• Sonuç bulunamadı

Kendini sürekli yenileyebilen öncü şiir ustası, İlhan Berk:Modernlik, dile bakmayı öğrenmektir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kendini sürekli yenileyebilen öncü şiir ustası, İlhan Berk:Modernlik, dile bakmayı öğrenmektir"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

M illiyet ih m^ Cum artesi 10 Haziran 1995

20 ENTELLEKTUEL BAKIŞ

Şahin Alpay

-Kendini

sürekli

yenileyebilen

öncü şiir

ustası

,

Ilhan Berk:

Adam Yayınları'rıdarı

“İstanbul Kitabı”nın

yeniden basımı ve Ezra

Pound: Seçilmiş

Canto’lar

adlı ortak

çeviri çalışması, Yapı

Kredi Yayınları'ndan

Kanatlı At (söyleşiler)

ve Inferno (Günlükler,

denemeler), Ilhan

Berk’

in 1995

başlarında okura

ulaşan yapıtları. Ünlü

şairimizle, yıllardır

yaşadığı Bodrum 'da

konuştuk.

Muhabir

NADOLU Üniversitesi İleşitim Bilimleri Fakül- ş tesi, gittikçe gelişme gösteren bir gazetecilik o-

İkulumuz. Geçenlerde bir bütün günü fakülte­ nin son sınıf öğrencileriyle geçirdim. Tabii konumuz Türkiye'de basındı. Öğrenciler, basının en önemli so­ rununun ne olduğunu sordular. Verdiğim cevabı o- kurlarla paylaşmak istiyorum.

Öğrencilere önce şu anımı anlattım: Stockholm 'de geçirdiğim 1970'lerde, dünyanın en iyi gazetelerin­ den biri olan Dagens Nyheter 'in sürekli okuruydum. Yurda dönüp Cumhuriyet 'te gazeteciliğe başladı­ ğımda, bu "kötü" alışkanlığın bedelini ödeyecektim.

Bir sabah gazeteyi okurken irkildim. Bu kadarı da olmazdı! Dış haberler sayfasında çıkan Afganistan ile ilgili bir "haber", hızlı solcu dergilerden alınmış bir makale gibiydi.

"Haberi" kaleme alan muhabire, bu haberin niçin

bir köşe yazısına benzediğini sordum. Cevap şuydu:

"Abi, köşe yazarları her Allah'ın günü görüşlerini ya­ zıyorlar da, biz niye yazmayacakmışız!" Ne meramı­

mı anladı; ne de anlatabildim...

Türk medyası, olanca çeşitliliği, çoğulculuğu ve di­ namizmiyle demokrasimizin belki en önemli gücü. Ama, toplumda medyaya karşı bir güvensizlik olduğu da bir gerçek.

Basın açısından bakıldığında, bunun gözle görü­ nen elbette birçok nedeni var. Bence, yeterince üze­ rinde durulmayan, belki en önemli nedeni, haber - yorum ayrımına gereğince önem verilmeyişi. Bunun sonucunda (biraz abartmak pahasına) denebilir ki, o- kurlar gazetelerde çıkan haberleri, haber midir, yo­ rum mu ayıramaz; dolayısıyla inanamaz, güvenemez oldular.

Türk basınında, haberlerin olayları, gerçeğe doğru­ lanabildiği ölçüde uygun olarak, bütün unsurlarıyla, ilgili tüm tarafların görüşleriyle, objektif olarak yansıt­ ması; olay üzerine herhangi bir yargıda bulunmaması gerektiği ilkesi ne ölçüde yerleşmiştir?

Yorumda objektifliğin, farklı görüşteki yazarların farklı görüşlerini dile getirmeleriyle sağlanabileceği; hiçbir yazarın kendi başına objektif olamayacağı, ne denli yerleşik bir anlayıştır?

Bu sorular geçerliliğini koruyor.

Yorum yazmaları beklenen köşe yazarlarının bir­ çoğunun (biraz da hemen her gün yazmak mecburi­ yetinden) gittikçe haberciliğe yönelmeleri, BabIa­

li'nin kendi tabiriyle, "köşe muhabirliği" müessesesi- ni doğurdu.

En önemli haberler köşe yazılarında yazılır oldu. Haber kaynakları (yani, siyasi ve iktisadi güç odakla­ rı) günlerinin önemli bir bölümünü gazetecilerle yap­ tıkları telefon konuşmalarına ayırır oldular; köşesi ol­ mayan gazetecileri, yani muhabirleri muhatap ya da ciddiye almaz oldular.

Neticede gazetelerde "köşeler" çoğalmaya başla­ dı; gazeteler neredeyse köşe yazılarından oluşur hale geldi. Buna bir de köşe yazarlarına yüksek, muhabir­ lere düşük ücret politikası eklenince, muhabirlik ca­ zip olmaktan uzaklaştı. Gazetelerde, konularını iyi bilen uzman muhabirlere ender rastlanır oldu. Ha­ berciliğin esas kaynağı, bir anlamda kurudu.

Gazeteciliğin öteki ana işlevi, yorumculuk da bu durumdan olumsuz etkilendi. Olayları yorumlamak­ tan çok haber yakalama peşinde koşan bir kısım köşe yazarları, haber kaynaklarıyla (siyasi ve iktisadi güç odaklarıyla) biraz fazla içli dışlı oldular.

Haberle yorumun ayrılması; haber - yorum denge­ sinin kurulması; muhabirlere ve habere bugün oldu­ ğundan çok daha fazla değer ve yer verilmesi, bası­ nın güven eğrisini yukarıya çevirebilmesinin belki başta gelen koşulları.

Türkiye'de genel olarak medya ve özel olarak ba­ sın, sivil toplumun ve toplumsal muhalefetin, dolayı­ sıyla demokrasinin en önemli gücü. Bunu kimse in­ kar edemez. Ama medya, güvenilirliğini sarsan et­ kenler üzerinde düşünmek ve tedbir almak zorunda.

Medyanın ağırlığını ve saygınlığını koruma kaygısı herkesten önce biz gazetecilerin sorumluluğu.

Modernlik,

dile bakmayı

Öğrenmektir

/ telden sonraki be­

li

/

1

şinci ev” diyordu ll-l h a n Berk’in tell-lefon-

I daki sesi, “önünde

1 I bir palmiye var..”

\ _ / Yirm i y ıl önce “İl­

han B erk’in evi” dendi mi,

herkes bilirdi. Bodrum Kalesi kadar belirgin bir yer işaretiy­ di bu ev, tek başmaydı, beyaz ve esrarengizdi. Bir tür mabet gibiydi, orada “uzun bir a-

dam” yaşıyordu, yürüyüşe çık­

tığımızda biraz çekinerek evin önünden geçerken, çocuksu bir heyecanla ne yaptığmı merak ederdim.

Bugün etrafını kuşatan yer­ leşim kalabalığında, palmiyeye rağmen, güçlükle buldum evi. Am a Ilhan Berk, sanki yirm i y ıl önceki merakıma cevap ve­ rir gibi, sessizce kitap okuyor­ du.

Şairin deniz yamacma tara- ça gibi tutunmuş stüdyosunun hemen her köşesinde, okuma­ nın çeşitli evrelerinde duran kitaplar kıvrılm ış sıralarını bekliyor zaten.

Okumayı çok seven bir şair­ siniz dediğimde, cevabı bir ya­ şamın özeti sanki: “Y a okuyo­

rum, ya yazıyorum”.

Uzun B ir Adam adlı özya-

şam kitabında söylemişti aslın­ da, “yazmak yaşamakla bir­

leşti bende” diye. (Yahut da:

“ Kitaba elim uzanıyorsa salt yazacaklarıma yarayacak diye uzanıyor” .) Am a bir de kendi­ sinden duymak istedim. Neydi başlangıç?

“ Yazmadan yapamıyorum diyebilirim tabii, ama başlan­ gıçtaki amaç sadece kendimi anlatmak; böyle bir adamm va­ rolduğunu göstermek. Böyle bir adam var, bu bilinsin isti­ yorum, sadece bu.”

Kendisini kalemdeki kurşu­ na benzettiği imge geliyor aklı­ ma. Varolduğu konusunda şüpheleri m i vardı şairin?

“ Başlangıçtan bahsediyo­ rum. Zaten ikide bir oraya ge­ lirim, varolma düşüncesine.

Heidegger’in bir lafı vardır:

Ben’i sıkıya almak. Yani varlı­ ğı. Benim için değişken şair derler, aslında o ben’i bçzguna uğratmak istiyorum, çünkü sı­ kılıyorum. Anlatma biçimleri beni çabucak bıktırabiliyor.”

(K işiyi değiştirir şiir/ insan­ daki değişme, değiştirme gücü­ nün ta kendisidir.)

Her zaman böyle miydi, diye merak ediyorum tabii. İlhan Berk, 1950lere kadar olan dün­ ya görüşünde, (yani Günaydın

Yeryüzü, Türkiye Şarkısı, Köroğlu gibi kitaplarında) kendini hep toplumun sorunla­ rıyla uğraşmış gibi hissettiğini anlatıyor:

“Türkiye’nin bir çok yerini dolaştım öğretmen olarak ve hep toplumun acıları, toplu­ mun sorunlarıyla ilgilendim. Bunları da ben değil

sanki toplum istiyor­ muş da onun için yazmışım gibi gelir bana. Bundan şika­ yetçi değildim ama o zamana kadarki ev­ rede nasıl yazaca­ ğımdan çok ne yaza­ cağımı, konuyu me­ rak etmişim hep. On­ dan sonra değiştiğini hissediyorum, boyu­ na değişen bir çizgi yakalıyorum, bana öyle geliyor.”

Kendi şiir serüve­ ninde adeta Türk şii­

rinin yakın tarihini anlatıyor İlhan Berk usta. Boşuna değil, bir kitabına “Şiirin Gizli Ta­

rih i” admı verişi. Bir tek Il­ han Berk şiiri kalsa, modem

Türk şiirine dair iy i bir fik ir e- dirnnek mümkün olurdu!

Belki de Türk şiirinde eksik olan her şeyi tamamlamak için yazıyor Ilh an Berk. Üstelik, şiirine girmeyen hiç bir şey varolamazmış gibi bir taze me­ rakla ve açlıkla. A yn ı zaman­ da, metodik ve bilge bir sabır­ la. Nasıl bağdaşıyor ikisi?

“ Kendimi bildim bileli, dün­ yayı yazmaya gelmişim gibi bir duygu vardır bende. Her şeyi yazmam gereklidir, her şeyi ihtiyarlatıp bırakmak isti­ yorum. Yani adlandırıp bırak­ mak istiyorum. Am a nasıl bı­ rakmak istiyorum? Genç değil, öldürerek bırakmak istiyorum. Bu da bir gerçek. Ve çok insaf­

sız.

(Bazı şeyler hala adlandırıl- madıysa/yoksa,/ şiirlere gir- mediğindendir)

Bu insafsızlığın kaynağını merak ediyorum. Sevgi mi, yoksa öfke mi? Cevap şaşırtıcı: “ Güzelliğin geride kalmasına dayanamıyorum. Güzel bir dünyayı bırakarak gitmek iste­ miyorum. Hiç insancıl değilim. Yazmanın dışmda bir insancıl­ lığı zaten anlamıyorum.”

İlhan Berk’in modem şiirde

“dünya paylaşmak” anlamın­

da en ilgilendiği Türk şairinin

Ahmet Haşim olması da rast­

lantı değil herhalde. “Türk şii­

rinin m odem yapışım ilk kuran kişi” ve “ gelenek diye

bir şey varsa en çok yaslanabi­ leceğimiz adam” dediği Haşim için “ M odem şiirin en büyük

d

Î Î

Şiir her

şeyden önce dil

demektir. Dilin

bütün hallerini

de yaşar. Şiir

dilinin

doğasında söz

olmayan bir dil

vardır. Şiir bu

kırat dili

a r a r .^

ustası M a lla rm e’yi, onun söz­ den çok duyurma gücünü ya­ kalayabilmiştir” diye düşünü­ yor.

Salt söze dayanmayan bir duyurma gücü, İlhan B erkin de şiirinde var. Kaynağını böy- lesine güzel anlattığı modern­ likten ne anladığını soruyo­ rum.

“ Modernlik olayı, çağıyla çok sıkı fık ı yaşamaktır. Bir şair için dil çok önemli. Çağı­ mızda dil çok önemli bir yer tutuyor. Şimdiye kadar bir çok yazar dile bakmayı akıl etme­ miştir. M odem olmanın çok ö- nemli yönlerinden birisi dile bakmayı öğrenmektir. Çağınla beraber dile bakmak. Çünkü şairin tek malzemesi dil. “

(Ayak basılmadık yerlerini benden esirgeme/ çok görme bunu bana/ sevgili dil.)

Ve Ilhan B e rk ’in yeni bir

Nilüfer Kuyaş

Fax: (212) 505 62 55

serüvene daldığı çıkıyor orta­ ya:

“ Şimdi yeni yeni bir poeti-

ka üzerinde çalışıyorum, bu

bir kitap da olacak ve bir şey beni çok ilgilendirmeye başla­ dı: Söz olmayan dili yakala­ mak. Söz olmayan dil. Söz ne­ redeyse şiiri öldüren bir olay­ dır.”

( “Dilin belini getirmektir şiir”)

Bir tinsel İlhan Berk var di­ ye düşünüyorum, yeryüzü aşk­ larında tinsel sonsuzluğu ara­ yan; bir de ussal Ilhan Berk var, ölümlülüğün ansiklopedi­ sini çocuk neşesiyle üreten. (İmgelem çünkü hep ev sahibi­ dir./ Us ise kiracıdır.) Ya İlhan Berk nasıl görüyor İlhan Berk’i?

“ Entellektüellikten çok sıkı­ labilirim ” diyor şair, biraz mu­ zip bir tebessümle. “ Şiirin ver­ diği bilgiyi ancak şöyle açıkla­ yabilirim ” diye devam ediyor ve en sevdiğim kitabından, De­ niz Eskisi’nden bir kaç dize o- kuyor:

“ Şiirde anlam her şey değil­ dir./ Herakleitos’un yazdıkla­ rın ı nasıl bulduğunu soran E-

uripides’e, Sokrates:/ Anla­

dıklarım çok yüce şeyler/öyle sanıyorum ki anlamadıklarım da.../ Yalnız Delos’lu bir dal­ gıç gerek. Diye yanıtlar./ Bu hele şiirse anlam bütün bütün yitirir gücünü.”

Şiirde kapalılık ve şiirde an­ lam, Hhan Berk’in belki de en çok kafa yorduğu, en çok şiir yoğurduğu konu. (“Anlaşıl­

makta büyük sakıncalar var, büyük yitmeler v a r”.)

ManisalI bir yalnız çocuktan, bu bilgeliğe nasıl geldiğini sor­ maya çekiniyorum şaire. Sade­ ce “ Siz ikinci Yeni’ciler neden böyle bilgesinizdir” deyip, aklı­ ma takılan bir sözünü hatırla­ tıyorum: “ Sadece şairlerin ço­ cukluğu uzundur” . Hala çocuk musunuz?

“ Onu bırakmak benim için ölüm gibi bir şey. Çünkü bir gün böyle bir zamanlar geçir­ dim, yani çocukluğumu bıra­ kır gibi, yani deliliğim i demek istiyorum. Doğrusu sımsıkı sa­ rıldığım odur. Bilgeliğe gelin­ ce, sanırım kendimizle çok uğ­ raşıyoruz. Yani kendine dön­ mek.”

Bu kendine dönüşü “en iyi

çağlarım ” dediği son yirm i

yılda, Bodrum’da daha bir dolu yaşamış Ilhan Berk. Hakkmda nice kitap yazdı­ ğı İstanbul’u terkettikten sonra (Sen büyük kederimi­ zin şehri/Sen elim iz ayağı­ mız), Galile Denizi ve De­

niz Eskisi gibi kitaplarında

anlattığı Bodrum insanları­ nı, onların sıradan öyküle­ rin i seviyor. Turizmin bü­ tün çarpıklığına rağmen “her şeyi dışlayabiliyor ve kendi kalıyor” dediği Bod­ rum’un kendi kimliğine bağlanmaktaki bilgeliğiyle adeta özdeşleşmiş. Bodrum­ luların beşaltı el marifeti öğrenerek yetişmeleri hoşuna gidiyor. Tıpkı kendisinin şiirle resim yapmak arasında gidip geldiği gibi:

“ Resim olayı büyük keyifler veriyor bana. Resimle bütün­ leştiğimi hissediyorum. Yaza­ madığım zaman, o kendiliğin­ den geliyor. Çok çabuk da biti­ yor. Resimden de anlamadığım bir gerçektir. Ben ressam ol­ madığım için iyi resim yapıyo­ rum!”

Ve şairlerin hayatı yoktur diyordu İlhan Berk. “ Kültür­ süz bir toplumuz. Şairlerin bu toplumda hiç bir yeri yoktur” diyordu. (Zor olan şiirin haya­ tını yaşamaktır/ Yazmak son­ ra gelir hep)

Halbuki ben şairin yanından ayrılınca, yirm i y ılı bir anda süiveren evin önünde, yine o- nun bir dizesi çıktı karşıma:

“Dışarıda bir dilim ekmek gibiydi gök.”

Taha Toros Arşivi

* 0 0 1 5 1 8 0 6 0 0 0 6 *

Referanslar

Benzer Belgeler

Cessâs, Kur’an’a muhalif olduğu için kabul edilmeyen haberler arasında daha bir çok örnekleri zikreder, mesela “sütü sağılmamış ve memesi şişirilmiş koyunla” ilgili

Bu durumda denilebilir ki gençler kendi grubuna ait olan ve örnek olduğuna inandıkları özellikle Ak Gençlik cephesinde daha önce de literatürde iĢlendiği gibi

1950’lerin ortalarında beliren genç şa­ irleri hem etkiledi, hem de onlardan bazı et­ kiler aldı, İkinci Yeni akımına katıldı.. Köroğlu (1955), Galile Denizi

Evlilikleri”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, İstanbul 1994, I, 306; Bünyamin Erul, çevirenin önzsözü, Bedruddin ez-Zekeşi, Hz. Aişe’nin Sahabeye

İşçilerin yarısından fazlasının sigara kullandığı, her beş işçiden birinin kronik bir hastalığa sahip olduğu, bunlardan da gastrointestinal sistem ve solunum sistemi

Literatürle uyumlu olarak çalışmamızda da tedavi alan olguların tedavi almayan olgulara oranla sigara bırakma başarısı anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur.. Sigara

Kadıköyünde Murat usta da çok güzel utlar yapmıştır. Süslü, sedefli Şam utları da

En s›k görülen infeksiyon türünün her iki grupta (dahili ve cerrahi bilimler) da, üst solunum yolu infeksiyonlar› ol- du¤u (Tablo 1); en çok tercih edilen antibiyotik