• Sonuç bulunamadı

Abidin Dino'yla yaşam, resim ve dostluklar üstüne

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abidin Dino'yla yaşam, resim ve dostluklar üstüne"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ı6

• •

A

bídín

no

'

yla

Y

aşam

, R

esím

ve

D

ostluklar

Ü

stüne

...

(...) İstanbul'da doğdum. Nişan- taş’ta hem de. Ondan sonra bütün aile İsviçre'ye göçtü. Genève şehri. Bil­ mem Genève şehri nasıl bir yer bili­ yor musunuz? Bir göl var koskoca­ man, ondan sonra her tarafta İsviçre bayrakları var. Kırmızı, bir de haç üs­ tünde falan filan. Ve kafamda kalan şeyler... üçgenler. Bir sürü üçgen. Ne- der: nffiru bejli değil ama belki Toble- rone çikolatası üçgen. Sonra DaşKa ue üçgen vardı? Uçan kuşlar gölün üs­ tünde üçgen. Dağlar üçgen. Böyle bir şeyler, yani o üçgen kaldı bende.

(...)

Bir süre sonra savaş bitti. Aile Pa­ ris'e göçtü. Auteuil diye bir mahalle vardır Paris'te. Hoş bir mahalledir. Orda Villa Monitor diye bir yerde oturduk. Yani ayrı... küçük bir evde, sonra da oradan da başka bir yere geçtik, Monitor metrosunun yanı ba­ şında; bütün aile yine toplandı orada kalabalık, çok kalabalık... Herkes ora­ da. Akrabalar da var. Ve Paris faslı ayrı bir fasıl. Derken ilk mektebe gidi­ şim, bir Fransız okuluna, bir Fransız lisesi... Sonra meşhur fortifikasyonlar da vardı, Paris'in eski istihkamları gi­ bi bir şey. Onların üzerinde çocuklar oynardı. Sonra iki tane çok önemli si­ nema vardı: Paladium sineması, Mo­ zart Sineması. Orada bir sürü film. Evet, ve gene çizgi. Bir şeyler çizmek falan filan. Okulda da resim hocası çok... bir aralık ünlü olmuş bir hocay­ dı, bir ressam yani. Benim cizeilerk­ inin hızından hoşlanıyordu. Yani hız­ lı çizdiğim için memnundu çok. Hızlı çizme illeti bende kaldı uzun süre. Hâlâ da öyle. Nitekim bu son sergide, galiba hızlı çizmem sayesinde o kadar kalabalık kafaları çizebildim. Demek ki çocukluktan kalma bir şey.

( . . . )

Geçmiş günlerden bahsetmek zor iş zaten. Biraz Genève’i. biraz Paris'i, biraz ilk İstanbul izlenimlerini anlat­ maya çalışıyorum ama insanoğlu aca­ yip bir nesne. Yani ben hesapça ken­ dimden bahsediyorum ama hangi kendimden? Galiba insanoğlu kat kat. Hani toprakta da izler var ya, geçmiş­ ten. Hatta bir rivayete göre suda bile iz kalıyormuş. Yeni bir bulgu... Bir Fransız bilgini diyor ki, suyun içinde bile bir bellek var; ama insanoğlunun belleğini tekrar yakalamak, yani geç­ mişi yakalamak çok zor bir iş. Ken­ dimden bahsederken, hesapça ken­ dim denilen o sınırdan, sanki başka bir kimseden bahsediyormuşum gibi bir şey geliyor içime. Yani başka bir duygu. Yani kim? Kim o çocuk, kim? İçimde herhalde kalmış bir şeyler, ama genç, delikanlı... Ve hep de içim­ de bir zorlanma oldu; bir tek kişi ol­ maya pek razı değildim hiçbir zaman. Belki resimlerime de yansıdı bir ölçü­ de o, bir tek kişi olmama illeti, diye­ lim. Hani ikide birde başka bir döne­ me giriyorum ya... Belki başka bir kişi olma gayreti de var içimde. Bilinçsiz olarak demek istiyorum.

(...)

ister o BabIali'deki ilk yıllarımdan, yani Nâzım’ın kitabına resim yaptı­ ğım yıllardan tut sonuna kadar, Nâzım’la bir nevi müthiş hoş bir arka­ daşlığımız oldu. Birlikte bir oyun oy­ nama gibi. Oyun derken, sanatsal an­ lamda söylüyorum bunu. Güzel işler yapma gayreti... İşte, kitaplarına re­ sim yapmaya çalıştım iyi kötü. O da yapayalnız iş yapmamanın tadını çı­ karıyordu her zaman; etrafında

birta-Y İT İR D İĞ İM İZ BÜbirta-YÜK U STA , SON SÖ birta-YLEŞİLERİN D EN B İR İN İ, ÖLÜM ÜNDEN TAM BİR YIL ÖNCE, BİR BELGESEL FİLM Ç EKİM İ N EDEN İYLE P A R İS'T E K İ EVİNDE E N İS BA TU R

VE SA M İH R İFA T 'L A YA PTI. BU SÖYLEŞİD EN K İM İ BÖ LÜ M LERİ, A B İD İN D İN O 'Y U BİR KEZ DAHA SEVGİ VE

SAYGIYLA SELAM LAYARAK AKTARIYORUZ.

Fotoğraf Ara Güler

kim insanlarla tartışmak onun en çok sevdiği şeydi. Eh, benim de öyle!

Yeni bir kelimeyi icat etmiştim. Yani zaten vardı o sözcük de... Balıke­ sir'de dolaştığım sıralarda, bütün bu sürgün hikayelerinden önce, imece lâfına rastladım bir köyde. İmece ne­ dir? Hep beraber yapılmış, istekle ya­ pılmış karşılıksız iş. Çok sevdim o sözcüğü. İmece sözcüğünü tuttur­ dum, sonra Sabahattin'e aktardım. Sabahattin, Köy Enstitüleri'ne aktardı. O kelime böyle dolaştı ve nihayet bir­ takım imece kitapları hareketleri fa­ lan oldu. Geleneksel bir içten gelme, bir birlikte çalışma isteği... Belki gele­ ceğin bir anahtarı o imece olabilir.

(...)

Otuz yedi yılının tam sonunda ve otuz sekiz yılını Paris'te yaşamaya başladım. Otuz sekiz yılında, işte o ilk tanışmalarımın verdiği olanaklar sa­ yesinde, Picasso'yla tanışabildim, Gertrude Stein'la tanışabildim ve bil­ hassa Tristan Tzara'yla arkadaş ol­ dum. Tristan Tzara’nın önemi var, çünkü Tristan Tzara, bildiğiniz gibi, sonraları Nâzım'ı ilk çeviren insanlar­ dan biri. Velhasıl Paris'teki o yıllar çok ilginçti, çünkü İspanya savaşı bit­ mişti yenilgiyle. Picasso'nun Guerni- ca'sı kalmıştı topu topu o savaştan. Sürrealist hareketin sonuydu. Herkes savaşı biliyordu, yaklaştığını biliyor­ du savaşın. Böylece ağır bir hava var­ dı Paris'te, çok ağır bir hava, fakat il­ ginçti. Ve o sırada da Gertrude Stein

ile beraber Yeni Faust üzerine bir ça­ lışma yaptık. Tabii bu arada bir sürü hoş insan geçti o günlerimden; Coc- teau'yla tanıştım, daha bir çok sanat­ çı, ressam ve yazarla tanıştım. Fakat dediğim gibi, en çok gördüğüm in­ sanlar, işte Tristan Tzara, Picasso, Gertrude Stein vs... Hoş bir fasıl.

Türkiye'ye gider gitmez bazı eski dostları buldum ama bir de yenileri vardı. Beni karşılayanlar arasında Asaf Halet Çelebi vardı, Arif ağabe­ yim vardı, ablam vardı filan... Asaf Halet Çelebi bir hoşgeldin beyanna­ mesi okudu yüksek sesle, bir tomarı açarak rıhtımın üstünde. Ve hemen sonra bir çok insanla, çok sevdiğim, çok seveceğim insanlarla karşılaştım. Bu arada Sait Faik, bu arada Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet. On­ larla çok çabuk anlaşıyordum. Halbu­ ki hesapça başkalarıyla daha çok an­ laşmam gerekirken, ideolojik neden­ lerle diyelim, çok daha yakındık bir­ birimize bu üçlüyle...

(...)

Tabii o sırada resim satmak söz konusu değil. Yani her şey hediye. Hediye edecek bir insan bulmak bile müthiş bir şey tabii. Satış, sonraki sa­ tış... bir olay oldu. D Grubunun ilk sergisinde ben bir resim sattım. Arif hayatında tek defa, bana gerçekten kızdı ve dedi ki; "senin bu yaptığın orospuluk". "Resim satılmaz" dedi. O gün bugün de içimde böyle bir kuşku vardır, acaba resim satarken, çok...

ayıp bir şey mi yapıyorum? Hakika­ ten de resimle para arasındaki ilişki bence tamamıyla yapay bir şey, sahte bir şey, ilgisi yok tabii...

(...)

Sansaryan Han müthiş bir han. Yani belki bir gün bir filmi yapılır. Parmaksız Hamdi... O kısaca boylu, çok zayıf, çok sinirli tip... Beni ayakta tuttuktan sonra dedi ki, seni şeye gönderiyorum dedi, Mecitözü'ne... "Neresi orası" dedim? "Görürsün" de­ di. Hakikaten de gördüm... İki tane jandarma, bir de aynı zamanda, ihti­ mal bambaşka nedenlerle tutuklan­ mış Boz Mehmet'le kelepçeli olarak Haydarpaşa Garı'nı boyladık; yani daha sonra Nâzım'm anlattığı hikaye­ yi canlı olarak yaşadık... Ve aynı tren­ de Nadye Hüseyin vardı, mesela. On­ dan sonra Arif de vardı. Epey güzel bir kalabalık vardı... Bir dergi çıkarta­ cak kadro vardı trende. Ve birden bi­ re, kendimi müthiş bir fırtınadan son­ ra, gece fırtınasından sonra, bir handa buldum. Çeyrekli İstasyonu diye bir yerde...

(...)

Mecitözü'nde hem resim çizdim, hem de biraz yazı yazdım. Bir piyesin taslağını başlattım. Fakat Arif, Ada- na'daydı. Daha doğrusu o da Kayse- ri'nin bir arka köyündeydi. Oradan ikimiz birden Adana'da bulduk ken­ dimizi. Adana tabii daha sıcak bir ik­ lim, daha kolay bir yaşantı olabilirdi. Ben bir gazetede, sözümona yazı işle­ riyle uğraşıyordum. Sözümona diyo­ rum, çünkü her şeyi yapıyordum, or­ kestra adam vaziyetinde... Ve bir sürü hoş insanlarla karşılaştım, bilhassa gençlerle. Bu gençlerden bir tanesi Yaşar Kemal. Çok geçmeden Bursa hapishanesinden Orhan Kemal de geldi. Orhan Kemal de gelince kum­ panya kuruldu tekrar. İşte tartışıyo­ ruz, konuşuyoruz falan; Arif de var işin içinde. Bir de Çukurova var...

(...)

Paris tekrar ağır bastı. Çok da hoş bir yerde oturuyorduk. Bizden önce, o güne kadar, Max Ernst oturmuştu Notre Dame'a yakın olan bu evde. Küçük bir yerdi, ama çok sevimli bir çatı arasıydı diyelim. Hani o klasik Hollywood filmlerindeki, Paris'li res­ sam havası esiyordu biraz. Ama işte o küçücük yerde Güzin müthiş ziyafet­ ler çekiyordu ortalığa. Ün kazandık o sayede, yani benim resimlerim saye­ sinde değil de Güzin'in yaptığı ye­ mekler sayesinde çok ünlü bir atölye oldu orası. Ve işte bir sürü yeni dost­ lar edindik: Aragon, Elsa Triolet, Ver- cors, Prévert...

(...)

Velhasıl bir sürü iyi dostlar edin­ dim, sergiler başladı şurada burada, Paris'de, taşrada, başka ülkelerde, Hollanda’da vs... Bir de Amerikalılar dadandı, ve gayet garip bir şey, be­ nim uzun yürüyüş, devrim oldu. Bir aralık küçücük insanlar, koskocaman boyutlar içinde yürüyorlar haba- bam... Bir kaç Amerikan galericisi, onlardan yirmişer, otuzar tane filan satın aldılar. Uzun yürüyüşüm dola­ şıyor Amerika'da... Hâlâ yürüyorum. Uzun yürüyüş de tabii... Yalnız uzun yürüyüş yoktu, biraz da Anadolu vardı, yani küçücük insan ve kosko­ caman bozkır havası yok değildi büs­ bütün... Eee zaten bizim bütün Türki­ ye bir uzun yürüyüş, bir bakıma. Ta Almanya'ya kadar...

Referanslar

Benzer Belgeler

MEASUREMENTS: QOL was assessed according to the brief version of the World Health Organization Quality of Life instrument (WHOQOL-BREF), functional balance and gait according to

某一位研究者想要測試某種流行性感冒疫苗的效果,有 150 位民眾接受流感疫苗預防注射,180 位接受安慰劑注 射,另外

Yaygın olarak oda mezar ve tholos mezarlar bilinmesine rağmen, toprağa çukur açılıp etrafının taş levhalara çevrelendiği sandık mezarlar, Orta Tunç Çağı’nın

Objective: The aim of this study was to evaluate the efficacy of low-intensity linear shockwave treatment (LI-ESWT) in patients with severe arteriogenic

Kocanın artık evin reisi kabul edilmemesi ve evlilik birliğini ilgilendiren konularda, ortak ko- nutun seçilmesinde eşlerin ortak karar alması ilkesinin getirilmiş olma- sı,

Yapılan analizler sonucunda, öğretmen nitelik ve motivasyonu, milli eğitim felsefesi ve stratejisi, eğitimin içerik ve yöntemi, rehberlik ve motivasyon, seçme ve

Bu sonuçların gerçekleşmesine ilişkin olarak üç farklı ihtimal bulunur: Birinci ihtimale göre icbarın somut olayda bulunmaması halinde bireyin iradesi sakatlanmadığı

White, yukarıda gördüğümüz gibi tarihçinin tarihsel alandaki nesneleri ve aralarındaki ilişkileri teşkil eder ve tanımlarken belli bir mecazi çerçeveden yararlandığını,