7 Şubat
>
•; V
S O N
J s m a n lı
İm paratorluğunda
24 saatlik Sadrazam
“ Y azan • M idhat C e m a l K U N T A Y
S
uavî ¡ihtilâlinin felâketli bir ne ticesi oMu; İkinci Atodülha- midin, saltanat müddetinee milletten korkması.Bu korku şubelere ayrıldı: Ordudan korkmak, zırhlıdan korkmak, kitap tan korkmak, mektepten korkmak, gazeteden korkmak, makineden kork mak .elektrikten korkmak... Bu kor kuların içinde bir tanesi çok tuhaftı: «Büyük» ten korkmak! Padişah yal nız büyük adamdan korkmakla kal madı, büyük odadan, büyük tiyatro dan da korkuyordu. Yıldız Sarayın daki tiyatrosu ancak foir konak sofası kadardır; Ve yine ayni saraydaki ya tak odası bir ev odasından büyük de ğildir. Büyük odada ve büyük tiyat roda meçhuliyet artardı, bir pusu ve uzak köşeler birer pusu olabilirdi. Halbuki bu hükümdar, Yıldız camii- hin ve avlusunun büyük sahasına an cak haftada bir saat tahammül ede biliyordu. Ramazanların on beşinde ki Hırkai Şerif ziyaretlerinde payi tahtının büyüklüğüne yılda bir kere ve Dolmabahçe sarayındaki muaye- de salonunun büyüklüğüne senede iki defa tahammül ediyordu.
O kadaı* korkuyordu ki nihayet kor
kunç
oluyordu. Bazan da gülünç! Gü lünç oluşunu, bizzat Büyük Şairimiz Abdüihak Hâmidden dinlediğim bir hâdisede görmüştüm:Bir gün, bir yabancı devlet elçili ğinin bir karakol gemisi denizin Yıl dızda!) görülebilen bir noktasında de mirlemişi;. O tarihte, o yabancı dev letin başkentinde Osmanlı İmpara torluğunun büyült elçisi mevcut ol masına rağmen ora i* Müsteşar olan Abdülhak Hâmid Beye, Yıldı-z Sara yından Başkâtibin imzasil£ b;r telgraf geliyor, ve bunda, AbÜ'.’ lhak Hâmid Beyin o yabancı devlet hâri ciyesine müracaat edip o devletin ka rakol gemisinin, Yıldız tepesinden görülmiyecek bir noktaya kaldırılma sını rica etmesi emrolunuyordu.
Ve bu şifreyi açtıktan sonra, yaban cı devletin hâriciyesine giden Abdül hak Hâmid Beyle, Hariciye Müsteşarı arasında şu muhavere geçer:
_ Abdülhak Hâin ki:
— Saraydan emir aldım. Boğaziçi- nin Yıldız tepesinden görüien bir noktasında demirleyen karakol gemi nizin oradan kaldırılmasını, hüküme tinizden Zatı Şahane temenni ediyor lar.
Yabancı Hariciye Müsteşarı; — Anlamıyorum, bir karakol gemi sinden ne çıkar, bu kadar ufak bir şeyden korkulur mu
Abdülhak Hâmid:
__Siz ne oluyorsunuz, Zatı Şahane kendi gemilerinden bile korkuyor Yabancı bir devletin gemisinden na sıl mümkün olur ki vehime düşmesin. Bunun üzerine, yabancı devletin Hariciye Müsteşarı, ırkının müsaid olduğu miktarda gülümseyerek;
— Anladım, diyor; şimdi sefareti mize emir verelim, karakol gemisini başka yere kaldırsınlar.
Fakat bütün bu hazin ve
korkuların asıl, marazî bir şekilde başladığı tarih Suavî vakasından beş gün sonradır: 13 Mayıs 1294.
O gün, Suavî ihtilâlinin devam e- den korku içinde İkinci Abdülhamid, Prusya Sefiri.Prens Reuss’u kansile
beraber Yıldızda harem dairesine, saray erkânının ve hattâ hâdiseyi sonradan öğrenen Müşir Said Paşa nın bile haberi olmadan, esvapçıbaşısı vasıtasile çağırtıyordu, ve tercüman
lığı sarayda bir kız yaparak, bu Pa dişah. OsmanlI Padişahı bu yabancı elçiye takriben şunları söylüyordu:
— Kimseye emniyetim kalmadı. Bana yardım ediniz.
Padişahın yanından çıkan Prusya elçisi Prens Reuss Müşir Said Paşa nın odasına geliyor, ve. Paşaya takri ben şu sözleri söylüyordu:
— Majesteyi rahatsız buldum «De li» bulduğunu söylememek için böyle diyordu ve müteessir oldum!
Müşir Said Paşa, bu olayı tesbit et tikten sonra hatıralarının o günkü fıkrasını, Padişahın herkesten şüp hesinin, Suavi vakasını takip eden ilk Cuma günündenberi arttığını ve bir ecnebiyi sarayının harem dairesine çağırarak ondan meded ummak dere cesine vardığını ve bu yüzden sarayda herkesin hüzün ve matem içinde ol duğunu söylemekle bitirir.
Suavî vakasının feci bir neticesi olan bu hâdiseyi Müş'r Said Paşa ay nen şu suretle tesıbit eder (Bu notla rın klişesi dosyamdadır.-;
«Sayfa 157, 23 Cemazîlâhir 1295 ve 16 Mayıs 1294. fıkra numarası 606:
«Bugün Sadık Paşa (Kareviz ismile ve doğrluğile tam im « olan Sadık Pa şa) bugün Başvekâletten azl ile yeri ne Mehmed Rüştü Paşa (Mütercim Rüştü Paşa) Sadrâzam unvanile nas- bolundu.
Böyle bir tebeddül olacağından asla haberim yoktu, çünkü efendimiz bu gün haremden çıkmadığından tebed dülatı içeriden (Harem dairesinden) kendi kendilerine icra buyurdular. Rüştü Paşa, iptida, Mabeyni hüma yuna celbolunmuş olduğundan Sada ret içeriden (Harem dairesindeki Pa dişah tarafından) kendisine tebliğ o- lundu ise de kabul etmedi. Ve pek çok ibram e ttiğ e de isga etmedi. Ken dişi, benim (Yani î?u satırları yazan Müşir Said Paşanın) .sadareti kabul etmekliğimi teklif etmiş ¿5. üe ben de kabul etmedtaı. Nihayet efe,, "oıız '(İkinci Abdülhamid) Rüştü Faşay’ Harem-ı Hümâyuna ceibedip orada her nasılsa pekçok ibram-ü ilhâh ile kabul ettirdi. Sadrâzam ile Şeyhilis- lâm Molla Bey Maibeynden akşam e- zaıımda çıkıp Babıâliye ihtimal ki (alaturka) saat birde vardılar. Ve Sir keçiden Babıâliye kadar bazı mahal ler için efendimiz fenerler gönderdi. Saat iki buçukta Sadrâzam ile Şeyhll- isiâm Mabeyni Hümâyuna gelip taam ettiler. Kezalik bugün efendimiz Prus ya Sefiri Prens Reuss ile hareminin Mabeyne gelmesi için esvapçıfoaşıyı sefaretine (Prusya» kelimesi unutul muştur) göndermişler. Bunlar (Prus ya elçisi Prens Reuss ile karısı) saat sekizde geldiler. Bu davetten dahi haberim yoktu. «Said Paşa dahi» gel- mesüe, mütercim Rüştü Paşanın ev velce harem dairesine çağırıldığından
hrnup tercümanlığı bir kız yapmış. Biraz müddetten sonra Haremden çı kıp odama geldiler (Yıldız Sarayında Mabeyn Müşirliği odasına ki bunun
bir adı da .Paşa Dairesi’dir). R«viş-i ifadelerinden, efendimizin (İkinci Abdülhamidin) hiç kimseye emniyet leri olmadığı cihetle rahatsjz bir hal de olduklarını ve sefirin kendilerine yardım etmesini söylemiş, olduğunu anladım. Sefir dahi efendimizin bu suretle rahatsız olduklarına; (Yani diplomasi lisanile deli olduklarına) beyanı teesüf etti. Efendimizin me rak ve endişesi ve herkesten şüphesi, geçen Cumadanberi gittikçe ziyade leşmekte olduğundan böyle bir ecne biyi Harem-i Hümayuna ceibiie on dan istimdada kadar giderek, bu hal cümlemizi derya-yi keder-ü-mâteme garkeyledi. Efendimizin bana bile iğ birarını hissettim Buna ortada asla bir sebep yoktur.»
Artık İkinci Abdülhamid o derece vehim hastasıdır ki, saraydaki kendi adamlarından ve onların en namus lusu olan Said Paşadan şüphe etmek le de kalmaz; bu şüphesi saraydan sakağa taşar, milleti hafiyeler ko var; ve sokaktan da Babıâliye girer, ve Padişahın, yatak odası sayılan Ha rem dairesinde kırk rica ile Sadaret makamı demek olan Başvekâleti ka bul ettirdiği mütercim Rüştü Paşa bu sandalyada 40 günden fazla otura maz.
çünkü bu delilik Padişahta, hü kümdarlığı müddetlnce sürer. Suavî vakasının üzerinden beş yıl ge^z.ği halde İkinci Abdüihamid akıl müva- zenesine malik değildi: 20 Muharrem 1300 tarihinde ikinci defa Sadrâzam yaptığı Ahmed Veflk Paşayı 24 saat te atar.
Yabancı bir devletin elçisinin hi mayesini yalvarmak kadar, 1 günlük Sadrâzam da bir hükümdarın kafası nın hasta olduğuna delildir.
24 saat evvel emniyet etliği adama 24 saat sonra emniyet etmemek için insanda patolojik bir muvazenesizlik lâzımdır.
Prens ReussTarlle, bir günlük Sad- râzamlarile zavallı Osmanlı İmpara torluğu, endüstri saltanatının Avru- pada, hattâ Japonynda mamureler, refahlar, yeni dünyalar kurduğu 19 uncu asırda, sen, Türk’ün 1000 yıl lık hükümetini bir haftada yıktın.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi