• Sonuç bulunamadı

Narince ve sultani çekirdeksiz üzüm çeşitlerinden salamuralık asma yaprağı üretimine gibberellik asit ve hümik asit uygulamalarının etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Narince ve sultani çekirdeksiz üzüm çeşitlerinden salamuralık asma yaprağı üretimine gibberellik asit ve hümik asit uygulamalarının etkileri"

Copied!
73
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1. GİRİŞ

Bağcılık kültürü ülkemizde binlerce yıl öncesinde yapılmaya başlamıştır. Anadolu’da bağcılık, 7–8 bin yıllık tarihi süreçte değişik uygarlıkların ekonomik yapısına etkili olarak günümüze kadar önemli bir tarımsal üretim alanı olmuştur. Kültür asması Vitis vinifera L. bir ılıman iklim bitkisi olup dünyada 30° ile 40° kuzey ve güney enlem dereceleri arasında en ideal yetişme alanlarını bulmakla birlikte Kuzey Yarımküresinde 11° - 53° kuzey enlem dereceleri ve Güney Yarım Küresinde 20° - 40° güney enlem dereceleri arasında yayılmıştır (Oraman 1972). Dünya’da toplam 7.485.608 ha alanda 62.150.308 ton üzüm üretilmektedir. Üretim alanlarının kıtalara göre sıralanışı Avrupa, Asya, Amerika, Afrika ve Okyanusya; üretim bakımından ise Avrupa, Amerika, Asya, Afrika ve Okyanusya şeklindedir (Çizelge 1.1; Anonymous 2006a).

Çizelge 1.1. Başlıca bağcı ülkelerin 2005 yılına ait alan, toplam üretim ve verim değerleri

Ülkeler Alan (ha) Üretim(t) Verim(kg/da)

İspanya 949100 5879800 620 Fransa 855000 6787000 793 İtalya 799835 9256814 1157 Türkiye 530000 3650000 688 Çin 453200 5698000 1257 A.B.D. 380000 6414610 1688 İran 275000 2800000 1018 Romanya 217006 1027606 473 Portekiz 210000 1000000 476 Arjantin 208000 2365000 1137 Rusya 57000 325000 570 Dünya 7326445 66533393 908 Anonymous (2006a)

Asma Dünya’da Antartika hariç bütün kıtalarda meyveli bitki olarak geniş oranda yetiştirilir. Avrupa üzüm ve şarap endüstrisinde diğer kıtalara göre daha önemli olup bağ alanlarının %70’i, şarap üretiminin %80’i sofralık üzümlerin %55’i ve kurutmalık üzümlerin %30’u burada üretilir. İtalya, İspanya ve Fransa en fazla

(2)

bağ alanına sahip ülkelerin başında gelmektedir. Dünya şarap üretiminin yaklaşık bir çeyreği İtalya’da yapılmaktadır.

Ülkemizde bağ alanlarında ve üzüm üretiminde son yıllarda gelişme kaydedilmiştir (Çizelge 1.2). Türkiye bağ alanı ve üretim değerleri ile dünyada ilk beş ülke içinde yer alır. Türkiye bağcılığını birinci derecede çekirdeksiz ve çekirdekli kuru üzüm; ikinci derecede de sofralık üzüm üretimi oluşturmaktadır. Ülkemizin hemen her bölgesi güçlü bir bağcılık potansiyeline sahip olmakla birlikte, bağcılığın tarım ürünleri arasındaki yeri ve gelişme durumu bölgelere göre bazı farklılıklar göstermektedir.

Ülkemizde toplam tarım alanlarının %2,7’si bahçe bitkileri tarımına ayrılan alanlarının %20,9’u bağlarla kaplıdır. Üzümler değerlendirme şekillerine göre; sofralık, kurutmalık, şaraplık, şıralık olarak kullanılır. Üretilen 3.700.000 ton yaş üzümün yaklaşık %25’i sofralık olarak tüketilirken, %17,5’i çekirdeksiz kuru üzüm ve %15’i çekirdekli kuru üzüm elde etmek üzere kurutulmakta, %2,5’i ise şarap ve kanyak üretiminde değerlendirilmektedir (Çelik vd 1998). Sofralık, şaraplık ve kurutmalık olmak üzere başlıca üç değerlendirme şeklinin yanı sıra, toplam üzüm üretimimizin %35’ine karşılık gelen yaklaşık 1.200.000 ton yaş üzüm de pekmez, sucuk, pestil, köfter, muska vb. geleneksel gıdaların üretiminde kullanılmaktadır (Fidan 1985; Anonim 1994).

Çizelge 1.2. Ülkemizin yıllara göre asma üretim alanları ve üretim değerleri.

Yıllar Alan(ha) Üretim(t) Verim(kg/da)

1998 541000 3600000 665 1999 535000 3400000 635 2000 535000 3600000 672 2001 525000 3250000 619 2002 530000 3500000 660 2003 530000 3600000 679 2004 530000 3500000 660 2005 530000 3650000 688 Anonymous (2006a)

Ülkemizde bağcılık, eski bağcılık (yerli bağcılık) ve yeni bağcılık olmak üzere 2 şekilde yapılmaktadır. Bağcılıkta yerli asmanın (Vitis vinifera L.) bir yıllık sürgünlerinden alınan çeliklerin köklendirilerek elde edilen fidanların dikimi ile

(3)

yapılan bağcılığa “eski bağcılık” denmektedir. Ancak son bir asırdır topraklarımızın asma köklerinde emgi yaparak, omcanın zayıf düşmesine neden olan filoksera zararlısı ile bulaşması nedeni ile anaç kullanımı zorunlu hale gelmiştir. Filoksera gibi bazı zararlılara, hastalık veya olumsuz koşullara karşı dayanıklı anaçlar üzerine çeşitli yöntemlerle aşı yapılarak elde edilen fidanlarla yapılan asma yetiştiriciliğine ise “yeni bağcılık” denmektedir.

Ülkemiz bağcılık açısından 9 tarım bölgesine ayrılır. Gerek alan ve gerek üretim açısından ilk sırayı büyük bir farkla Ege Bölgesi almaktadır. Ege Bölgesi ülkemiz bağ alanlarının %28,4’üne, üzüm üretiminin %44,1’ine sahiptir. İkinci sırayı ise, alan yönünden %19,7, üretim yönünden %15,5’lik pay ile Akdeniz bölgesi almaktadır. Bu iki bölgeyi Orta güney bölgesi izlemektedir. Bu üç bölgemiz, ülkemiz bağ alanlarının %65,2’sine, üzüm üretiminin ise %74,5’ine sahiptir (Anonymous 2006a).

Tarih öncesi çağlarda kültüre alınan ve dünya üzerinde çok geniş bir alana yayılmış olan asma türleri içerisinde en çok üzüm çeşidi içeren tür, halen dünya üzüm üretiminin % 90’ından fazlasını sağlayan Vitis vinifera L.’dir. “Eski dünya üzümü” veya “Avrupa üzümü” olarak adlandırılan bu türün çeşitlerinin yoğun olarak yetiştiği ülkeler Avrupa kıtasında olup ABD hariç üzüm üretimi ile uğraşan diğer ülkelerin hepsinde yetiştirilmektedir (Ağaoğlu 1999).

Asma, diğer meyvelerle kıyaslandığında en fazla çeşide sahip türlerden birisidir. Dünyada 10.000’in üzerinde üzüm çeşidi olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde ise 1.600’ün üzerinde üzüm çeşidi bulunmakta ve bu çeşitlerin 50–60 kadarı ekonomik öneme sahiptir (Çelik vd 1998).

Üzümün insan sağlığı ve beslenmesindeki öneminin yanı sıra, değerlendirme şekillerinin de çok yönlü oluşu üzümün değerini daha da arttırmaktadır. Bağcılık hem tarımla uğraşan birçok çiftçi ailesine geçim kaynağı oluşturur hem de, farklı değerlendirme şekilleriyle tarımsal ürünlerimiz içinde önemli bir yer alarak ulusal ekonomiye de katkı sağlamaktadır (Yavaş ve Fidan 1986).

Yurdumuzda ihraç edilen ürünlerimiz arasında olan üzümün besin değeri yüksek olup, yapılan araştırmalara göre A, B, B2 ve C vitaminleri vardır. Son yıllarda

(4)

Anadolu asmanın gen merkezlerinin kesiştiği ve ilk kez kültüre alındığı coğrafyanın merkezindeki konumundan dolayı çok eski ve köklü bir bağcılık kültürüne sahiptir. Asma yaprağı tüketimi Anadolu asma kültürünün bir ürünü olarak günlük diyetimizde yer almaktadır. Bununla birlikte batı ülkelerindeki tüketimi de giderek yayılmaktadır.

Ülkemiz bağcılığında büyük verim kayıplarına neden olan sorunlar bulunmaktadır. Ürün kalitesindeki olumsuzluklar da bu sorunlara eklendiğinde üreticilerin birim bağ alanından elde ettiği gelir daha da azalmaktadır. Üreticiler bağlarından topladıkları asma yaprağını taze ve salamura halinde pazarlayarak bağın işletme giderlerini karşılamayı ve gelirlerini arttırmayı amaçlamaktadırlar.

Kesin pazar talep miktarı konusunda elde edilmiş verilere rastlanamamakla birlikte asma yaprağı ülkemizde özellikle iç pazarda taze ve salamuraya işledikten sonra tüketilmek üzere önemli bir talebe sahip bulunmaktadır. Bu nedenle yapılacak kaliteli bir üretim hem tüketiciye kaliteli ürünün sunulmasını sağlayacağı gibi üreticiye de iyi bir gelir sağlayabilecektir.

Asmanın ilk kültüre alındığı yerlerden biri olan ülkemiz 36–42° kuzey enlemleri arasındaki coğrafi konumu ile yerkürenin bağcılık için en elverişli iklim kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Ancak bağ bölgelerimizin büyük bir kısmı filoksera ile bulaşık olduğundan yerli bağcılık yapılamaz hale gelmiştir. Yine bağ bölgelerimizin önemli bir kısmının nematodların neden olduğu büyük zararlara maruz kalmaktadır. Bu nedenle karlı bir üzüm yetiştiriciliği için hem filokseraya hem de nematodlara dayanıklı Amerikan asma anaçları kullanılmalıdır. Ayrıca bağcılığımızın temel sorunlarından biri de yeterli sayıda aşılı asma fidanı üretilememesidir. Bu sorunun çözülebilmesi için bir an önce hızlı ve modern çoğaltma tekniklerinin kapsamlı bir şekilde uygulanması ve bağ bölgelerine uygun anaç seçiminin yapılması gerekmektedir.

Ülkemizde gerek tat özellikleri gerekse kalite bakımından uygun olan salamuralık asma yaprağı pazarda önemli yer bulmaktadır. Bu nedenle bu alanda yapılacak kaliteli bir üretim hem tüketiciye istenilen ürünün sunulmasını sağlayacaktır hem de üreticiye iyi gelir sağlayacaktır.

(5)

Şekil 1.1 Salamuralık asma yaprağı taze, salamuraya işlenmiş ve ticari ürün olarak ambalajlanmış halde

Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Uygulama Serasında yetiştirilen Narince ve Sultani Çekirdeksiz omcalarında GA (Berelex tablet olarak) ve HA’in asmada yaprak üretimi ve buna bağlı olarak birim alandan elde edilecek asma yaprağı gelirine etkileri araştırılmıştır.

(6)

2. KAYNAK ARAŞTIRMASI

2.1. Gibberellik Asit Uygulamaları

Doğal Bitki Gelişim Düzenleyiciler (BGD) arasında dünyada en fazla %23’lük oranla etilen grubu kullanılmaktadır. Bunu oksin gurubu takip eder. Gibberellinler ise %17 ile üçüncü sırada yer alırlar. Sitokinin ve dorminler ise dünyada henüz yaygın olarak kullanılmamaktadırlar (%10) (Barut 1995). Bunlardan oksinler, sitokininler ve gibberellinler teşvik ediciler; dorminler ve etilen ise engelleyiciler olarak gruplandırılabilir (Fırat 1998).

Çizelge 2.1. BGD’in bitkilerdeki başlıca etkileri

Özellikler Oksin Gibberellin Sitokinin Dormin Etilen

Çimlenme 0 + + - 0

Hücre bölünmesi + + ++ - -

Hücre uzaması + + (?) - -

Uzun gün bitkisinde çiçeklenme + + 0 - 0

Taşıma + + + - (?)

Asimilat oluşumu, depolama (?) (?) ++ - (?)

Gözeneklerin açılması 0 0 + - (?)

Yaşlanma - - -- + +

Yaprak dökümü - - - + 0

Tomurcukların kış uykusu 0 - - + 0

+ = Teşvik - = Engelleme 0 = Etkisiz (?) = Etki ya belirlenememiş ya da türlere göre farklı etki

Fırat (1998)

Nickell (1982) bitkilerde büyüme ve gelişmeyi çok düşük konsantrasyonlarıyla kontrol edebilen ve doğal olarak bitkiler tarafından üretilebilen biyokimyasal maddeleri bitkisel hormonlar olarak adlandırmaktadır. Ancak bu maddelerin gerek yapı, gerekse işlev yönünden benzerlerinin sentetik olarak üretilmesinden sonra bitkisel hormonlar deyimi yerini, bitki büyüme düzenleyicilerine bırakmıştır.

Asma sürgünlerinin büyüme ve gelişmeleri üzerine en etkili büyümeyi düzenleyici madde grubunu gibberellinler oluşturmaktadır. Bu hormon grubu maddeler bağcılık tekniği bakımından genellikle çekirdeksiz üzümlerin tanelerini

(7)

Yabuta (1935), Gibberellinleri Gibberalla fujikori denilen fungustan ilk defa izole etmiş ve GA şeklinde isimlendirmiştir. Özellikle bu madde çeltik köklerine verildiği zaman çok hızlı bir büyümeye neden olmaktadır. 1954–1955 yıllarında birçok Amerikan bilim adamı A’dan G’ye kadar değişik GA formları keşfetmiş Japon bilim adamları ise her bir Gibberellin tipinin (örneğin A ve B gibi) değişik türlerinin olduğunu bulmuş GA1, GA2, GA3, gibi isimlendirme yapmışlardır. 1957’de

Takahashi GA4’ü bulmuştur. Gibberellinlerin büyüme ve gelişmeyi arttırıcı etkisinin

saptanması, ilk defa Japonya’da rastlanan ve normal bitkilere göre daha ince uzun boyları ile dikkati çeken çeltik fidelerindeki "Bakanae Hastalığı"nın nedenleri ve denetimi üzerindeki çalışmalar ile başlamıştır (Güven 1988; Moore 1974; Vardar 1976; Zweig 1967).

Günümüzde ise 200’ün üzerinde GA bilinmektedir. Aktif büyüme döneminde su ile parçalanan birçok gibberellin türleri çok hızlı etkili olurlar. Bazı kimyasallar inaktif bağlar oluşturarak gibberellinlerin ortaya çıkmasını yavaşlatırlar. İnaktif bağlar floem ve ksilemde taşınma veya depolama sırasında yeni hazırlanan dokulara ve yeni oluşan dokulara etkilidir.

Weaver ve McCune (1959), farklı çeşitlere gibberellin solüsyonları verdiklerinde uygulamaların bütün çeşitlerde sürgün gelişimini teşvik ederek boğum aralarını uzattıklarını tespit etmişlerdir.

Weaver (1960), birçok çekirdekli üzüm çeşidinde gibberellinlerin düşük konsantrasyonlarda bile toksik etkiler yaptığı halde, Sultani Çekirdeksiz ve Siyah Korent gibi çekirdeksiz çeşitlerde yüksek dozların bile gözle görülür zararlar meydana getirmediğini bildirmiştir.

Yaprak yaşı ve sayısı ile gibberellik asitin uygulama yerlerinin sürgün uzaması üzerine etkilerinin incelendiği bir çalışmada, yaşlı yaprakların gibberellik asitin taşınmasını engellediği ve sürgün uzamasına ket vurucu bir etki yaptığı gözlenmiştir. Bu denemede sürgün üzerinde 2. 4. ve 5. yapraklar bırakılarak diğerleri koparılmış ve GA3 (10 mg/1 g) lanolin macunu içerisinde, yapraktan bitkiye

uygulanmıştır. Yaşlı yaprakların altında kalan kısımlara ve yaşlı yapraklara uygulanan GA3'ün etkisi bu yapraklarca engellendiğinden sürgün uzaması yönünde

(8)

deneme grubunda da sürgün uzunluğunun önemli bir derecede arttığı saptanmıştır (Alleweldt 1964).

Yapılan birçok araştırma sonucunda GA3’ün özellikle asmaların kış

gözlerinde dinlenmeyi uzattığı ve sürmeyi geciktirdiği, farklı çeşitlerde ve değişik koşullarda saptanmıştır (Rives ve Pouget 1959, Alleweldt 1959a, b, 1961a ve b, 1962a ve b, 1964, Weaver 1959, Antcliff ve May 1961, Kısmalı1972, Eriş 1976).

Onaran (1964)’a göre GA3 uygulaması ile tanelerde renk, uygulanmamışlara

nazaran genellikle daha yeşil olmaktadır. Sultani Çekirdeksiz çeşidinde çiçeklenmenin sonunda 5–100 ppm arasında değişen dozda GA3 uygulanan

salkımlarda %35–90 arasında tane iriliği ve %35–100 hatta daha fazla tane ağırlığı tespit edilmiştir.

Zweig (1967)’e göre asmalarda GA3 kullanımı ile taneler irileşir, bu

irileşmenin yanında salkım boyu uzar, salkım seyreltmesi için yapılan uygulamalardan sonra ise taneler arası seyrekliğin artması olası fungal gelişmelerin azalmasını sağlar.

Çiçeklenme devresinde yapılan GA3 uygulamaları tanelerin çatlamalarını

büyük oranda önler. GA3 tanelerin elastikiyetini ve mukavemetlerini artırmaktadır.

Bu şekilde uygulama görmüş taneler hasat öncesi yağan yağmurlar nedeniyle meydana gelen tane çatlamalarına karşı oldukça dayanıklı olurlar. Bundan başka GA3

uygulanmış taneler nakil esnasında sıkışma sonucu meydana gelebilecek zararlara karşı da dayanıklı olmaktadır (Anonymous 1968).

Çiçeklenme döneminde yapraktan GA3 uygulamalarıyla, asmaya fazla

yüklenilmeden, istenilen irilik ve sıklıkta kaliteli salkımların elde edilebileceği bildirilmiştir (Anonymous 1968).

Varga (1969), Vitis vinifera L. çekirdeksiz varyetelerinde GA3 uygulaması ile

Black Corinth ve Thompson Seedless çeşitlerinde salkımlarda daha iri taneler ve tanelerde uzamalar saptamıştır. GA3 uygulama zamanı ve konsantrasyonu bu

etkilerin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar. Çekirdeksiz çeşitlerde en uygun uygulama zamanı ise çiçeklenme dönemi olarak saptanmıştır.

Bitki büyüme düzenleyiciler, 1970’li yıllardan itibaren ülkemiz tarımında kullanılmaya başlamış, günümüze dek çok hızlı ve kontrolsüz bir biçimde artarak

(9)

devam etmiştir. Bu konuda öncülüğü bağlarda gibberellik asit (GA3) ile örtü altı

sebzeciliğinde 2,4 D; 4-CPA adlı maddeler yapmışlardır (Eser ve Delen 1989). Bugün GA3, çekirdeksiz üzüm çeşitlerinde tane tutumunu arttırmak

(Kasimatis vd.1971), sofralık karakteri daha üstün salkımlar elde etmek (Kısmalı 1972), gerek tane gerekse salkım büyümesini ve verimini arttırmak için (Weaver ve Pool 1971), kullanılmaktadır. Bu amaçlara ulaşmak için pratikte yapılan GA3

uygulamalarında hazırlanan uygun konsantrasyonlardaki eriyikler belirli gelişme dönemine gelmiş salkımlar üzerine püskürtülmektedir (Onaran 1964). Bu durumda bir kısım eriyik, salkımlar dışında yapraklar üzerine de gelmekte ve burada absorbe edilerek gibberellinin büyük bir kısmı sürgün ucuna ve az bir kısmı da kış gözlerine gitmektedir (Öztürk 1991).

Bitki büyüme düzenleyici maddelerden, özellikle fitohormonlar grubunda yer alan gibberellinlerin asmada çeşitli amaçlarla kullanımı artık üreticiye yansımış bulunmaktadır. Gibberellinlerin üzüm çeşitlerinde ilkbahar donlarına karşın tomurcukların geç uyanmasını sağlama (Alleweldt 1959a 1960; Rives ve Pouget 1959; Weaver 1959; Weaver at all.1961; Antcliff ve May, 1961), salkım sıklığı ve salkım boyunu düzenleme ile çekirdeksiz çeşitlerde lezzetli, uniform, iri daneli oluş gibi sofralık niteliklerin geliştirilmesi çalışmalarında (Weaver and McCune 1958, 1959; Onaran 1964; Weaver and Pool 1965; Lynn and Jensen 1966; Jensen and Lynn 1967; Christodoulou at all. 1968; Kısmalı 1972) pratiğe yönelik sonuçlar elde edilmiştir (Çolak 1990).

Kısmalı (1972), Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşidinde yapraktan GA3

uygulaması ile meyve kalitesi üzerinde olumlu değişiklikler belirlediğini bildirmiştir. Weaver (1972), yaptığı GA uygulamasıyla Perlette, Delight, Black Monukka, Seedless gibi diğer bazı çekirdeksiz üzümlerde de tane irileşmesi sağlamıştır.

Kısmalı (1972), Gibberellinlerin bazı çekirdeksiz üzüm çeşitlerinde etkilerini incelemiş ve bu amaçla Sultani Çekirdeksiz asmalarına meyve tutumu devresinde 5– 20 ve 50 ppm konsantrasyonlarındaki solüsyonlar püskürtülmüştür. Hasat zamanı asmalarda kontrole göre daha iri daneli salkımlar meydana gelmiş ve en büyük daneli salkımlar 20–50 ppm arasındaki konsantrasyonlarla uygulama yapılan asmalarda elde edilmiştir.

(10)

Guelfat-Reich ve Safran (1973), GA3’ün Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşidinde

olgunlaşmaya etkisini araştırmış ve gelişmenin farklı evrelerinde (tane tutumundan 7 gün sonra bir kez, tane tutumundan 7 ve 10 gün sonra ve çiçeklenme devresi ile tane tutumundan 7 gün sonra), 20 ppm’lik konsantrasyonda üç farklı uygulama yapmışlar, toplam ürün, salkım ve tane ağırlığı yönünden en iyi sonucun çiçeklenme devresinde ve tane tutumundan 7 gün sonra yapılan uygulama ile alınacağını belirtmişlerdir. Ancak bu uygulamada kuru madde/asitlik oranında meydana gelen azalma nedeniyle kontrole nazaran daha geç olgunlaşma tespit etmişlerdir.

İlter (l974), Ege bölgesi koşullarında GA3’ün uygulama zaman ve dozlarının

Carignan ve Yuvarlak Çekirdeksiz üzüm çeşitlerinde sürgün büyüme ve gelişmesi üzerine etkilerini araştırmış, uygulama zamanı, dozlar ve çeşitlere göre farklı etkiler oluştuğunu saptamıştır.

Fidan (1969) ve Gökçay (1975), yaptıkları çalışmada GA’in asmalarda çekirdeksizliğe neden olmasının yanı sıra; salkımları uzatma, salkım seyreltme, tane irileştirme, tanenin sapla bağlantısını artırma ve olgunlaşma zamanı üzerine etkili olduğunu belirtmektedirler.

GA3’in asmalarda fenolojik özelliklerin değişimi yanında, metabolik

aktivitede önemli rollere sahip olan çeşitli ürünlerin oluşumu ve miktarı üzerine etkileri gözlenmektedir. Nitekim Kısmalı ve Kılınç (1976), GA3’ün asma

yapraklarında C14O2 ile işaretli bazı fotosentez ürünlerine etkilerini incelemişler ve

GA3 uygulanmış bitkilerin aminoasit kapsamlarında kontrole oranla önemli bir

azalma meydana geldiğini bildirmişlerdir. Bunu GA3’in protein sentezini

hızlandırmasıyla, proteinlerin yapı taşı olan aminoasitlerin, dipeptit ve polipeptit haline dönüşmekte olduğu ve toplam aminoasit miktarını azaltırken, protein sentezini arttırdığı şeklinde açıklamak mümkündür. Aynı çalışmada, bağcılıkta yapılan GA3

uygulamaları ile çekirdeksiz üzüm çeşitlerinde tanelerin irileştiği, salkım ağırlıklarının arttığı ve bazı çekirdekli çeşitlerde, erken olgunlaşan çekirdeksiz taneli salkımlar elde edilerek, ekonomik yönden yararlı sonuçlar alınmakta olduğunu belirtmişlerdir.

Thimann (1977)’e göre, bitkilerde büyüme ve gelişme olaylarının bitkisel hormonlarca veya daha genel deyimle bitki büyüme düzenleyici maddelerce denetlendiği bilinen bir gerçektir. Bu yönüyle, bitkilerde tohum çimlenmesinden

(11)

işlevsel tohum oluşumuna kadar geçen süre içindeki vejetatif ve reprodüktif gelişme aşamaları, bitki hormonlarının karmaşık ve karşılıklı etkileşmeleriyle, eşgüdümlü şekilde düzenlenmektedir.

Singh vd (1978), Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşidinde gelişmenin farklı dönemlerinde, GA3 solüsyonu püskürtmek suretiyle yaptıkları çalışmada çiçeklenme

döneminde 15 ppm ve tane tutumunda 40 ppm uygulama yaparak küçük daneli salkımlar meydana geldiğini belirtmişlerdir. Ayrıca çiçeklenme döneminde 15 ppm, tane tutumu döneminde 40 ppm ve tane tutumundan 2 ve 4 hafta sonra 40 ppm olmak üzere 4 uygulama ile tane ağırlıklarında, uzunluk ve genişliklerinde artışlar saptamışlardır.

Moore (1979)’a göre, çeşitli ve çok değişken karasal ortamda yetişmekte olan bitkilerde, büyüme ve gelişmeyi düzenleyen bitki hormonlarının uygun olarak benimsenen gruplarını; oksinler, gibberellinler, sitokininler, absisik asit ve diğer büyüme inhibitörleri, etilen ve kuramsal olarak vernalin florigen ve antezinler oluşturmaktadır.

Bugün GA3, çekirdeksiz üzüm çeşitlerinde tane tutumunu arttırmak, daha

seyrek ve sofralık karakteri üstün salkımlar elde etmek için, gerek tane, gerekse salkım büyümesini ve verimi arttırmak amacıyla kullanılmaktadır (Çokuysal 1990). GA3 nispeten düşük konsantrasyonlarda kullanılarak çekirdekli üzümlerde salkım

seyreltmesi sağlanmakta ve çürüklük zararı önlenmeye çalışılmaktadır. Çekirdekli üzümlerden sofralık özelliği yüksek çekirdeksiz üzüm elde etmek için de genellikle çiçekten önce ve çiçekten sonra birer defa olmak üzere iki kez GA3 uygulanır. Fakat

yapraklara verilen GA3’in uygulama zamanına bağlı olarak, kış gözlerinde tam veya

kısmi bir zararlanmaya yol açtığı izlenmiştir (İlter 1980).

Gibberellinlerin çiçeklenme, hücre büyümesi, karbonhidrat metabolizması, α- amilaz aktivitesi ve parteneokarpi gibi biyolojik davranışlar üzerindeki etkileri de çeşitli tarımsal bitkilerde amaca uygun kullanım alanları bulmuştur (Weaver 1972; Luckwill 1981; Nickell 1978, 1982, 1983, 1985; Nowak ve Lawson 1984; Tietz 1980).

Ecevit (1986)’e göre, bağlarda bitki büyümesini düzenleyici maddelerle çiçeklenmeden önce yapılan uygulamaların en önemlisi GA3 ile olanıdır. Bu

(12)

artırma olmak üzere iki sonuç birden alınmaktadır. Özellikle sofralık üzümlerde salkımların sık taneli olmaları istenmediklerinden, çiçeklerin yaklaşık %80’inin açtığı sırada yapılacak bir gibberellik asit uygulaması ile iyi bir tane seyreltmesi maksada uygun düşmektedir. Bunun için pratikte 15–20 ppm’lik gibberellik asit eriyikleri kullanılmaktadır. Gibberellik asit uygulamaları ile sağlanan tane iriliği artışı, çekirdeksiz üzümlerde kuru üzüm tanelerinin de iri olmasını sağlamaktadır.

Seçer (1988), gibberellinler ile gerçek anlamda ürün artışına çok nadir rastlandığını belirtmiştir.

Seçer (1989)’e göre, gibberellinler de oksinler gibi meyve gelişiminin ilk safhasında etkili olup tüm meyve ile değil, organ gelişimi ile daha iyi bir ilişki gösterirler. Gelişen meyveye asimilat depolama olaylarında oksinler yanında gibberellinlerin de iletim demetleri gelişimini artırarak meyveye asimilat taşınımını artırdığı sanılmaktadır.

Westwood (1993)’e göre gibberellinlerin tohumların dinlenme veya uyku halini yani dormansiyi kırarak çimlenmeyi teşvik ettikleri bilinmektedir. Bitkisel organlardaki dormansinin sona ermesi gibberellin miktarındaki artış ile orantılı olmaktadır. Gibberellinlerin oksinler gibi partenokarpik meyve oluşumunu artırdıkları hatta bazen daha etkin oldukları bilinmektedir.

Kara ve Ecevit (1998), Konya yöresi üretici bağlarında yaptıkları çalışmada, Ekşi kara, Pembe Gemre, Siyah Dimrit ve Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşitlerinde görülen farklı iriliklerde tane gelişmesi (boncuklanma) üzerine, GA uygulamalarının etkilerini tam çiçeklenmeden 10 ve 20 gün sonra yapılan toplam 9 GA dozu uygulaması ile belirlemişlerdir.

Bitki büyüme düzenleyicilerin tarımda kullanımının artmasına paralel olarak bağcılıktaki kullanımı da hızla gelişmiş olup günümüzde özellikle GA çekirdeksiz üzüm üretiminde tane iriliğini artırma maksadıyla kullanılmak üzere vazgeçilmez bir uygulama halini almıştır. GA’in bağda kullanımının üzüm verim ve kalitesine etkisi birçok araştırıcı tarafından incelenmiş olmakla birlikte bir gıda olarak asma yaprağı karakterleri üzerine etkileri yeterince incelenmemiştir.

GA bitkide; çok genç yapraklarda, genç embriyolarda, meyvelerde ve köklerde üretilir. GA’lerin asmalarda sürgün büyümesine olan etkisi üzerine yapılan

(13)

araştırmalarda; birçok üzüm çeşidinde sürgün büyümesini teşvik ettiği anlaşılmaktadır. Bu maddeler aynı zamanda sürgünlerin taze ve kuru ağırlıklarını da arttırmaktadır. Ancak uygulanan dozların yüksek olması durumunda vegetatif aksam üzerinde bazı olumsuz sonuçlar ortaya çıkmaktadır. GA’lerin etkileri sürekli değildir. Uygulamadan bir müddet sonra sürgün uzaması tekrar normal halini almaktadır. Etkinin sürekliliğini sağlamak için uygulamaları belirli aralıklarla tekrarlamak gereklidir. Birer hafta ara ile beş kez GA3 uygulamasının asmalarda sürgün uzunluğu

artış hızını, çeşitlere bağlı olarak değişmekle beraber, 1.94 cm/gün'den 4.64 cm/güne çıkardığı Al1eweldt (1964) tarafından saptanmıştır. Aynı denemede yaprak sayısı ile kuru madde miktarında da artış tespit edilmiştir.

GA’in etkisi çeşitlere göre de farklılık göstermektedir. Weaver ve McCune (1959), Sultani Çekirdeksiz (Thompson Seedless) ve Zierfandel üzüm çeşitlerinde sürgün uçlarının GA’e karşı çok fazla hassasiyet gösterdiğini ve bunların bitkideki içsel gibberellinlerin ispatlanmasında biyolojik test bitkisi olarak da kullanılabileceğini bildirmektedirler. Alleweldt (1964), gibberellinlerin sürgün büyümesi üzerine etkileri bakımından asmada üç reaksiyon grubu oluşturmaktadır. Araştırıcıya göre Vinifera-reaksiyon grubu GA’1ere karşı çok hassas olup GA3

bunlarda uzunluğuna büyümeyi arttırmaktadır. Buna karşılık Riparia-reaksiyon grubu GA’lere karşı çok az veya hiç reaksiyon göstermemektedir. Üçüncü grup ise bu iki grup arasında intermediyer bir yapı gösteren çeşit ve/veya türlerden oluşmaktadır.

GA’lere karşı çeşitlerin farklı reaksiyon göstermeleri, GA’leri inaktif hale getiren ve yaşlı yaprak ayalarında bulunan bir maddenin seviyesi ile ilgili bulunmaktadır. Buna göre, varlığı tahmin edilen bu madde veya maddelerin miktarları riparia-reaksiyon grubunda vinifera-reaksiyon grubundakilere oranla daha fazla bulunmaktadır. GA’leri inaktif hale getiren bu madde ve/veya maddeler üzerinde yapılan çalışmalar, bu maddenin absizik asit olduğunu ortaya koymuştur. (Düring 1972), ışığın etkisini incelerken açıklanan bu maddenin bitki fizyolojisi üzerinde ket vurucu özellikleri bulunduğu ve büyümeyi teşvik edici bitki hormonları ile antagonist bir ilişki içerisinde bulunduğu birçok diğer bitkide de ispatlanmıştır.

(14)

GA’lerin fizyolojik etkileri

Aktif GA’ler birçok fizyolojik etki gösterirler. Bu her biri mevcut GA’in tipine olduğu kadar bitki türüne de bağlıdır. GA’lerin bitki üzerindeki fizyolojik etkileri; Sürgün uzamasını, hücre bölünmesi ve uzamasını uyararak teşvik eder. Çiçeklenmeyi uzun günde uyarır. Stratifikasyon veya ışıkla çiçeklenmenin uyarılmasına ihtiyaç duyan bazı bitkilerde tohumun dormansisini kırar. Çiçeklenmekte olan tahıl tohumlarında rezerv maddelerin hareketliliği için enzim üretimini teşvik eder. Dioecious çiçeklerde erkekliği uyarır. Partenokarpik meyve gelişmesine neden olur. Yapraklarda ve turunçgil meyvelerinde yaşlanmayı geciktirebilir. Stenospermik çeşitlerde GA meyve iriliğinin arttırılmasının yanında salkıma düşen meyve sayısını azaltmak amacıyla ticari olarak kullanılmaktadır.

Çizelge 2.2. GA’e karşı bazı asma tür ve çeşitlerinin reaksiyonel özellikleri

Yüksek hassasiyet gösterenler

Orta hassasiyet gösterenler Az hassasiyet gösterenler

Riesling V. riparia, Klon Gl, G2, G75, G82,

G78

V. riparia, Klon G73, G80,

G87 Silvaner V. rupestris, Klon St. George ve du

Lot Kober 5 BB Müller- Thurgau Perle de Csaba 125 AA 101-14 M.G FS. 4-201-39 FS. 4-195-39 V. cinerea FS. 4-206-36 FS. 4-175-30 Sbl. 6-16-7 Sbl. 4-48-14 Kö. 48-43 A-23-7 26G Seibel 2-19-58 Ağaoğlu S. (2002) 2.2. HA Uygulamaları

Hümik maddelerin bitki gelişimini uyarıcı etkisinin makro besin elementlerinin alımının arttırılması ile ilişkili olduğu açıklanmıştır. Hümik maddeler geçiş metal katyonları ile kompleks oluşturabilir ve bu nedenle besin elementleri alımını arttırabilir, ya da tersine köklerle rekabet oluşturarak azaltabilir. Ayrıca hümik maddelerin düşük molekül ağırlıklı bileşiklerinin bitki tarafından alınabildiği, bu bileşenlerin hücre zarı geçirgenliğini arttırdığı ve hormon benzeri aktivite gösterdiği saptanmıştır (De Kock, 1955).

(15)

Nicolas ve Melanins (1968), ayrışmış organik madde peat, kömür yatakları ve toprakta bulunan, özellikle demir gibi iyonlarla kileyt oluşturma yeteneğinde olan polimerik fenolik bileşikler içeren kompleks makro organik molekülleri HA olarak tanımlamışlardır. Hümik maddelerin bitki gelişimini doğrudan veya dolaylı olarak etkiledikleri, doğrudan etkinin bitki bünyesinde besin dağılımını değiştirebilecek olan hümik madde bileşenlerinin bitki tarafından alınması şeklinde olabileceği, dolaylı etkinin ise sentetik iyon değiştiricilerin yaptığı şekilde bitki besin maddelerinin sağlanması ve düzenlenmesi şeklinde gerçekleşeceği ileri sürülmektedir (Schnitzer ve Khan 1972).

Humat-bitki sistemi bitkilerin büyüme ve gelişimleri için çok önemli olan iki bağımsız prosesle karakterize edilebilir. İlk proses hücre enerjisinin artışı ve bunun bir sonucu olarak da iyon yer değiştirme prosesinin güçlendirilmesidir. İkinci proses hücre membranı geçirgenliğinin artışıdır (Senn ve Kingman 1973).

Hümik asitin bitki gelişimi üzerine etkisi konusunda açıklamada bulunan Vaughan ve Mc Donald (1976), hümik maddelerin iyon değişimini etkileyerek bitki besin maddelerini yarayışlı forma dönüştürmeleri ile doğrudan olabileceği gibi mikrobiyal aktiviteyi artırarak bunların sonucunda oluşan hormonlarla dolaylı olarak bitki gelişimini teşvik ettiğini belirtmiştir.

Lee ve Bartlett (1976), farklı organik materyallerden, farklı ekstraksiyon teknikleri ile elde edilen hümik maddeleri, bitki gelişimini teşvik etmesi amacıyla mısır fidelerine uygulamışlardır. Na-humat, mısır gelişimini %30–50 seviyesinde yükseltmiştir. Mısır bitkisinde P ve Fe miktarları dışında diğer elementlerin içeriği ile HA konsantrasyonu arasında bir ilişki bulunmazken, P miktarı HA dozunun artmasıyla yükselmiştir. HA uygulaması ile Fe içeriği bitkinin üst aksamında yüksek, köklerde ise düşük çıkmıştır. HA organik madde kapsamı düşük ortamlarda uygulandığında bitki gelişimini büyük ölçüde teşvik ederken organik madde kapsamı yüksek olan ortamlarda bitki gelişimini daha az teşvik etmiştir.

Hümik asit, fulvonik asit diye bilinen çok ufak bir kısmı dışında pratik olarak suda çözünmeyen çok kompleks bir yapıya (moleküler ağırlığı1500) sahip bir maddedir. Bu kısımlar doğal hallerinde bir küreye doğru dönüşüp zincirler oluştururlar ve bunlar molekül oluşturmak üzere hidrokarbon bağlarını kullanırlar.

(16)

Bu küreler toprağın yani humusun organik kısmını oluşturan büyük kütleleri şekillendirirler. Bunların sudaki çözünürlükleri düşük olduğundan, doğal HA’lerin biyolojik aktiviteleri çok zayıftır. Bu yüzden, toprağın verimliliğini sağlamak üzere, toprağın humus içeriğinin epeyce yüksek olması gereklidir.

Şekil 2.1. HA parçasının yapı diyagramı

HA’ler doğal kompleks jeneratörlerdir. Değişken valans metalleri olan tüm esansiyel mikro elementler humatlarla şelat kompleksler oluştururlar. Humatlar hücreye penetrasyonlarıyla ilgili bariyer oluşturan ağır metallerle çözünmeyen bileşikler oluştururlar. Humatların diğer bir önemli özelliği de demir ve alüminyum iyonlarını da bağlayıp kompleksler haline getirebilmeleridir. Rusya'da uzun süreyle geniş bir skalada yapılan denemeler, humatların pestisitlerin (testlerde atrazin kullanılmıştır) rezidüel miktarlarının negatif etkilerini nötralize ettiklerini göstermiştir. Humatlar ve metaller arasında sonunda kompleks formülasyonlar ve çözünmeyen tuzları oluşturan etkileşimler bulunmaktadır. Mikroorganizmaların etkin fonksiyon göstermeleri humus formasyonunun hayati kısmıyla ilgilidir. Topraktaki humatlar, ihtiyaç duyulduğunda bitkilere besin maddelerinin sağlandığı ve depolandığı bir hazinedir.

Mc Louglin ve Kuster (1972), hümik maddelerin hem bitki hem de mikroorganizma metabolizması üzerine etkilerini şu şekilde sıralamışlardır. HA’lerin oksin ve antioksin gibi görev görmeleri, hümik moleküllerde bulunan demirin etkisi, HA’lerin besin maddesi kapsamları, HA’lerin hücrelerin geçirgenliğine etkisi, inorganik bileşiklerin alımını artırıcı etkisi, hümik-fosfor bileşiklerindeki kinin

(17)

benzeri grupların etkisi, transaminasyon, nükleik asit ve enzimler üzerine etkisi şeklinde gösterdiğini bildirmişlerdir.

Schnitzer (1978), hümik maddeleri üretmiş ve yaptığı element analizleri sonucunda, bünyesinde en fazla C, H, N, S ve O bulunduğunu belirlemiştir. HA’lerin C, O, H, N ve S içeriklerinin sırasıyla %53.8–58.7, %32.7–38.3, %3.2–6.2, %0.8–5.5 ve %0.1–1.5 arasında değişim gösterdiğini belirtmiştir.

Anonim (1993), toprak organik maddesi; canlı, cansız ya da çürümüş (dekompoze) olan tüm organik maddeleri içeren bir terimdir. Tamamen çürümüş organik yapılar HUMUS olarak adlandırılır. En iyi humus kaynağı dekompoze olmuş bitki ya da kompost materyalleridir. Yüksek HA içeriğine sahip humatlar da uzun süreli ve iyi bir humus kaynağıdır. Hümik maddeleri Şekil 2.2.’de görüldüğü gibi üç ana gruba ayırmak mümkündür; Fülvik asit, HA ve Hümin (Şekil 2.2.)

Şekil 2.2. Hümik maddelerin kimyasal özellikleri

Andreu vd (1994), organik materyalin tarımdaki öneminin eski çağlardan beri bilinmekte olduğunu, bununla beraber araştırmacıların son 20 yıl boyunca gelişme gösterdiğini, ilk başta topraktaki organik madde ile humus arasındaki ilişkinin tanımlandığını ve elde etme tekniğine göre HA ve fulvik asit terimlerinin ortaya çıktığını ifade etmişlerdir.

Lobartini vd. (1997)’a göre HA’ler bitkilerin beslenmesinde doğrudan ve dolaylı olarak önemli bir rol oynamaktadır. Tamamen organik yapıda olan bu

(18)

maddelerin dolaylı etkileri, su ve besin maddelerini tutmaları, drenaj ve havalanma etkinliliğini artırarak ortamın fiziksel özelliklerini iyileştirmeleri, besin maddelerinin yarayışlılığını değiştirerek kökler tarafından besinlerin absorbsiyonunu artırmaları şeklinde olmaktadır. HA’ler metalik iyonlar ile kleytli bileşikler ya da metalik hidroksitler oluşturarak suda çözünebilir formları meydana getirerek, bu elementlerin çözünürlüğünü de kontrol etmektedirler. Bitkilere doğrudan etkisi, kök gelişimi ve bitkiler tarafından absorbe edilen besin elementlerinin metabolizmalarını etkilemesi ile meydana gelmektedir.

Besin çözeltisi şeklinde bitkilere verilen besin elementlerinden bitkilerin en iyi şekilde yararlanması beklenmektedir. Bitki gelişiminde besin maddelerinin toplam miktarından çok yarayışlı miktarları önem kazanmaktadır. Yapılan çeşitli çalışmalarda uygun mineral ve besin maddeleri ile birlikte HA uygulamasının bitkilerin biyokütlesi üzerine de olumlu etkide bulunduğu belirtilmektedir (Demir vd 1997, Lofredo vd. 1998).

Zachariakis vd (2001), bir yaşındaki 41B ve R110 asma anaç bitkilerini saksılarda yetiştirmiş ve zeytin ağacı yapraklarından oluşan komposttan elde edilen hümik maddeleri toprağa farklı seviyelerde ilave etmiştir. Araştırma sonucunda HA’in, bitki gelişimini ve yapraklardaki toplam klorofil miktarını, kök ve gövdenin kuru ağırlığını artırdığı tespit edilmiştir.

Kütük vd (2001), 7 farklı doz (0, 100, 250, 500, 1000, 2000 ve 4000 ppm) ve 3 uygulama (30, 60 ve 90. günler) ile toprağa HA ilave ederek toprağın fiziksel ve kimyasal yapısında meydana gelen değişimleri belirlemişlerdir. Genellikle, HA ilavesi pH’yı düşürürken, EC’nin tüm uygulamalarda HA oranına bağlı olarak yükseldiği belirtilmiştir.

HA, bitkilerin en iyi şekilde ve sağlıklı büyümesi için gerekli olan toprağın doğal dengesini düzenler. İdeal toprak yapısı, %45 mineral maddeler, %5 organik madde, %25 nem, %25 oksijen içermelidir. Leonardit (Doğal Ham HA) toprağa karıştırılarak uygulamaları sonucu toprak verimliliği ve bitki gelişiminde gözlenen başlıca sonuçları;

(19)

Fiziksel etkileri olarak: Ağır bünyeli killi topraklarda uygun bir havadar bitki kök bölgesi meydana getirerek gevşek ve geçirgen bir toprak yapısının oluşması sonucunda gerekli miktardaki suyun toprak tarafından tutulup fazlasının akıp gitmesini ve toprak işlemesini kolaylaştırır. Hafif bünyeli kumlu, milli-kumlu topraklarda su tutma kapasitesini arttırır, gıdaların yıkanıp yitmesini önler. Ağır bünyeli marnlı (killi ve kireçli) topraklarda toprağı kabartır ve havalandırır. Toprağın parçalanmasını ve havalanmasını sağlar. Toprağın çatlamasını ve erozyonu önler. Su tutma kapasitesini arttırarak kuraklığı önler. Siyah rengi ve yapısı nedeniyle güneş enerjisinin emilmesini ve bitki besin maddelerinin, bitki tarafından alınımını sağlar. Güneş ışınlarını emerek ısı enerjisine çevrilmesi, mikroorganizma faaliyetlerinin artması nedeniyle pestisit, herbisit, fungusit gibi zararlı ve zehirli maddelerden temizlenmesini sağlayarak etkisini azaltır.

Kimyasal etkileri olarak: Topraktaki makro ve mikro elementlerin bitki kök bölgesinden uzaklaşmasını engeller. Yarayışlı hale getirerek doğal şelatlama yapar. Toprağa uygulanan bitki besin maddelerinin (N, P, K, Mg, Ca, Zn, Fe, Cu, Mn, B vb) alınabilir şekle dönüştürerek alınımını en yüksek düzeye çıkartır. Toprağın pH’sını düzenleyerek asidik ve bazik toprakları nötr seviyesine getirir. Topraktaki antagonistik etkileri mümkün mertebe azaltarak gıdaların alınabilirliğini sağlar. Toprağa uygulanan azotun yitip gitmesini engelleyerek bitkiye kademeli bir şekilde verir. Katyon değişim kapasitesine sahiptir. Suda erimeyen kalsiyum karbonatı parçalayıp suda erir forma yani kalsiyum bikarbonat haline dönüştürür. Açığa çıkan karbondioksiti de fotosentezde kullanır. Topraktaki tuzu tamponlayarak kök bölgesinden uzaklaştırır. Topraktaki demirin alınabilir hale getirerek doğal şelatlama yapar.

Biyolojik ve fizyolojik etkileri olarak: Klorofili ve fotosentezi arttırır. Bitkideki enzimleri uyarır. Bitkideki hormon faaliyetini etkileyen azotun uygun bir forma dönüştürmesi neticesinde sitokinin hormonlarının faaliyete geçmesini teşvik ederek kök ve çiçeklenmeyi artırır. Ayrıca bitki fizyolojisinde dengeyi bozan diğer hormonları baskı altına alır. Topraktaki mikro floranın sağlanması nedeniyle faydalı mikro organizmaların artmasına yardımcı olarak bitki hastalıklarına antagonistik etki

(20)

yaparak hastalıklarının çoğalmasını baskı altına alır. Topraktaki zararlı ve zehirli maddelerin engellenmesi nedeniyle toprağa uygulanan faydalı sporların artmasına yardımcı olur. Kök bölgesindeki salgıları teşvik ederek bu gibi sporların beslenmesine yardımcı olur ve çoğalmasını sağlar. Bitkide köklenmeyi artırır. Kök salgılarının ihtiyacı olan karbonu sağlar. Aminoasitlerin oluşmasına teşvik ederek meyvede kuru madde oranını artırır. Gıdaların alımını artırdığı için bitkideki kloroza sebep olan demirin alımını artırarak filiz patlaması sağlar. Demir hareketsiz bir element olması ve merkez atomu olması nedeniyle problemli bir elementtir. Fidelerin daha hızlı büyümesini sağlayarak, hücre bölünmesini artırır. Ürünlerin pazar değerlerini artırır.

2.3. Yaprak Üretimine Yönelik Uygulamalar

Yaprak alanı ile ürün miktarı arasındaki oranın yüksek olması durumunda daha kaliteli ürün alındığı görüşünü paylaşan araştırıcılar, yaprak özümleme yüzeyinin azalmasına neden olan aşırı derecedeki yaprak koparılmasına karşıdırlar. Aşırı yaprak almanın, omcalardaki ürünün olgunlaşmasını geciktirdiğine hatta bazı durumlarda tamamen engel olduğuna işaret eden May vd (1969) ile Kliewer ve Antcliff (1970), böyle omcalarda üzüm salkımlarının ve sürgünlerin güneş ışığından fazla etkilenmeleri nedeniyle güneş yanıklarının da ortaya çıktığını belirtmişlerdir.

Yaz periyodu boyunca meydana gelen yeni sürgünler tellere yatay pozisyonda bağlanmalıdır. Böylece koltuk sürgünü vermeleri teşvik edilmiş olacaktır. Çünkü ilk yaprak hasadından belirli bir süre sonra sürgünlerde şiddetli tepe alma yapılarak oluşan koltuk sürgünlerinin üzerindeki yapraklar toplanacaktır. Yeşil budama da denilen yaz budamaları sırasında çiçek salkımları elle koparılarak ortadan kaldırılması gerekmektedir. Çünkü asimilat maddeler öncelikle salkımlara taşınmaktadır (Koblet 1969; Koblet ve Perret 1971).

Nemli ve serin bölgelerle, sık dikilmiş ve özellikle goble şeklinde terbiye edilmiş bağlarda yapraklar, üzüm salkımlarını gölgeleyerek, onların yeterince güneş almalarını engellemekte dolayısıyla renklenme ve olgunlaşma gecikmektedir. Ayrıca bu durumda havalanma da yetersiz olacağından, mantari hastalıkların (Külleme, Mildiyö, Gri küf vb) yayılması da kolaylaşmaktadır. İşte bu gibi olumsuz durumların ortaya çıkmaması için salkımları örten yaprakların koparılması suretiyle, yaprak

(21)

seyreltmesine gidilmesi yararlıdır. Ancak, gerekli organik besin maddelerini fotosentez yolu ile oluşturan yapraklarda aşırı bir seyreltme yapılması, asmanın gelişmesine ve ürünün iyi bir şekilde olgunlaşmasına engel olur. Bu nedenle aşırı yaprak almadan sakınılmalıdır.

Yaprak yetiştirmek üzere kurulan bağlardaki omcalarda yaprak oluşumu ve gelişimini sağlamak için salkımların yok edilmesi gerekmektedir. Koltuk sürgünlerinde ve esas sürgünlerde aşırı büyümenin olmaması için de tepe ve uç alma yapılmalıdır. Çünkü genç yapraklar daha fazla besin maddesi harcarlar ve üretimleri de yoktur. Güneşten yararlanma bakımından sürgünlerin teller arasında dağıtılması ve bağlanması gerekmektedir (Koblet ve Perret 1972).

Winkler vd (1974)’ne göre, bağlarda yaz budaması kapsamında yer alan yaprak alma, zamanında ve yeterli düzeyde yapıldığında omca üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi olmamaktadır. Renkli üzüm çeşitlerinde tanelerin daha iyi renklenmesini ve özellikle yağışlı bölgelerde iyi bir havalanma sağlayarak hastalıkları da bir ölçüde engellemesi gibi olumlu etkileri de söz konusudur.

İnsanlar tarafından beğenilerek ve zevkle tüketilen üzüm, bolluk ve bereket simgesi olduğu kadar içerdiği mineral, şeker ve vitaminlerden dolayı da insan sağlığı açısından son derece önemlidir (Winkler vd 1974).

Ruckenbauer ve Traxler (1975)’e göre asma yaprağı, asmanın en önemli organıdır. Asma yaprakları ihtiva ettikleri klorofil sayesinde güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürerek depo edebilme yeteneğindedirler. Üzüm kalitesi ve verim üzerine en etkili organ olan yaprakların koparılması ile üzüm kalitesi düşer ve asitlik yükselir. Salamuralık yaprak üretmek üzere tesis edilmiş bağlardaki omcalardan bol miktarda ve kaliteli yaprak elde edebilmek için düzenli ve gerektiği kadar gübreleme de yapılması gerekir. Bu hususta özellikle azotlu gübrelemeye önem gösterilmelidir.

Bazı yazarlara göre, yaprakların yaşlanması ile kopma tabakası oluşumu iç içe girer ve bunu sonra daimi organlar tarafından karbonhidratlar ve mineral besin elementlerinin yapraklardan geri alınması takip eder (Grigal vd 1976; Oland 1963). Yaprakta kopma bölgesi oluştuğunda yaprak dökülür ve yaprak sapı harekete geçer. Asmada yaprak yaşlanması ve kopma tabakası oluşumunun hormonal kontrolü

(22)

hakkında çok az şey bilinmekle birlikte bunların regülasyonu da diğer yaprağını döken çok yıllıklara benzer şekilde olmalıdır.

Uslu (1980), yaprak almanın omca üzerindeki etkisini incelemek amacıyla yaptığı bir araştırmada, yaprak almanın toplam asimilasyon yüzeyini azalttığı, fakat omca üzerinde kalan yaprakların fotosentetik etkinliklerini artırarak, karbondioksit özümlemesini yükselttiğini belirlemiştir.

Uslu (1980), yaptığı çalışmada 1 g üzümün olgunlaşması için omcada 4.51– 7.12 cm2 yaprak alanının yeterli olduğunu saptamıştır.

Currle vd (1983), omcalarda bir salkımın ya da 1 g üzümün olgunlaşabilmesi için gereken yaprak alanının belirlenerek, aşırı yaprak almadan kaçınılması gerektiğini belirtmişler ve bir salkımın olgunlaşabilmesi için omcada 1.6–2.8 m2 yaprak alanı bulunması gerektiğini, bu değerin altına inildiğinde omcanın yeterli fotosentez yapamamasından kaynaklanan organik madde noksanlığı nedeniyle salkımların olgunlaşmalarının geciktiğini hatta çok düşük değerlerde olgunlaşamadıklarını belirtmişlerdir.

Ağaoğlu vd (1988), Tokat ve yöresinde yaprak salamuracılığına yönelik asma yetiştiriciliği üzerine yaptıkları çalışmada, yörede asma yaprağı üretimini esas amaç olarak kabul edilen bağlardaki uygulamayı şu şekilde anlatmaktadır. Bir yıllık dallar ortalama 2 göz üzerinden budanır. Omcada toplam 10–14 göz kalacak şekilde, 5–7 adet kalem bırakılmakta, bu gözlerden 8–10 adet yazlık sürgün gelişir ve asıl ürün asma yaprağı bu sürgünlerden toplanır. Yaprak toplamaya yazlık sürgünler 15–20 cm uzunluğa eriştikleri dönemde çiçek salkımı taşımayan sürgünler üzerindeki yaprakların koparılmasıyla başlanır. Mayıs ortalarında başlayan bu işlem Ağustos başlarına kadar devam eder. Salamuraya işlenecek yaprak tam büyüklüğünün 1/3’ü ile 2/3’ü arasındaki dönemde hasat edilir. Bağdan toplanacak yaprak miktarı yazlık sürgünler üzerinde çiçek salkımı bulunma durumu belirler. Çiçek salkımı fazla ise, yaprak toplama dekarda 40–50 kg seviyesinde; yazlık sürgün üzerinde çiçek salkımı çok az veya ilkbaharda dolu yağışı; geç donlar gibi herhangi bir nedenle çiçek salkımları zararlanmış ise dekardan 500 kg’a kadar yaprak toplanarak o yılki gelir garantilenir. Çok yoğun dikilen bağlarda esasen çiçek salkımına önem verilmeden dekardan 600–700 kg kadar yaprak toplanır. Böylece hiç yaprak toplanmayan bir

(23)

bağın birim gelirinden daha fazla gelir elde edilir. Bu tür bağlarda erken yaşlanmaya da önem verilmez, kuruyan omcaların yerleri daldırmayla doldurulur.

Dalgıç ve Akbulut (1988), Çekirdeksiz üzümlerden aldıkları örneklerde salamuralık asma yaprağı kalitesini inceledikleri araştırmalarında sürgün ucundan itibaren 5. yaprağın %8 tuz konsantrasyonunda en iyi sonucu verdiğini bildirmişlerdir. Aynı konuda çalışan Göktürk vd (1997), asma yaprağı konservesi için %3.5 tuz konsantrasyonunu önermişlerdir.

Candolfi ve Koblet (1990), bitkide çiçeklenme ve 2–3 hafta sonrasına kadarki dönemdeki yapraktaki artış ile nihai ürünün bağımlı olduğunu, meyvede şeker birikiminin ben düşme ve hasat dönemleri arasında aktif yaprak alanına bağımlı gibi göründüğünü bildirmektedir. Tane gelişmesinin erken devresinde yaprak koparmanın hem tane dökülmesine hem de takip eden sezonda göz verimliliğinde azalmaya neden olmaktadır. Bu kritik devre tam çiçeklenmeden 2–3 hafta sonrasına kadar olan dönem olarak sınırlanmaktadır. Araştırıcılara göre bitkide ana yaprakların koparılarak koltuk sürgünlerinin gelişimi teşvik edilmektedir Bu suretle sezon sonunda erişilen toplam yaprak alanı daha fazla koltuk sürgünü gelişmesinin bir sonucu olarak birim yaprak alanı küçük kalmakla birlikte toplam yaprak alanı hiç yaprak koparılmayan omcalarla yaklaşık olarak eşit olmaktadır. Bitkide koltuk tomurcuklarının koparılarak sadece ana yaprakların bırakılması ise yaprak yaşlanmasında ve kopma tabakası oluşumunda gecikme ile sonuçlanmaktadır.

Üzüm üretimi için yapılan bağcılıkta omcalardan değişik zamanlarda koparılan yapraklardan dolayı toplam asimilasyon alanı azaldığı için verim ve kalitede istenmeyen düşmeler meydana gelmektedir (Mullins vd 1992). Yaprağı için asma yetiştiriciliğinde salkım sayısı, yaprak alanını ve omcanın vejetatif gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir (Kaps ve Cahoon 1989). Bu nedenle salamuralık yaprak üretimi için tesis edilecek bağlardaki omcalarda bulunan salkımlar henüz çiçek aşamasındayken koparılmalı ve düzenli bir gübreleme (azotlu gübre) rejimi uygulanmalıdır (Odabaş vd 1992).

Kara (1990), Tokat yöresinde yetiştirilen 44 farklı üzüm çeşidinin ampelografik özelliklerini IBPGR’nin "Üzüm Tanımlayıcıları" metoduna göre belirlemiştir. Araştırmada çeşitlerin sürgün, genç yaprak, olgun yaprak, çubuk, çiçek

(24)

salkımı, üzüm salkımı, tane ve çekirdek özellikleri ile fenolojik özellikleri, büyüme özellikleri, verim ve kaliteye ilişkin özelliklerini incelemiştir.

Başoğlu vd (1995), tarafından Sultani Çekirdeksiz, Alfons ve Erenköy Beyazı asma yapraklarında gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına göre %5 salamuralı ve starter katılan uygulama ile en yüksek asit derecesine ulaşılmış, fermantasyondan sonra plastik torbalarda 65 °C, 75 °C, ve 85 °C’de 15 dakika süreyle pastörize edilen yapraklarda 75 °C’deki uygulamanın uzun süre bozulmadan saklama için yeterli olduğu belirlenmiş, duyusal değerlendirmelere göre de en iyi sonucun Sultani Çekirdeksiz asma yaprağı ile alındığını ve salamura yaprağa işlemeye en uygun çeşit olduğu saptanmıştır.

Manisada yapılan araştırmada Yuvarlak Çekirdeksizde yaprak alma uygulamalarında; 1 g ürünün olgunlaşması için gerekli yaprak alanının 12 cm² Asmanın tüm sürgünlerinde, tane tutumu döneminde %60 oranında yaprak alma uygulamaları verimi %26 oranında azaltırken, %20 oranındaki yaprak alma uygulamaları verimde önemli ölçüde fark yaratmamıştır (Kader ve Karabat 2004).

2.4. Asma Yaprağı

Asma yaprağı, gövdenin yanal organlarından birisi olup gövde ile beraber sürgünü oluşturmaktadır. Bu bakımdan yapraklar özümleme ile yükümlüdür; esas görevi fotosentez ve terleme olduğundan bu göreve uygun geniş bir yüzeye sahiptir. Fotosentez ürünleri gün içerisinde yapraktan tümüyle taşınamadıklarından besin değeri yönünden de önemli organ olarak değer taşımaktadır (Downton vd.1987, During 1988, Roper and Williams 1989).

Yapraklarda geniş bir dış yüzey, bol miktarda havalandırma sistemi ve temel dokuda da çok sayıda kloroplast bulunmaktadır. Yaprak, yaz sürgünü üzerinde boğumlara bağlı, sürgün eksenine dik, yassılaşmış bir organdır. Yeni oluşmuş yaprak, yaprak ayası, yaprak sapı ve yaprak sapında bir çift yaprakçıktan oluşur. Ayada beşli damarlanma asma yaprağının karakteristiğini verir. Yaprakların büyüklüğü, rengi ve şekli çeşide, büyüme şartlarına ve yaprağın sürgün üzerindeki yerine göre değişir (Kliewer 1981).

Asma yaprağının rengi açık yeşil, sarı-yeşil, koyu yeşil veya kırmızımsı olabilmektedir. Yaprak uçları dişlidir; her diş hydhode; bir su salgı bezi ile

(25)

sonuçlanır. Asma yaprağının bileşiminde şekerler, organik asitler, amino asitler, fenolik bileşikler ve bazı vitaminler bulunmaktadır (Ribereau ve Reynold 1971).

Şekil 2.3. Olgun bir asma yaprağının çeşitli kısımları. YS: Yaprak sapı, YK: Yaprak kulakçığı (stipula), YA: Yaprak ayası, UD: Uç dilim, ÜD: Üst yan dilim, AD: Alt yan dilim, SC: Sap cebi, ÜC: Üst cep, AC: Alt cep, ÜCM: Üst cep mesafesi,

ACM: Alt cep mesafesi, ID: ilk diş, L1, L2, L3, L4, (L1’, L2’, L3’, L4’,) :Ana ve tali

damarlar, α, β, γ, P (α’, β’, γ’, P’): Damarlar arası açılar, L: Yaprak uzunluğu, I: Yaprak eni, h: Diş yüksekliği, b: Diş genişliği.

Asma yaprağı genellikle dilimli ve kenarları dişilidir. Yaprak dilimleri, damarlar arasındaki üst ve alt ceplerin derinliklerine göre farklı sayıda olabilmektedir (Şekil 2.3). Yapraklar genellikle beş dilimli olmakla beraber, dilimsiz, üç dilimli ve nadir de olsa yedi dilimli olabilmektedir. Yaprak sapının aya kısmına birleştiği yerde

(26)

bir sap cebi bulunmaktadır. Sap cebi V şeklinde veya U şeklinde olabildiği gibi, açık, kapalı, O, üst üste binmiş şekilde de olabilmektedir.

Yaprak ayasının tam büyüklüğünü alabilmesi için oluşumundan itibaren 30– 40 günlük bir süreye ihtiyaç bulunmaktadır (Weaver 1976). Yapraklar bu dönemden 3–4 ay sonra yaşlanmaya ve yaprak dökümü için ayrım tabakası oluşturmaya başlar. Yapraklar yaşlanma ile birlikte kalınlaşırlar.

Sürgün ucundaki yaprakçıklar çok tüylü, sarımsı, kırmızımsı veya tunç renkli olmaktadır (Oraman 1972). Bazaldaki yapraklar genellikle daha küçük ve daha dilimlidirler. 5. ile 12. boğum arasındaki yaprakların karakteristik özellikleri çok daha sabittir. Galet (1956), bu özellikleri dikkate alarak yaprakları üç gruba ayırmıştır.

Olgun yapraklar: Yaz sürgünü üzerinde bazaldan itibaren 8.-11. boğumdaki yapraklar olup üzerinde gözlem ve ölçüm yapmak için en uygun zaman ben düşme dönemi veya sürgün büyümesinin durduğu dönemdir. Sürgün ucundaki genç yapraklar: Yaz sürgününün, büyümesi sona erinceye kadar, ucundaki açık ilk yaprak olup ampelografide önemli organlardır. Sürgün bazalındaki genç yapraklar: Primer tomurcuğun sürdüğü dönemde gözüken açılmış ilk üç yapraktır.

2.4.1. Yaprağın ampelografik önemi

Yaprak, ampelografik özellikleri itibariyle, asma tür ve çeşitlerinin teşhis ve tanımlanmasında en çok yararlanılan organıdır. Asma ve onun akrabalarında yaprak morfolojisi özel bir öneme sahiptir. Çünkü genotipler arasında yaprak şeklindeki farklılık ampelografinin temeli olup, asma çeşitlerinin tanımlanma ve sınıflandırma sanat ve bilimidir. Vitis cinsinde predominant olarak yaprak şekli beşgen olup bunda bütün ana damarlar aynı noktadan çıkar. Anahtarın diğer bileşenleri yaprak ana hatlarının ölçüm ve gözlenmesiyle (yapraklar böbrek, konik, kalp şeklinde) yaprak büyüklüğü (uzunluk x genişlik ile bulunur) ve lobların genişliği ve cepler (loblar arasındaki açıklık ceplerdir), sap cebinin şekli özel öneme sahiptir. Yine yaprak tüyleri, yaprak rengi, yaprak kesiti ve diş özellikleri incelenir. Asmalarda rastlanılan yaprak formları (a) Düz; (b) Üç dilimli; (c) Beş dilimli; (d) Yedi dilimli; (e) Maydanoz yaprağı tipli olabilmektedir.

(27)

2.4.2. Yaprağın biyolojik özellikleri

Yapraklar bitkilerin hem nükleer enerji üreten santralleri, hem besin üreten fabrikaları, hem de önemli reaksiyonları gerçekleştirdikleri laboratuarlarıdır. Yapraklarda önemli olan bu olayların nasıl gerçekleştirildiğini anlamak için yaprakların fizyolojik yapısını da bilmek gerekir. Yaprağın içyapısının enine kesiti alınarak bakılacak olursa dört tabakalı bir yapı olduğu görülecektir (Şekil 2.4).

Şekil 2.4. Yaprağın enine kesiti

Yaprağın yapısı incelendiğinde her birinde çok detaylı tasarımlar olan dört tabaka ile karşılaşılacaktır. Bu tabakaların su geçirmeme, ışığı daha çok emme, solunumu kolaylaştırma gibi yaprağın ışığı daha iyi alması ve daha fazla fotosentez yapabilmesini sağlayacak özelliklere sahiptir. Bu yapılardan ilki kloroplast içermeyen epidermis tabakasıdır. Yaprağı alttan ve üstten örten epidermis tabakasının özelliği, yaprağı dış etkilerden korumasıdır. Epidermisin üstü koruyucu ve su geçirmez mumsu bir madde ile sarılıdır. Bu maddeye kütikula adı verilir. Yaprağın iç dokusuna baktığımızda ise genelde iki hücre tabakasından oluştuğunu görürüz. Bunlardan iç dokuyu oluşturan palizad dokuda kloroplastça zengin hücreler, aralarında hiç boşluk bırakmadan yan yana dizilirler. Bu doku fotosentezi yürüten dokudur. Bunun altında bulunan Sünger doku ise, solunumu sağlayan dokudur. Sünger dokudaki hücreler, diğer bölümlerdeki hücrelere göre daha gevşek bir şekilde birbirine kenetlenmiştir. Ayrıca bu dokunun hücreleri arasında hava ile dolu boşluklar vardır. Görüldüğü gibi bu dokuların hepsi yaprağın yapısında son derece önemli görevlere sahiptir. Bu tür düzenlemeler yaprakta ışığın daha iyi dağılıp

(28)

yayılmasını sağlayarak fotosentez işleminin gerçekleşmesi açısından son derece büyük bir önem taşırlar.

Yaprağı oluşturan dokular güneş ışığını maksimum toplayacak, her türlü dış etkiye dayanabilecek, en az malzemeyle en fazla işlem yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. Yaprağın bölümleri sırasıyla kısaca açıklanmıştır.

Üst ve alt epidermis: Bu iki hücre katmanı mumsu dokuyu oluştururlar. Yaprağın en dış kısmını oluşturan bu doku çok farklı bir yapıya sahiptir. Özel hücreler tarafından üretilen mumsu yapı, yaprağın üzerinde su geçirmez bir tabaka oluşturur. Böylece aşırı su kaybını engeller. Güneş ışığını yansıtır. Bitkinin gözenekleri kapandığında, bu doku sayesinde bitki bir balon gibi içindeki havayı ve sıvıları hapsedebilir.

Mezofil: Bu dokunun da çok önemli işlevleri vardır. Fotosentez yapan iki hücre katmanından meydana gelir: Palisad mezofil çubuksu hücrelerden oluşur, süngerimsi mezofil ise küresel hücrelerden meydana gelir. Bu hücreler fotosentez tesisleri olan klorofilleri barındırırlar. Bunun dışında çeşitli görevler için de özel yapılara sahiptirler. Üst epidermis hemen hemen stomadan yoksundur. Epikutikular wax’ın bir iyi farklılaşmış tabakasını taşır. Alt epidermis çok sayıda stoma içerir ve iri stoma alt boşluğuna sahiptirler. Alt epidermis kutikuladan yoksundur fakat genotipe bağlı olarak farklı tipte tüylere (yünsü, dikenimsi, glandular) sahiptir. Bu tüyler genellikle damarlar üzerinde bulunur ve yaprak alt yüzeyinin tüylülüğü çeşit tanımlama için kullanılışlı bir karakterdir.

Hava Boşlukları: Hem süngerimsi hem de çubuksu mezofil hücrelerinin arasında hava boşlukları vardır. Süngerimsi mezofildeki hava boşlukları daha büyük ve stomalara daha yakındır. Ancak bu yerleşim gelişigüzel değildir. Bu sayede süngerimsi mezofil ihtiyacı fazla olduğu için, çubuksu mezofile göre daha fazla karbondioksit alır.

Stomalar: Yaprağın alt yüzündeki küçük deliklerdir. Yapraklarının üst yüzeyinde gözeneğe sahip olan birkaç bitki de vardır. Bu gözenekler yaprağın en

(29)

özel parçalarından biridir. Yaprağın dış dünyayla bağlantı kuran kapısı gibi, yaprağa havadan giren gazları, yapraktan çıkacak buharı, yaprağın içindeki basıncı denetlerler. Bunun yanında diğer görevleri ve açılıp kapanmasını sağlayan gözcü hücreleriyle birlikte bir tasarım harikasıdırlar. Stomalar ısı ve su transferi sağlamak ve fotosentez için gerekli olan CO2'i atmosferden temin etmekle görevlidirler.

Gözenek, gerektiğinde açılıp kapanabilecek bir yapıya sahiptirler. Gözenekler açıldığında yaprağın hücreleri arasında bulunan oksijen ve su buharı, fotosentez için gereken karbondioksit ile değiştirilir. Böylece üretim fazlalıkları dışarı atılırken, ihtiyaç duyulan maddeler değerlendirilmek üzere içeri alınmış olur.

Şekil 2.5. Yaprak kesiti üzerinde stomanın görünümü

Asma yapraklarının üst yüzeylerinde stoma bulunmazken, alt yüzeyde oldukça fazla sayıda stoma bulunur. Uzunlukları 30–40 µm olan stomalar çeşit ve türe göre mm2 de 150–400 adet arasında bulunmaktadır (Currle vd.1983). Birim alandaki stoma sayıları üzerine çeşit farklılığının etkisi yanında, yaprağın yaz sürgünü üzerinde bulunduğu yer, bitki ve yaprak yaşı, ekolojik koşullar ve uygulanan kültürel işlemler de etkili olabilmektedir (Eriş ve Soylu 1989, Düzenli ve Ağaoğlu 1992).

(30)

Şekil 2.6. Asma yaprağının alt yüzeyinde stoma ve stomanın açılıp kapanması

Damarsal kümeler: Yaprağın ortasından geçen ana damardır. Yaprak yüzeyini kaplayan diğer damarlar damarsal kümelerden meydana gelir. Ksilem, yaprak içinde çok önemli görevlere sahip odunsu bir dokudur. Bütün bitki içinde, vücudumuzdaki damarların görevini gören bu doku aldığı çeşitli görevlere göre değişik yapılar kazanır. Örneğin topraktan su ve mineral tuzlarını getirir; bazen depo görevindedir; bazen de oldukça sert bir odun haline gelerek bitkiye destek olur. Bu damarların bitki ve yaprak içindeki dağılımları gelişigüzel değildir. Her yaprak ve yapraktaki her damar belirli bir tasarıma ve biçime sahiptir. Yaprağın düz ve dik durmasını sağlayan bu damarlar yaptıkları görev için belirli fiziksel formüllere uymaktadırlar.

Floem: Bu borular amino asit gibi organik besinleri yaprağa getirir, ayrıca şekerli sıvıyı yapraktan dışarı taşır. Fotosentezle üretilen glikoz, sakaroza çevrilir ve floem ile bitkinin diğer bölümlerine taşınır ya da nişastaya çevrilip depolanır.

Vakuol: Bitki hücresinin önemli bir bileşeni ise içi sulu bir karışımla dolu, hücreye ince bir zarla bağlı bir kese olan vakuoldür. Bu kesenin içindeki hücre özsuyu genellikle hafif asidiktir. Vakuol aynı zamanda bir kısım reaksiyon için gerekli olan ıslaklık derecesini ve hücrenin ışığa göre eğilim hareketlerini ayarlar.

(31)

2.4.3. Asma yaprağının besin öğeleri

Asmanın değişik organlarında bulunan makro ve mikro besin elementleri aşağıda tablo halinde sunulmuştur. (Çizelge 2.3).

Çizelge 2.3. Asmanın değişik organlarında bulunan makro ve mikro besin elementleri (g/100 g kuru ağırlık)

Besin Elementi Yaprak Odun Tane Çekirdek

C a (g/100 g k) 1.82–2.85 0.64 0.08–0.40 0.45–0.68 P (g/100 g k) 0.08–0.20 0.14 0.19–0.35 0.33–0.34 K (g/100g k) 0.59–0.98 0.76 0.84–2.42 0.59–0.65 Mg (g/100g k) 0.24–0.43 0.10 0.04–0.13 0.10–0.12 S (g/100g k) 0.10–0.11 0.04 0.03–0.12 0.04–0.07 B (ppm) 16–2000 5–50 15–34 - Cu (ppm) 3–47 15–16 5–10 - Fe (ppm) 190–220 28–33 13–530 -

Asmanın diğer organlarında olduğu gibi yapraklarında da önemli oranda besin elementleri bulunmaktadır. Bu da hem taze olarak hem de salamuraya işlenen asma yapraklarının insan beslenmesindeki önemini göstermektedir. Asma yapraklarının fotosentezdeki işlevleri nedeniyle karbonhidrat içerikleri de oldukça yüksektir. Yapraklar sürgün üzerinde helezoni bir şekilde yer alırlar. Şekerler, organik asitler, fenolik bileşikler ve bazı vitaminleri bünyelerinde bulundururlar (Ribereau vd 1971, Weaver 1976). Anadolu asma kültürünün bir ürünü olarak günlük diyetimizde yer alan asma yaprağının besin değeri literatürde 100 g içerisindeki bileşenler olarak şu şekilde bildirilmektedir. 2.12 g toplam yağ, 1.06 g çoklu doymamış yağ, 0.08 g tekli doymamış yağ, 93.02 kalori, 5.6 g protein, 17.31 g karbonhidrat, 11.00 g diyet lifi, 6.3 g şekerler, 9 mg sodyum, 363.08 mg kalsiyum, 2.63 g demir, 91.02 mg fosfor, 11.10 mg C vitamini, A vitamini 1376 ıu olarak bildirilmektedir (Anonymous 2006b). Bu kompozisyonu ile günlük olarak tükettiğimiz diğer birçok bahçe ürünü ile yarışır hatta üstün durumdadır. Asma yaprağının ekonomik değeri de dikkate alındığında bağın bir yan ürünü olmaktan öteye ayrı bir ürün olarak üretimi ve çeşitli yönlerinin araştırılması gereği ortaya çıkmaktadır.

(32)

Asma yaprağı diğer bitkilerle kıyaslandığında daha yüksek oranda besin elementleri içermektedir. Çizelge 2.4’de asma yaprağı ve bazı bitkilerde bulunan makro ve mikro besin elementleri sunulmuştur.

Asma yaprağı iki kopma tabakasına sahiptir, biri aya ve yaprak sapı birleşim yeri ve diğeri yaprak sapının sürgüne bağlantı noktasıdır. Sonbaharda yaprak dökümü ayanın yaşlanması tarafından uyarılarak kopma tabakası faal hale gelir. Bazı çeşitlerde üst kopma bölgesi ilk önce aktive olur ve aya yaprak sapından önce dökülür. Genç ve hızlı büyüyen yapraklar asmanın diğer parçalarından yaşlı yapraklarından veya rezerve gıdalarından kuvvetle karbonhidrat alır (Hale ve Weaver 1962; Koblet 1969; Scholefield vd 1975).

Çizelge 2.4. Asma yaprağının bazı yaprak sebzelere göre besin kapsamın karşılaştırılması (100 g tüketilen kısım esas alınmıştır)*

Bitkiler Kalori Protein (g) Karbonhidrat (g) Diyet lifi (g) Ca (mg) P (mg) Vitamin A (IU) Vitamin C (mg) Amerikan asma yaprağı 93.02 5.60 17.30 11.00 363.08 91.02 26998.98 11.10 Amerikan üzümü 63.09 0.60 17.22 1.00 14.02 10.01 100.15 4.00 Vinifera yaprağı 71.10 0.70 17.82 1.00 11.01 13.02 73.11 10.81 Marul 18.02 1.30 3.50 1.90 68.10 25.03 1902.90 18.02 Ispanak 22.03 2.90 3.50 2.70 99.15 49.07 6725.25 28.14 Aysberg 13.02 0.99 2.10 1.40 19.02 20.03 330.50 3.90

* Çeşitli kaynaklardan alınarak tarafımızdan hazırlanmıştır.

Yaşlanmış asma yapraklarının salamuralık asma yaprağı üretiminde ve insanlarda beslenme olarak selüloz içeriği yönünden bir anlamı kalmaz. Besin içeriği olarak ve fotosentezde üretilen karbonhidrat miktarının yaşlı yapraklarda az olması, ayrıca yaşlı yaprakların sert bir yapıya sahip olması nedeniyle salamuraya uygun değildirler.

(33)

3. MATERYAL ve METOT

3.1. Materyal

Araştırma 2004–2005 yılları vejetasyon dönemlerinde Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Uygulama Serasında yürütülmüştür. Araştırmada materyal olarak ülkemizde salamuralık asma yaprağı üretim ve tüketiminde yapraklarının şekil, kalınlık, tüylülük, dilimlilik gibi özellikleri yönünden en çok tercih edilen çeşitlerden Narince ve Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşitleri seçilmiştir. Narince üzüm çeşidinin çelikleri Tokat Ziraat Fakültesi’nden, Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşidinin çelikleri ise Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsünden temin edilmiştir.

Deneme kullanılan üzüm çeşitlerine ait çelikler köklendirme ortamında köklenmeleri sağlandıktan sonra seraya köklü çelikler halinde dikilmiştir. Fidanlarda tepe alma işlemi uygulanarak her fidanda 4 sürgün gelişimi sağlanmıştır.

Sera şartlarında yetiştirilen bu omcalarda GA (Berelex) ve HA’in yaprak üretimi ve buna bağlı olarak birim alandan elde edilecek asma yaprağı gelirine etkileri araştırılmıştır.

3.1.1. Bitkisel materyalin özellikleri

Denemede bitkisel materyal olarak Sultani Çekirdeksiz ve Narince üzüm çeşitlerine ait çeliklerden üretilen genç omcalar kullanılmıştır.

Sultani Çekirdeksiz

Sultani Çekirdeksiz meyveleri ince kabuklu, beyaz renkli, elips ve küçük taneli, karışık budama isteği olan, yola dayanıklı ve muhafazaya uygun bir çeşittir. Yuvarlak Çekirdeksizle birlikte Ege Bölgesi bağlarının yarıdan fazlasını oluşturan, dünyaca meşhur mükemmel kaliteli kurutmalık bir çeşittir. Sofralık olarak da değerlendirilmektedir. Bu durumda tanelerinin irileşmesi için GA uygulanır, bilezik alınır ve çiltim seyreltmesi yapılır. Tanelerin salkıma bağlantıları zayıf olduğundan pazara ulaşıncaya kadar tanelenme yapar. Omcaları kuvvetli gelişir. Bu yüzden budamada fazla göz bırakılır (Anonim 2006c). Dünyada ticari anlamda çekirdeksiz kuru üzüm üretiminde kullanılan en önemli çeşittir. Bir Türk çeşidi olan Sultani Çekirdeksiz ABD’de Thompson Seedless, Avustralya ve Güney Afrika’da Sultana,

(34)

Yakın Doğu’da Sultanina, Orta Asya’da Ak Kişniş olarak adlandırılmaktadır (Anonim 1997).

Şekil 3.1. Sultani Çekirdeksiz çeşidinin serada görünümü

Şekil 3.2. Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşidinin salkım, çiçek, sürgün ucu ve olgun yapraklarının görünümü.

(35)

Narince

Tokat ve Amasya yöresinde bağların %80-90'nı bu çeşitten kurulmuştur. Kaliteli şıralık - şaraplık özelliğe sahip yerli bir çeşidimizdir. Verimli bir çeşittir. Kısa veya karışık budanır. Meyveleri orta kalın kabuklu ve beyaz renklidir (Anonim, 2002). Salkımları orta büyüklükte salkım şekli konik, kanatlı ve oldukça sık tanelidir. Yaprakları taze ve salamuraya işlendikten sonra tüketim amacıyla çok tercih edilir. Üretim bölgesinde bazı bağlarda meyvesinden daha ziyade yaprağı için yetiştiriciliği yapılmaktadır (Ağaoğlu vd 1988).

(36)

Şekil 3.4. Narince üzüm çeşidinin salkım, çiçek, sürgün ucu ve olgun yapraklarının görünümü (Kara 1990).

3.1.2. Köklendirme ortamı

Çelikleri köklendirme materyali olarak Richter sandıkları kullanılmıştır. Çimlendirme sandığı olarak kullanılan bu sandıkların içten içe boyutları 675 mm x 520 mm x 460 mm’dir. Denemede kullanılan Sultani Çekirdeksiz ve Narince üzüm çeşitlerine ait çelikler 35–40 cm uzunluğunda hazırlanarak Richter sandıklarında kavak talaşı ile katlama işlemi yapıldıktan sonra 22 °C sıcaklıkta ve %85 neme sahip köklendirme odasına alınmıştır. Köklendirme odasında 25–30 gün bekletilip köklenmesi sağlanmıştır. Çeliklerde kök gelişmesi sağlandıktan sonra ısıtmalı cam seraya alınmıştır.

(37)

Şekil 3.5. Richter sandığında katlama işlemi: Çeliklerin köklendirilmesi Narince (sağda) ve Sultani Çekirdeksiz (solda) asma çelikleri

3.1.3. Seranın hazırlanması

Deneme için Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesine ait Uygulama Serası kullanılmıştır. Serada öncelikle toprak tesviye işlemi yapılmıştır. Serada bitki sayısına ve uygulama şekillerine göre parsellendirme işlemi yapılmıştır. Dikim yapılacak alana damla sulama sistemi döşenmiştir. Bitkilerin aşırı güneş ışığından etkilenmesini önlemek için sera çatısı kireçle badanalanmıştır.

Şekil 3.6. Seraya köklü Narince ve Sultani Çekirdeksiz çeliklerinin dikimi

3.1.4. İpe alma işlemi

Narince ve Sultani Çekirdeksiz üzüm çeşitlerine ait çelikler seraya dikildikten sonra sürgünler ipe alınarak iyi sürgün gelişimi sağlanmıştır. Yazlık sürgünlerde sürgün gelişme istikametleri iple desteklenerek düzenlenmiştir.

Şekil

Çizelge 1.1. Başlıca bağcı ülkelerin 2005 yılına ait alan, toplam üretim ve verim  değerleri
Çizelge 1.2. Ülkemizin yıllara göre asma üretim alanları ve üretim değerleri.
Şekil 1.1 Salamuralık asma yaprağı taze, salamuraya işlenmiş ve ticari  ürün olarak ambalajlanmış halde
Çizelge 2.2. GA’e karşı bazı asma tür ve çeşitlerinin reaksiyonel özellikleri  Yüksek hassasiyet
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

39 Mehmet Genç, “Yaptıklarım Yapacaklarımın Yan Ürünüdür”, Türk Tarih- çiliğinde Dört Sima, (İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür AŞ.2. Genç’in

Başta sağlık personeli olmak üzere hastanedeki tüm personelde aşırı yorgunluk, stres, yabancılaşma, çatışma ve tükenmişliğin artması sonucunda hastaların

Sonuç olarak, çalıĢmada nandrolon (nandrolone deconate) ve testosteron (testosterone propionate)‟un; tavĢanlarda her iki cins üzerinde de plazma kalsiyum ve PTH düzeyleri

Varyans analizi sonuçlarına göre kullanılan kabuklu ve kabuksuz lüpen ununun, fırınlama ve kızartma işlemlerinin, formülasyonların, lüpen unu x pişirme

Çalışma grubunu ise, Bekir Küçükay’ın “Klasik Gitar İçin Başlangıç Metodu”, John Mills’in “Temel Gitar Metodu”, Kemal Belevi’nin “Gitar

One controversial tension in urban development process of holy cities is the tension between urban growth, on the one hand, and adapting city structure to the needs of pilgrims on

Genel olarak kısa dönem Phillips eğrisi analizinde, işsizlik oranı ile enflasyon arasında negatif yönlü bir ilişki olmasına rağmen uzun dönem analizinde iki

Hiyerarşik yükselme ve yönetim görevlerine gelme ise, belirli bir hizmet süresi esasına göre, objektif ölçütler çerçevesinde olmalıdır (Yılmaz, 2003: 276). Ancak bu