• Sonuç bulunamadı

Başlık: İSLAM VE ÇALIŞMA ÜZERİNE FELSEFİ BİR DEĞERLENDİRMEYazar(lar):KILIÇ, RecepCilt: 41 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000515 Yayın Tarihi: 2000 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: İSLAM VE ÇALIŞMA ÜZERİNE FELSEFİ BİR DEĞERLENDİRMEYazar(lar):KILIÇ, RecepCilt: 41 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000515 Yayın Tarihi: 2000 PDF"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İSLAM VE ÇALIŞMA

ÜZE~İNE

FELSEFi BİR

DEGERLENDIRME

Doç. Dr. Recep KILIÇ

Bu yazıda 'İslam dini' ile 'çalışma' arasındaki ilişki ele alınacaktır. Bunun için önce insan ile çalışma arasındaki ilişki, sonra çalışma ile kül-tür ve medeniyet arasındaki ilişki ele alınacak, çaha sonra çalışma hayatı-nın niteliği üzerinde durulacaktır. En .sonunda Islam dini 'nde çalışmahayatı-nın yeri ve önemi incelenecek ve bugün Islamın çalışma ile ilgili ilkelerinin sosyal hayata tam olarak yansıtılamamasının dinı sebepleri üzerinde duru-lacaktır

İnsan; hem İslamın muhatabı, hem de çalışmayı gerçekleştiren mil (özne) olduğuna göre, insan ve çalışma arasındaki ilişkinin neliği (mahiyeti) üzerinde durmak, konumuz açısından öncelik arzeder. Bu iliş-kinin mahiyetinin açık seçik hale gelebilmesi de, aşağıdaki sorulara veri-lecek cevaplara bağlıdır:

İnsan ve çalışma arasındaki ilişki ne türden bir ilişkidir? Bu ilişki;

"zorunlu" mu, yoksa "olumsal" mıdır? Yani insan çalışmak zorunda olan

bir varlık mıdır yoksa çalışmadan da varoluşunu gerçekleştirebilen bir ya-pıya mı sahiptir?

Sorduğumuz sorular açısından insan ile ça~ışma arasındaki ilişki, ön-celikle iki açıdan değerlendirilebilir. Şöyle ki: Ilk olarak bu ilişkinin 'zo-runlu' olduğu kabul edilebilir. Bunu kabul etmek; insanın çalışmadan

ya-pamayacağını, insan adı verilen her canlının çalışmak zorunda olduğunu kabullenmek anlamına gelir. İkinci olarak da, insan ile çalışma arasındaki ~lişkinin zorunlu bir ilişki değil de 'olumsal' olduğu kabul edilebilir. Insan ile çalışma arasında kurulan "olumsallık" ilişkisi ile, insanın "insan-lığını" gerçekleştirebilmesinin çalışmasına zorunlu olarak bağlı olmadığı-nı, çalışmadan da insanı varoluşunu sürdürebileceğini kabul etmek anlaşı-lır. Birinci ilişkiye 'vacib' denirse, ikincisine 'mümkün' denebilir.

İnsan-çalışma ilişkisinin zorunlu mu, yoksa olumsal mı olduğuna karar verebilmek için insanın varlık şartlan üzerinde düşünmemiz

(2)

gere-118 RECEP KILIÇ

kir. İnsan varlığının en temel ihtiyaçlannı "beslenme", "bannma" ve "gi-yinme"ye indirgemek mümkündür. çünkü bu ihtiyaçlan karşılanmayan insanın varoluşunu sürdürmesi mümkün olmaz.

Bu temel ihtiyaçlar, ya insanın kendisi tarafından ya da başkalan ta-rafından karşılanır. Sözünü ettiğimiz bu ihtiyaçlann kim tata-rafından karşı-landığı bu aşamada o kadar önemli değildir. Onemli ~lan, bu temel ihti-yaçlann karşılanmasının insan için zonınlu olmasıdır. Işte bu ihtiihti-yaçlann karşılanmasındaki zorunluluk insan ile çalışma arasındaki ilişkiyi de zo-runlu hale getirmektedir.

Bu demektir ki insan, şahsiyetini oluşturabilmesi, 'insanca' bir hayat sürdürebilmesi için zorunlu olarak çalışmak mecburiyetindedir. Bu mec-buriyeti Mehmet Akif şu şekilde formüle eder:

"Bekaayı hak tanıyan sa 'yi bir vazife bilir; ÇalıŞ ÇalıŞki bekaa sa'y olursa hakedilir."i

Gerçekten de varoluşunu insanca sürdürmeyi kendisi için bir hak olarak gören kişinin, çalışmayı görevolarak kabullenmesi gerekir. Aksi halde insanın; şahsiyetini koruyabilmesini ve başanh olabilmesini düşün-mek bile mümkün değildir. Çünkü 'mutlak kurtuluş' ya da Akifin ifade-siyle 'felah', ancak çalışmak ile mümkündür.2

Esasen alemdeki bütün varlıklar, belirli bir çalışma hayatı içindedir-ler ya da kendiiçindedir-lerini böyle bir çalışma hayatı içinde bulurlar. Ancak insan dışındaki yaratılmış varlıklarda hür irade olmadığından onlann çalışmala-n, kendi iradı seçimleriyle gerçekleşmez. Bu sebepten de gerçekleştirdik-leri çalışma, ahlakı ya da dinı bir değerlendirmeye konu olmaz. Bununla

1. Safahat, (Hazırlayan M. Ertuğrul Düzdağ) Istanbul 1987, Kültür ve Turizm Ba-kanlığı Yayınları, s. 220.

2. Dini bir terim olarak "mutlak kurtuluş" anlamına gelen "felatı" ile "çalışma" ara-sındaki zorunlu ilişkiyi, bizzat Akifin cümleleriyle dile getirmek, konunun daha rahat an-laşılmasında faydalı olabilir.

Bu harb işinde kazanmaktadır çalışmış olan; Çalışmayıp oturandır gebertilen, boğulan. Nedir muradı, bilinmez, fakat Hakim-i Eıeı, Cihanı mar'eke halk eylemiş, hayatı cedeI. Kimin kolunda mesai denen vefalı silah.

Görülmüyorsa, ümid etmesin sonunda felatı. Safahat,228.

Akif'in buradaki ifadeleri, dönemindeki fikir akımlarından haberdar olduğunu. kendi fikirlerini temellendirebilmek için bu fikir akımlarının doğru olan görüşlerini be-nimsemekte hiçbir mahzur görmediğini göstermesi açısından da ayrıca önemlidir. Mesela alemi bir harb alanı olarak tasavvuru, ancak çalışanların bu harbi kazanabileceğini vurgu-layan ifadeleri, biyolojik evrim teorisinin en temel kavramlarından olan 'tabii ıstıfa'yı (na-tural selection) hatırlatmaktadır.

(3)

ıSLAM YE ÇALIŞMA ÜZERiNE FELSEFI BIR DEGERLENDIRME 1ı9

beraber insan dışındaki varlıklann çalışma düzeni, insana kendi hayatında gerçekleştirmesi gereken çalışma şekli konusunda fikir verebilir. 3

Son dönem düşünce dünyamızda çalışma üzerinde ısrarla yoğunla-şan fikir adamlanmızın en önemlilerinden birisinin Mehmet Akif olduğu-nu söylemek mümkündür. Bu sebepten oolduğu-nu') görüşlerine kısaca yer ver-mekte konumuz açısından fayda görüyoruz. Istikl~ şairimiz; 'çalışma'yı, istiklalin olmazsa olmaz şartı olarak gördüğü için, Islam dünyasının içine düştüğü her türlü olumsuzluğun tembellikten kaynaklandığını vurgular. Bundan dolayı insan için çalışmanın zorunluluğunu temellendirmek üzere, varlık dünyası ile çalışma arasındaki zorunlu ilişkiye dikkat çeker. ilk olarak 'Yaratıcı' ve 'vacibu'l vücOd' olan Allah-u TeaHi'nın ÇalıŞ-ma ile ilişkisini ele aldığımızda, O'nun iradesinin, her an çalışÇalıŞ-ma hillinde olduğu gÖ!Ülür. Akif, " ...küLLeyevmin huve ii şe' n"4 ayetinin tefsirini ya-parcasına Ilahi' irade 'nin her an çalışma halinde olduğu düşüncesindedir.s Mehmet Akif; Yaratıcı 'dan sonra "yaratılmış varlıklar" üzerinde durur. Yaratılmış varlıklar arasından önce madde, zaman, mekan, yer ve gök ci-simleri gibi cansız varlıklann tamamının çalışmakta6 olduklannı şiirsel

üslup içinde veciz bir şekilde dile getirir.? Cansız varlıklardan sonra canlı varlıklar üzerinde yoğunlaşan Akif, bütün bitki ve hayvan türlerinin

yaşa-3. insan; 'küçük tabiat' (mikrokozmos) olarak kabul edildiği için, "makrokrozmo-sun pek çok özelliklerini kendisinde taşıyan bir varlıktır. öncelikle madem ki bütün alem hareket içeıisindedir, o halde insan da daima hareket halinde olmalıdır. Peki ya hareketsiz-lik, hiçbir şey yapmama arzusu, tembellik? Bu, alemin oluşa geçmeden önceki sonsuz sükun haline dönme; yani yok olma ve aslına dönme arzusundan kaynaklanmaktadır. Evet, yaşamanın şartı daima hareket halinde olma ve çalışmadır; ancak bu çalışma bedeni yoracak şekilde aşınya kaçtığında dinlenmek ve tembellik etme isteği;' ...bir şey yapmama zevki, çalışma ve gayret korkusu, sağlık için hiç de gerekli olmadığı halde rahatlık alış-kanlığı ... ' haklı görülebilir ... Hiç çalışmadan tembellik edip hayatını zevk ve eğlence içeri-sinde geçiren insan da her şeyi bu kadar kolay ve arzu duyup peşinden koşmaksızın elde ettiği için pek büyük bir mutluluk duymayacaktır. O halde tembellikten, eğlenmekten zevk alabilmek için daha önceden çalışmak, yorulmak ve çalışmadan geçirilebilecek özgür zamanların özlenmesi lazımdır." (GülnihaI Küken, 'Eğlenceli Felsefe', Caglto, sayı 12, 1997, içinde s. 94-95)

4. Rahman sUresi, 29.

5. Ne dinlenir, ne de atıl kalır, velev bir an,

Şu'un-ı hilkati ıeksif edip yaratmaktan. Sarahat, 220.

6. Russell iki tür çalışmadan bahseder. "Ilki, yerkürenin yüzünde ya da hemen altın-da bir yerlerdeki bir maddenin gene aynı maddenin başka bir parçasına göre konumunu değiştirmek; ikincisiyse, başkalarına bunu yapmalarını söylemektir. Ilki hiç hoş olmadığı gibi iyi para da kazandırmaz. Ikincisiyse önceden belirlenmeyen açılım olanaklarına sa-hiptir." (Bertrand Russell, 'Ay/aklığa Ovgü', Caglto, sayı 12,ı997, içinde, s. 62)

7. Aşağıdaki ifadeleri bu konuda verilebilecek pek çok örnekten sadece birkaçıdır: Şu madde yok mu ki almakta birçok eşk3li,

Onun da varmadadır sa'ye asl-ı seyyali. Neden mi? Çünkü bülün kudretin tekasüfüdür. Zaman da sa'ye çıkar: Çünkü hep onunla yürür. Mekan da sa'ye varır: Sa'yi sıfıra indiriniz, Mekan tasavvur edilmez, muhal olur hayyiz.

(4)

120 RECEPKILIÇ

yabilmck için mutlaka çalışmak zorunda olduklannı sembolik bir tarzda yine kendisine has üsıabu içinde dile getirir.s

Akifin canlı ve cansız varlıklar üzerinde çalışma açısından durması-nın gayesi, dikkatleri insan ile çalışma arasındaki ilişkiye çekebilmektir. İnsan ile çalışma ilişkisi konusundaki tesbitini ise, 'çalışmayan insanın hayat hakkı yoktUr'9şeklinde özetlemek mümkündür.

Kamer çalışmadadır, gökle yer çalışmadadır; Güneş çalışmada, seyyareler çalışmadadır. Didinmeden geri durmaz nücum.i gisu-dar;

Bütün alın teridir durmadan yağan envari Sarahat, 220-221 Nücum-ı na-mütenahi bütün çalışmakta ...

Sükun tasavvum kaabil mi bu 'd-i mutlakta? Sarahat,223. 8. Zevil-i hayata bakın ... Koşmuyor mu hakk-ı hayat

Peşinde cümle nebatat, cümle hayvanat? Müessirat-ı tabiatle daim uğraşarak; Bütün cihan gibi onlar da istiyor yaşamak; Avamilin kimi te'yid eder bekaalarmı; Hücum eder kimi ta'cil için fenalarm!. Zavallılar, hani, bir an içinde bin kerre, Kaçıp ikinci takımdan koşar birincilere. Hayatı hak tanıyanlar yorulmuyor ... Heyhat!

Sükun nedir, onu görmüş müdür ki uzviyyat? Sarahat, 227

Bütün bu ifadeleriyle Akif, yaşamak isteyen her canlının hiç durmadan çalışmak zo-runda olduğuna dikkat çekmektedir.

9. ıster birey isterse toplum olarak düşünülsün insan, her durumda çalışmak mecbu-riyetindedir. Bu, toplumun en küçük birimi olan aile için geçerli olduğu gibi cemaat, kavim ve millet gibi daha büyük birlikler ve nihayet bütün insanlık için de geçerli olan ev-rensel bir kuraldır.

Değil mi ceng-i hayatın zebunu adem de? Mücahedeyle yaşar çaresiz bu alemde. Evet, mücahede mahsulüdür hayat-I beşer, O olmadıkça ne efriid olur, ne aileler, Görün birer birer efradı: Muttasıl çalışır; Bakın ki aileler durmayıp nasıl çalışır. Alın sıraya cemaati, sonra akvamı; Aceb cidal-i maişetten ayrılan var mı? Nizam-ı kevne nigehban o sermedi kaanun, Bütün cihanı tutarken tahakkümünde zebun, Garib olur beşeriyyet çıkarsa müstesna. Hayır! Adalet.i fıtratta yoktur istisna. Hayata hakkı olan kimdir anlıyor, görüyor;

Çalışmayanları bir bir eliyle öldürüyor! Sarahat, 228-229

Çalışma ile insan varlığı arasındaki ilişki konusunda Lahbabi de şunları söyler: "Ça-lışma esas itibariyle çekme ve itme arasındaki münasebetler hayatıdır. !nsan varlığı -uzvi olarak- canlı ve cansız varlıkları istihale ettirrnek ve onları özümlemek için onlara etkide bulunarak onları kendilerine mal etmeye tabiatıarı icabı müıemayildirler: Bunlar onun var-lığını tamamlamaktadır (yiyecek, içecek, karşı cins) ... Böylece, eğer çalışma bizim hayatı-mızın ayrılmaz bir parçasıysa, hayat da kendisini çevreleyen beşeri coğrafi dünyaya daimi bir intibak gayretiyle onun oluş kanevasını dokumaktadır." (Muhammed Aziz Lahbabi, Kapalıdan Açığa, (Çev. Bahaeddin Yediyıldız), Ankara 1996, s. 85-86)

(5)

ISLAM VE ÇALIŞMA üZERINE FELSEFI BIR DEGERLENDIRME 121

Çalışma ile Kültür ve Medeniyet İlişkisi

İnsan ile çalışma arasındaki ilişkinin dile getirdiğimiz bu zorunlulu-ğundan dolayı 'çalışma' için insanın "öz niteliği"lo denilir. Çalışma; insa-mn 'öz niteliği' olduğu için, insan ürünü olan herşeyin özellikle de kültür ve medeniyetin de kaynağıdır. Dolayısıyla çalışma ile kültür ve medeni-yet arasında çok yakın bir ilişki vardır. M.A. Lahbabl'nin dediği gibi

"çalışma, çevreleri değiştirir ve cemiyetlere yeni bir şekil verir. Çalışma, milletleri m,?ydana getirerek, kültürlerin ilk kay-nağı olarak ortaya çıkar... Insan, yapıcı faaliyeti içinde, bizzat kendi kendini keşfederek, medeniyeti kuvveden fiile çıkanr. Zira o, diğer hayvanlar gibi yemeden yaşayamaz .... Çalışma içinde bulunduğumuz cemiyette olduğu gibi öz tabiatından sıy-nlmadığı, tahrif edilmediği, insanı karakterini kaybetmediği müddetçe hamlenin, k~şfin, istiMlenin ve eğitimin sentezini yapar, kültürü yaratır. Ote yandan beşen varlığın aslı temelle-rinden biri oluşu sebebiyle kültürün, insanlann bizatihı özünün bir bölümünü oluşturduğunu da iddia edebiliriz."11

Kültür ve medeniyet ile çalışma arasında karşılıklı bir etkileşim var-dır: Bir taraftan çalışma kültürü ortaya çıkanrken, diğer taraftan da her kültür çalışmayı kendine göre düzenlemektedir.

"Kültür kendini doğuran çalışmayı kendi öz çalışmasının emrine tabi kılar: onu farklılaştınr, tanzim ve tertip eder ve yo-ğunlaştınr. "12

İnsanın şahsiyetli bir 'kişi' olabilmesi çalışması ile mümkün olduğu gibi, milletlerin de kendi şahsiyet özelliklerini yansıtan kültürlerini muha-faza edebilmeleri ve sonuçta bir medeniyet kurmalan yine çalışma ile mümkün olur. Çünkü,

"millf kültür tek bir milletin, çalışması, dünya görüşü ve davranışlan içinde, dehasımn mevhum ve mücerrcd halden mü-şahhas ve maddi hale konuluşu olarak tammlanabilirken",13 "medeniyet, dünyada çalışma yoluyla gerçekleştirilen fikirler-den ibarettir."14

10. Lahbabi, Kapalıdan Açığa, s.

ıo;

Bu konuda M. Akif de aynı görüşü şu şekilde ifade eder:

Cibillidir taharri-i hakikat hırsı adernde, Onun mahsülüdür meşhiıd olan asar alemde. Allilet fıtratın ahkamına madem ki isyandır;

Çalışsın, durmasın her kim ki da'vasında insandır. Sarahat,131 iı.Lahbabi, s. 10.12

12. a.e., 13 13. a.e., 13-14 14. a.e., 24.

(6)

122 RECEPKILIÇ

Çalışma ile insan arasındaki zorunlu ilişkinin, aynı zamanda kültür ve medeniyetlerin de kaynağı olduğu açık bir şekilde ortaya çıktığına göre şimdi insanın gerçekleştirmek durumunda olduğu çalışma hayatının niteliği üzerinde durabiliriz. "Çalışma hayatının niteliği" ile, insan!n nasıl bir çalışma içinde bulunması gerektiği konusu kastedilmektedir. Insanın nasıl bir çalışma içinde bulunması gerektiğini belirleyebilmek için, "çalış_ ma hayatını düzenleyen belirli sabiteler '{ar mıdır, varsa bunlar nelerdir?" ve "çalışma hayatının düzenlenmesinde Islamın yeri neresidir?" sorulan-nın cevabını, açık bir şekilde vermemiz gerekir.

Çalışma Hayatının Niteliği

İnsan ile çalışma arasındaki ilişkiyi, insanın 'beslenme', 'bannma' ve 'giyinme' gibi temel ihtiyaçlannın karşı.!anması zorunluluğu üzerine te-mellendirdiğimizi hatırlamamız gerekir. Insanın bu ihtiyaçlannı belirli bir döneme kadar başkalan, sonra doğrudan kendisi karşılar.

Çalışma hayatının niteliği üzerinde durmamızı gerekli kılan iki temel sebep vardır. Bunlardan birisi sözü edilen bu temel ihtiyaçlann 'gayr-i meşru' yollarla karşılanma imkanının olmasıdır. Diğeri de, geçmişte veya

şimdi bazı toplumlarda insanlann çok ağır şartlar altında çalışmak zorun-da bırakılmış olmalandır. Şimdi sırasıyla bunlar üzerinde duracağız.

İnsanlar; hırsızlık, sahtekarlık ve ~aksızlık gibi yollarla belirli ihti-yaçlannı karşılama şansına sahiptirler. Ihtiyaçl.an bu tür karşılama şekli de, belirli bir 'çalışma'yı' gerekli kılm~ktadır. Işte 'çalışma hayatını

dü-zenleyen belirli sabiteler var mıdır, 'Islam' ın sabiteleri nelerdir?'

şek-linde sorulan bir soruyu anlamlı kılan da, dile getirdiğimiz bu durumdur. Bu, insanın bir başka varoluş özelliğinin farkına varmamızı kolaylaş-tıran bir durumdur. Sözünü ettiğimiz varoluş özelliği, hayvanlardan farklı olarak insanın hayatını belirli değerlere göre sürdürmek zorunda olması-dır. Bu değerleri gözardı ederek yaşantısını sürdürmek isteyen insanlar, farklı türden müeyyidelerle karşılaşırlar; ya kendi vicdanlannda rahatsız-lık duyarlar, ya kamu vicdanında kınanırlar böylece toplum dışına itilirler ya da doğrudan maddi cezalara çarptınlırlar.

İnsanın hayatını kendilerine göre sürdürmek zorunda olduğu değer-ler; temelde ahlaki, hukuki ve dini değerlerdir. Bu değerler olmaksızın insan hayatının düzenli bir 'sosyal hayat' halini alması mümkün olmaz.

"Ahlakf, hukuki ve dini değerler olmaksızın insan hayatının düzenli bir 'sosyal hayat'a dönüşme imkanı olmaz" demekle, "bu değerler olmak-sızın insanın yaşayabilmesi mümkün olmaz" demek aynı şeydir. Bir an için bütün insanlann birbirlerine yalan söylediklerini düşünelim. Zihnen düşündüğümüz böyle bir durum, insanlar arasındaki her türlü ilişkiyi

(7)

im-ıSLAM VE ÇALIŞMA ÜZERİNE FELSEFI BİR DEGERLENDtRME 123

kansız kılar. Çünkü en basit bir örnek olarak, herkesin yalan söylediği bir ortamda; birbirleriyle randevulaşan iki insanın randevulanna sadık kala-caklannı beklemek anlamsız olur. Yine ders anlatan bir hocanın anlattık-lannın yalan olduğunu bilen öğrencilerin, hocaanlattık-lannın anlatuklanna inan-malannı beklemek de anlamsızlaşır. 'Değerler olmaksızın insan hayatının

düzenli bir sosyal hayat halini alması mümkün olmaz' dememizin sebebi

budur.

Bu sebepten dolayı insan bir 'ahlak varlığı' olarak nitelendirilir. İnsan bir ahlak varlığıdır, çünkü ahlakın koyduğu değerler ve o değerlere bağlı olarak ortaya çıkan kurallar olmadığı takdirde insanın 'insani" bir hayat gerçekleştirebilmesi mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla 'adale!', 'doğruluk' ve 'darüstlük' gibi temel ahlaki değerler, sosyal hayatı sa-dece düzenleyen değil aynı zamanda inşa ederek mümkün kılan de-ğerlerdir.

Ahlakı değer ve kurallar ile insan hayatı arasındaki yakın ilişkinin açıklığa kavuşabilmesi için 'ahlakı kurallar'ın neliği (mahiyeti) üzerinde durmamız gerekir. Kurallar; kendi içlerinde 'düzenleyici' ve 'inşa edici' olmak üzere iki kısma aynlırlar. Düzenleyici kurallar ile inşa edici

kura/-/arls arasında çok önemli bir fark vardır.

Düzenleyici kurallar, önceden var olan davranış şekillerini düzene koyarlar. Görgü kuallannı ele alalım: "Pek çok görgü kuralı, bu kurallar-dan bağımsız olarak mevcut olar beşerf ilişkileri düzenlerler".16 Mesela yemek yeme adabı, yemek yeme eylemini düzenler. Fakat yemek yeme işinin kendisi, yemek ile ilgili görgü kurallanndan bağımsız olarak önce-den mevcuttur ve bu kurallara uymadan da insanlar yemek yiyebilirler. Ahlak kurallan ise böyle değildir. Aradaki farkın anlaşılabilmesi, 'inşa edici' kurallann anlaşılmasına bağlıdır.

İnşa edici kurallar, varoluşlan mantıken bu kurallara bağımlı olan

faaliyet şekillerini inşa ederler, aynı zamanda da düzenlerler,m. Mesela satranç kurallan olmaksızın 'satranç' adı verilen oyunu gerçekleştirmek mümkün değildir. Çünkü satranç kurallan, satranç adı verilen faaliyetin ya imkanını yaratır ya da bu faaliyetin tanımını yaparlar. "Satranç oyna-ma faaliyetleri, bu kurallara uygun olarak yapılan eylem ile inşa olunur-lar"18. Ahlak kurallan da inşa edici karakterde kurallar olduğundan, bu kurallar olmaksızın, insanı bir hayatın gerçekleşmesini düşünmek bile

15.1. Searle, "How to deri ve 'ought' from 'is',", The Is-Ought Question, cd. by W.D. Hudson, London 1969, içinde s. 131.

16. J. Searle, Speech Acts, An Essay in the Philosophy of Language, Cambridge 1969, s. 33.

17. Searle, "/low to deriye 'ougW from 'is''', s. 131. 18. Searle, Speech Acts, s. 33.

(8)

124 RECEPKlUÇ

mümkün olmaz. çünkü ahlak kurallan, insan hayatını mümkün kılan veya bu hayatı tanımlayan kurallardır. Bu anlamda ahlak kurallannı, görgü kurallan gibi 'düzenleyici' kurallardan ayırmak gerekir.

Her ahlak kuralının arkasında bir ahlaki' değer vardır. 'Doğruluk' de-ğerine bağlı olarak 'doğru olmalısın' kuralı ortaya çıkar. Bu değer ve ku-rallar, sadece insan için vardır. Bu durum insanın varlık şartlannın bir ge-reğidir. Bu sebepten 'çalışma hayatının niteliği' .söz konusu olduğunda, en genel anlamda söylenebilecek husus şudur: Insanın gerçekleştirmek zorunda olduğu çalışma hayatı, mutlaka 'insani' olmalıdır. Çalışma haya-tının insani' olması demek, insanın değerlerine uygun olması demektir.

Çalışma hayatının niteliği üzerinde durmamızı gerekli kılan iki se-bepten bahsettik. Biri, insan için 'gayr-i meşru' yollardan da ihtiyaçlannı karşılama imkanının olması; diğeri de insanın çok ağır şartlar altında ça-lışmak zorunda bırakılabilmesi olgusuydu.

İnsanın ağır şartlar altında çalışmaya zorlanması, her toplumda ve her zaman gerçekleşebilecek bir durumdur. Ama özellikle sanayi devrimi öncesi ve sonrasında Batı dünyasında yaşanmış olan çalışma hayatının şartlan, bazı düşünürleri çalışmanın bizatiM kendisi aleyhine yazılar yaz-dıracak kadar ağır olmuştur. Lahbabi', Lafargue ve Russell 'ın ifadeleri, Batı dünyasında çalışma konusunda olup bitenler hakkında fikir verebile-cek mahiyettedir.

"Sınai' medeniyet çağının en .feci sefaletini dile getiren bir kaç misal hatırlayalım ...

ı

842'de Ingiltere'de yapılan anketin or-taya koyduğu durum bunlardan biridir. Bu ankette kömür ocak-lannda kadın ve çocuklann hangi şartlar içinde çalıştıklan öğ-renilmek isteniyordu. Anketi yapanlar raporlanna krokiler de eklemişlerdi. Bu tasvirlere bakıldığında, insanı hemen hemen uzvi' bir huzursuzluk kuşatıveriyor ve iğrenç "talih"in çok er-kenden ciddiye aldığı bu çocuk-işçiler için; karanlık, korkunç derecede karanlık dar ve sıhhate zararlı bir delik için yuvalannı ve yavrulannı terketrnek zorunda kalan bu kadınlar için, hayatın gerçekten yaşanmış olmak zahmetine değip değmediğini insan kendi kendisine soruyor. Bu krokilerin birisi, kadınlardan birini, ayakta durmasına imkan vermeyen çok alçak bir galeride, bir kömür vagonu nu sürüklerken göstermektedir. Bu angaryayı yapıp bitirmek için elleri ve dizleri üzerinde ilerlemektedir.19

19. Krş. Hutchinson Encylopedia'nın sanayi inkılabı maddesi. (Lahbabi. Kaplıdan Açığa, 35)

Lahbabi Batı'da yaşananlar hakkında devamla şu tesbitierde bulunur:

"Şüphesiz daha az belirgin bir tarzda olmasına rağmen bu geçmiş hala başka şekiller altında uzayıp gitmektedir. Bununla beraber, çalışma saatlerinin miktan Batı

(9)

memleketle-ISLAM VE ÇALIŞMA üZERINE FELSEFI BIR DEGERLENDIRME 125

Lahbabi'nin dikkat çektiği birbaşka nokta da Batı medeniyetinde ça-lışma sonucunda clde edilen sanayi ürünlerinin, gayr-ı ahlaki bir tarzda insan aleyhine kullanılma olgusudur.20

Lafargue'nun ifadelcri de Lahbabl'nin Batı'daki ağır çalışma şartlan konusundaki tesbitlerini doğrular mahiyettedir:

"Günde 12 saat çalışmak, işte, 18. yüzyıl filozof ve ahlakçı-lannın ideali. Günümüzün işlikleri, işçi kitlelerinin hapsedildi-ği, yalnız erkcklerin değil, kadınlann ve çocuklann da 12-14 saat zorla çalışmaya mahkum edildiği ideal çocuk ıslahevlcri durumuna gelmiştir."ıı

RusselJ'ın 1935 yılında yazdığı "Aylaklığa Övgü" isimli yazısında 19. yüzyıl Ingilteresi'nde yaşanan çalışma hayatı ile ilgili söyledikleri de aynı paraleldedir:

"XIX. yüzyılın ilk başlannda, İngiltere'de erkekler günde onbeş saat çalışırlardı; alışılageldiği üzere çocuklar günde on iki saat çalışırdı, ama kimi zaman on beş saate kadar vanrdı

işgün-rinin bazılannda azaltılmışsa da, her tarafta aynı değildir. Mesela, Fransa'da çocuklan "her gün on saatten fazla" çalıştırmayı yasaklayan kanun ancak 1898'de çıkanlmıştır. üs-telik bu kanun 1960'da dünyanın çeşitli memleketlerinde hala tatbik edilmiyordu". Şüphe-siz, çalışmanın tiksinç yönleri azalmıştır. Bununla beraber, daima sıhhate zararlı yerlerde işçi birikimi ve maden ocaklarının emniyetsizliği devam etmektedir. Bunlara marcinel-le'nin Belçika'da (1956 Ağustos) ve Springhill'in Kanada'da (1956 ve Ekim 1958) edin-dikleri acı hatıraları birer misalolarak gösterebiliriz. (Lahbabi, a.e., s. 35)

20. Bu konuda aşağıdaki tesbitleri oldukça dikkat çekicidir:

Işte korkunç bir paradoks: 1815'de, banş, sınai yayılmanın ve üretimin gelişmesinin şartı ve beklenmeyen ve şansı olmuştu: halbuki bugün bazı büyük sanayiciler, kendilerine göre karlı bir fırsat olan harbi tercih etmekten sıkılmamaktadırlar. Amerika Kongresi üye-lerinden birinin meşhur genel beyanatını hatırlamamak elde değildir: "Krize düşmektense harp daha yeğdirL" Bu daramatik çığlıktan bu yana, huzursuzluklar bariz bir şekilde art-maktadır. Bugün, üretim tesislerinin otomatik işleyişi, atom ve hidrojen bombalan sanayi-nin ve genel bir şekilde ilmi araştırmaların ahlaki değerini yeniden problem haline sok-maktadıro (Lahbabi, a.e., 38-39.) Bu katiyen teknik ilerlemenin gelişmesini durdurmak gerektiği anlamına gelmemektedir, -çünkü bu lüzumlu bir gelişmedir-; fakat teknolojiden elde edilen neticeleri dünya çapında sosyal ve ahlaki nizam reformlarıyla denkleştirmek ihtiyacının farkına varmak demektir. Teknik bize sözkonusu bu dengeyi kurmanın şartları-nı tedarik etmektedir. O halde, insanlann mutluluğu için belli başlı vasıtalar olarak tekno-lojiyi muhafaza etmek şarttır. (Lahbabi, a.e., 43)

21. 1857'de Bruxelles'de toplanan Birinci iyilikseverler Kongresi'nde, Lille yakınla-rındaki Marquette'in en zengin yapımevcilerinden Bay Scrive, Kongre üyelerinin alkışlan arasında, yerine getirilmiş bir ödevin soylu sevinci içinde şunları anlatıyordu: "Çocuklar için birtakım eğlence olanaklan sağladık. Çalışırken şarkı söylemesini, yine çalışırken sayı saymasını öğretiyoruz onlara: Eğlendiriyor bu onları ve geçimlerini sağlamak için ge-rekli 12 saatlik çalışmayı cesaretle kabul ediyorlar." (Paul Lafargue, 'Tembel/ik

(10)

126 RECEPKILIÇ

leri. Bazı ukala işgüzarlar kalkıp da çalışma saatlerinin iyice uzun olduğunu ileri sürdüklerinde, çalışma sayesinde büyükle-rin kendilebüyükle-rini içkiye kaptırmalannın, çocuklann da kötü yola düşmelerinin önlendiği söylendi onlara. Benim çocukluğumda, kentli erkek işçilerin seçme hakkını kazanmalannın üstünden kısa bir süre geçmişti ki, kimi günler tatil olarak kabul edildi yasalarla; böyle bir şeyden hiç de hoşnut olmadı üst sınıflar. Yaşlı bir düşesin şöyle dediğini anımsamaktayım: "tatil yapmak neyine yoksullann? çalışmalan gerek."22

Batı dünyası ile ilgili tesbitlere dikkat çekmemiz yanlış değerlendi-rilmemelidir. Batı 'daki bazı olumsuzluklara dikkat çekerek, durumun İslam dünyası'nda daha iyi olduğunu söylemek gibi bir muradımızın ol-madığını belirtmemiz gerekir. Gayemiz, iki kültür arasında bir karşılaştır-ma yapıp, sonunda birini kötü diğerini iyi göstermek değildir. Burada dik-kat çekmek istediğimiz tek konu, bir imkan olarak insanın 'ağır şartlar altında' çalışmaya mecbur b~rakılabileceği olgusudur. Bu olgu her zaman ve zeminde onaya çıkabilir. Işte bu olgu ile, çalışmanın 'gayr-i meşru' bir zeminde icra imkanı, bizi çalışma hayatının niteliği üzerinde düşünmeye sevketmiştir.

Görülüyor ki canlı bir varlık olarak insan; bireysel çerçevede hayati-yetini sürdürebilmesi, şahsihayati-yetini oluşturup koruyabilmesi, toplumsal çer-çevede de kültür ve medeniyet kurabilmesi için çalışmak zorundadır. Ça-lışma hayatını düzenleyen belirli değerler vardır. Bu değerler, sosyal ~ayatı inşa eden veya mümkün kılan ahlak, hukuk ve dinin değerleridir. Insanı olan çalışma hayatı, ancak bu değerlerle şekillendirilen bir hayat-tır.

Böylece "çalışma hayatının niteliği nasılolmalıdır?" ve "çalışma

hayatını düzenleyen belirli sabiteler var mıdır?" suaI1erini bir anlamda

cevaplandırmış oluyoruz. Buna göre; sosyal hayatı düzenleyen değerler, çalışma hayatının düzenlenmesinde de geçerli olan sabitelerdir. Bu konu-ya biraz daha açık seçik hale getirebilmek için şunlan söyleyebiliriz:

Sosyal hayatı düzenleyip inşa eden değerler temelde ya ahlaki ya hukuki ya da dini değerlerdir. Temel ahlaki değerler; din ve hukuk ara-sında müşterektirler. Adalet, doğruluk, ilidal, emanet, hoşgörü, kanaat, cömertlik ve sabır gibi değerler, sosyal hayatı mümkün kılan ahlaki de-ğerlerdir. Bu değerlere göre düzenlenip inşa edilmeyen toplum hayatında sosyal barışın sağlanması, toplumun birlik ve beraberliğinin korunması mümkün değildir. Bu sebepten din ve hukuk insanları bu ahlaki değerlere

22. Bertrand Russell, 'Aylaklığa Övgü', (In Praise of Idleness, 1958, s. 9-29), Cogi-to, sayı 12, 1997, içinde s. 65.

(11)

ISLAM VE ÇALIŞMA ÜZERINE FELSEFI BIR DEGERLENDIRME 127

uygun olarak davranışta bulunmaya teşvik eder.23 Din bu teşviki, sevap ve

günah kavramlarıyla manevf yolla, hukuk ise bu değerlere aykırı hareket edenlere maddf cezalar vermek suretiyle yapar.

İnsanlann sosyal hayatın her aşamasında doğruluktan aynımamalan nasıl gerekli ise çalışma hayatında da doğruluktan aynlmamalan ahlakı bir zorunluluktur. Doğruluk gibi adalet de çalışma hayatında gözetilmesi gereken temel ahlakı değerlerden birisidir. Çalışma halatında adalete uygun davranmak, bir işin hakkını vererek yapmak, nasıl yapılması gere-kiyorsa işi o şekilde yapmak demektir. Bu başkalannı çalıştırma açısın-dan (iş veren statüsünde) olduğu gibi başkalannın işinde çalışma açısın-dan da (işçi statüsünde) öyledir.

Burada adalet'e yüklediğimiz "bir işin hakkını vererek yapmak"

an-lamı üzerinde durmak gerekir. Yapılan işin hakkını vermek; o işi o gün~n standartlannda en güzel, en kaliteli bir şekilde yapmak anlamına gelir. Iş-veren statüsünde olanlar, o işin hakkını verme konusunda çalışanlara maddı ve manevı açıdan uygun bir ortam hazırlamakla; çalışanlar da, sağ-lanan ortamı en iyi şekilde değerlendirmekle yükümlüdürler. Bu 'emanet' değerinin bir gereğidir. Çalışma hayatında adalet'in, doğruluğun ve ema-net'in gözetilmesi ancak bu şekilde mümkün olabilir. Bu açıdan bakıldı-ğında çalışma hayatı; estetik ve ahlakı kaygıIann en üst seviyede yaşan-ması gereken bir hayatur.

Demek ki çalışma hayatını düzenleyen belirli sabiteler vardır ve bu sabiteler; ahlak, din ve. hukuk tarafından sağlanmaktadır. Çalışma hayatı-nın düzenlenmesinde Islamın yeri ve önemi burada kendisini gösterir. İslam her konuda olduğu gibi, çalışma konuşunda da insanın değerini ko-ruyan ve gözeten bir yaklaşım içindedir. Islam'da çalışmak önemlidir ama çalışma uğruna ins.anlık onuru ve haysiy~tinin zedelenınesi söz ko-nusu değildir. Çünkü Islam, insan içindir. Islamın insan için olması demek, Islamın insanın şeref ve haysiyetini konması için varalması de-mektir. Bu sebepten sanayi devrimi öncesi ve sonrası dönemlerde Batı 'nın çalış~a hayatında yaşanan insanlık onuruna aykın uygulamalara bir din olarak Islamın cevaz vermesi mümkün değildir.

23. Sözünü ettiğimiz değerlere gerekli önemi vermediğinden dolayı Batı medeniye-tinin 'yanlış bir yola girdiği'nden söz edilir. Batı medeniyetinin yanlışı olarak da; adalet ve liyakat değerleri yerine 'kuvvet' ve 'verimlilik' değerlerini yerleştirmesi. böylece in-sanlan 'verimli' ve 'verimsiz' diye sınıflara ayırması, rekabeti dayanışmaya tercih etmesi gösterilir. Bıınlar "insana hürriyete kavuşma, kendini aşma. yani gerçek bir şekilde şahsi-yetleşme imkanlanru verememiştir. Modem edebiyat ve sanatta mevcut diğer önemli ve yaygın temalar gibi bunalımın, saçmalığın ve melankolinin gerçek kaynağı bu korkunç ve acı hayal kırıklığı değil midir? Kierkegaard'ın ve Kafka'run eserlerinin keşfi; Hcideg-ger'in hiçi ve bir başka planda, Machiavel ve Marquis de Sade'ın dirilişi, hatalarını itiraf eden entellektüellerin bunalımına, modem vicdanın sarsıntısına uygun düşmektedir. (Lah-babi, a.e., s. 31-32)

(12)

128 RECEPKILIÇ

Allah' adayan, sa'ye sarıl, hikmete ram ol... Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.'LA

İslam'da Çalışmamn Yeri ve Önemi

İsl~'da çalışma hayatının yeri ve önemini iki aşamalı olarak ele alacağız: Ilk önce ayet-i kerime ve hadis-i şeritlerde çalışma konusunda ne gibi temel ilkelerin bulunduğuna, sonra da doğrudan peygamberimizin hayatına bu temel ilkelerin nasıl yansıdığına bakacağız.

İslam' da çalışmanın önemini ve yerini belirleyebil.mek için Peygam-berimizin hayatına bakmak gerekir çünkü onun haya~, Islamın temel ilke-lerinin somut davranış kalıplanna döküldüğü, temel Is~amı değer ve ideal-lerin yaşantı ya dönüştüğü bir alandır. Bu sebepten Islam 'ın insanı için peygamberimizin hayatı, her konuda olduğu gibi çalışma konusunda da örnek alınacak bir hayattır. çünkü peygamberimiz her yönüyle, müslü-manlar için her konuda örnek insandır.

Dikkatle incelendiğinde Kur'an-ı Kerim'de çalışmayı teşvik eden pek çok ayet bulmak mümkündür. Ancak bu ayetleri zikretmeden önce önemli gördüğümüz bir konuya işaret etmemiz gerekir.

'İslam ve Çalışma' konusunu açık seçik hale getirebilmek için önce, 'insan' ve 'insanın varoluş özelli l,deri 'ne dikkat çekmeye çalıştık. Bu şe-kilde hareket etmemizin sebebi; Islamın, insanın bu varoluş ö.zelliklerine aykın bir hüküm getirmeyeceğini önceden kabul etmemizdir. Islamın; bir din olarak insanın varoluş ö~elliklerine aykın bir hüküm getirmeyeceği inancımızı, insanı yaratan ile IsHim'ı din olarak gönderenin. aynı yüce Ya-ratıcı olduğu inancımız üz~rine dayandınyoruz. Bu açıdan Islam, aynı za-manda bir 'fıtrat' dinidir. Insan (ıtfatını yani insanın varoluş özelliklerini doğru okumayı becerebilenler, IsI.amın insanla ilgili temel hükümlerini kavramakta zorlanmayacaklardır. Islamın fıtrat dini olmasıyla ilgili ola-rak şu ayet-i kerime oldukça anlamlıdır:

"Sen yüzünü hanif olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. İşte dosdoğru din budur,jakat insanla-rın çoğu bilmezler"25

Ayette geçen 'fıtrat' kavramını; insanlık ortak paydası anlamına gelen, insanı insan yapan 'varlık ya da varoluş özellikleri' şeklinde anla-mak, yanlış olmaz. Işte gerçek olan doğru .din, insanı.n bu varoluş özellik-lerine uygun olan dindir. Bu dinin adı da, Islam'dır. Islam'da insanın var-lık şartlanna aykın bir hüküm bulabilmek mümkün olmadığına göre,

24. Safahat, 428. 25.30. Rum suresi, 30.

(13)

ıSLAM VE ÇAUŞMA üZERiNE FELSEFİ BıR DEGERLENDıRME 129

çalışma konusunda da durum aynıdır. Yani insan, çalışmadan 'insanca' yaşaması mümkün olmayacak şekilde yaratılmıştır Yüce Allah insanı bu şekilde yarattığı için, bütün insanlık için seçtiği IsHim dini ile çalışmayı teşvik etmiştir.

İslam dini çalışmayı "insan haysiyetinin ölçüsü, varlığının bir boyutu olarak telakki etmektedir. Allah'ın hükmü şudur ki herkes, kendi öz taah-hütlerinin ve kendine has faaliyetlerinin hesabı görülerek yargılanacağı zaman, şahsen onlann kefili olmak mecburiyetindcdir."26

Çalışma ile ilgili genel bir ilke olarak ayct-i kerimcde şöyle buyuru-lur: "Hakikaten insan için kendi çalışmasından başkası yok. Onun

çalış-ması değerlendirilecek. Bu çalışmasından dolayı en değerli ücret ile mü-kajatlandırılacak" 'II

Tabakoğlu'nun belirttiği gibi28 üretici olan ve insanlara fayda')ı

doku-nan kişi, idoku-nandığı sürece Allah'ın halifesi olma sıfatına hak kazanır. (Nur, 55) Allah Teala kainatı insanın faydalanınası için yaratmıştır. Bitkiler, hayvanlar, cansız maddeler, su kaynaklan~ yeryüzü ve gökyüzü hep insa-nın ihtiyaçlannı tatmin için yaratılmıştır. Islam insanlan kainata hükmet-meye memur gördüğü gibi ondaki üretici kuvvete yani emeğe büyük bir önem atfeder.

İslam dininde insanın yerine getirmesi gereken belirli ibadetlerin ol-duğu bir gerçektir. Fakat insan; hem ibadetlerini eksiksiz yerine getirmek hem de 'insanlık onurunu' ya da 'haysiyetini' korumak için çalışmak zo-rundadır. Cuma suresi nde bu konuya açık bir şekilde dikkat çekilir:

"Namaz bitince yeryüzüne yayılınlz ve işlerinizle meşgul olunuzJ129

İslam, insanın tamamen dünyevi işler içinde erimesine de karşıdır. K1irıln gibi paranın ve para sevgisinin esiri olmamak gerekmektedir: "Karıln Musa'nn milletindendi. Fakat vatandaşlanna karşı insafsızca

hare-26. Lahbabi, a.e., 13-14.

27.53. Nccm Suresi, 37-42; Bu konuda Akif'in söyledikleri ayetleri anlamak açısın-dan oldukça önemlidir:

Hangi mUşkildir ki himmet olsun, lisan olmasın? Hangi dehşettir ki insandan hirlisan olmasın? İbret al erbab-ı ikdamın bakıp lisarma: Dağ dayanmaz erlerin dağlar söken ısrarma ... lptihiir etmek değilse yolda durmak, gitmemek, Asumandan refref indirsin demektir bir melek!

"Leyse li'l-insani illa ma sea" derken Huda; (Necm (53), 39. ayet) Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha?

Davran artık kiirbanın arkasından durma, koş!

Mahv olursun bir dakikan geçse hatta böyle boş. Safahat, s. 24-25

28. Ahmed Tabakoğlu, 'lsldm Ekonomisi'nde Emek ve Sermaye Kavramları',

(14)

130 RECEP KILIÇ

ket ediyordu. Biz ona, anahtarlannı güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazi-neler venniştik. Milleti ona şöyle diyordu: 'O kadar böbürlenme! Zira Allah böbürlenenleri hiç sevmez. Allah'ın sana vermiş olduğu nimetlerle

ahiret yurdunu da kazanmaya çalış, Bu dünyadaki nasibini de unutma.

Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi Sen de iyilik yap. Yeryüzünde aşınlıklar-dan sakın, zira Allah aşın hareket edenleri sevmez."30

Görüldüğü gibi İslam; dünya ilc ahiret arasında denge kuran bir din-dir. Bu denge insanın ahiret adına dünyayı, dünya adına da ahireti ihmal etmesine engelolur. İnsan, hem dünyayı hem de ahireti kazanmak için çalışacaktır. Ancak uygulamada dünya ile ahirct arasında sağlıklı"bir den-genin her zaman kurulduğunu söylemek mümkün değildir. Ozellikle ahiretin ebediliğini dünyanın geçiciliğini vurgulayan ayetlerin dünyanın önemsiz olduğu şeklinde anlaşılması; dünyanın terkedilmesi gerektiği gibi yanlış bir çıkanma yol açmış, bu da çalışm~ dünyamızda bazı olum-suzluklann ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Islam inancında şüphesiz ebedi olan ahiret alemidir. Ama 'ebedi' olan'ın kazanılması, geçici olan bu dünyada gerçekleştirilecek çalışma ile mümkün olmaktadır. Başka bir deyişle ahiretin ihyası, dünyanın iman ile mümkündür. çünkü "Herkesin

kurtuluşu çalışmasına bağlıdır'3!

Lahbabi'nin dediği gibi;

İslam çalışmayı yeniden değerlendinneyi ve insanileştinneyi denemiştir. Bu din "iş görenlere" ve çalışmayı ibadet ayannda tutanlara çok yüksek bir paye atfetmektedir: Bir hadis yakınlan-nın geçimini temin etmek için çalışmak namaza ve Allah'a iba-det etmeye denktir demektedir. 32Diğer bir hadise göre, Allah şöyle demektedir: "Kıyamet günü kendilerine düşman olacağım

üç çeşit insan vardır: Benim adıma söz verip de sözünü yerine getirmeyecek olan kişi; bir hür adamı satarak ondan alacağı parayı yiyecek olan kişi, bir iş için kiraladığı işçi vazijesini

ta-29.62. Cuma suresi, 10

30.28. Kassas suresi, 76-77; Lahbabi,48

31. 52. Tur suresi, 21; Dünya ve ahiret dengesi konusunda Akif ~un1an söyler: Bu 8lem imtihan meydanıdır erv8lı için madam,

Demek: Insan değilsin eylemezsen durmayıp ikdam. Neden geçsin sefaletlerle, haybetlerle, ezmanın? Neden azınin silreksiz, yok mudur Allah'a imanın? Çal~, dilnyada insan ol, elindeyken henilz dilnya; ObUr dilnyada insanlık değilm~ yağma, gördiln ya! Dilinden ahireı hiç dil~milyor ey milslilman, lakin,

Onun hakkında atıl bir heves mahsiHil idrakin! Sarahat, 276

32. Genelolarak çalışmak, çabalarnak, hareket eımek, iyi niyetler ilzerine kurulması kaydıyla, özellikle Islarn dininde takdir edilmiştir. (Krş. Kur'an, II/193, 195; lX/106;

(15)

ISLAM VE ÇALIŞMA ÜZERİNE FELSEFI BIR DEGERLENDIRME 13i

mamladığı zaman onun ücretini ödemeyecek olan kişi" (Buhari,

sahih).

Kur'an insanlığın seçkin kişilerini yani peygamberleri örnek işçiler olarak göstermekte.dir. Allah Davud'a: "urhlar imal et ve itmeklerini iyi ayarla. Iyilik yap, zira ben bütün hareketleri-nizi görmekteyim" diyor (Kur'an, XXXiV /11).

Yönetimi altında kendisine itibarlı yüksek bir mevki teklif eden krala Yusuf cevap veriyor: "Beni memleket zenginlikleri-nin idarecisi yap, onlann çok uyanık bir muhafızı olacağım" (XII/SS). Musa, o koca Musa, sonradan kayınpederi olacak ihti-yar bir toprak sahibinin hizmetine girmemiş miydi? Bu ihtiihti-yar şöyle demişti: "Bana sekiz sene hizmette bulunman şartıyla sana iki kızımdan birini nikah etmek istiyorum. Eğer on seneye kadar uzatmak istersen bu senin arzuna bağlı ..." Anlaştık diyor Musa. Senin yanında geçireceğim müddet ikisinden hangisi olursa olsun, hiç bir şiddete maruz kalmayacağım. Bununla be-raber ne konuştuysak hepsinin Allah vekilidir" (XXVIII/27-28).

Ve hatta Muhammed önce çoban ve daha sonra da ticaret mümessili olmadı mı? Çalışma, sosyal bir faaliyet olarak şahsi sorumluluk gerektirmektedir: "senin ruhun bizzat kendisinden mesuldür" ve "bir başkasının günahlannı da yüklenmeyecek-tir."33

Çalışma ile ilgili zikredilen ayet-i kerimeler, bu konuda İsıamın bakış açısı hakkında yeterli fikir verecek mahiyettedir. Aşağıdaki hadis-i şerifler ise, çalışmayı teşvik eden hadiselerden sadece bir kaçıdır.

"Allah kulunu, helal kazanç talebinden yorgun düşmüş görmeyi sever." Tae, 11/35

"İnsanın yiyip içtiklerinin en helal ve bereketli olanı, çalışıp kazana-rak aldıklandır". ıbn Mace, H. No: 2137

"İçinizden kim bana, insanlara yük olmayacağına, onlardan bir şey istemeyeceğine söz verebilirse, ben ona Cennette olacağına garanti veri-rim." Tae, II, 36

"Hz. Peygamber, kişinin çalışmasını, üretimde bulunmasını ve ailesini geçindirmesini Allah yolunda cihad ve gündüzleri oruç geceleri namazIa geçirme ile bir tutmuştur. (Buhari, Nafakat, 1.).. En kötü şartlar altında dahi çalışmak başkalanna yük olmaktan daha iyi görülmüştür:

(16)

132 RECEPKILIÇ

'Kişinin sırtında odun taşıyarak geçimini sağlaması, versin veya vermesin birisinden birşey istemesinden daha hayırlıdır.' (Buhari, BüyO, 15)."34

Bütün bunlara ilave olarak İslamın beş temel şartından olan hac ve zekat ibadetleri dc! bizi çalışma konusunda aynca düşündürecek mahiyettedir. çünkü Islamın insanı, hacca gitmek ve zekat vermek isteye-cektir. Bu isteklerin yerine getirilmesi ise disiplinli bir çalışma hayatını gerekli kılar. Şüphesiz fakir olan insanlara haccın farz olmadığı, fakirin zekat almasının dini' bir hak olduğu doğrudur, ama zekat ve haccın farz kılınmasında insanlan hacca gidebilccek ve zekat verebilecek kadar zen-gin olmak konusunda bir teşvikin olduğunu da görmek gerekir.

İslam 'da çalışmanın yeri ve önemi konusunda şimdi de peygamberi-mizin hayatına yönelebiliriz. Çalışma hayatının niteliği üzerinde durur-kcn, çalışma hayatının aWaki' ve dini' değerlere göre düzenlenmesi gerek-tiğinc işaret ctmiştik. Çalışma hayatının dini' değerlere göre düzenlenmesi, insanın 'hela!' yollardan kazanıp yine 'hela!' yollara har-caması anlamına gelir. Çalışma hayatının aWaki' değerlere göre düzenlen-mesi ise, çalışırken doğruluk, dürüstlük, emanet ve adalet 'ten aynlmamak demektir.

Her yönden örnek olan Peygamberimiz, çalışma hayatında gözettiği değerler açısından da insanlığa örnek olmuştur. Onun hayatında tarihi' ve-sikalarla bilinmeyen hiçbir yön yoktur. Hayatta olduğu süre içinde doğru-luk, emanet ve adalet gibi temel aWaki' değerlerc aykın hiçbir uygulaması olmamıştır. Deyim ycrindeyse dinı ve aWaki' değerler, onun hayatında ete kcmiğe bürünmüştür.

"Emrolunduğun gibi dosdoğru 01"35;"Rabbimiz Allahtır deyip sonra da dosdoğru olanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecektir"36 gibi ayet-i kerimelcr, Peygamberimizin hayatının her anında yaşantı halinc dönüş-müş olan ilahi' buyruklardır.

Ticarı hayatta "doğru sözlü ve her konuda kendine güvenilen bir

ti-caret adamı, ahirette Peygamberler, sıddtkler ve şehiılerle beraber ola-caktır"37 buyuran Peygamberimiz; çarşıda dolaşırken bir yiyecek yığını-nın önünde durup, elini yığıyığını-nın içine daldınnca, belirli bir ıslaklığın farkına vanr. Bunun sebebi olarak yağmurdan ıslanmış olabileceğini gös-tcren mal sahibine; ıslak tarafı herkesin görebileceği şekilde üste koyması gerektiğini söyledikten sonra "bizi aldatan bizden değildir" buyurur.

34. Tabakoğlu, a.e., s. 82-83. 35. Hüd suresi, 112. 36. Ahkaf suresi, 13.

(17)

ISLAM VE ÇALIŞMA üZERINE FELSEFİ BIR DEGERLENDIRME 133

Doğruluk ve dürüstlüğün insan hayatındaki önemini bundan daha açık ve kesin bir şekilde dile getirebilmek, adeta imkansız gibidir. "Bizi aLdatan bizden değildir" temel ahlak ilkesiyle Peygamberimiz, dürüstlük-ten aynlmakla dinden çıkmayı sanki aynı şeymiş gibi değerlendirmekte-dir.

Bir an için İslama inanmış her insanın; "bizi aldatan bizden değildir" ilkesine göre yaşadığını düşünelim: Bu durumda imalatçı, imal ettiği ürünü o günkü standartlara göre en kaliteli, müteahhit inşa ettiği binayı en sağlam, çiftçi ürettiği mahsulü en temiz şekilde üretecek ve bu gibi mes-lek erbabından oluşan bir toplum da o günkü standartlara göre her bakım-dan en ilerde örnek alınacak bir toplum olacaktır.

Peygamberimiz; İslamın insanını "müsLümanLarın elinden ve dilin-den güvende oLdukLarıkimse"38 şeklinde tarif eder. Burada müslüman in-sanın ayırd edici özelliği olarak "elinden ve dilinden güvende olma" du-rumuna işaret edilmesi üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. çünkü insanın elinden ve dilinden güvende olunması demek; çalıştığı alanda insanın bilgisinden ve bu bilgiyle yaptığı eylemlerinden emniyette olmak demektir. Mesela bir hekim; çok iyi bir insan olmasına rağmen sa-hasında iyi yetişmemiş olmasından dolayı hastalanna uygun teşhis ve te-davi uygulayamıyorsa, böyle bir hekim, elinden ve dilinden emin olunan bir insan olamamış demektir. Din görevlileri de dahil bütün meslek grub-lan için aynı şekilde düşünmemiz mümkündür. Çalışma agrub-lanının gerektir-diği bilgi birikimi ve beceriyi edinmemiş bir çalışanın, o alanda güveni-len insan olması bekgüveni-lenemez. "Müslümana ihanet eden, zarar veren yahut hile yapan kişi, bizden değildir"39 hadisi, bu anlamda son derece önemli-dir.

Peygamberimizin hayatında dikkatimizi çeken en önemli hususlar-dan birisi de, onun sözleriyle yapıp ettikleri arasında tam bir uyumun bu-lunmasıdır. Bu uyum, çalışma hayatında da bütünüyle geçerlidir. Çalışma ile ilgili bazı buyruklanna işaret edelim:

"Hiçbir kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir Lokma asla yiyemez."40

"Allahım; tembellikten, korkakLıktan, ihtiyarLığın verdiği düşkünLük ve cimrilikten Sana sığınırım."41

"Servet, bir müsLüman için ne güzeL arkadaşıır. Yeter ki o, servetin-denjakire, yetime ve yoLcuya vermiş oLsun."42

38. Müslim, Kitabu'ı-Iman, Bab: 43, H. No: 101-102. 39. Müslim, 1. KitabÜı-lman, Bab: 43, H. No: 101-102. 40. Tecrid, c. VI, s. 369, H. No: 967.

41. Buhari, Edebu'l Mufred, c. II, s. 72, H. No: 615. 42. Müsned-i Ahmed- Thn-i Hanbel, c.m,s. 21.

(18)

134 RECEPKILIÇ

Bu tür buyruklanyla Peygamberimiz, sadece insanlan çalışmağa teş-vik etmekle kalmamış, bizzat kendisi de çalışmak suretiyle, çalışma ile il-gili ilkelerini kendi hayatında uygulamıştır.

Peygamberimizin hayatına bakan insanlar her şeyden önce İslamın çalışma konusundaki temel ilkelerin uygulanabilir ilkeler olduğunun far-kına vanrlar. Tarih; bu ilkelere uygun bir çalışma hayatı gerçekleştiren müslümanlann insanlığa 'İslam Medeniyeti' adında, son derece 'insanı' bir medeniyet sundu~anna şahitlik. eder. Dolayısıyla hem Peygamberi-mizin hayatı hem de Islam tarihi, Islamın insan tabiatıyla uyum içinde olan ve her dönemde uygulanasilir çalışma ilkelerine sahip olduğunu gös-termek için yeterlidir. Şüphesiz burada genel ilkelerden söz edilmektedir. Çalışma hayatının aynntılanyla ilgili düzenlemeler, her dönemde işin uz-manlannca belirlenecek konulardır.

Bütün bunlardan sonra, İslam dünyasının ekonomik açıdan bugünkü geri kalmışlığının sebebinin, çalışma ile ilgili temel ilkelerinin yetersizli-ği olmadığını rahatlıkla söylemek mümkündür. İslam dünyasının geri kal-mışlığının iktisadı, kültürel, sosyo-kültürel, vb. pek çok sebebi olmalıdır. "Geri kalmışlık olgusu" incelenirken, bu sebeplerin bir bütünlük içinde ele alınması gerekir. Buradaki gayemiz İslam dünyasının geri kalmışlığı-nın sebeplerini incelemek değil sadece İslamın çalışma ile ilgili temel il-kelerinin insan doğasına uygun ve uygulanabilir karakterde olduğuna dik-kat çekmektir.

'Bu ilkeler gündelik hayata niçin olumlu bir şekilde yansımıyor?'

so-rusu konutpuz açısından anlamlıdır. Çünkü İslamın öngördüğü çalışma hayatı ile Islam dünyasında fiilen mevcut olan çalışma hayatı arasında sağlıklı bir denge yoktur. Böyle bir dengenin kurulamamasının birden çok sebebi olduğu muhakkaktır. Bunlar ardSında konumuz açısından özellikle şunlara dikkat çekmekte fayda vardır:

Daha önce de değindiğimiz gibi ahiret ile mukayesesi içinde dünya-nın geçiciliğini vurgulayan ayetlerin yanlış yorumlanması, dünyaya gere-ken önemi vermeyen bir zihniyetin oluşmasına zemin hazırlamış olabilir; bu zihniyetin de dünyevı olandan uzaklaşmanın dinı bir tutum gibi be-nimsenmesine yolaçmış olabileceği düşünülebilir. Bu çerçevede, çalışma ile ilgili dinı değerlere de yanlış anlamlar yüklenmiş olduğunu düşünmek oldukça makul gözükür. Buna verilebilecek çarpıcı örneklerden birisi 'te-vekkül' dür.

. Tevekkül, çalışma hayatında gözetilmesi gereken dinı bir değerdir. "Insanın gerçekleştirmek istediği bir iş için gereken her şeyi yaptıktan sonra, sonucu Allah'tan beklemesi hali "nin adı tevekküldür. Bu anlamda tevekkül, insanı çalışma konusunda harekete geçiren ve ümitsizliğe düş-mekten kurtaran bir değerdir. Çünkü ulaşmayı planladığı hedefe ulaşama-dığı durumlarda insan, tevekkül sayesinde ümitsizliğe düşmeyecek; nere-de hata yaptığını, hangi konularda yetersiz olduğunu göznere-den geçirecektir.

(19)

ISLAM VE ÇALIŞMA üZERINE FELSEFi BIR DEGERLENDlRME 135

Böylece eksiklerini gidennek suretiyle ulaşmak istediği hedefi yakalamak için tekrar çalışmaya koyulacaktır.

Tevekkül inancı uh1hiyyet anlayışla yakından alakalıdır. İslam'da insan, tevekkül inancıyla çalışmaya teşvik edilir. çünkü İslam'ın Allah'ı; çalışana, emeğinin karşılığını mutlaka veren bir güç ve adalet sahibidir. Fakat zaman içinde tevekkül'e, farklı bir anlam yüklenmiş olduğu görül-mektedir. Bu anlamda Allah; 'çalışana emeğinin karşılığını adaletle veren' olarak değil de, 'tembellik eden ~üslümanın yerine kendisi çalı-şan' olarak düşünülmeye başlanmıştır. Işte böyle bir tevekkül anlayışı, 'felaket'in başlangıcı olmuştur. Bu durumu Akif, şu cümlelerle dile geti-rir:

"Çalış!" dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun, Onun hesabına birçok hurafe uydurdun! Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya, zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! Safahat,233

Sözünü ettiğimiz yanlış tevekkül anlayışı, zaman içinde İslam'ın 'ulı1hiyy~t anlayışı 'nda paralel bir değişikliğin ortaya çıkmasına sebep ol-muştur. Islam uh1hiyyet anlayışında Allah; mü'minlerin dualannı işitir ve icabet eder, yani duayı kabul. edip, bir anlamda, gereğini yapar. Felsefi bir ifade ile söyleyecek olursak Islam 'da, aleme müdahale eden bir ulı1hiyyet anlayışı yardır. Yaptığı müdahale ile Allah, alemdeki kötü .gidişatı tersine çevirir. Ornek vennek gerekirse; ateşe müdahalesi ile Hz. ıbrahim 'i, suya müdahalesi ile Hz. Musa ve inananlannı korumuştur.

Vahiy merkezli dinlerde 'aleme müdahale eden' bir ulı1hiyyet anlayı-şına sahip olunduğu içindir ki, inananlar ibadet ve dua ederler. Buna bağlı olarak da, Allah'a tevekkül ederler. Fakat zaman içinde tevekkül'e yanlış anlam yüklenmesi sonucunda insanlar, dualannın kabul edilebilmesi için, kendi paylanna düşen görevlerini yerine getirmeleri gerektiğini sanki dü-şünemez olmuşlardır. Dolayısıyla böyle bir tevekkül anlayışına sahip olan müslümanlar; çalışmadan çalışanlann yakalayabileceği seviyeye ulaşmayı, bilgili olmadan bilgili olanlarla eşit seviyede olmayı ister hale gelmişlerdir. Yani Allah'ı; 'çalışana emeğinin karşılığını adaletle veren'

olarak değil de, 'tevekkül adına tembellik eden müslümanın yerine kendi-si çalışan' olarak düşünmeye başlamışlardır. Bu istekleri doğrultusundaki

dualan da, ilahı adalete aykın olmalı ki asırlardır kabulolmamaktadır. Bu durumla ilgili olarak Akif'in tasvir ve tesbitieri son derece isabetlidir. Bu tesbitlerle değerlendirmemizi bitinniş olalım.

Bırak çalışmayı, emr et oturduğun yerden, Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hasın iken! Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,

(20)

136 RECEPKILIÇ

Birer birer oku tekmil edince defterini; Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir... Yükün hafıOedi... Sen şimdi dogru kahveye gir! Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak ... Huda vekil-i umurun degil mi? Keyfine bak! Onun hazine-i in'arnı kendi veznendir! Havale et ne kadar masrafın olursa ... Verir! Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O; Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O! Çekip kumandası altında ordu ordu melek; Senin hesabına küffan hak-sar edecek! Başın sıkıldı mı, kafi senin o nazlı sesin: "Yetiş!" de, kendisi gelsin, ya Hızr'ı göndersin! Evinde hastalanan varsa borcudur: Bakacak; Şifa hazinesi derhaloluk oluk akacak.

Demek ki: Her şeyin Allah .. Yanaşman, ırgadın O; Çoluk çocuk O'na aid: Lalan, bacın, dadın O; Vekil-i harcın O; kahyan, müdir-i veznen O; Alış seninse de, mes 'ul olan verişten O;

Denizde cenk olacakmış .. Gemin O, kaptanın O; Ya ordu lazım imiş .. Askerin, kumandanın O; Köyün yasakçıs,I; şehrin de baş muhassılı O; Tabib-i aile, eczacı.. Hepsi hasıh O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu! Biraz da saygı gerektir.. Ne saygısızlık bu! Huda 'yı kendine kul yapu, kendi oldu huda!

Referanslar

Benzer Belgeler

Genel seçimlere bir yıl kala, ara seçimi yapılamaz» (f. Böylece beş yıllık seçim döneminde kural olarak yalnız bir kez ve en erken bu dönemin ortasında ara

Başka bir deyişle, her ne kadar komisyoncunun faaliyeti eşyanın taşıyıcıya teslimi ile son bulursa da .komisyoncu, kanun hükmü icabı, taşımanın yerine getirilmesinden de

Bir fakültenin döner serma­ ye kurmasını Üniversite Senatosunun yetkisi dahilinde saymış olan Ma­ liye Bakanlığı (27.4.1977 tarihli yazı) Ankara Üniversitesi Hukuk

Ceza hukuku doktrininin bağlandığı geniş ve dar anlamda tipiklik an­ layışları arasındaki fark şu temele dayanmaktadır : Suçun, normatif de­ ğerlendirmeye konu teşkil eden

bir hedef gösterme ve yön verme havası sezinliyecektirki bu, bazan ku­ lakları tırmalayan ama çok defa uyaran bir duygudur. Dil, gerçekten, Osmanlı İmparatorluğunun

suretiyle bu süre çatışması daha da azaltılmış bulunmaktadır. Şöyle ki, borçlunun ihtiyatî haciz tutanağının kendisine tebliğinden itibaren beş gün içinde

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, daha önce belirtildiği üzere, Ra­ porunda, olayda Sözleşmenin 3., 6., 8. maddelerine aykırılığın söz konusu olmadığı sonucuna varmıştı.

Sakatlık oranları ise (Madde 10) yani çalışma gücü kaybı tahminî şekilde bildirilmiştir. Bu rakamlarda, hastalığa gö­ re en az ve en çok beden gücü