• Sonuç bulunamadı

Onun sözleri üstünde:4:Atatürk ve halk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Onun sözleri üstünde:4:Atatürk ve halk"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

" O l( nu teşyi

ederken

Bütün İstan bu lu n g ö z le r i şah -

lı b a y r a k la Ş a n lı ölünün, bir­

birine sa rılm ış h e y b e tli m a n ­

z a r a s ın a

ta k ılm ıştı.

E lle r

,

d u rm a d a n

ak a n y a ş la r i

s ilm e k le m e şg u ld ü .

Dolmabahçe, saray duvarlarının baş - Iangıcmdan nihayetine kadar bomboş ve sessiz... On gündenberi, günün ve gece­ nin her saatinde, yaşlı gözlerini saray ka­ pısına dikip uzun uzun bekleşen matemli insanlar, bugün ortada görünmüyor. Çün­ kü, Atatürk, bu sabah son seyahatine çı­ kacak!

Her zaman, Onun saraydan çıkacağı dakikayı, yüreklerinde sevine çarpıntıları duyarak bekliyen, nurlu yüzünü, gözleri­ nin içine kadar gülerek karşılıyan halk, bugün, ağlamaktan şişmiş gözkapaklarile onun huzuruna çıkıp son yolculuğuna acı katmak istemiyor.

Muayede salonunda, Büyük Ölünün şanlı sandukasını tavaf edenlerde de, son­ suz matemi ona hissettirmek istemiyen bir arzu seziliyordu. Dış kapıdan girip, çakıllı kumları, gözyaşlarının taşırıp kabarttığı bir sel gibi çatırdatarak muayede salonu­ nun mermer basamaklarından içeri dökü­ len o başsız ve sonsuz akın, altı meş’alenin ateşten birer tazarru halinde, göke doğru yükselen beyaz alevleri altındaki heybetli sanduka huzuruna yaklaşırken, büyükler büyüğü Atatürkün demir iradesinden kuv­ vet alıp, yaşlarını yüreklerine akıtıyor; Onun matemde can evinden yaralı oldu­ ğunu Ona göstermemeğe çalışıyordu. Z a ­ fer, şeref, itilâ yaratan, Türkün yüzünü mutlaka güldüren Atatürkün, daima gü­ ler görmek istediği çehreler, Onun için ağladıklarını Ona nasıl gösterirlerdi?

O mukaddes tavaf esnasında, gözyaş­ larının, muayede salonundan çıkıldığı za­ mana kadar zaptedildiğini, kaç defa gör­ düm.

* * *

Sarayın içinde büyük bir faaliyet var. Büyük Ölünün son yolculuk hazırlıkları yapılıyor. Sarayın, başına çöken fe­ lâket karşısında, hayretten açık kalmış bir ağız gibi boş ve manasız duran kapı­ sına, bu boşluğun gerisinde görünen beyaz merdivenlerine, beyaz cephesine bakıyo­ rum; henüz yükselmeğe başlıyan güne­ şin kararsız ışığı altında, korkudan benzi atmış bir çehre hali var. Atatürkün, eşi­ ğinden içeri adım attığı emsalsiz günden­ beri, hiç alışmadığı çok satvetli günler yaşıyan bu binanın taştan yüreği, en ufak hareketi hayat kaynağı olan Atanın, kendi kucağında ölmüş olması acısına zor ta­ hammül ediyor. Sarayın damında, yere düşmemek için gönderine sıkı sıkı sarıl­ mış gibi duran yarıya inik bayrak, şu da­ kikada, büyük bir damla kanlı gözyaşın­ dan farksız...

H afif bir rüzgâr var. Dolmabahçe caddesini gölgeliyen iki sıra ağaçlarda hı­ şıltılar canlanıyor. Başbaşa vermişler, al­ tın saçlarının imrendiren pırıltısını, mes’ud yıllar uzunluğunca doya doya seyrettik­ leri ve artık, görmekten ebediyyen mah­ rum kaldıkları büyük başı rahatsız etmek­ ten korktukları için, matemlerini, kendi dillerile fısıldaşıp derdleşiyorlar.

H A M D I V A R O Ğ L U

tArkası Sa. 7 sütun 8 re]

Atatürkden

Ayrılış

Ş im d i 19 sene ev ve l k u rta r­

m a k a z m ile a y a k b a stığ ın

va ta n ın , ku rtarılm ış ve te m iz

sin esin d e e b e d î uykunu u yu ­

m a y a g id iy o rsu n d eğ il m i?

©

n dokuz sene evvel, kış günleri­ni hatırlatan fırtınalı bir bahar

sabahı Atatürk sessiz ve sakin İstanbuldan ayrılmıştı. Dünyaya göstere­ ceği mucizelerden kimsenin haberi yoktu. Onlar, teksif edilmiş irade membaları halinde kalbinde ve kafasında saklı idi­ ler.

On dokuz sene!

Bir çocuğun adam olmasına bile kâfi gelmiyen bu senelerin içine O asır­ ları sığdırdı. Kalbinde sakladığı irade membalarını, bütün mecvcudiyetile sev* diği Türk milleti uğruna, kendini feda edercesine bir bir hare. di. Mucizeler

ya-. M

* - !

Dün, baharı hatırlatan güneşli b'ır ikidgjteşrin sabahı İstanbul Onu son defa olarak uğurladı. Fakat bu sefer etrafta, on dokuz sene evvelki sessizlik yoktu. Onun geçtiği yollara bütün bir millet dö­ külmüş, ağlıyordu. A l bayrağa sarılı aziz na’şını taşıyan top arabasının teker­ lekleri, beş yüz bin çift gözden fışkıran ıstırab kudretinin tesiri altında ilerliyebil- mek için müthiş bir gayret sarfediyorlar- dı. Arabayı Sarayburnundan ayıran me­ safe dakikadan dakikaya azaldıkça, yü­ rekleri burkan ıstırab tahammül edilmez bir hal alıyordu. Kendini kaybederek pencereden sarkan gene kızlar görüyor­ duk:

— Sevgili Ata,bizi bırakıp da nerele­ re gidiyorsun ?

Diye yırtmıyorlardı. Ve içlerine dol­ durdukları Atamız, berrak damlalar ha­ linde güzel gözlerinden taşıyordu.

* * *

Gençler ağlıyor, ihtiyarlar ağlıyor. Ortalıkta duvarlara akseden bir matem havası var. Türk milletinin bütün ve ay­ rılmaz bir aile olduğunu ölümile de bir daha ispat eden sevgili Atatürk; şimdi, on dokuz sene evvel kurtarmak azmile ayak bastığın vatanın kurtarılmış ve te­ miz sinesinde ebedî uykunu uyumaya gi­ diyorsun değil mi?

Sen, geride öksüz bıraktığın çocukları­ nı nekadar severdin! Onlara karşı ne sonsuz bir inancın vardı senin!

Bizi herkesten iyi tanımış, herkesten İyi anlamıştın.

— Türk milleti çok büyük bir millet! O na lâyık kumandan olabilmek marifet­ tir, derdin.

Bunlar, herhangi bir mütefekkirin söylediği nazarî mütalealar değildi. Sen Bizi hayatın her safhasında tetkik ettin.

Anafartalarda, kırk ikilik mermilere saldıran münevver gençler gördün!

Sakaryada, ateş yağmuruna hücum e- den Mehmedciklere kumanda ettin! Kız­ gın güneş karşısında, şiddetli kar tipileri altında sırtına yüklediği mermileri cephe­ ye taşıyan Türk kadınını gördün!

Dumlupınarda, bir emrinle, kükremiş aslanlar gibi şahlanan bir ordu, hayır bir millet gördün!

n a d i r n a d i

[Arkası Sa. 7 sütun 6 do]

- ' î ' vV- V- '■ •• ' '

İstanbul, dün, göz yaşları içinde, Ulu Atasını A n -

karaya yolladı. Bütün şehir halkı, daha geceden itiba­

ren, Ebedî Şefimizin son olarak geçeceği yollara dö­

külmüş ve yer almaya başlamıştı.

Bu suretle tarihî

mevkib yüz binlerce İstanbullunun hıçkırıkları ara­

sında Dolmabahçeden Sarayburnuna gelmiş ve orada

Mukaddes Tabut, Zafer torpitosile Yavuza konul­

muştur.

C U M H U R İY E T muharrir ve fotoğrafçıları, dün

büyük millî matemimizin bu emsalsiz tezahüratını mın-

taka mmtaka gezerek tespit etmişlerdir. İç sahifeler-

deki yazılarda ve resimlerde Ebedî Şefin son istira-

hatgâhı olan Ankaraya nakline aid bütün tafsilâtı

bulacaksınız.

Medeniyetin emir ve

teieb ettiğini yapmak

insan olmak için kA-

lldlr.

K. ATATÜRK

Cumhuriyet

önbeşlnci jfll

S3yi

t

5218

Telgraf ve mektub adresi: Cumhuriyet, İstanbul - Posta kutusu: İstanbul No. 240

P3Z31

20

İkİflCİÎGŞrİll

1938

Telefon: Başmuharrir ve evi: 22306. Tahrir heyeti: 24298. İdare ve matbaa kısmı 24299 - 24290

İstanbul, bizim tart»

tilmizin ve medeni­

yetimizin bir Hulâsa­

sıdır.

K. ATATÜRK

istanbulun Atatftrke Vedaı

Bütün şehir Büyük ölünün geçeceği yollara dökülmüştü; Ebedî Şef,

yüz binlerce hıçkırık sesi ve bir göz yaşı seli içinde bizi yetim

b ıra k a ra k , a rtık hiç d ö n m iy e c e ğ i, s e y a h a tin e çık tı

(2)

CUMIILıüVKT 20 İkincitoşrin 1983

c

Onun sözleri üstünde : 4

A ta tü rk ve H alk

)

Eşsiz

Büyük adam

r

Atatürkün halkçılığı, ne yalnız Avrupa demokratları

-

mnki gibi halkın hukukuna, ne de yalnız sosyalistler gi­

bi halkın istihsal kudretine, yani çalışmasına istinad

eder. Kemalizmin halkçılığı halkın çalışmasına oldu­

ğu kadar hukukuna da dayanan ve emekle hakkın ayrı

ayrı itibara alınmasından doğan toplu bir görüştür.

V .

J

Atatürk ve halk... Bu iki kelimeyi bü­ yüten iki mana kadar iç içe, yapışık, bir­ birini saran, dolduran ve tamamlıyan başka iki mefhum olmadığını, son matem günlerinde, bir kere daha, fakat bu sefer en kör göze vuran tuğyan ve heyecan dal­ gaları halinde görmiyenimiz kalmadı. Atatürk ve halk! Bir kere daha anladık ki halkın içinde yaşıyan en büyük insan mefhumu Atatürktür ve şimdi onun söz­ lerinden bir kere daha anlıyacağız ki, Atatürkün içinde yaşamış olan en büyük insanlık mefhumu da halktı, yalnız halk

ye daima halk...

«Bizim halkımız çok temiz kalbli, çok asil ruhlu, terakkiye çok kabili yetli bir halktır. Bu halk eğer bir defa muhatblannın samimiyetle kendisine hadim olduklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule amadedir. Bunun için gençlerin, herşeyden ev­ vel, ona emniyet bahşetmeleri lâzım­ dır.»

Halkın selim duygusu (>bon sens), ha­ kikate götüren en kısa, en emin yoldur. İlmin yolu bile bu kadar kısa ve selâmet- li değildir. Fakat bunu takdir etmek âlim­ lerin işine gelmez. Çünkü bunu takdir et­ mek, ilmin ve âlimlerin üstünde bir hajk sezişi olduğunu kabul etmek demektir. Â- limler buna yanaşmazlar:

«Akıl, mantık ve marifetin fevkin­ de halk hissi seliminin ehemmiyeti haiz olduğunu takdir etmek âlimle­ rin işine gelmez.»

Hem de ilmin tek hedefi hakikati bul­ mak değil midir? Bu hakikati bir cahil bulduğu zaman da âlim sayılmak lâzım gelir. Burada Atatürkün ilim telâkkisi, an’anevî manasından derhal ayrılıyor ve şöyle bir ifadeye kavuşuyor:

«Biz, cahil dediğimiz vakit, mutla ka mektebde okumamış olanları kas- detmîyoruz. Kasdettiğimiz ilim, ha­ kikati bilmektir. Yoksa okumuş olan­ lardan en büyük cahiller çıktığı gibi hiç okumak bilmiyenlerden de haki­ kati gören hakikî âlimler çıkar.»

Halkın selim duygusuna bu kadar i- nanmış bir insan için en büyük şeylerin: Hakikatin ve güzelliğin, aşkın ve fazile­ tin, irade ve cesaretin kaynağı halktır. Bütün fikir adamları ve bütün gençlik, başlarını bu kaynağa sarkıtmadıkça ve dudaklarını bu hayat suyuna yapıştırma­ dıkça tek adım atmaktan çekinmelidirler; yoksa asla muvaffak olamıyacaklardır:

«Halka yaklaşmak ve halkla kay­ naşmak, daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazi­ fedir. Gençlerimiz, münevverlerimiz niçin yürüdüklerini v e ne yapacakla­ rım evvelâ kendi dimağlarında iyice takarrür ettirmeli, onlan halk tara­ fından iyice hazım ve kabul edilecek bir hale getirmeli, ancak ondan sonra

r

Y a z a n : P E Y AM Î S A F A ortaya atmalıdırlar.»

Atatürkün halkçılığı, ne yalnız Avrupa demokratlarınınki gibi halkın hukukuna, ne de yalnız sosyalistler gibi halkın istih­ sal kudretine, yani çalışmasına istinad e- der. Kemalizmin halkçılığı halkın çalış­ masına olduğu kadar hukukuna da da­ yanan ve emekle hakkın ayrı ayrı itibara alınmasından doğan toplu bir görüştür:

«Halkçılık, nizamı içtimaisini hal­ kın sâyine, hukukuna istinad ettir mek istiyen bir mesleki içtimaidir.»

Halkçılık hiçbir sınıf, hiçbir zümre ay­ rılığı tanımaz. Hatta, ve bilhâssa mü - nevverlerle halk arasındaki tarih uçuru - munu doldurmadan, münevveri halktan ilham almaktan başka birşey olmıyan en büyük vazifesine kandırmadan hiçbir işte muvaffakiyet ummağa imkân yoktur:

«M uvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi ara­ sında tabiî bir intibak olmak lâzım­ dır. Yani münevver sınıfın halka tel­ kin edeceği mefkûreler halkın ruhun­ dan ve vicdanından alınmış olmalı­ dır.»

Münevver için olduğu kadar devlet a- damı için de halkın ruhile devamlı teması bir an kesmemek, bilhassa ondan hiç bir­ şey gizlememek, herşeyi ona haber ver­ mek icab eder:

«Halkı ahvali umumiyeden haber­ dar etmek son derece ehemmiyeti haizdir.»

Çünkü halkın temiz hassasına inanmak lâzımdır. Onun iyiyi kötüden ayırabilme­ si için, hakikati olduğu gibi görmesi şart­ tır:

«Herşey açık söylendiği zaman halkın dimağı hali faaliyette buluna­ cak, iyi şeyleri yapacak v e milletin

zaVarma olan şeyleri reddederek şu­ nun veya bunun arkasından gitmiye- çektir.»

Halkın temiz hassasından zerre kadar şüpheniz olmasın. Çünkü:

«Türke müspet ve iyi birşey veri­ niz, bunu reddetmesi ¡ihtimali yok­ tur.»

Niçin mi Atatürk, bütün Türk, belki dünya tarihinde halkın en çok sevdiği adamdır? Niçin mi halk Onun felâket haberini alınca yer yerinden oynamış, bütün ruhları sarsan, eşi görülmedik bir matem zelzelesi benizleri sarartmış? Ni­ çin mi artık hiçbir hesab ve menfaat endi- şesile itham olunmasına, alınlarına dalka­ vukluk damgası vurulmasına imkân olmı- yan samimî insan yığınları, günlerdenbe- ri sar’a nöbetleri geçiriyor?

Cevabı çok sadedir:

Çünkü Atatürk halkı, halk da Ata- türkü anladı.

P E Y A M t S A F A

Y a za n : A B tD IN D A V E R

Atamız gitti. Artık, İstanbul onun aziz hâtırasile başbaşa ve matemde yalnız kal­ dı. Atamız gitti. Fakat, her ağızda Onun ismi, her gönülde Onun sevgisi yaşıyor; her evde, her cemiyette Onun sözü edili­ yor. H er ruhta Onun yası, bu ebedî ayrı­ lığın ebedî hicranı var.

İstanbul halkı, on gündür Onun için ağlıyor; fakat, hâlâ, ağlamağa doymadı. Üç gün Dolmabahçede Onun tabutunu tavaf etti; fakat ziyaretine doymadı. Dün, bütün İstanbul, cenazesinin geçtiği yollara döküldü; fakat Ona karşı son hürmet ve tazim vazifesini yapmağa doymadı.

Büyük eserini emanet ettiği Türk genç­ leri, yollarda polis ve asker kordonlarını yararak, kendilerini, Onun aziz naaşım taşıyan top arabasının tekerlekleri arası­ na, attılar. Onun tabutunu örten sancağın bir ucunu son bir veda busesiie öpebilmek için ezilmek tehlikesini hiçe saydılar. Gene vücudlerini atların ayakları altına fırla­ tıp atan bu çocuklar, Ona Istanbulun son selâm ve hürmetlerini sunmak isteyen A- tatürk nesli yavrulardır; Onun büyük e- serini, bir sancak gibi daima dimdik, dai­ ma yükseklerde tutmağa and içmiş Türk gençliğidir.

Dünkü hazin, fakat çoşkun veda sah­ nesi, Istanbulun A taya olan sonsuz sev­ gisinin çözülmez bağlılığının Onun eseri­ ne karşı duyduğu derin minnet ve şükra­ nın, ebedî sadakatin gözyaşı ve vecdü he­ yecan şeklinde tecelli ve tezahürüdür.

Hiç kimseye, hatta hayatında kendisine bile eğilmeyen Türk sancağı, dün, Saray- burnunda, Onun manevî huzurunda eğil­ mekle Ataya selâm ve tazimlerin en büyü­ ğünü yaptı. Türk İstiklâlinin senbolü olan sancak, bu İstiklâli kurtaran kahraman ordunun Başkumandanı ve Birinci Eri A taya, hiç bir faniye nasib olmıyan en büyük hürmeti gösterdi. Sancak fanilere eğilmez amma O fani değildir, ebedîdir.

Dün, Atanın tabutu, Yavuzun güver­ tesine konulup da geminin topları Türk donanmasının aziz Ölüye son selâmını ifa ederken birden bire 20 sene evvelki hâtı­ ralarım canlandı. Yıldırım orduları guru- pu kumandanlığından çekilen Mustafa Kemal Paşa, 1918 senesi sonbaharında, gene dünkü gibi bir ikinciteşrin gününde

l

r

Atatürkün vasıfları: 7

Atatürkün Millî sırrı

D

Bütün hâdiseler içinde Atatürkün tarihî Nutkunda söy­

lediği millî sır, Onun kalbinde kuvvetlendikçe kuvvet­

leniyordu. O

,

her adımda daha iyi anlıyordu ki Türki-

yeyi hakikî bir kurtuluşa mazhar kılabilmek için yalnız

müstevlileri vatandan çıkarıp atmak kâfi değildir.

. J

Y azan:

Y U N U S NADt

A

tatürk tarafından ilkteşrin 1927 Cumhuriyet Halk Partisi kon­ gresinde söylenen ve beş uzun gün süren büyük ve tarihî nutukta bir millî sırdan bahsolunur. Atatürk devle­ tin mühim işleri haricinde esasen sır sak­ lamağa büyük ehemmiyet vermiyen açık fikirli olduğu kadar açık kalbli bir insan­ dı. Hele millî meselelerde fikirleri sır o- larak saklamak şöyle dursun, bilâkis on­ lar üzerinde- mümkün olabildiği kadar çok insanla mümkün olabildiği kadar fazla münakaşa etmek Onun en başlı şia­ rı idi.

Büyük ve tarihî nutkun irad olunduğu tarihte dört senedenberi saltanat yıkılmış, Cumhuriyet ilân olunmuş ve görülen kat’î lüzum ve zaruret üzerine hilâfet dahi ber­ taraf edilerek Türk milletinin hakimiyeti en ufak şek ve tereddüdden azade bir va­ ziyete konulmuş bulunuyordu. Atatürk tarihî nutkunda Türkiyenin hakikî kurtu­ luşu ve filî yükselişi için icabında düş­ manlarla elbirliği etmekten çekinmiyen saltanatın ve gülüne vaziyetile hiç bir ma­ nası kalmadıktan başka saltanatla birlik­ te yürüyen hilâfetin ilgaları da lâzım ge­ leceği muhakkak olduğu halde memleketi asıl yabancı müstevlilerden kurtarmak için uğraşılırken ilk günlerde herkesin ko­ lay anlıyamıyacağı bu dahilî istiklâl en­ gellerinden bahsetmenin mahzurlarını takdir ettiğini ve bütün manasile hür ve müstakil bir Türkiyenin en modem şartla­ ra göre alacağı yeni nizamı kademe ka­ deme tahakkuk ettirmeği zarurî görerek bunu millî bir sır halinde kendi kalbinde sakladığını beyan eder. Bu millî sır me­ selesi Atatürkteki kemalin hakikaten şa­ heserlerinden biridir, ve O millî iş olarak bu sırrı, amma yalnız bu sırrı, merhun vakti gelinciye kadar, en mahremlerine de söylememeğe hakikaten itina

eylemiş-keye maruz olduğunu asla hatırdan çıkar- mıyarak her ihtimale karşı yakayı ele vermiyecek tedbirlerde dikkatli olun, ve öyle bir hal vukuunda, hatta onun vuku­ unu vaktinden evvel ihtisas ederek hemen kendinizi Anadolu yakasına atın. Bana gelince şahsan ben bittabi bu açık tehli­ kenin içine giremem. Ben Meclise gele­ cek tehlikeyi müteakıb memlekette der­ hal mukabil tedbir almak vazifesini yeri­ ne getirmek üzere Ankarada vaziyetin inkişafını adım adım takib edeceğim..

Demiş ve öyle de yapmıştı. Demek ki Mustafa Kemal, sultan ve halife oyun­ cağını da kullanan Türkiye düşmanları­ nın behemehal Istanbulda kurulsun de­ dikleri meclis tuzağına tutulmamakta on­ lardan daha akıllı davranmıştı. İstanbul meclisinin, hem aynen ve filen uğradığı şekilde bir baskın tehlikesine maruz ol duğu hususunda Atatürkün bir zerre şüphesi dahi yoktu, ve Ankaradan hergün gönderdiği haberlerle arkadaşlarını mü­ temadiyen uyanık bulunmağa davet edi yordu. Hatta bu haberlerden biri Cevad Abbasa martın 13 veya 14 ünde gelmiş bir telgraftı ki hemen hemen aynen şu sözleri ihtiva ediyordu:

«— (Filân) devletin buradaki siyasî mümessili dün bütün eşyasını bera­ ber alarak Ankarayı terkedip gitmiş­ tir. Bundan istidlâl ederim ki Is- tanbulda mühim bir vak’anm zuhuru artık bugün yarın meselesidir. . Meclisin basılıp kıymetli arkadaşlarımızın tevkif olunmaları en kuvvetli ihtimal dahilinde bilinmelidir, ve buradaki müteakıb faali yetlerimizde vücudleri lâzım ve faydalı olanlar derhal Anadoluya geçmek husu­ sunda ona göre dikkatli ve tedbirli dav­ ranmalılardır.»

Sonra sonra daha iyi anladık ki îstan- bulda toplanan ve basılan Meclis Muşta

Bursa gençliği abide önünde and içti

J

Bursa (Hususî muhabirimizden) — Şehrimizdeki kız ve erkek mektebli gençler, Atatürk meydanında ve hey - kel önünde toplnarak Büyük Şefimiz Atatürkün ölümü karşısında duyduk - la n derin acıyı göz yaşlan arasında ta­

zelediler. Ve Atatürkün yolunda yürü­ meğe and içtiler. Kız Muallim mektebi, Kız lisesi, Kız Enstitüsü, Erkek lisesi, Orman, San’at ve Ziraat mektebleri, birinci ve ikinci ortamekteblerin altı binden fazla talebesi Atatürk meydanı­ nı kesif bir çember halinde kuşatmışlar, meydanı tamamen doldurmuşlardı. A- tatürk meydanı bu halile çok muazzam bir gençlik karargâhım andırıyordu. Sa­

at on beşte bütün gençler bir ağızdan İstiklâl marşını söylediler, Müteakiben bütün gençlik Atatürk heykeline dön - müş bir vaziyette ve derin bir ihtiram içinde üç dakika sükût etti. Mektebli - lerin hazırladıkları manalı bir çelenk her mektebin birer mümessili tarafın - dan taşınarak heykelin önüne kondu.

Sonra sırasile Kız Muallim mektebin­ den, Kız lisesinden ve diğer mektebler- den müteaddid gençler, içlerinden ko­ pan derin bir heyecanla Atatürkün ölü­ münden duydukları büyük acıyı anlat­ tılar. Atatürke aid şiirler okudular. He­ men her nutukta gençlerimizin gözleri

slem yaşlarile ıslanıyor, hıçkırıklarını lor zaptedebiliyorlardı.

Bir aralık yetmişlik bir ihtiyar kür­ sünün dibine sokularak ağlıya ağlıya: (Paşam ölmüş.. Ben, ta Burgaz köyün den geldim!) diyordu. Gençler bu ihti­ yarın hazin manzarasile büsbütün göz yaşlarını boşaltmıya başlamışlardı. Nu­ tuklardan sonra gençlik bir ağızdan and içti. Her cümlesi bir top gürültüsünü andıran velvele ile meydanı çınlatan bu and şu idi:

«Biz Türk gençliği, Atasının bıraktı­ ğı eşsiz mirasa, Onun Cumhuriyetine, Onun inkılâblarına, Onun kudretli ve kuvvetli rejimine daima sadık kalmaya, vatanın toprağına kanımızı, istiklâline canımızı vermeye, şerefimiz, gençliği - miz, namusumuz ve Türklüğümüz na - mına yüce abidesinin önünde söz verip and içiyoruz.»

Andı müteakib toplantı bitmişti. Mek- tebliler ıslak gözleri ve kederli kalble- rile Atatürk anıtı önünden ayrılırlar - ken Onun adile anılan geniş caddeyi’ ve meydanı hıncahınç doldurmuşlardı. Mekteblilerin buradan ayrılışları görü­ lecek bir manzara idi. Kabına sığmıyan bir nehir halinde akan gençlik baştan­ başa caddeyi kaplamıştı. Bilâhere mek- teblilerden mürekkeb bir heyet Valimiz Şefik Soyeri makamında ziyaret ederek Büyük Kurtarıcının ölümünden duy - dukları acıyı bildirdiler.

mağrur bir düşman armadası içinden ge çerken vapurdaki Türklerin hiç biri başı­ nı kaldırıp denize bakamıyordu. O yıl, 13 rakamının uğursuzluğuna, Türkler de inanmıştı; çünkü, İtilâf donanması, 13 i- kinciteşrinde İstanbula gelmişti. Bu acı manzarayı gören Mustafa Kemal Paşa­ nın yüreği parçalandı, gözleri yaşardı. Çanakkalede, hergün yüzlerce ve binler- cesini ölüme sevkettiği kahraman Meh- medciklerle yiğit zabitlerin mübarek kan­ ları, bu feci netice için mi akıtılmıştı? Ku­ mandasındaki arslanların «sine ve süngü» lerinden yükselen yıkılmaz ve aşılmaz ka­ lenin daima dışında bıraktığı bu armada­ yı İstanbulun minareleri önünde görünce içi sızladı, vicdanı isyan etti ve tehditkâr toplarını Türk İstanbula çevirmiş olan bu harb gemilerini buradan çıkarıp atmağa and içti.

A ta, 20 sene evvelki andını tuttu. 1918 senesi ikinciteşrininde İstanbulu tehdid e- den toplar, 1938 ikinciteşrininde, Onun a- ziz naaşım selâmlıyarak Türk toplarının teessürüne iştirak ettiler. Bu, yabancı harb . gemilerinin bayrakları da yarıya kadar i- nerek Türk bayraklarının matemini pay­ laştılar. 20 yıl evvel bh sonbahar günün­ de İstanbula ağlayarak giren bu Büyük Türk için, 20 yıl sonra gene bir sonbahar­ da bütün dünya ağlıyor.

Onun hayatı, Türk milleti için, daima, bir iftihar kaynağı olmuştu; ölümü de, uyandırdığı cihanşümul teessürle gene millî bir iftiharımız oldu.

Atamız, matemi bile milletine şeref te­ min eden eşsiz Büyük Adamdır. Türk­ lük, Ondan ebedî şeref duyacaktır, O en büyük şerefi Türklüğünden duyduğu gibi.

ABİDIN D A V E R

tir. H atta daha ilk günlerden itibaren bu faJK^mâl ile n^ p ve dahilî büyük düello sahnesly- Kemal, düşmanları-İstanbula gelmişti. Haydarpaşadan bin- r-ı • ı , , . ., . ... .. , ı ... , , . .

d ® vapur, bütün Itaam kaplam., plan kendm d e n e n i m düşman ar, arabada bu v. A - J - , • • j bile. di. Bir kere Mustafa Kî

Edirne ve Konyada

yapılan mitingler

Edirne (Hususî) — Edime gençliği Büyük Atanın anıtı önünde muazzam bir miting yaptı ve Atatürkün ölümün­ den en büyük acıyı duyan gençliğin bu tezahüratı çok manalı oldu.

K o n y a d a

Konya 19 (Hususî) — Bugün saat 15 te Cumhuriyet meydanında toplanan orta tahsil ve Konya gençliği Ulu Şefi­ mizin ölümünden duyulan derin tees sürü canlandıran tezahüratta bulunmuş, Büyük ve Ebedî Şefin heykeline çelenk

ler konmuş, nutuklar söylenmiş, and içilmiştir.

Onun

Tabutu ardında

Y a z a n :

M. T U R H A N T A N

T

Atatürk tanıyabildiğimiz en kuvvetli prensip adamlarından en kuvvetli birisi olduğu halde bilhassa siyasî işlerde behe­ mehal hedefe varmak fikrinden asla fe­ ragat ve fedakârlık etmeksizin amelî ol­ mağı en yüksek derecede bilen ve tatbik eden adamdı.

Yalnız haricî müstevlilere karşı değil, dahilî istiklâl haillerine karşı da muzaf­ fer olmak lüzumunu takdir eden Atatür­ kün her iki cephede ayni açıklıkla vazi­ yet alması kendisinin .büyük kumandan vasfına bile uymazdı. Onun için O, bu işte, kendi kendisile hiç tezad halinde bu­ lunmaksızın, amelî ve kendi tabinle ka­ demeli bir mücadele takib etmiştir.

Sıvasın tazyikile intihab olunan İstan­ bul Meclisini o zaman İstanbulu işgal eden kuvvetler basarak azasından bir kıs­ mını tevkifle Maltaya sevkettikleri gibi ayni zamanda İstanbulu da her yıl ma­ temli yıldönümü tekrarlanan 16 mart filî işgalini de tatbik ettiklerinden bunların neticesinde, bittabi vaktin padişahının da muvafakatile, Meclis yok olup gitmiş, ve bunun üzerine Ankarada bu ihtimalin ta­ hakkukuna anbean intizar eden Büyük Şef, Türk milletini Ankarada yeni bir Millet Meclisi toplamağa davet etmişti. Bu Meclis İstanbuldan kurtulup gelebi­ len meb’uslarla vilâyetlerin sür’atle inti­ hab edip gönderecekleri yeni meb’uslar­ dan teşekkül edecekti.

Burada Sivas kongresinin, yani Ata türkün tazyikile Istanbulun burada hü­ kümet değiştirerek memlekette bir Mec­ lisi meb’usan seçimi yapılmasına muva­ fakatinin bir diğer sebebini aramak lâ zımdır. Saray buna muvafakat edebilmek için, padişahın emirleri altında kul oldu­ ğu ecnebilerin buna razı olmaları ve hat­ ta padişahı bizzat onların böyle bir oyu­ na sevketmeleri lâzımdı. Bunun sebebi ne olabilirdi? Zannolunur ki su: Mustafa Kemalin de meb’us olarak bu meclise iş­ tirak ve hatta riyaset için istanbula gel­ mesi ve böylelikle onun tuzağa düşürüle­ rek avlanması.

Halbuki Atatürk intihabatı derhal ka­ bul etmek ve tatbik ettirmekle beraber bundan çıkacak meclisin ecnebi tesir ve tahakkümü altında bulunan Istanbulda toplanmaması lâzım geldiği fikrini kuv vetle ve şiddetle müdafaa etti, ve bunu istanbuldan başka ve istanbuldan ziya­ de bazı kendi arkadaşlarına kabul ettire meyince:

— Öyle ise siz gidin, Istanbulda top- , lanın. Ancak bu meclisin yakın bir lehli­

nin tahminlerini tekzib ederek istanbula gelmedi. Çünkü oynanılan oyunu ayan beyan görmüştü. Sonra da Istanbulda Meclis basılır basılmaz Ankarada yenisi­ ni millete kurdurmakla davayı temelin­ den kazanmış oldu.

Bütün bu hâdiseler içinde Atatürkün tarihî nutkunda söylediği millî sır Ocun kalbinde kuvvetlendikçe kuvvetleniyordu. O her adımda daha iyi anlıyordu ki Türkiyeyi hakikî bir kurtuluşa mazhar kılabilmek için yalnız müstevlileri vata­ nın harimi ismetinden çıkarıp atmak kâfi değildir. Onunla beraber Türk milletim icabında düşmanlara pek güzel -alet olan sultan ve halifeden de kurtarmak ve bu milleti kendi hakikî millî hakimiyetine sahib olduğu halde tamamen hür ve müs­ takil kılmak lâzımdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Ankarada 16 martla 23 nisan 1920 ara­ sındaki hazırlıkları arasında bir gün, o zaman Heyeti Temsiliye karargâhı olan Ziraat mektebinde, telefon etmek ihtiya- cile Atatürkün salonuna girmiştim. Ko­ ca binada yegâne telefon orada idi. Se­ lâm vererek doğru telefona gittim. Bu aralık Atatürk yanındaki zatlara hitaben:

— Canım, bu mesele hakkında Yunus Nadi Beyin fikrini almadık, bir de ona soralım bakalım.

Dedikten sonra bana döndü:

— Kurulması hazırlığile uğraştığımız meclisin hakları ve salâhiyetleri üzerinde konuşuyorduk. Bu nasıl bir meclis ola­ caktır?

Diye sordu. Ben yarı şaka, yarı ciddî şu cevabı verdim:

— Acayib! Arkadaşların burada açı­ lacak meclisle yepyeni bir Türk devleti kurulmakta olduğunda şüpheleri mi var yoksa ?

Atatürkün yanında kerliferli, hepsi bi­ rer suretle maruf yedi sekiz kişi vardı. Benim cevabım üzerine hepsinin benzi kül kesildi. Nerede ise dudakları varıla­ caktı. Vaziyetin fecaatine Atatürk de dikkat ederek bana:

— Canım biz ciddî iş konuşuyoruz, sen alayla mukabele ettin.

Demiş.ve bahsi derhal hafifletmeğe ve mecliste hazır olanların korkularını gider­ meğe müsaraat etmişti.

işte Atatürkün millî sırrı, onun hakika­ ten sır olarak kalbinde saklamağa itina ettiği bu büyük işti, ki o zaman için ve hatta bir iki yıl sonralarına kadar ondaki takayyüd ve itinası asla yersiz değildi.

!'

Y U N U S N A Dİ

arih, bir tâbutüssekineden bah­ seder. Allahın, bilinmez nasıl bir hatla, üzerine emirlerini yaz­ dığı levhaların bu tabut içinde uzun bir zaman saklandığını söyler. M asal!...

Gene tarih, Attilânın tâbuta nasıl ko­ nulduğunu anlatır: On binlerce erkek ağ­ lıyor, on binlerce kadın ağlıyor, mızraklar kırılıp oklar parçalanıyor, saçlar yolunup göğüsler döğülüyor ve bu vaveylâ arasın­ da Attilânın cesedi altın bir tâbuta, o tâ­ but gümüş bir sandukaya, bu sanduka bakır bir mahfazaya konuyor, Tunanın derinliklerine atılıyor. Heyecanlı bir hi­ kâye. Fakat Attilânın üç tabutu, nihayet Attilâyı taşıyor!.

Gene tarih, Cengiz Hanın gömülüşü­ nü şu suretle hikâye eder: Beylerin bir kısmı onun naaşım Karakuruma götür­ mek istiyorlardı. Tâbut, beş tuğlu bir a- rabaya konuldu. Araba yürümedi ve bü­ tün gayretler müspet netice vermiyerek durduğu yerde kaldı. Bunu gören bir si­ lâhşor ilerledi, tâbutun önünde eğildi, «Tanrı oğlu. Burada yalnız kalmak, bü­ yük milletini bırakmamak mı istiyorsun?.. Doğduğun yer, yıkandığın ırmak ötede. Senin beşiğinin sallandığı yer ilerde!» dedi ve araba yürüdü. Belki mânaîı bir efsane. Lâkin Cengizin büyüklüğüne hiç bir şey ilâve etmiyor.

Edebiyat tarihinde de tabut, muhayyi­ leleri ürkütecek ve üşütecek şekillerde tas­ vir olunmuştur. Meselâ Hâmid:

Tâbut, o rehnümayi makber Tâbut, o heykeli mükedder Tâbut, o hatibi summü ebkem Tâbut, o bürudeti mücessem Tâbut, o sükuti payi derser Tâbut, o musibeti mükerrer Tâbut, o vahşeti muanber Tâbut, o makberi seferber Tâbut, o inkdâbt hâmuş Serhaddi revani akli medhûş

Tâbut, o harabezart ümmid Tâbut, o iğbirari câvid ! !

Diyor.

Fakat biz tabutun ne demek olduğu­ nu Ata türkü tabut içinde yürürken ve a- dım adım aramızdan ayrılırken anladık. Onun tabutu, susan bir tarihin vakur sü­ kûnetini, sonsuz görünürken birden bire binlenmek ihtiyacına kapılan yaratıcı bir hareketin - en kudretli dalgalanışlardan daha müessir - rüküdetini, dünyalara sığ­ mamak için yarakmış bir dehâ gün elinin akıllara durgunluk veren bir mahviyetle dar ve pek dar bir ufka kapanmasını tem­ sil ediyordu.

Atatürkü bir tabuta sığmış görmek de bir inkılâb idi. Lâkin bu inkılâb, bütün bir milleti muhteşem bir matem haline koydu ve on yedi milyon Türke kanlı göz yaşları döktürdü. Biz İstanbul halkı dün o matemin bir mahşer içinde dalga dalga kaynadığını gördük, her birimiz o dalga­ lar arasında yana yana çırpındık ve A ta­ türkün tabutu ardında ölüp ölüp dirildik. Ne yazık ki o, tarihin vakur bir sükû­ neti, bütün ömrünce coşkun yaşamış bir denizin rükûdeti, en nurlu bir güneşin per­ delenmiş olması halinde kollarımızın ve gözyaşlarımızın arasında süzüle süzüle çekildi, son âşiyanına gitti. Şimdi biz yaş­ lı gözlerimizi yüreğimize çevirerek, Onu orada bulmakla ve Atatürkün yaşayan Türklükte daima yaşayacağını düşün­ mekle müteselli oluyoruz. Ne diyebiliriz. Bahtımız böyle imiş.

M. T U R H A N T A N

Bahtiyar adam

H erk es ölür. Bu, her çakılan ta­ butun b iz e h a tırla ttığ ı m üthiş ve şa şm a z bir ta b ia t kanunudur. V e ölürken herkesin g ö zü a rk a sın d a kalır. Bu, h erk ese m u k a d d er bir h asrettir. A ta tü rk d e herkes g ib i ö ld ü ; fa k a t h erk esten a yrı olarak, g ö zü a rk a sın d a k a lm a d a n öldü. K a lb i Tü rk olm a k gururile çarpan , m ille tin i k e n d i e lile k a ra n lık ta n a y d ın lığ a çeken, b a şın d a istik lâ l rü zgârın ı estiren , ona h ü rriyet ba­ lını ta ttıra n , m em lek etin bü n yesin e uygun, g tizel bir rejim h e d iy e ed en , onu gün eşlerin a t o y n a ttığ ı m ed en i­ y e t şosesinin başına g e tirip b ıra­ kan bir a d a m , öldüğü za m a n , g ö zü a rk a sın d a ka lır m ı h iç?

D ün, A ta tü rk ü n k u tsi nâşı A n- k a ra ya e b e d î m e tfen in e götürülür­ ken, c a d d ele ri, p en cereleri, d a m la ­ rı d o ld u ra n ve b a k ışla rı m ahzun , m e n d ille ri ıslak y ü z bin lerce Tür­ kün vaku r ve u lv ît m a n za ra sı k a rşı­ sın da, b ir insan için, m illetin ka l­ b in d e y e r e tm e k ten da h a büyü k bir b a h tiya rlık o la m tya ca ğ ım g ö z ­ lerim ya şa ra ra k bir k ere d a h a an­ la d ım .

A ta tü rk b a h tiya r a d a m d ır.

CAHİD S I T K I

(3)

20 İkineiteşrin 1983 CUMHURİYET 3

istanbulun Atatürke vedaı

Büyük Ölü, Zafer torpitosundan Yavuza naklolunuyor Zafer torpidosu Şanlı Yolcusunu Yavuza getiriyor

Ebedî Şefin Ankaraya

nakline aid intibalar

Yavuzun bayrağı Büyük Ölüyü selâmlıyor

Ebedî iftirakile İstanbulun sarsılarak ağladığı Büyük Şef Atatürkün tabutu, Sarayburnundan nakledildikten sonra Zafer torpitosunda...

Atalarının arkasından göz yaşı döken gene kızlarımız

Gecenin ayazına ateş yakarak karşı gelmeğe çalışan mahzun yüzler

Dolmabahçede Ebedî Şef top arabasına konuyor

Sandallarla Halice, Köprü civarına açılan halk

Ebedî Şefin arkasında Başvekil Celâl Bayar ve Meclis mümessilleri

v' 38^

Ulu Atasını son bir defa görebilmek için İstanbullular geceden itibaren yer almıya başlamıştı Galatada Voyvodadan Yüksekkaldırıma doğru biriken mahşerî kalabalık

(4)

4 CUMHURİYET 20 tkinciteşrin 1983

İstanbulun Atatttrke vedaı

yüz

şehir Büyük ölünün geçeceği yollara dökülmüştü; Ebedî Şef,

binlerce hıçkırık sesi ve bir göz yaşı seli içinde bizi yetim

bırakarak, artık hiç dönmiyeceği, seyahatine çıktı

Aziz ve Ebedî Şefimiz Atatürk dün îstanbuldan, bir daha dönmemek üzere, ebediyen ayrıldı.

İstanbullular bu elîm acıyı yürekler parçalayıcı levhalar içinde gördüler ve duydular. Onun mukaddes naaşım gün­ lerden beri bir kâbe gibi tavaf eden İs­ tanbul halkı dün Atasından ebediyyen ay­ rılmağı bir türlü havsalasına sığdıramıyor, ölümün elinden aldığı Atasını geri çevir­ mek ister gibi feveran ederek tabutuna sarılıyor, içine nasıl sığdığına akıl erdire­ mediği sandukasını örten bayrağa yüzü­ nü sürüyordu.

Evvelki gece İstanbul, tarihte misli gö­ rülmemiş fevkalâde bir gece yaşadı. Gece yarısına doğru, her zaman şehrin tenha- laştığı bu saatlerde caddelerin bilâkis ka­ labalıklaşmağa başladığı görüldü. Atası­ nı son bir defa daha görmek için İstanbul­ luların geçid yerlerinde, kaldırımlarda yer aldığı, kümelendiği görülüyor, saatler i- lerledikçe bu kalabalığın kesafeti de ar­ tıyordu.

Şehirde fevkalâde inzibat tetbirleri a- lınmış, polis kuvvetlerine yardım etmek ü- zere geçid yerleri askerî kuvvetlerle tu­ tulmuştu. Bilhassa dar caddelerde halkın durması ve geçmesi menedilmiş, ancak müsaid yerler halka tahsis olunmuştu.

Saat dörtten itibaren caddeler büyük bir kalabalıkla dolmuş bulunuyordu. Ku­ cağında iki aylık çocuğile Türk anası, en masum yaşındaki Türk yavrusu, güçlükle yürüyen ihtiyar Türk ninesi ve onun Cum­ huriyeti emanet ettiği Türk gençliği, hep­ si, hepsi bu gecede onun için uykularını bırakmışlar, onunla veda için, onu son bir defa daha selâmlamak için caddelere sı­ ralanmışlardı.

Şurada çiseleyen yağmurdan sığınmak için bir şemsiye altında toplananlar, ötede bir mangalın etrafında toplanarak soğuğa mukavemete çalışanlar, beride kaldırımın kenarını yastık yapanlar görülüyordu.

19 İkinciteşriri 1938 sabahında güneş ilk ışıklarını yayarken bu şehir, halkını a- yakta Atasını beklerken buldu. 1927 se­ nesinde de İstanbul onu böyle iştiyakla beklemişti.

S a rayda

Saat yediye yaklaşıyor. İstanbul mat­ buatı mümessilleri sessiz adımlarla Dol- mabahçe sarayının kapısından iç bahçeye doğru ilerliyorlar. Korkarak yürüyoruz. Onun mânevî huzurunu rahatsız etmek­ ten çekiniyoruz. Henüz aydmlamağa baş- lıyan bahçeye sarayın büyük pencerele­ rinden elektrik ışıkları sızıyor; bahçede gölgeler kımıldanıyor.

Birden önde giden arkadaşlar, durak­ lıyorlar. Hepimiz toplanıp bakıyoruz. Mukadder birşey olduğu halde gözlerimi­ ze inanmak istemiyerek tekrar tekrar ba­ kıyoruz:

Sarayın büyük kapısının önünde bir top arabası bekliyor. Onu alıp aramızdan e- bediyete götürecek araba...

İki Mehmedin, önünde nöbet bekledi­ ği arabaya yaklaşıp bakıyorum; üzerine konulan sehpada şöyle bir tarihî plâka:

«Atatürk'ün top üstüne nakline konulan sehpa, 19/11/1938.

«— 43 üncü alayın bu 10,5 lik obüsü müzeye konulacak.» diyorlar. Bu tarihî obüsün numarasını anyorum: 18.

On buçukluk, sarayın merdivenlerinin ö- nünde duruyor. Onun her zaman beşuş çehresile göründüğü merdiven. İnsan ge­ ne onu görecekmiş, şu büyük kapıdan çı­ kıp, heybetli çehresile tekrar görünecek­ miş gibi geliyor.

Sarayın bahçesinde çıt yok. Gözler yere inik. Son vazifeler gürültüsüzce ya­ pılıyor.

B üyük ölü n ü n huzurunda

Saat 7,58. Günlerden beri İstanbullu­ ların kâbesi olan büyük merasim salo- nundayız. Büyük Ölünün huzurunda bir defa daha el bağladık. 6 meş’alenin ale­ vinden fışkıran ziya kubbede hüzünlü a- kisler bırakıyor.

Onun en sevdiği ve güvendiği arkadaş­ ları şimdi her zamanki gibi onun etrafın­ da toplanıyorlar. Fakat bu defa onun ta­ butunu kaldırmak için.

Orgeneral Fahreddin Altay, Korgene­ ral Halis Bıyıktay, Salih Omurtağ, Ge­ neral Kurt Cebe, Ekrem Baydar, Osman Doğan, Hakkı Özgener, Zeki Erkoçay, r lustafa Hayri Ertoy, Salim Cevad Ay- > 'p, Kemal Balıkesir, Enis Erkoçay,

Zi-ı

Ekinci, İshak Avni Akdağ, Nuri Ya- rnut. '

Dört zabit dimdik, burada son şeref nöbetini bekliyorlar.

Bir köşede onun daima yanında gör­ meğe alıştığımız yaverleri.

Salonun diğer cephesinde zabitlerden mürekkeb bir ihtiram müfrezesi mevki al­ mış. En baştaki zabitin elinde Onun son örtüsü olan atlas bayrak. Bir tarafta O- nun İstiklâl madalyası, bir levha üstün­ de kırmızı ve yeşil kordelâsile duruyor.

Meş’aleler artık son ışıklan saçıyor. Koca kumandanlar gözyaşlarını tutamı­ yorlar. Salonda herkesin gözü yaşlı.

N am azı k ılın ırk en

Tabutun kolları takılarak salonun or­ tasına getirildi. Dinî merasim yapılacak ve cenaze namazı kılınacaktı. Tabutun arkasında saflar bağlandı.

İmamet vazifesi İslâm Tetkikleri Ens­ titüsü Ordinaryüs Profesörü Şerafeddin Balkaya, müezzinliği de hususî müezzini Hâfız Yaşar Okur aldı.

Altı meş’alemn aydınlattığı salonda birden lâhutî bir ses yükseldi:

«.Tanrı U ludur «Tanrı U ludur « Tanrı U ludur...

«Tanrının ra h m eti sizin ü zerin i­ z e olsun.»

Namaz kılınırken salonun sessizliği i- çinde yalnız ağlıyanların hıçkırıkları du­ yuluyordu.

Generaller ve Muhafız Bölüğü erleri onun tabutunu ihtiramla Dolmabahçe sa­ rayından son defa çıkardılar. Saat tam 8,15. Uzaktan silueti gözüken filomuzdan ilk top sesi duyuldu. Merdivenler ağır a- ğır iniliyor. Merasim salonu kapısı önün­ de mevki alan Kıt’a Kumandanı keskin bir kumanda verdi:

— Süngü tak, tüfek as!.

Dünyanın en büyük kumandanı karşı­ sında, onun yarattığı kahraman ordu tek­ rar selâm duruyor.

Eller üzerinde yükselen tabut, tarihî top arabasının üzerine konuluyor.

Arabaya koşulu 6 siyah at, bu mukad­ des tabutu taşımak istemiyormuş gibi yer­ lerinde tepiniyor, hırçınlaşıyordu. En Bü­ yüğümüzün kaybı bu hayvanları bile te­ essüre sevketmişti. 18 numaralı obüsün kumandam Teğmen Kemal kılıçla selâm vaziyetinde duruyor.

Bu sırada Eskişehirden gelen hava ala­ yına mensub tayyareler sahanın üzerinden geçmeğe ve Büyük Ölüye karşı son ihti­ ram vazifelerini ifaya başladılar.

Kara, Deniz ve H ava ordusu zabitleri tabutu arabaya yerleştiriyorlar. İhtiram kıt’ası el’an selâm vaziyetinde duruyor, donanma, topla Büyük Ölüyü selâmlıyor, havadan filomuz merasime iştirak ediyor.

Sehpaya yerleştirilen tabutun üzerine vişne çürüğü renginde kadife örtü ve ipek bayrak tekrar örtülüyor. Artık herşey ta­ mam. Büyük Ölünün etrafını önde birer sıra zabit ve birer sıra er, top arabasının iki yanında Generaller yer aldı.

Arabanın hemen arkasından Muhafız alayından bir manga ve bundan sonra Büyük Başkumandanın kırmızı yeşil kor- delâlı İstiklâl madalyasını taşıyan Tüm­ general Ilyas Sami Aydemir, bundan sonra Riyaseti Cumhur Başkâtibi Haşan Rıza Soyak, Başyaver Celâl, Muhafız Alayı Kumandanı ve diğer yaverler, Baş­ vekil Celâl Bayar ve arkasında Kalemi Mahsus Müdürü Baki Sedesle yaveri, Büyük Millet Meclisi namına gelen he­ yet ilerliyor. Biraz geride Atatürkü can­ dan seven eski Efgan Kralı Amanullah H an ve mihmandarları geliyor ve ondan sonra Trakya Umumî Müfettişi Kâzım Dirik, Vali Muhiddin Ustündağ, Üçün­ cü Kolordu Kumandanı Salih, İstanbul Kumandanı Halis Bıyıktay, diğer mülkî ve askerî erkân duruyor.

Merasim kumandanı Fahreddin Altay önde olduğu halde mevkib hareket etti.

Sarayın yan bahçesinden ön bahçesine geçildiği zaman Ebedî Şefin en yakın dostları Büyük Ölüyü hürmetle selâmlı­ yorlar. Merdivenin ön basamağından bir Kuleli talebesi dimdik selâm alıyor:

— Çoban Mustafa.

Gözlerinden sicim gibi yaşlar akan Mustafa, bu, 17 milyondan biri, Atası­ na ağlıyor ve onu son defa selâmlıyor.

S araydan çık ılırk en

Sarayın kapısından çıkıldığı sırada Dolmabahçenin tarihî saat kulesi dokuz buçuğu çaldı. İstanbulun senelerce bağ­ rında, şu binada misafir ettiği Büyük İn­ san son defa olarak bu kapıdan çıkarı­

lıyor.

Dolmabahçenin büyük kapısından iki hademe göründü. Eski bir millî âdete uyularak ellerindeki süpürgelerle kapının önünü süpürdüler ve iki büyük kanadı göz yaşları içinde kapadılar.

A la y h a rek et e d iy o r

Bu esnada caddede en önde bir atlı po­ lis kıt’ası, bunun arkasında mızraklı sü­ vari kıt’ası, başlarında alay sancağı bu­ lunduğu halde bir piyade kıt’ası, alay bayraklarile topçu alayı olarak askerî bir­ lik vücude gelmiş, bunun arkasına sayısı bine yaklaşan çelenkler sıralanmıştı. Çe- lenklerin en önünde Cumhurreisimiz İs­ met İnönü ve Meclis Reisi Abdülhalik Rendamn çelenkleri, bunun arkasında da Başvekilin ve Büyük Millet Meclisinin çelenkleri gidiyor. Hepsi büyük bir itina ile hazırlanmış, olan çelenklerin içinde cidden fevkalâde olanları vardı.

Çelenklerin arkasından gelen top ara­ basını takib eden zevattan sonra kor dip­ lomatiğe mensub zevat, ordu erkânı, Şe­ hir Meclisi, Vilâyet, Belediye ve hükü­ met erkânı, Üniversite talebesi, başların­ da kumandanları General A li Fuad bu­ lunduğu halde Harb Akademisi profesör­ leri ve talebesi, stajdaki zabit vekilleri, Topçu, Binicilik okulları. Şehir bando­ su, başlarında bayraklar olduğu halde iz­ ciler, Yedek Subay Okulu ve diğer kıt’a- lar geliyordu.

A lay hareket ettiği anda sarayın kar­ şısındaki bahçelerin içinden canhıraş fer- yadlar yükseldi:

Deniz bandosunun çaldığı Şopen’in matem havasının ağır âhengi içinde alay ilerliyor.

Askerî bir inzibatla yollarda fevkalâ­ de intizam göze çarpıyor. İstanbul, bir tek ağız halinde Atasına feryad ediyor, bir tek kalb halinde Atası için yanıyor. Her adımda bir feryad yükseliyor.

G ü zerg â h ta k i h eyecan

Büyük Ölüyü hâmil olan top arabası­ nın her gçtiği yerde bir tufan havası esi­ yor, halk onun tabutunu daha yakından

görmek, ona yüz sürebilmek için büyük bir tehalük gösteriyor. Hemen her adım­ da bayılan insanlar, feryad edip kendini yere atanlar görülüyordu.

Bilhassa Tophanede bir ihtiyar nine­ nin, ezilmeği de göze alarak onun tabu­ tuna atılarak sarılmak istemesi, beş altı yaşlarında bir çocuğun tabutun üzerine örtülen bayrağı, yerinden bir anda fır­ layarak yüzüne sürmesi bu heyecanın ne derece yüksek olduğunu gösteriyordu.

Yollarda bulunan talebenin gösterdiği hassasiyet her türlü tasvirin fevkinde idi. İstanbul Kız Lisesinin hemen bütün tale­ beleri, Onun yüksek ölüsü geçerken ken­ dilerini yerlere atıyorlar, göz yaşlarını zaptedemiyorlardı.

Bir evin penceresinden sarkan ak saç­ lı bir kadın bağrını döğerek bağırıyor:

«— Ah yavrum...

Cenaze alayı ağır ağır ilerliyor. Top* hane ve civarı görülecek bir manzara teş­ kil ediyordu. Boğazkesen yokuşunda göz alabildiğine insan başından başka bir şey görülmüyor. Karaköyden Yüksek- kaldırıma bakıldığı zaman İstanbulda hiç bir zaman görülmemiş bir kalabalığın de- korile karşılaşılıyordu.

Karaköy ve Eminönü meydanlarında da askerlerimiz cidden örnek olacak bir intizam tesis etmişlerdi. Burada yer yer yükselen feryadlar Başbakan Celâl Ba­ yan da büyük bir zorlukla gözyaşlarını tutamıyacak bir hale getirmişti.

Dördüncü Vakıf Hanının önüne gelin­ diği sırada müthiş bir feryad yükseldi. İki tarafa sıralanan kız mekteblerinin bütün talebesi, hep birden ağlıyorlar. Kendile­ rini top arabasının altına atmak için çır­ pmıyorlardı.

Biraz önden ilerliyoruz. Tıbbı A dlî­ nin önündeki kalabalık gözleri yolda bek­ liyor. E l’an inanamaz görünüyor. E l’an Atasını kaybettiğine gönlü kail olmuyor. A l bayrağa sarılmış tabut, Soğukçeşme- yi döndüğü zaman buradaki kalabalığın içinden bir feryad daha yükseldi:

«— A tam ... Diye ağlıyordu.

G ülhanede

Saat 12,17. Büyük Ölü Gülhane par­ kının kapısından giriyor.

Parkın kumlu yollarında iki sıralı du­ ran ihtiram kıt’aları arasından top araba­ sı ağır ağır ilerliyor ve rıhtımda bekliyen Zâfer torpidosuna yaklaşıyor.

Sarayburnun da

üfuktan alaca karanlık sıyrılırken Türk ve misafir harb gemilerinin arasından Z a ­ fer muhribi süzülerek Salıpazarı önüne kadar geldi ve oradan manevra yaparak Sarayburnu rıhtımına konulmuş olan du­ baya yanaştı. Muhribde Büyük Atanın tabutunun konulacağı sancak cihetindeki yer hazırlandı. A rka tarafa yakın olan yerde menekşe rengi parlak bir kadife ör­ tü örtüldü.

Deniz zabitlerimiz, temiz, büyük üni­ formalarını giymişlerdi. Bu sırada Fran­ sızların Emil Bertin kruvazörü merasim

zamanına yetişmiş bulunuyordu. Şehri topla selâmladı. Selimiye mukabele etti. 19 tayyareden mürekkeb bir hava filomuz bu umumî mateme iştirak etmek üzere İs­ tanbulini matemli âfakmda dolaşıyordu. İstanbul motörile tabutun top arabasından kolaylıkla indirilmesini temin için gönde­ rilmiş olan bir masa ve halılar indirildi. Halılar yerlere serildi. Bir müddet son­ ra donanma kumandam Amiral Şükür Okan harb filosu kumandanı Amiral Mehmed Ali Ülğen geldil er. Sarayburnu parkının köprü kısmından itibaren sahilde yer almış olan Deniz Harb Akademisi ta­ lebelerde Deniz Gedikli Erbaş Hazırla­ ma Orta Okulunu teftiş ettiler. Hazırlık­ ları gözden geçirdiler.

Bir müddet sonra bu talebeler de ta- mamile parkın içine çekildiler. Saat on ikiyi geçmişti. Hemen hemen dünyanın her köşesinden bu merasimi takib için gel­ miş olan yabancı sinemacılar, fotoğrafçı­ lar Sarayburnunun deniz kısmında çalışa­ bilmek için yer intihab ediyorlardı. Saat on ikiyi yirmi geçe ellerinde yüzlerce çe­ lenk bulunan gençlik kafilesi göründü. Alayın önündeki kıtaat Sarayburnu par­ kı kapısına geldikleri zaman orada te­ vakkuf etmişler, yalnız cenazenin bulun­ duğu top arabasını takib eden merasime dahil zevat ile gene zabitlerin ve Üniver­ site talebesinin parkın içerisine girmelerine müsaade edilmişti. Beş dakika sonra ce­ nazeyi Ankaraya götürmeğe memur me­ rasim kumandanı Orgeneral Fahreddin Altayla muavini General Cemil Cahid at üzerinde sahile geldiler.

Biraz sonra top arabasının üzerinde Mukaddes Ölünün şanlı sancağımıza sa­ rılmış tabutu göründü. Top arabası ev­ velce hazırlanan binek taşının yanındaki masanın önünde durdu. Cenazeyi takib e- denler muhribe giden yolun iki tarafına dizildiler. Marmara istikametinde cenaze­ yi takib için Büyük Millet Meclisi namı­ na gelmiş olan heyet le Atatürkü tedavi eden doktorlardan bazıları ve Atatürkün evvelce maiyetlerinde bulunan mebuslar, mukabil kısmında ise Başvekil, Riyaseti Cumhur Başkatibi Haşan Rıza, ser ya­ ver Celâl ve diğer yaverleri, etrafta genç­ lik ve gene zabitler yer almışlardı. Do­ nanma kumandanile Amiraller Zafer muhribinin önünde Mukaddes Tabutu te­ sellüme intizar ediyorlardı.

Generallerin yardımile ceviz sanduka­ nın üzerindeki ipek Türk sancağının çı­ karılmasına çalışılıyordu. İpek sancak bu mukaddes ölüden ayrılmak istemiyormuş gibi iyice yapışmıştı. Bir müddet sonra sanduka da arabanın üzerinden çözüldü. Gençler son borçlarını ödemek, son va­ zifelerini ifa etmek üzere ateşli bir atılış­ la sandukanın kolları arasına girdiler ve onu elleri üzerine aldılar. Sandukanın müteharrik kolları yerinden oynadıkça tabut geriye kaçıyor. Sanki bu çok sev­ diği şehirden ve kendisini çok seven şe­ hirlilerden ayrılmak istemiyordu. Biraz sonra sanduka gene onun yaratıcı kudre- tile ihya edilmiş olan Türk donanmasına mensub Zafer muhribinin sancak kısmın­ da hazırlanan mahalline konuldu. İpekli büyük sancak da sandukanın üzerine ör - tüldü. Başvekil, Amirala Atatürkün aziz na’şlarınm İzmite kadar donanmaya tes­ lim edildiğini söyledi. Amiral, ona baş üstünde ve hürmetle her hizmetin yapı - lacağını söyledi.

Cenazeyi takib edecek olan Başvekil­ le Büyük Millet Meclisi heyeti, General­ lerle, gazeteciler de Zafere bindiler. Çe­ lenklerden bir kısmı tabutun etrafına ko­ nuldu.

Tam saat birde Zafer, gözyaşları içinde Sarayburnundan ayrıldı.

E b ed iyy en gid en B üyük ö lü

Yaşlı gözler, Atasına son hasret ya - şını döküyor. Onun en çok güvendiği ve övündüğü gençlik, Sarayburnu rıhtımına sıralanmış, başlarında sert rüzgâra uya - rak dalgalanan bayraklarının altında ebe­ dî şeflerini son defa selâmlıyor ve hıçkı­ rarak ağlıyorlar.

Bir tarafında Martı ve diğer tarafında Kuş hücum botları tarafından takib edi­ len Zaferin üzerinde uçan tayyareler o- na çiçekler atıyor. Kalbi yaralı İstanbul­ lular, kara, deniz ve hava orduları onu selâmetliyor.

İki sahili hıncahınç insanla dolu: ihti­ yar kürenin iki eski kıt’ası Avrupa ve Asyanın bu kalabalığa dayanamayacağı,

çökeceği, bu matemle eriyeceği zannolu- nuyor.

Uzaktan görünen donanmaya doğru süratle gidiyoruz. Onun daima Ankara­ ya kavuşmak için gösterdiği istical bugün Zafer torpidosuna geçmiş gibi. Ne acı bir manzara, onun bir çok kere takdirle bah­ settiği Yavuz, şimdi cenazesini bekliyor. Filo ve yabancı harb gemileri bir matem sisi içinde, daha gerilerde onun çok sev­ diği Savarona yatı beyaz rengini bugü - nün matemine uyduran siyah dumanlar püskürüyor.

Y a v u z d a

Saat 13,27. Zafer, Yavuza yanaşı - yor. Yavuz zabitan ve efradı selâm vazi­ yetinde. Evvelâ Büyük Millet Meclisi a- zaları Yavuza geçtiler ve sonra cenaze denizcilerimizin elleri üstünde Yavuza a- lındı ve mor kadifelerle hazırlanan seh « paya konuldu.

Geminin kıç küpeştesinde cenazenin ayak ucunda bir deniz silâhendaz müf­ rezesi ihtiram nöbetine girdi.

Yavuzdan atılan yüzbir pare top sesi Marmaranm engin ufuklarında akisler bırakıyor. Bu esnada dost memleketler * den gelen gemiler de top atarak dünya­ nın büyük insana son hürmetini gösteri - yor.

Suvat, Sus, Şirketi Hayriye ve Deniz- bankın 11 numaralı vapuru filonun arka i smda dizilmişler, vapurlardaki halk, ebe­ dî şefinin tabutunu olsun son defa görmek için çırpınıyor.

Şemsipaşa açıklarında motörler, taka­ lar, kayıklar muntazam bir rota üzerinde dizilmiş. Deniz Ticaret müdürlüğü teşki­ lâtı cidden takdir edilecek bir şekilde de­ nizde intizamı temin ediyor.

Büyük emaneti bırakan Zafer, Yavu­ zun yanından ayrıldı. Çelenklerin de Yavuza naklinden sonra saat 15,40 ta Yavuzdan hareket işareti verildi.

Yavuz, mukaddes emanet sinesinde olduğu halde İstanbul sularından hareket etti. Arkasından Hamidiye harekete geç­ ti; onun dümen suyunu îngilterenin M a­ laya, Sovyet Rusyanın Moskova, A l - manyanın Emden, Yunanistanm Hidro, Fransanm Emil Beattin, Romanyanm Recina Maria harb gemileri takib edi - yor. Biraz sonra Savarona yatı Yavuzun önüne geçti. Sus, Suvat ve halkı hâmil diğer vapurlar harb gemilerinin iki tara - fmda yer aldılar.

Denizde teşkil edilen alay bu suretle Adalar açığına kadar ilerledi. Biraz sonra yabancı harb gemilerile küçük va » purlar Türkün ebedî Şefini son defa se- lâmlıyarak ayrıldılar.

Geri dönülürken İstanbul kıyılarında sıralanan halk, gözleri Marmaranm geniş ufuklarında, bağrından doğan ve ancak ölümün aman vermez elile cismi arasın - dan alman Büyük Şefine ağlıyor, ağlı » yordu.

F. G.

Izmitte yapılan

büyük merasim

İzmit 19 (Telefonla) — İzmit bu­ gün, şimdiye kadar görülmemiş hudud * suz bir elem ve ıstıraba sahne oldu. Sa­ bahın erken saatlerinde başlıyan muaz * zam bir halk kalabalığı, arkaarkaya mab- şerî bir kaynaşma halini aldı. Demiryolu­ nun iki tarafından başlıyarak hükümet konağı yamaçlarına, oradan Cumhuriyet meydanına, istasyona, Necatibey mek * tebi taraflarına ve Tersane önlerine ka­ dar olan geniş saha, yemek yemeden, su içmeden Büyük ölüyü bekliyen halkla dolu idi. Kazalardan gelen heyetler, ci­ vardan akıp gelen köylüler bu kaynaşma­ yı tarifsiz bir sel haline getirmişlerdir. Kuru ve keskin bir soğuk olmasına rağ­ men saat 15 ten sonra münakalât durmuş ve bütün gözle körfezin ufuklarına dikil­ miştir. Saat 18,50 de Yavuz, diğer gemi­ lerle beraber ışıkları sönmüş bir halde ağır ağır izmite geldi.

İzmit Valisi Hâmid Oskay, Amiral Hulûsi, Yavuza giderek Büyük na’şı se­ lâmladılar.

Saat 20 de Zafer torpidosu Mayin iskelesine yaklaştı ve yüksek üniformalı Generallerin omuzları üzerinde Atatür­ kün aziz tabutu göründü. Bu anda halk tarif edilmez bir teessür içinde hıçkırık­ larını zaptedemiyor ve durmadan gözya­ şı döküyordu. Mukaddes na’şı Generaile-

İArlcası Sa. 7 sütun I del

Parti grupunun içtimai

Dünkü toplantıda Dahiliye ve Hariciye

Vekilleri izahatta bulundular

Ankara 19 (a .a .) — D ün akşam vâki olan davet üzerine C. H. Partisi Meclis Grupu U m um î heyeti 1 9 /1 l/19'iV3 saat on birde R eis vekili Trabzon saylavı H aşan Sakanın başkanlığında top­ landı.

İlk sö^ alan D ahiliye V ekilim iz R efik Saydam U lu Önderi­ m iz A tanın ufulü günündenberi m em leketin her tarafında onun yüksek m aneviyetine karşı bütün devlet devairi, parti teşkilâtı ve halk kütleleri ta ıa fm d a n vakar ve cid d iyet içinde ve hükü­ m etin tanzim ettiği program dairesinde izhar ed ilen hürmet ve saygı tezahüratı son güne kadar hiçbir h âd iseye sebebiyet ver­ m eksizin tam bir intizam içind e cereyan etm ekte olduğunu beyan etti.

Y alnız, 17 ikinciteşrin 93 8 akşamı İstanbulda Dolm abahçe sarayı önünde Büyük ölü n ü n önünden geçm ek suretile bütün İs tanbul halkının ve civar m ahalden gelenlerin m utad tezahürü saat 8,20 de anî olarak büyük bir izdiham husulüne sebeb olmuş ve bu izdiham arasında yed isi kadın ve dördü erkek olm ak üze­ re on bir vatandaşın ezilerek vefa tın a bais olmuştur.

Bu acıklı vak’anm hüdusundan dolayı Grup um umî heyeti de çok teessür duymuştur.

Bundan sonra kürsüye g elen Hariciye V ekilim iz, m atem hâ­ disesinin haber alındığı günden itibaren haricî m uhitlerde, uzak yakın bütün dost m em leketlerde m uhterem ö lü m ü ze karşı gösterilen saygile dolu teessür v e taziyet tezahüratının fevkalâ­ de m innet hissiyatile karşılanacak m ahiyette ve m ikyasta oldu­ ğunu ve o zam andanberi devam eden taziyet ve gerek yeni R ei­ sicumhur intihabı dolayısile izhar edilen tebrik tezahürlerinin ayni şekil ve m ahiyette bulunduğunu izah etti.

Parti Grupu umumî h ey eti büyük duygu ve tahassüsler içinde bu izahata karşı m em nuniyetini birkaç hatibin söz söylem esi su­ retile ifad e etm iş v e ruznam ede başka bir m adde olm adığından celseye nihayet verilm iştir.

(5)

CUMHURİYET S

... .. ...

istanbulun Atatürke

vedaı

20 İkincitcsrin 1983

Mukaddes tabut Yavuza yerleştirildikten sonra Aziz ölünün tabutu « Zafer » in güvertesinde

m m .

Büyük Ölünün aziz naaşi Sarayburnundan Zafer torpitosuna naklolunuyor

Eminönü meydanında ve civarında biriken kalabalık

Ulu Misafirin Dolmabahçeden ayrılışı

Büyük Atanın tabutu güzergâhta binlerce kişi tarafından hürmetle selâmlanıyor

Mukaddes tabut. Generallerimizin elleri üstünde

M . . . *•. .

Referanslar

Benzer Belgeler

萬芳醫院獲行政院衛生署國民健康局頒發「健康促進標章」 萬芳醫院自 2010

The present study reports on a novel and very potent (in nanomolar concentrations) antiplatelet agent, C-PC, which is involved in the following inhibitory pathways:

In this study, chy- mase protein and the collagen content significantly increased in paraquat-treated human lung fibroblasts, whereas the addition of a chymase inhibitor, chymase

1851 yılında geldiği İstanbul'da 31 yıl kalmış, İstanbul'un en güzel yerlerinin ve Osmanlı kıyafetlerinin resimlerini yapıp belgelemiştir.Bugün en küçük bir

(müttefikleriniz) gibi bir kullanım yerine fsm-i mevsullü anlatımı tercih etmesi, söz konusu uyarısını tehlikeyi daha ayrıntılı tarif etme imkanı veren ism-i

Hacı Bekir ustalarından Celal Okuyucu, lokum ve akide şekerinin nasıl ya­ pıldığını tarif ediyor. Babadan oğula lezzet

2002’nin Nisan ayında artemisinin bazlı ilaçlarla teda- vi Dünya Sağlık Örgütü tarafından sıtma için birincil teda- vi olarak önerildi.. Bununla birlikte artemisinine

Fakat meşbun bir illet, bu güzide kemaniyi gözlerinden mahrum etmiş Kör Subuh, bun­ dan sonra kemanına daha büyük bir vecd ile sarılmış, Muslkii Hü­ mayun