BURHAN
FELEK
B Ü Y Ü K B A B A M IN
A N A D O L U 'D A K İ
A LA B E Y LİK LE R İ...
E
LİMDE bir fotoğraf var. Alay- beyi üniforması ile büyük babam ve yanında yine o üni forma ile 4-5 yaşlarında bir çocuk olan merhum Mahmut Ziyaettin Bey. Bu fotoğraf bugün için bir antika ol makla kalmaz. Ne rengi uçmuş, ne kâğıdı parçalanmış, pırıl pırıl duruyor. Fotoğrafçılıkta şimdi artık kullanıl mayan sitrat kâğıdına, yani gün ışı ğında basılan eski usüt fotoğraf. Be yazıt’ta Andromino adında bir fotoğ rafçının eseri.Bazı icraatını bu yazımda size an latmaya çalışacağım büyükbabamı ben bu fotoğrafta tanıdım. Büyük babamın —evvelce de belki başka bir vesile ite yazmışımdır— Çolak Süley man Bey adıyla meşhur bir adammış. Babamın bize anlattığına göre, uzun müddet bekâr yaşamış bir genç subay olan büyükbabam, muhitinde Çolak Süleyman Bey diye tanınırmış. Pek iriyarı olmamasına rağmen, çok kuv vetli bir adam olduğunu merhum ba bamdan dinlemiştim. Şöyle ki, 3 karavanayı dişiyle ısırarak kaldırırmış. Yakın mesafeden küçük bir at kesta nesini cama atınca, camı parçalan madan delermiş. Belki mübalâğa, belki hakikat.
Büyükbabam işte bu adam. Çolak lâkabı da, Rus muharebesinde sağ bileğine girmiş olan kurşun çıkarıla mamış ve orada bir çolaklığa sebep olmuş. Bu da büyükbabama şöhret yapmış. Büyükbabam Çolak Süley man Bey, Anadolu’nun 3 vilâyetinde
Alaybeyliği, yani bugünkü ismiyle jandarma komutanlığı yapmış. Bu ko mutanlar o devirde, validen sonra gelen, aslında fiilen validen de kuv ve tli adam larm ış. Büyükbabamın Anadolu’da 3 vilayette Alaybeyliği var. Bunlar, Sivas, Diyarbakır, An kara. Bunlardan hangisine önce, han gisine sonra gittiğini kestirmek kabil değil. Yalnız bildiğim 3 hadise onun o vilayetlerde isim bıraktığını gösteri yor.
Ankara’dan başlamak istiyorum. Eskiden, yani merhum Vali Nevzat Bey zamanında 40-45 yıl önceki bir hikâyedir. Spor işleri için sık sık An kara’ya giderdik. O zamanlar sporu devlet idare etmez, hatta karışmaz, alâkadar dahi olmazdı. Her gidişimde Üsküdar Kaymakamlığımdan tanıdı ğım, Vali Nevzat Bey’i ziyaret eder dim. Burada bir noktaya işaret etmek isterim. Ben, Ankara’ya gidince ucuz otel odalarında kalırdım. Bunların öyle misafir defteri falan olduğuna da pek inanmam. Ama Ankara’ya gel diğim gün Vali Nevzat Bey beni vi layet ve belediye binası olan, şimdi yerinde yeller esen bir eski konağa davet ederdi. Ben de bu adamın be nim geldiğimi nereden öğrendiğine şaşar dururdum. Ankara’ya bu gidiş- gelişlerim sırasında Vilâyet Konağı bahçesinde bir çeşme gözüme ilişti. Güzel bir çeşme. Kitâbesini okudum. Tarih mısraını yazıyorum:
‘‘Zîbu dilcû çeşme yaptırdı Süley man Şevki Bey.”
Aaaa! Bu benim büyükbabamın çeşmesi. Nevzat Bey’e söyledim, çeş menin etrafım temizletti. Suyu akı yordu. Ankara’da o zaman bir çeşme yaptırmak kolay. Ama suyu akıtmak güç bir davaydı. Mısraının ebced he sabıyla verdiği rakama göre çeşme 1286 Hicrî ve bunun mukabili 1869 Milâdi yılında yapılmış. Yani bugün, eğer duruyorsa, 110 senelik bir eser. Sonraları bu çeşmenin ortadan, kay bolmuş olduğunu bana haber verdi lerdi. Ama bir başka dostum, çeş menin başka bir yere nakledildiğini de söyledi. Bilmem doğru, bilmem yan lış. Ama büyükbabamın Ankara şeh rine bir hayrat çeşme yaptırdığını gö rerek onunla övündüm.
Sivas’a gelince... Sivas’taki hayat biraz daha hareketliymiş. Babamın bana anlattığına göre, Sivas’ta babam sünnet olmuş. Alay Beyi’nin oğlu sünnet olursa eskiden “ Hitan Cemi yeti" dediğimiz sünnet düğünü, za manına göre hayli şatafatlı olmuştur. O sebeple düğüne Sivas'taki yabancı konsoloslar da çağrılmış. Demek o günlerde Sivas'ta konsolosluklar var mış. Bugün, Türkiye’nin İstanbul, An kara, İzmir’den başka şehrinde, o da mahdut sayıda konsolos bulunduğu nu biliyorum.
Neyse, uzatmayalım lafı, Düğüne Macar Konsolosu da davetliymiş. Sünnet düğününde Karagöz oynat mışlar. Siz hale bakın! Bundan 100 yıl evvel Sivas’ta Karagöz’cü varmış.
Devamı var
J
B Ü Y Ü K B A B A M IN
A N A D O L U 'D A K İ
x
A LA B E Y LİK LE R İ... ( 2 )
Burada birbirine benzeyen, fakat dünyanın başka yerlerinde cereyan etmiş olan olayları gözden geçir memek kabil değildir. Kanunî’nin meşhur Kaptanpaşa’sı ve Akdeniz'in kahraman Amiral’i Barbaros Hayrettin Paşa da bir korsandı. Kanunî'nin tek lifi üzerine padişah hizmetine girmedi mi? İngiliz denizcilik tarihi hep böyle korsanlıktan tövbekâr olmuş denizci lerle doludur. Tarih her yerde, her zaman başka başka renkte, fakat daima tekerrür ediyor. Tevekkeli, “ tarih tekerrürden ibarettir” dememiş ler.
Büyün Türkiye'de doğru dürüst Kara göz oynatan kalmadı. Daha hayal oyununun daire çalmasını bile bece ren kimse yok. Düğünde, davetli olan Macar Konsolosu Karagöz oyunuyla ilgilenmiş. Merak etmiş, bu renkli, küçük insan tasvirlerini görmek iste miş. Karagözcü girmiş, deriden yapıl mış tasvirleri getirip Konsolcrs'a gös termiş. Adam evirmiş-çevirmiş, ne kadar olsa, hele o zaman oldukça ipti daî olan bu tasvirleri gördükten sonra zayıf Türkçesiyle:
—İyi adam, iyi adam ama mu kavvadan adam! demiş.
Bunu bana babam nakletti. Doğru luğundan hiç şüphem yoktur. O gün bugün, iyi niyet sahibi, beceriksiz ve bu yüzden doğru dürüst iş yapama yan adamlar için bu hikâyeyi anla tırım.
—İyi adam, iyi adam ama, mukav vadan adam! *
Acaba Sivas’ta mı, yoksa Diyarba kır’da mı, bilmiyorum. Vilayette çok eşkiya varmış. Anadolu’da eşkiya hiç eksik olmamıştır. Nitekim, bu devir de de ad değiştirip eşkiyalık edenler anarşi adı altında devleti yıpratma hareketine kalkışmaktadırlar.
Her ne halse... Biz bunu burada keselim de, geçelim Diyarbakır'a. O zaman bu vilayetin adı Diyarıbekir. Diyarıbekir şehri, bir büyük sur, yani duvar içinde. Geceleri kale kapıları kapanıyor, bu ortaçağ emniyet siste mi. Geceleri sokağa pek çıkan yok. Çünkü karanlık. Evler mumla aydın lanıyor. Büyükbabam vilayete gelir- gelmez görmüş ki, her gece şehirde birkaç kadına zorla tecavüz ediliyor. Düşünmüş, vilayet eşrafıyla konuş muş, görmüş ki, insanlar için yemek yemek ne kadar tabiî bir ihtiyaçsa, cin sî münasebetler de öyle bir tabiî za ruret. Onun için, emir vermiş, kale dışında 3-4 tane genelev açılmış ve ehl-i namus kadınlar tecavüzden kur tulmuş.
Şimdi hatırıma geldi. Vaktiyle eski sadrazamlardan Avlonyalı Ferit Paşa, Konya Valisi iken Diyarbakır'da bü yükbabamın karşılaştığı tecavüz hadi seleri sık sık vukubutuyormuş. Birgün vilayet meclisirii toplamış ve hadi seleri anlattıktan sonra o da büyük babam gibi şehrin dış mahallerinde birkaç genelev açılmasını
düşündü-geçmiş
zaman
olurki...
BURHAN
, FELEK
ğünü söylemiş. Vilayet erkânı arasın da o devirde Şeyhülislâmlığı temsil eden Naip, yahut Kadı —memuriyetin ismini hatırlayamadım— Paşa’ya şöy- lemiş:—Vali Bey hazretleri! Gerçekten er- bab-ı namusu korumak için düşündü ğünüz tedbir de pek isabetlidir. Yalnız dâînizin hatırımdadır, zat-ı devletle rinden evvel buraya vali gelmiş olan falan paşa vilayete damızlık danalar getirtmişti. Bundan dolayı ona halk “ Danacı Paşa” demişlerdi. Şimdi zat-ı devletiniz de umumhaneleri açınca, korkarım size de —haşa huzur-u dev letinizden— “ kerhaneci” lâkabını tak masınlar! diye beyanda bulunup ada mı vazgeçirmiş. *
Velhasıl büyükbabam merhum, böyle bir lâkap takılmasından kork mayarak kale dışına birkaç umumha ne açtırmak suretiyle şehrin namuslu kadınlarını kurtarmış.
Lâkin, Diyarbakır’da asayiş pek bo zukmuş. O kadar ki, şehir dışına mu hafız çıkanlar daima eşkiya tarafından soyulmak tehlikesine maruz kalırlar mış. Büyükbabam merhum, az çok yiğit geçinen eşkiyadan bir-ikisiyle ilişki kurarak, tövbekâr olup eşkiya- lıktan vazgeçerlerse kendilerini zapti ye çavuşu yapacağını vaadetmiş. On lar da eşkiyalıktan vazgeçip hizmeti kabul ederek geri kalan eşkiyayı zap tiye çavuşu olarak tepelemiş ve vila yetin emniyetini sağlamış.
Diyarbakır’da inzibatı da böylece sağladıktan sonra şehrin bir belâsı olan akreplerle mücadele etmek iste miş. Babam merhum anlatırdı. Ne dense, belki rutubetli ve karanlık yer leri çok olan surların diplerinde akrep ürermiş. Bildiğiniz gibi akrep, zehirli böceklerin, çiyandan sonra, fakat onun kadar öldürücü bir zehirli bö cektir. Çiyanın akrebe olan üstünlü ğü, hareket merkezlerinin her halkada mevcut oluşudur. Bundan dolayı çı yanı ikiye bölseniz, iki parçadan biri bir tarafa, öteki öbür tarafa gider ve
ölmez. Akrep ise, —rivayete göre— gözü olmayan bir hayvandır, içgüdüy le insanı bulur ve kıskaçlarıyla deriyi iyice sıktıktan sonra kuyruğundaki zehiri oraya damlatır. Babamın mü şahede üzerine bana anlattığına göre, Diyarbakır akrepleri, kuyruğundaki sivri kısımla bir kabın kalayını çizecek kadar kuvvetliymiş. Ne var ki, akrebin karnı çok yumuşakmış. O kadar ki, kilim ve. sert tüylü Şeyler üstünde yürüyemezmiş.' Onun için Diyar bakır’da herkes yatağının etrafına böyle yün kıllı şeyler sererek bu muzır hayvanın zararından kurtulur larmış. Bir de, —bazı hayvanlarda olduğu gibi— akrep de çiftleştikten sonra, dişi akrep, erkek akrebi öldü
rürmüş. Devamı var
B Ü Y Ü K B A B A M IN
A N A D O L U 'D A K İ
A LA B E Y LİK LE R İ...
(
3
)
Büyükbabam Diyarbakır’da akreple rin bir afet halini aldığını görünce şehirliye ilan etmiş, her akrep geti rene 10 para verecek. Herkes akrep avına çıkmış. Her gün yüzlerce akrep geliyor, herkes parasını alıyor. Lâkin ardıarası kesilmiyor. Büyükbabam şüpheye düşmüş ve bir tahkikat aç mış. Neticede bazı kimselerin akrep yeti
yetiştirerek belediyeye sattıklarını görüp onların deliklerini kazımış.
Sonra büyükbabam merhum, za manına göre emekli olup İstanbul’a dönmüş ve orada vefat etmiş. Kabri Çiçekçidurağının hemen karşısındaki aile kâbristanındadır.
Kendisinin Sultan Mahmut’un ilk açtığı Askeri Mektep’te yetiştiğini ba bam merhum söylerdi.
Evet, Süleyman Şevki Bey, Anka ra’ya bir çeşme yaptırmıştı. Tarih mısraını bir kere daha tekrar edelim. Hangi şair yazmışsa hak rahmet etsin, güzel yazılmış ta’miyesiz, yani doğrudan doğruya eksiksiz ve fası lasız tarih mısraıdır.
“Zîbu dilcû çeşme yaptırdı Süley man Şevki Bey.”
Mana murat olundukta:
“ Süleyman Şevki Bey, güzel ve gönül arayan bir çeşme yaptırdı" de mektir.
Akıyorsa, içenlerin duası dedeme şefaat getirsin!