Sahife 6
Üstadım Halid Ziya
izzet Melihin Eminönü
dün geceki müsahabesi
i l k s ö z
Bir mayıs; bahar bayramı, yeşillik t i r ve çiçekler... Telefonda aşina bir M»i Eminönü Halkevi m üdürü Bur han, yirmi beş sene evvel tiirkçe ve ta rih okuttuğum talebemden sevimli Burhan, benden Halid Ziya hakkında bir musahabe istiyor. Vakit dar ve mevzu pek geniş. Lâkin nasıl reddo- lunur? B urhana ders verdiğim o u- eak mazide, ben de «Uşşakîzade Halid Ziya» dan edebiyatı ve hayatı öğreni yordum. Bir mayıs; bin tü rlü renk ve ahenkle gülen tab iat... Gençliğim, hocalığım ve Halid Ziyanın yanında talebeliğim... Kalbe tatlı bir sıcaklık yeren bu duygularla «peki» dedim.
Halid Ziyayı bundan 32 sene evvel tanıdım. Beni kendisine, aziz mektep arkadaşım Hamdullah Suphi takdim İtm işti. O zamandanberi üstadın til mizi, mahmisi ve bilhassa dostu ol m akla bahtiyarım. B undan dolayı o- Eacak ki bazı sathi yazıcılar: «Tezad ye Sermed m uharriri sırf Halid Ziya nın bir muakkibidir» sözü ile bana tariz etmek istediler. Paul Bourget, Btendhal’a, Maurois ve Mauriac, Bo- »rg et’ye, «Tharaud»Iar Barres’e ve Yahya Kemal Baudelaire’e «üstadım» (demekle zevk aldıktan sonra, benim :«Aşkı memnu» mübdiine «muhterem ye sevgili üstadım» hitabında bulu nabilmekle iftihar edişim pek tabiî dir.
Bilirim; her memlekette bazı kim seler, resim, musiki ve edebiyatta eser yaratm adan evvel mazideküeri yık m ak hevesine düşerler. Sonra seneler geçer; aralarından menfi hüviyetler bir şey yapamadan geride kalırlar; diğerleri okudukça ve yaşadıkça, -hele binlerce senelik san ’a t mazisi olan şu İhtiyar asrımızda,- eskilerden ışık al- mıyan bir san at eserinin yaşıyamıya- cağına katıl olurlar ve dünyanın eze li tekâmül kanunlarım kabul eder ler.
I
-HALİD ZtYANIN EDEBİ
HAYATI
Halid Ziyanın ilk basılan edebî ya tası «Aşkımın mezarı» nam ında bir m ensur şiirdir ki, o zam an muallim Nacinin edebî riyasetinde bulunan «Tercümanı Hakikat» gazetesinde çıkmıştır. Son makaleleri ise, şimdi «Cümhuriyet»de intişar eden h atıra larıdır. O ilk m ensur şiir ile bu son h a tıra t arasında elli iki senelik bir ede bî faaliyet görürüz; elli iki yıllık fazi letli ve çalışkan bir ömür ki, hâdise lerin emrettiği zarurî, küçük fasıla lardan sarfı nazar, daim a edebiyata yakfedilmiştir.
Halid Ziyada edebî zevk ve merak nasıl doğdu. Bunu, gerek h atıratın dan ve gerek kendisile görüşmele rim den topladığım m alûm atı hülâsa ederek anlatayım:
Çocukluk hayatı
|
«Mal ve Siyah» müellifi, asıl İz mirli olmakla beraber, İstanbulda doğmuştur. Babası Halil efendi tica retle meşguldü, ve Saraçhanebaşmda büyük bahçeli bir konağı vardı. Kü çük Halid, Sübyan mektebinden son ra F atih Askerî Rüştiyesine devam ediyordu. Babası tiyatroyu sever ve oğlunu sık sık Gedikpaşada Güllü Agob’u n temsillerine götürürdü. İşte ■ Halid Ziya orada Dumas Père, Frédé ric Soulié ve Dennery’nin fransızça- dan mütercem eserlerini seyrederek okumak sevdasını duymuş ve türkçe j basılmış piyesleri ve hikâyeleri topla- ' mağa başlamıştır.1878 Rus muharebesinde ticaret iş leri bozulduğundan Halid Ziyanın ailesi İzmire döner. Halid Ziya o ta rihte on iki yaşındadır. Fransızçayı İzmirin Ermeni katolik mektebinde öğrenmeğe başlar. Diğer cihetten, Şark edebiyatına vakıf olan dedesi nin kıraat m emurudur; yani Hacı Ali efendi ile misafirlerine yüksek sesle şiirler ve hikâyeler okur. Bu suretle denebilir ki, Halid Ziyaya edebiyat hevesini veren evvelâ Gedikpaşa ti yatrosu ve sonra İzmir Mechitariste mektebindeki Fransız muallimleridir.
Halid Ziya Paul Féval, Xavier de Montépin ve Ponson de Terrail gibi tefrika romancılarını okur, hele Eu gène Sue ve Dumas Père’e bayılır. Fa k at çabuk zevki yükselerek Balzac’a, dünyada rom anın «Himalaya»sı olan o muazzam yaratıcının vâsi âlemine dalar ve sırasile «Naturaliste»lere ve «Symboliste»lere meclûp olur.
-
3
-Goncourt’lara karşı daima büyük bir zâfı olm uştur; zaten onların «éc riture artiste» dedikleri sanatkâr üs lûbuna merbutiyetini, ilerde bahse deceğim kendi yazış tarzında göster miştir.
lk ro m a n la rı
Halid Ziyanın tekrar İstanbula dö nüp yerleşmesi bundan 43 sene evvel dir; yani 1894 tarihine tesadüf eder, îşte o sırada Halid Ziyanın inkılâpçı romancılığı başlar: «Nemide», «Bir ölünün defteri» ve «Ferdi ve Şürekâsı» türkçede, garbın rom an «technique» ile yazılmış ilk eserlerdir.
Bu fikrimizi lâyıkile ispat etmek için «Nemide»den evvel türkçe neş redilmiş olan m asalları ve hikâyeleri gözden geçirmemiz icap ederdi. Fa kat, geçenlerde muallim M ustafa Ni- had tarafından güzel bir kitapla
ted-'r * î f f - J . N kik edilmiş olan bu bahis, musahabe mizin çerçevesinden çıkardı. Yalnız şunu söyliyeyim ki «Leylâ ile Mec nun», «Kerem ile Aslı» gibi m asallar dan sonra Namık Kemalin «Sergüzeş ti Ali Bey»i ve «Cezmbsi ve Ahmed M ithat efendinin «Dünyaya ikinci ge liş», «Yer yüzünde bir Melek» gibi hi kâyeleri gelir ki, bunlardan hiç biri ne garbın nazariyelerile edebî roman denemez.
Sami Paşazade Sezaybnin «Sergü z e ş ti bile, diğerlerine nisbetle m ü him bir adım teşkil etmekle beraber, insicamsız, h a ttâ fasılasız bir hikâye dir. Bu sebepledir ki, Halid Ziyaya, Türk rom anının hakikî müessisi de mek doğrudur.
«Nemide», «Bir ölünün Defteri» ve «Ferdi ve Şürekâsı» İstanbul orta hal- I kının hikâyeleridir, nasıl ki «Mai ve I Siyah» o zamanki san at ve m atbuat
âleminin unutulm az bir tasviridir, j «Aşkı Memnu» ve «Kırık Hayatlar»,
Abdülhamid devrinde istibdad ve h a reme rağmen bir kaç aileye nüfuz edebilmiş olan garb kültürünün do ğurduğu bazı tipleri gösterdiği için «calidir, doğru değildir» tenkidine uğ ramıştır. Halbuki Bihter, Nihal, Vedi- de ve Behlül, o devirde nadir olmakla beraber, mevcuddu; bunlar, sonra git tikçe çoğalan İçtimaî zümrenin evvel den görülüp tahlil edilmiş canlı nü- muneleridir. Esasen, bilirsiniz ki, ro m an kahram anları hayattan ilham alınarak ibda edildiği gibi, bazan da m uharririn muhayyilesinden çıkan kahram anlar, hakikî h ay atta kendi lerine benzeyen tipler yaratır.
K ü çü k h ik â y e le ri
Halid Ziyanın küçük hikâyelerine de m üm taz bir yer vermek lâzımdır. Fransada M aupassant ile Henri Du- vernois’nin asıl şöhretini yapan bu «nouvelle» tarzı pek güçtür; zira bir kaç sahifeye bazan uzun bir rom an mevzuunu sıkıştırmak mecburiyeti vardır.
Halid Ziya, «Solgun Demet» ve «Bir yazın Tarihi» ile son senelerde neşret tiği «Onu beklerken» ve «Aşka dair» ismindeki kitaplarına en hoş küçük hikâyelerini koymuştur.
— 2 —
SANATININ MÜMEYYİZ
VASIFLARI
Halid Ziyanın yazılarında dikkati celbeden üç mümeyyiz vasıf buluruz: Garbdan mülhem sanatkâr lisanı, h a yal kuvveti ve şairlik.
Türkçemize, her fikri ifadeye ve her edebî ihtiyacı tatm ine elverişli olan seyyaliyetini, cümle teşkilâtını, nah vim, fiil sigalarının tasrif tarzını ve ren Namık Kemal, Halid Ziya ve Ce- nab Şahabeddin’dir, demek, edebiyat tarihinin tanıdığı ve tanıyacağı bir hakikati söylemektir. Bizzat Cenab Şahabeddin ve güç beğenir bir üslûb- çu olan Süleyman Nazif daima iddia etmişlerdir ki, bugünkü edebî lisanı mız Halid Ziyanın kitaplarından çık mıştır. Vaktimiz olsaydı, Namık Ke mal oğlu Ali Ekremin, vaktile Darül fünunda verdiği edebiyat derslerinde bu meseleyi ne ince delillerle teşrih et tiğini gösterebilirdik.
Halid Ziyanın üslûbuna atfolunan kusurlar, fazla süslü, fazla «précieux», yani tasannulu olması ve ekseri cüm lelerinin uzunluğudur. Hakikaten ta sannu ve süs, Halid Ziyanın en çok tesirinde kaldığı «romantisme»in ve «naturaliste» lerden «Goncourt» ların hassasıdır. Bununla beraber Halid Zi yanın üslûbu «Mai ve Siyah» ve «Sol gun demet»den beri mütemadiyen de ğişmiş, nisbeten sadeleşmiştir.
Şu son yirmi sene zarfında her Türk edibinin takip ettiği yol da, bu değil midir?.
Cümle uzunluğuna gelince bu, ba zen bir zarurettir. Bir fikir etrafında dolaşan ikinci, üçüncü derecede diğer bir takım fikirler vardır ki bunların hep bir arada, toplu olarak ifade edil mesi sanatın icabıdır; bu münasebet le, istitradlarla dolu uzun cümle yap m akta herkesi geçmiş olan meşhur Fransız romancısı Marcel Proust’ü hatırladım ve, müsaade buyurursa nız, küçük bir fıkra nakleyemi: Şair Comtesse de Noailles Belçika akademi sine kabul edildiği zaman, Marcel Proust kendisine bir tebrik telgrafı çekmiş: Bu telgraf, tam beş sahife tu tan bir tek cümleden ibaretmiş.
HalicJ Ziyanın diğer iki vasfı şiir ve hayaldir, demiştik. H akikaten Halid Ziya, hiç nazım neşretmemiş olan bü yük bir şairdir. Meselâ «Bir yazın ta rihi» baştan aşağı bir şiir kasidesi gi bidir. «Mai ve Siyah» da, bir roman için kusur denecek kadar şiirle taşan uzun parçalar çoktur.y
Üstadım Halid Ziyanın eserlerin den bahsettiğim şu sırada, bunların hele bizim neslimiz üzerinde yaptığı tesiri düşünüyorum. «Serveti Fünun»u her h a fta sabırsızlıkla bekler, «Aşkı memnu» veya «Kırık hayatlar»ın ar kasını heyecanla okurduk. Gözümün önüne geliyor: Sansür «Kırık hayat- lar»ın devamını menettiği gün, edebi y at arkadaşlarım ve ben âdeta matem tutm uştuk.
— 3 —
HALİD ZİYANIN HÜVİYETİ
Halid Ziyadan edib, romancı ve üs- lûb inkılâpçısı olarak bahsettik. Bir az da, üstadım ın güzide hüviyetini asıl ruhunu tahlil etmeğe çalışayım.
Halid Ziya, hayatım da tanıdığım en necip, en zeki ve en zarif insanlar dandır. Konuşması, yazısı kadar gü zeldir. Çetin, m uğlâk bir bahis onun lisanından geçince billûr gibi berrak
olur. 11'
Halid Ziyanın nezaketi mübalâğalı görünebilir; evvelâ nezakette, m üba lâğayı bile bir kusur addetmem; son ra da şunu ifşa edeyim ki, Halid Ziya nın nezaketi, birçok defa siper ve kal kan olarak kullandığı bir m üdafaa âletidir.
Ölümünün kalbimizde açtığı yara hâlâ kanayan Abdülhak Hâmid bir münasebetle, bir gün bana demişti ki «Mütekâmil insan olmak ne güçtür.» Seksen altı senelik bir ömrünlli uzun tecrübelerin felsefesi ve neticesi gibi verilen bu hüküm , ruhum da derin akisler bıraktı; hâlâ aziz ihtiyar şai rin munis ve m analı sesini duyuyo rum; evet, mütekâmil insan olmak pek güçtür. Fakat Halid Ziyanın hü viyetini telhis edersek üstadın, mü tekâmil vasfına en ziyade yaklaşmış olan m üstesna insanlardan oldu ğunu görürüz. «Mütekâmil insandır» demiyorum, çünkü insandır ve sanat kârdır. Hirslarile, kuvvetlerde ve zâ- aflarile yaşamış bir adam olmasaydı, düşündüren ve müteheyyiç eden be şerî eserler yazabilir mi idi?.
— 4 —
GÜZELLİK VE SANAT AŞKI
K Halid Ziya, on beş yaşında çocuk
ken kcsMkfiâne edebî eserler okuduğu * <• zamandanberi, daim a güzellik ve sa
n a t âşıkı kalmıştır.
Güzellik ve sanat aşkı... Bu ne İlâ hî bir mazhariyettir.
Beşerin tarihi cidal, harb ve ölüm le doludur. Bu, insanların kaderi, alın •yazısıdır. Lâkin tabiat insanı yoğu
rurken onun çam uruna sanki güneş lerden alınmış bir hararet, bir alev ' katm ıştır. Belki de Âdem ile Havva, arzın m ihnetine m ahkûm edilerek cennetten kovulurken, cennetin en ‘ kıymetli sırrını çalıp kaçmışlardır. Bu' semavî sır ve ateş güzellik ve sanat askıdır.
Sanat, insanların elemlerini ve me- şakkatlerini u n u ttu ran , ruhlarını yükselten, onları teselli eden ve sevin diren kudsî kuvvettir.
Bilhassa edebiyat o kadar şümul lü bir sanat, maneviyat için o derece elzem bir gıdadır ki siyasî mücadele ler içinde yaşamış olan bazı şahsiyet ler bile m uharrir olmuşlardır.
Eski Romada, «Cesar»ın «Commen- taire»leri edebî bir eserdir. Kraliçe Victoria devrinin en mühim ricalin den «Lord Beaconsfeld», İngiliz ede biyatında mümtaz bir yer tu ta n bir çok rom anlar yazmıştır; Fransada Louis B arthou’nun Victor Hugo’ya dair kitapları, Edouard Herriot’nu n «Madam de Recamier» ve «Beetho ven» hakkmdaki eserleri tamamen edebidir.
Bizde büyük ATATÜRK’ün tarihî nutku ve tekmil hitabeleri ya zıları yüksek edebî eserlerdir.
Halid Ziyanın şahsiyetini tebcil ederken, uzatm aktan nefsimi mene- demediğim sanat ve edebiyat bahsini, aziz üstadım tarafından beğenilen bir itiraf ile bitirmek isterim:
Dünyada güzellik ve san at olma saydı, hayat yaşanmaya değmezdi.
İstanbul, Mayıs 1937
İZZET MELİH
Kişisel Arşivlerde İstanbul Taha Toros Arşivi