• Sonuç bulunamadı

Türk Van Gogh'u Fikret Mualla:Bakırköy'den taburcu edilip özgürlüğe kavuştu ama:Polis Korkusu, bütün benliğine işlemişti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Van Gogh'u Fikret Mualla:Bakırköy'den taburcu edilip özgürlüğe kavuştu ama:Polis Korkusu, bütün benliğine işlemişti"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

<T9, O'

S a y f a 5

R Ö P O R T A J

A R A Ş T I R M A

Turk Van Gogh'u

Bakırköyfden taburca edilip

özgürlüğüne kavuştu ama...

Polis korkusu, bütün

benliğine

Yazan: Orhan KOLOGLU

işlemişti

E9

NİHAYET ÖZGÜRLÜK VE SANAT Dİ­

YARI

PARİS'E

VARAN

SANATÇI,

MADDİ

SIKINTILARINDAN

ORADA

DA KURTULAMADI...

B

yılı sonlarında birak- j l f Ç l şam üzeri, Ayazpaşa’-

1 ' daki bir apartımanm

zili çalındı. Kapıyı açan genç kadın iki polisin arasında zor­ lukla ayakta duran, saçı, saka-' lı uzarmş, iistü başı yırtık, ya­ lınayak adama şaşkınlıkla bak­ tı. Polis sordu:

— Fikret Âdilin evi mi? — Evet.

— İmzalayın şu kâğıdı. Yalınayak adamın, Bakırköy* den taburcu edildiği ve ilerde­ ki davranışlarının sorumluluğu kendilerine ait olmak şartıyla teslim edildiği belirtiliyordu. Genç kadın fazla bir şey anla­ madan, korku içinde zabtı im­ zaladı ve leş gibi kokan paketi devraldı.

Adam, Bakırköy’den Tak-

sim’e yirmi kilometrelik yolu yayan ve yalınayak yürttükleri-

ni, her karakoldan diğerine

dgvredile devredile, bütün gü­

nünü sokaklarda geçirdiğini

söylüyordu. Tabanlarının duru­ mu, yürüyüşe biraz da falaka­ nın eklendiği kanısını yaratı­ yordu. Banyoya soktular, saat­ lerce ayaklarım pansuman et­ tiler, temiz elbiseler giydirdi­ ler, yatırdılar.

B ir yıla yakın bir süreyi Akıl

Hastahanesinde geçirdikten

sonra, böylelikle Fikret Muallâ özgürlüğüne kavuşmuş oldu.

ğı vitrine bakanlar hep polis­ ti. İçki, takip edildiği kanısı

ve polis korkusunu daha da

artıyor, dostlarında, her an es­ kisinden daha tehlikeli olaylar

yaratabileceği endişesini do­

ğuruyordu. Birkaç kadehten

sonra, karakollar ve hastahane- de geçirdiği günler aklına geli­ yor, en yakınlarına, en dost saydıklarına bile Sen de ânlar­ dansın» diyerek küfürleri sıra­ lıyordu. Bu yüzden çevresi git­ tikçe seyrekleşiyordu.

YOLCULUK HAZIRLIĞI

Yine de san’atının değerine

inananlar yok değildi. 1939

New York Uluslararası Fuarın­ daki Türk Pavyonunun yöneti­ mini üzerine almış olan Abidin Dino panolar ısmarladı. Konu

Fikret Muallâ’nm en sevdiği

konuydu: İstanbul. Eski tecrü­ belerden ders alarak parasını da parça başına ödemeyi akıl

ettiler. Bu sayede, Türkiye dev­ resine ait belki de en başarılı eserleri (hepsi 30 kadar) elde edilmiş oldu: Rumelihisarı, Bo­ ğaziçi, Eyüp, Üsküdar, Ayasof- ya, Süleymaniye - v.s.

1938’de babasının — eşinin

deyimiyle; yüreğinin çıbanı

saydığı oğlu yüzünden ve kal­

bini gaz tıkayarak — ölümü,

Fikret Muallâkım bütün haya­ tını değiştiren ve bugünkü şöh­

retine ulaşmasını sağlayan

olayların başlangıcı Oldu. Eli­

ne geçen miras ona, sonsuz

özgürlüğü ve san’at anlayışım bulacağı diyarlara ulaşma im­ kânını verecekti. Çıkış yolunda zorluklarla karşılaşmamak için önce yepyeni — içinde kayıtlar bulunmayan — bir nüfus cüz­ danı çıkarttı sonra dostların kayırmasıyla, İstanbul Kültür Direktörlüğü’niin bir yazısına dayanılarak resim öğrenimi ya­ pacağı gerekçesiyle, bir de öğ­ renci pasaportu ve dövizi elde etti.

POLİS KORKUSU

îk i - üç hafta orada kaldı. Gayet sakindi, çocuklarla oy­ nuyor, resimlerini yapıyor, on lan eğlendirmekten büyük bir zevk alıyordu; yalnız, kapı zi­ linin her çalışında heyecanla doğruluyor, gözleri endişe ile açılıyordu:

— Polis mi?

Meyhanede otururken pence­ renin önünden geçenler, sokak­ ta bir süre onunla aynı istika­ mette yürüyenler, onun baktı­

{ > .

Á c^<r<Á

\

r

,

X C &

W 2 tc

t T İ

w

P a r is ’te n g ön d erd iğ i ilk k a rtla rd a n b ir i...

F ik r e t M u a llâ ’n ın 17 y ıl oturd uğu o d asınd an P a r is ’in görü nü şü . S a ğ uat k öşed e o k la g ö ste rile n E y fe l K u le si’d ir.

B ir anda garip bir kudret hissi ve sevinç havası hayatını

doldurmuştu. Üstünü başım

yenilemiş, eski dostları, Abdul­

lah Efendi de yemeğe davet

etmeğe başlamıştı. «Yiyin, bol yiyin» diyor, iki dakikada bir garsonu çağırıp «Beylere hav­ yar» ısmarlıyordu. O güne ka-. dar kendisi için yaptıklarına teşekkür derecesinde, bunları ben de bilirim diyen bir hava­ sı vardı. Parasını böyle lüzum­

suz yere harcamasını arzula­

mayan, biraz da gösteriş tar­

zından hoşlanmayan dostları

hesabı ödeyiverince ağlamaklı oldu. «Bana bu zevki bile bı­

rakmadınız.» diye söyleniyor­

du. Zaten bu seyahat kararını aldığı andan itibaren deliliği bir kenara bırakmış, endişeli bir gerginlik ve hassasiyetin içine girmişti; bunda gözyaş­ ları biraz fazlaca rol oynuyor­ du.

Atatürk’ün ölümünü izleyen haftalar içinde bir gün,, Bey­

oğlu Postahanesinin önünde

Fikret Âdil’in kızkardeşine

rastlamış, kollarını açıp boy­ nuna sarılarak, yüksek sesle,

«Ah, o mübarek adam nasıl

ölür?» diye ağlamağa başlamış­ tı

PARISTE

Aynı hassasiyeti, 15 Ocak

1939 günü trene binmek için

Sirkeci istasyonuna geldiği za­ man da* gösterdi. Uğurlamağa gelen dostu Avııi Arbaş ile is­ tasyonun lokantasında içerler­ ken, Fikret’in birden, «Ben bu cennet vatanı nasıl terkedece- ğim?» diye ağladığını hayretle

gördüler. Sanki özgürlük ve

sanat diyarı olmadığı için Tür­ kiye’den ayrılmak isteyen o de­ ğildi. Buna karşılık, kompar­

tımanına yerleşip, Edirne’ye

kadar görevli tren polislerini görünce içini bir endişe kapla­ dı, belki de bırakmazlar kor­ kusuyla, sesini çıkarmadan bir köşeye sindi.

Paris günleri hiç de Türki-

ye’dekinden farklı başlamadı

Özgürlük ve sanat havasını

koklamağa vakit bulamadan, transferini beklediği para yü­ zünden, polis fobisinin yanma soyulduğu mânisi eklendi. Yüz lirasının transferi hâdise olu­ yordu. Bütün iyi niyeti ve şah­

sen kovalamasına rağmen

Bedri Rahmi (Eyüpoğlu) ban­ ka formalitelerini birden biti- rememiş ve o devrin zorunlu bir kambiyo muamelesi sebe­ biyle kendisine gönderilen bir

banka mektubundaki «Memâ-

liki ecnebiyede daimi ikameti­ niz sebebiyle nezdimizdeki he­ sabınız MEVKUF bulunmakta­

dır» deyimi, aklını başından

çıkarmıştı Sonradan bu para yı aldı ama, çoktan ondan faz­ lasına borca girmişti bile. Bir yandan Montparnasse’da rast­ ladığı Türk öğrencilere asılı­ yor, diğer yandan Türkiye’deki dostlara mektuplar yağdırıyor­ du:

«Bende metelik kalmadı. Bir çare bu) kuzum Fikret. Cevap bekliyorum, ihmâl etme.»

YARIN :

PICASSO MU?

TANIMIYORUM!..

■ h m h m h h h b

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Dostum Ali Canibin te­ şebbüsü ve rahmetli Arkadaşım Ah­ med Halidin gayretile yayınlanan, şimdi de Şerif Hunusinin çalışması ve Halidin kadiı-bilir

Hale Arpacıoğlu bu em osyonel ya­ şantının bereketi içinde onu ge­ lecekteki yaşantımızın biçimleri­ ne, duygularına çevirecek döl­ lenmeyi yaşıyor ve

Film Hye- res Film Festivali’nde (Fransa) en iyi film

Dizide okuyucunun daha az tanıdı­ ğı sanatçılarla ilgili ciltler, özellikle de çağımıza daha yakın dönemlerle ilgili klasikleşmiş yazarlara ayrılacak

Kültür endüstrisinin ideolojisi, panzehirini yine kendi içinde taşır (Dellaloğlu, 2001: 96). Endüstri’nin kendisiyle çelişir hale gelebilmesi için, belirli bir

Verilen bilgilere göre ayrıca darülkurra, Cumhuriyet döneminde önce sağlık müzesi, ardından müftülük binası, 1968’den sonra Kültür Bakanlığı’na bağlı

«Hükümet büyük devletler­ den birinin muavenetini (bu muavenet kelimesinden ae kastedildiğini ancak Allah bi­ lir) resmen talep ettiği cihet­ le İstanbul Valisi

Uçucu yağ (5 µl) ile muamele edilmiş kıvırcık örneklerinin 5 günlük depolama periyodu sonrası görüntüsü (a: Kontrol örneği; b: O. vogelii uçucu yağı