur bizde başka yerlerdekinden.

Bu arayış 1950’den, Orhan Veli’nin kaldığı yerden günümüze kadar sürdü. Hâlâ da sürüyor. İnsana daha yaklaşmış, onu çeşitli durumlarda, çe­ şitli yanlarından irdeleyen bir şiirimiz var bugün. İnsana acımak gibi bir garipliğe düşmüyor artık şairlerimiz, onu tanımaya uğraşıyor.

(10)

ÖZEL BÖLÜM: ORHAN VELÎ 731

Bu gelişime, birçokları arasında Orhan Veli’nin de bir tutam tuz kat­ tığını söylemek, kadirbilirliklerin en haklısı olacaktır.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Hem mimar hem ressam olan sanatçının Ayasofya minaresinden yaptığı ilginç bir resimde, sur önünde yer alan bu kutu gibi evler, bütün tat­ lılığı ile

Saydam ’ın başbakanlığı bittikten sonra da sık sık hatırlanan ve çoğu zaman geçerliliğini kaybetmeyen bu sözün sahibi Refik Saydam, 19 M ayıs 1919’da

Olgu Sunumu: Eagle Sendromu (Uzamış Stiloid Çıkıntı Çıkıntı Çıkıntı Çıkıntı)))) Case Report: Eagle’s Syndrome (Elongated Styloid

Serbest kemik greftleri de plağa ek- lenebilir veya plak revaskülarize kemik greftleri için bir temel olarak kullanılabilir (5).. Biz de ol- gumuza titanyum mesh ve kondil

Index (IIEF) Questionnaire- Erectile Function Domain Score (IIEF-EF score) used in erectile dysfunction (ED) evaluation and the prevalence of priapism after penile

Cumhurbaşkanı Sayın SÜLEYMAN DEMİREL, Başbakan Sayın BÜLENT ECEVİT, CHP Genel Başkanı Sayın ALTAN ÖYMEN, ANAP Genel Başkanı Sayın MESUT YILMAZ,. DYP Genel Başkanı

Hatapakki ve Gülhane (2 015), bu çalışmalarında C tipi 100 ton çalışma yüküne sahip hidrolik presin yapısal dayanım davranışını öğrenmek için sonlu elemanlar analizi

Aşık Veysel’in kültür çiçeği dedi­ ği Ruhi Su, başta Pir Sultan, halkın sesini, ezil­ mişliğini, direnişini, özlemini duyuran tüm ozanlarla özleşiyor,