i n l i m i n
urrıye
■ SK»® s ;« » » : İls ;K îS ■ w &-ÇARŞAMBA, 25 Ağustos 2004
E f r t f r a ı T A R İ H
Aldığımız her altın
madalya, bize
olimpiyadm ne
olduğunu öğretep
Selim Sırrı Tarcan’m
ruhunu şâdediyor
1956 Melbourne Olimpiyat01'1 münasebetiyle Türkiye de çıkartılan pul.Katıldığımız ilk olimpiyat
oyunları, sadece bir jimnastikçi
ile temsil edildiğimiz 1908
Londra Olimpiyatları idi. 1912
Stockholm Olimpiyatlarına da iki
atlet ile katılmış ama Birinci
Dünya Savaşı yüzünden ara
verilen ve 1920’de yapılabilen
oyunlara ise “savaştan mağlup
ayrıldığımız için” dahil
edilmemiştik. Osmanlı Olimpiyat
Cemiyeti’nin kurucusu olan ünlü
beden eğitimcisi Selim Sırrı
Bey’in şahsi gayretleriyle bir
sonraki oyunlara tekrar davet
edilen Türkiye, yaklaşık bir
asırdır katıldığı fakat ciddi bir
varlık gösteremediği
olimpiyatlarda artık altın
madalyalar kazanan bir ülke
olmuş durumda ve Selim Sırrı
Tarcan’m ruhunu şâd etmeyi
sürdüreceğe benziyoruz.
Önder KAYA
B
ir olimpiyat organizasyonu yapabilmek için yıllardır uğraşıyoruz.Komşumuz Yunanistan ise olimpiyatlara ikinci defa evsahipliği yapıyor. Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği yıllarda, Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıktığımız için, diğer mağluplarla birlikte
1920 Anvers Olimpiyatları’na katılamamıştık. Bugün elbette ki böyle bir yasak altında değiliz ve Yunanistan’da bugünlerde devam eden 2004 Olimpiyatları, Türkiye için bazı ilklerin mekânı olmaya devam ediyor. Nitekim bir hanım sporcumuz ilk defa Atina Olimpiyatlarımda şampiyon oldu.
S
AVAŞTA SPOR VARDI
Olimpiyat oyunlarının en temel amacı, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanlar arasında spor vasıtasıyla dostluk ve kardeşlik ruhu oluşturmak. Fakat dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatlar, tarih boyunca pekçok zaman günlük siyasetin âleti olmaktan da kurtulamadı. 1936 Berlin Olimpiyatlarımın Hitler’in gövde gösterisine dönüştürülmesi; İkinci Dünya Savaşı sonunda mağlup ülkelerin sporcularının oyunlara kabul edilmemesi ve 1980 Moskova Olimpiyatlarımı batılı ülkelerin boykot etmeleri, olimpiyatlar üzerine düşürülen siyasi gölgelerin örnekleriydi.
Dünyanın en eski ve en geniş katılımlı spor organizasyonu olan olimpiyatlara karıştırılan siyaset, vaktiyle bizi de etkilemişti. Osmanlı
Türkiyesi, Birinci Dünya Savaşanın mağlup ülkelerinden olduğu için Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve
Macaristan ile beraber savaş sonrasında düzenlenen ilk müsabakalardan, yani
1920’de Belçika’da yapılan Anvers Olimpiyatlarımdan men edilmişti.
Eski Yunan, olimpiyatların beşiği idi. Oyunların ismi bile Yunanistan’da tanrıların yaşadığı yer olarak kabul edilen Olimpos Dağı’ndan geliyordu. Eski Yunan’da, tanrıların en büyüğü olan Zeus’un şerefine düzenlenen ve ilki Milattan Önce 776’da yapıldığı kabul edilen oyunlar sırasında bütün düşmanlıklar unutulur, tam bir bayram havası yaşanırdı. Müsabakaya giren taraflar günlük hattatlarında savaş halinde olsalar bile ateşkese gidilir, oyunlar süresince mutlak barış ortamı sağlanırdı.
G
ÜNAH DİYE DURDU
Olimpiyatlar, Milattan Sonra 392’de, yani ilkinin üzerinden yaklaşık olarak 12 asır geçtikten sonra ilk defa dini bir sebep yüzünden kesintiye uğramıştı. İmparator Teodosius, Romalılar’m Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesi üzerine olimpiyatlara son verdi. Ortaya çıkışı itibarıyla çoktanrılı kültürün ürünü olan
M
i
TARİH
ÇARŞAMBA, 25 Ağustos 2004 olimpiyat oyunları, Roma’daki köklü dinideğişimden payını almış oldu.
Oyunların tekrar gündeme gelmesi için tam 1500 yıl beklemek gerekecekti. 19. yüzyılda Avrupa ülkelerinin silahlanma yarışma ve uzun süren kanlı savaşlara girmesi, olimpiyat ruhunun yeniden hatırlanmasında önemli bir rol oynadı. Fransa’nın sayılı zenginleri arasında yeralan ve bir spor âşığı olan Baron Pierre de Coubertin, olimpiyatları tekrar gündeme getirdiğinde takvimler 1890’h yılları gösteriyordu.
S
p o r c u y e m in iCoubertin’in amacı, oyunları bütün dünyanın ortak malı haline getirmek ve böylece farklı milletlerin spor ortak paydasında kaynaşmalarını
sağlamaktı. Amacına ulaşmak için Fransa’nın Sorbonne şehrinde verdiği konferansta,
barışı yeniden tesis etmenin tek yolunun, olimpiyat oyunlarının
yeniden canlandırılıp dünya gençliğini biraraya getirmek
olduğu” tezini ortaya attı. Spor âşığı baronun fikri taraftar toplamakta
gecikmedi ve kısa sürede meyvelerini verdi. Coubertin’in öncülüğünde Sorbonne’da 23 Haziran 1894’te Comite International 01impique, yani Milletlerarası Olimpiyat Komitesi kuruldu. Komitenin önündeki en önemli mesele, modern olimpiyat oyunlarının ilk olarak hangi ülkede yapılacağıydı. Uzun görüşmelerden ve tartışmalardan sonra müsabakaların Yunanistan’da yapılmasına karar verildi ve 1896’da Atina’da yapılan olimpiyatlar, ilk modern olimpiyat oyunları olarak tarihe geçti. Mekân olarak Yunanistan’ın
seçilmesiyle, tam 2 bin 672 sene önce başlayan olimpiyatların kökeni olan
Eski Yunan’a bir atıfta bulunmak istenmişti.
Her büyük organizasyonda olduğu gibi, olimpiyat oyunlarını
düzenleyenler de bir sembol arayışına girdiler. Birinci Dünya
Savaşı’ndan hemen sonra yapılan ve bizim mağlup
devletler arasında yeraldığımız için katılamadığımız Anvers
Olimpiyatları’nda, beyaz zemin üzerinde içiçe geçmiş
beş farklı renkteki halkanın, oyunların sembolü olmasına
karar verildi. Beş halka, oyunlara iştirak eden beş
farklı kıtanın sembolüydü.
Selim Sum Torc.em,
Hlühendi»hone' eteri
mezür, olduğu /sİ
Öğrenci
ariiformosj’/ia:.
Halkalardan mavi olanı Avrupa’yı, sarı Asya’yı, siyah A frika’yı, yeşil Amerika’yı ve kırmızı da Okyanusya’yı sembolize ediyordu. Halkaların içiçe geçmesi ise beş kıtanın spor yoluyla birleştiğini gösteriyordu.
Yine aynı yılın oyunlarında, yani 1920 Anvers Olimpiyatları’nda yapılan düzenlemelerle bir “olimpiyat yemini” de kabul edildi, "temin töreninde bütün sporcuları temsilen kürsüye çıkan bir sporcu, “katılımcıların sporun ruhuna aykırı davranmayacağına, kardeşliğin tesisi ve kuvvetlenmesi için çalışacağına” yemin ediyordu.
Olimpiyatların en vazgeçilmez bir unsuru da olimpiyat meş’alesiydi. Meş’ale geleneği 1936 Berlin Olimpiyatlarıyla başladı.
Yunanistan’daki Olimpos Dağı’nda güneş ışınlarından istifade edilerek yakılan ateş, atletler vasıtasıyla müsabakaların yapılacağı şehre götürüldü. Olimpiyat meş’alesi geleneği
1936’dan beri aralıksız devam ediyor.
G
ö n l ü n ü v e r mİ
ştİ
Türkiye’de Osmanlı döneminden günümüze kadar olimpiyat oyunları denilince akla gelen ilk isim, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin kurucusu olan Selim Sırrı Tarcan’dı. Selim Sırrı Bey, subay olan babasının görev yaptığı ve bugün Yunanistan sınırları içinde kalan Mora tenişehri’nde doğmuştu. Babasının Karadağ’da yapılan bir savaşta şehit düşmesi ve annesiyle beraber yaşadıkları tenişehir’in de Yunanlar tarafından işgal edilmesi üzerine İstanbul’a göçeden Selim Sırrı Bey’in Mekteb-i Sultani’ye, yani Galatasaray Lisesi’ne kaydolmasıyla da bütün hayatı değişti.
Selim Sırrı Tarcan’m Galatasaray Lisesi’ndeki beden eğitimi hocası ünlü Ali Faik Bey, yani Ali Faik Üstünidman idi. Annesinin maddi
imkânlarının son derece kısıtlı olması ve yaşadıkları büyük geçim sıkıntısı yüzünden prestijli okulda zar zor okuyabiliyordu. Nitekim beden eğitimi dışındaki diğer bütün derslerde başarısızdı. Özellikle âletli jimnastik dalında hocası Ali Faik Bey’in gözbebeği olan Selim Sırrı, Galatasaray’da başladığı sporculuk kariyerine ömrünün sonuna kadar nokta koymayacaktı.
Maddi imkânsızlıklar nedeniyle Mekteb-i Sultani’den ayrılmak zorunda kalan Selim Sırrı, tahsiline Halıcıoğlu’nda bulunan Mühendishane-i Berr-i Hümâyun’a geçmek suretiyle devam etti. Mühendis okulundan mezun olmayı başardı ve bugünkü teğmenin karşılığı olan mülâzım rütbesiyle orduda göreve başladı. İlk görev yeri olan İzm ir’de mesleğini icra ederken spordan kopmadı. Bir taraftan İzmir’in itibarlı gazetelerinde spor ve beden eğitimi üzerine yazılar yazarken, diğer taraftan da
komutanından aldığı izinle İzmir’in çeşitli okullarında haftada ikişer saat beden eğitimi dersleri verdi. Selim Sırrı Bey’i, 1901 başlarında ta y in ^ i^ iğ i İstanbul’da bir sürpriz bekliyordu.
O
*
SPOR DERSLERİ
Selim Sırrı Bey İstanbul’a geldikten sonra da çeşitli gazetelerde ve dergilerde beden eğitimi üzerine yazılar yazmaya devam etti. Yazılarıyla, zamanın Tophane Müşiri Zeki Paşa’nın da ilgisini çekti ve paşanın çocuğuna özel beden eğitimi dersleri vermeye başladı.
T
- í - y
ÇARŞAMBA, 25 Ağustos 2004
Selim Sırrı Bey’den son derece memnun kalan Zeki Paşa, yakışıklı yüzbaşıyı sonraki yıllarda Tophane Askeri Lisesi’ne ve Askeri Hendese-i Mülkiye Mektebi’ne de aynı vazife ile tayin etti.
Takvimler 1907’yi gösterdiğinde ilgi çekici bir gelişme yaşandı. Selim Sırrı Bey,
haftasonlarında spora gönül vermiş arkadaşları ile toplanarak jimnastik çalışırdı. Mekteb-i Sultani’de Fransızca öğretmeni olan Mösyö Jeury de Selim Sırrı Bey’in grubundaydı ve yakın dostuydu. Mösyö Jeury bir gün Selim Sırrı Bey’e, “Sizi çok saygın bir kişiyle tanıştırmak istiyorum” dedi. Tanıştıracağı kişi, modern olimpiyatların kurucusu olan ve
organizasyonunu başardığı oyunlara katılımı genişletmek için farklı ülkelere geziler tertip eden Baron de Coubertin’den başkası değildi.
İki spor adamı, Mekteb-i Sultani’nin Fransızca öğretmeninin aracılığıyla Temmuz
1907’de Beyoğlu’nda Tokatlıyan Oteli’nde buluştu. Baron, olimpiyat oyunlarını canlandırma uğruna servetini nasıl tahsis ettiğini anlattı. Çeşitli ülkeleri gezerek
organizasyona sporcu akışını sağlayacak gönüllü elçiler aradığından sözetti ve Selim Sırrı
Bey’den, Osmanlı ülkesindeki temsilcisi olmasını rica etti.
c
B
u r g u n g ib i g ö r e vSpor âşığı olmak konusunda Baron’dan hiç de aşağı kalmayan Selim Sırrı Bey, Coubertin’in konuşmasından ve yapılan tekliften
duygulanmıştı. Fakat Baron’a, Osmanlı ülkesinin tam bir istibdat ile yönetildiğini ve ne amaçla olursa olsun bir cemiyet kurmanın, hele de bir subay olarak kurulacak bir cemiyetin başında bulunmasının hoş karşılanmayacağını büyük bir üzüntü ile anlattı.
Ülkedeki durum hakkında zaten azçok bir fikir sahibi olan Coubertin, “Siz yine de benim temsilcim olmayı kabul ediniz. Hem belli mi olur, ileride belki şartlar değişir ve siz de o gün benim temsilcim sıfatıyla Milli Olimpiyat Cemiyeti’ni kurarsınız” demek suretiyle bir açık kapı bıraktı.
Coubertin haklı çıktı ve ikilinin arzularının tahakkuk etmesi için uzun bir süre gerekmedi. Genç yaşlarından itibaren pekçok genç subay gibi İttihat ve Terakki hareketinin içinde yeralan Selim Sırrı Bey’in yıldızı, Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nun 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’i ikinci kez ilan ettirmesi ile parladı. Hürriyetin verdiği coşkuyla sokaklara fırlayıp üniforması ile heyecanlı gösterilere katılan Selim Sırrı Bey, beraberce boks ve halter çalışması yaptıkları şair dostu Filozof Rıza Tevfik Bey ile kendisini İstanbul komiseri tayin ettirdi.
Selim Sırrı’nın 17 gün süren bu görevi ve Meşrutiyet sırasındaki coşkunluğu, yeni idarenin hoşuna gitmemişti. Fakat Selim Sırrı Bey, fırsattan yararlanmış ve ilk birkaç gün içinde Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti’ni kurmuş, Pier de Coubertin’e de müjdeyi bir mektupla vermişti. Cemiyetin başkanlığına akıllıca bir hareketle zamanın en ünlü gazetecilerinden Ahmet İhsan Bey’i getirmiş ve kendisi için genel sekreterlik görevini yeterli görmüştü. Fakat Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girdiği günlerde sırtında üniforması ile katıldığı heyecanlı gösteriler, başına iş açmış ve İsveç Beden Terbiyesi Yüksek Mektebi’ne vazifeli olarak gönderilmiş, yani bir nevi sürgün edilmişti.
İsveç yolunda Berlin’e uğrayan Selim Sırrı
m s m i TARİH
Bey, 1909’da ilk defa Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti’nin genel sekreteri sıfatıyla
Milletlerarası Olimpiyat Komitesi toplantısına katıldı ve dünyanın dört bir yanından gelen ünlü spor adamlarıyla tanışma fırsatı buldu.
Bir yıl kadar kaldığı İsveç’te âletsiz İsveç jimnastiği hakkında önemli birikim edinerek
İstanbul’a dönen Selim Sırrı Bey, askeri okullarda beden eğitmenliği görevi için yetkili makamlara başvuruda bulundu. Talebinin reddedilmesi üzerine 1910’da askerlik
mesleğinden istifa etti ve artık bütün mesaisini devlet okullarına beden eğitimi derslerinin konması mücadelesine ve olimpiyat oyunları ile ilgili işlerin takibine ayırdı.
Birinci Dünya Savaşı öncesindeki son olimpiyat oyunları 1912’de İsveç’in başkenti Stockholm’de yapılmış, bir sonraki
olimpiyatların ise Almanya’nın başkenti
Berlin’de düzenlenmesi kararlaştırılmıştı. Fakat Birinci Dünya Savaşı, Berlin’deki organizasyonu engelledi. Savaş bitince oyunlar tekrar gündeme geldi, fakat bu defa da Milletlerarası Olimpiyat Komitesi savaşın sorumlusu olarak gördüğü devletleri, yani Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Macaristan ile beraber Osmanlı Devleti’ni müsabakalardan men etti. Komitenin aldığı men kararı, Türkiye’de şüphesiz ki ençok Selim Sırrı
Bey’i üzdü.
Osmanlı Devleti gerçi 1908 Londra Olimpiyatları’na bir jimnastikçiyle, 1912 Stockholm Olimpiyatları’na ise iki atlet ile katılmıştı. Ancak 1920 Olimpiyatları’na çok daha ciddi bir katılım düşünülmekteydi. Alınan karar esasen olimpiyat ruhuna da aykırıydı. Zira ülkeler arasında dostluğun tesisine aracılık edilmesi fikri temel prensip iken, bazı ülkelerin dışlanması sözkonusu olmuştu.
Lozan’da yaşayan de Coubertin ile
yazışmalarına hiç ara vermeyen Selim Sırrı Bey ise çabalarının semeresini bir yıl içinde aldı. 3 Haziran 1921’de Lozan’da toplanan
Milletlerarası Olimpiyat Komitesi Türkiye, Macaristan ve Bulgaristan delegelerinin yeniden komisyon üyesi olmalarını onayladı. Alman kararda Baron de Coubertin’in sözkonusu ülkeler lehine yaptığı konuşma epey etkili olmuştu. Belçika, Çekoslovakya ve Lüksemburg gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan en büyük zararı gören ülkelerin temsilcilerinin muhalefetine rağmen, üç ülke de bir sonraki oyunlara davet edildi.
G
aLİPLER OLİMPİYADI
Aynı tarihlerde Türkiye’de Kurtuluş Savaşı son hızla devam ediyordu. Mücadelenin başarıyla sonuçlanıp yeni Türkiye’nin kurulmasıyla birlikte Osmanlı Olimpiyat Komitesi de adını Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi olarak değiştirdi. Yeni Türk devletinin en büyük emeli, özellikle dışarıda büyük ülkeler tarafından tanınmak ve eşit muamele görmekti. Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal, pekçok konuşmasında sporun, özellikle yeni yetişen nesil üzerindeki önemini
vurguluyordu.
Diğer taraftan Türk milletinin her alanda çağdaş ülkeler seviyesine ulaşma azminin uluslararası kamuoyunda gösterilmesi gerektiği için Türkiye Cumhuriyeti açısından olimpiyatlara iştirak etmek hayati bir önem taşıyordu. Nitekim Türkiye, cumhuriyetin henüz ilk yılını yaşadığı 1924’te Paris’te düzenlenen Sekizinci Olimpiyat Oyunları’na büyük önem verdi ve devrin kısıtlı imkânlarına göre rekor sayılabilecek bir
katılımla, 40 kişilik bir kafileyle eskrim, halter, atletizm, bisiklet, güreş ve futbol alanlarında müsabakalara girdi.
Selim Sırrı Bey, Türk sporuna ve olimpiyatlara yaptığı katkılarla adını
ölümsüzleştirdi. Bir dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Ordu milletvekilliği de yapan Selim Sırrı Tarcan, verdiği konferanslarda halkın sevgilisi olmayı başarmış bir spor adamıydı. Türkiye Cumhuriyeti de onun açtığı yolda özellikle güreş, halter ve son yıllarda atletizm dallarında önemli simaları dünya kamuoyunun vitrinine taşıdı.
Olimpiyat oyunları günümüzde de sevgi ve kardeşlik manzaralarına sahne oluyor. 2004 Atina Olimpiyatlarında da dostluk ve kardeşlik anafikrini yansıtan birçok olay yaşandı. Mesela Atina’daki geçit töreninde en büyük alkışı, binbir zorlukla oyunlara katılan Irak ve Afganistan kafileleri alırken, Kuzey Kore ve Güney Kore kafileleri de Kore bayrağını
beraberce taşımak suretiyle dostluk mesajı verdi. Böylece 1920 Anvers Olimpiyatlarına düşürülüp olimpiyatlara girmemizi engelleyen ve
organizasyonun “Galiplerin Olimpiyatı” adıyla anılmasına sebep olan siyasi gölge, 2004’te tekrar edilmemiş oldu.