• Sonuç bulunamadı

SÜRDÜRÜLEBİLiR TÜKETİM DAVRANIŞI VE ÇEVRE BİLİNCİ OLUŞTURMADA BİR ARAÇ OLARAK TÜKETİCİ EĞİTİMİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "SÜRDÜRÜLEBİLiR TÜKETİM DAVRANIŞI VE ÇEVRE BİLİNCİ OLUŞTURMADA BİR ARAÇ OLARAK TÜKETİCİ EĞİTİMİ"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SÜRDÜRÜLEBİLİR TÜKETİM DAVRANIŞI VE ÇEVRE

BİLİNCİ OLUŞTURMADA BİR ARAÇ OLARAK TÜKETİCİ

EĞİTİMİ

Doç.Dr. Özgün Bener Prof.Dr. Müberra Babaoğul

Özet

Toplumdaki her bireyin tüketme zorunluluğu dikkate alındığında, tüketici bireyin davranışları çevre kirliliğinin artmasına ya da azalmasına katkıda bulunmaktadır. Çevre eğitimi tüketici eğitiminin konu alanlarından birini oluşturmakta, gerek yaygın gerekse örgün eğitim yoluyla birey, aile ve topluma ulaşmaya çalışmaktadır.

Anahtar kelimeler: Tüketici eğitimi, sürdürülebilir tüketim, çevre bilinci, çevre eğitimi

Abstract

Taking into consideration that everyone in society has to consume, consumers’ behaviors have a part in increasing or decreasing environmental pollution.

Environmental education constitutes one of the subjects for consumer education and tries to reach individuals, families and society with widespread and organized education.

Key Words: Consumer education, sustainable consumption, environmental

consciousness, environmental education

İnsan, var oluşundan bu yana yaşamını, çevresini değiştirerek sürdürmüştür. İlk çağlarda insanlar temel ihtiyaçlarını doğayla mücadele ederek karşılamışlardır. İnsanın daha ileri uygarlıklara ulaşma çabasının yarattığı tüm olumlu gelişmeler doğal kaynakların cömertçe kullanılması ile sağlanmıştır (İlkin, Atkin, 1991). Ancak bu kaynaklardan bazılarının yenilemez özellikte olması, bazılarının da bilinçsizce kullanılması sonucu dünyanın pek çok yerinde, insan yaşamına elverişli olmayan bir çevre yaratılmıştır. Doğal kaynakların tüketilerek yok olma derecesinde kullanımı, çevre kirlenmesi olgusunun, insan-doğa dengesinin bozulmasına yol açacak bir yoğunlukta yaşanmasına neden olmaktadır. Bu durum doğanın bir parçası olan insanın geleceğini tehdit etmektedir(Uçar, 1991).

İnsan çevresiyle uyum içerisinde ve belli bir dengenin sağlanmasıyla yaşamını sürdüren, ancak bazı durumlarda dengeyi bozabilen bir varlıktır. İnsanla çevresi arasındaki dengeyi sağlayan koşullar bozulmaya başlayınca, insanların gerekli önlemleri alma zorunluluğu doğar. Çünkü ailelerin ve toplumun refahına ve sosyal huzuruna katkıda bulunan bazı çevresel faktörler, çeşitli madde ve enerjinin doğal birikiminin çok üzerinde çevreye katılması ile insan ve toplum sağlığı için tehlike yaratan etkenler haline dönüşerek çevre kirliliği oluşur. Çevre kirliliği canlıların yaşadıkları ortamın doğal dengesinin bozulması faaliyetidir. Gelişmiş ülkelerdeki hızlı teknolojik ve ekonomik gelişmeler sonucunda ailelerin kullan-at yöntemini tercih etmeleri, gelişmekte olan ülkelerde ise toplumun doğayı ve doğal kaynakları ekonomik gelir getiren varlıklar olarak görmeleri sonucunda çevreyi bilinçsiz bir şekilde kullanmaları, çevre kirliliğinin büyük boyutlara ulaşmasına neden olmaktadır (Güven, 1999). Çevre kirliliğinin oluşmasında temel neden, doğanın insan etkinlikleriyle ortaya çıkan atıkları kendiliğinden giderme yeteneğinin bozulmasıdır. Havaya, suya ve toprağa verilen atıklar doğanın kimyasal, biyolojik ve fiziksel özelliklerini bozmaktadır (Çevik, 1999). Çevrenin

(2)

kirletilmesi problemi küresel olarak 1970’lerden itibaren gündeme gelmeye başlamış, başta sanayileşme olmak üzere, düzensiz kentleşme, hızlı nüfus artışı ve yüksek büyüme gibi unsurlar bu durumun hazırlayıcıları olmuştur(Uçar, 1991; Yılmaz, 1996).

İnsan için doğa; besin, oksijen, su, enerji ve üretim kaynağı olmanın yanı sıra aynı zamanda bir yaşam ortamıdır. İnsan doğal çevreden hammadde alarak, üretim çevresinde besin ve enerji üretir. Bu üretim süreci sonucunda ürün elde etmenin yanı sıra, ürünlerin tüketimiyle doğal çevreye atık da bırakılır. Bu atıkların bir kısmı doğa tarafından yeniden kullanılarak hammaddeye dönüştürülebilirken, bir kısmı da doğal kaynakların kirlenmesine neden olur (Şekil 1) (Invergard, 1976). Bu kirlenme ve çevrenin tahribi, tartışılmaz biçimde gerek birey ve gerekse toplum olarak insanları psikolojik ve fiziksel sağlık yönünden etkilemektedir (Gönen, Hablemitoğlu 1992).

Şekil 1. Doğal Çevre ve Üretim-Tüketim Etkileşimi Modeli

(Invergard, 1976).

Çevre sorunlarının artmasına sebep olan faktörlerden bir diğeri de mevcut tüketim alışkanlıkları ve tüketimin sürekli kamçılanmasıdır. Bunun sonucunda doğal kaynaklar; aşırı ve dikkatsiz kullanım nedeniyle bozulmaktadır. Çevresindeki kaynakları tüketen insan, birey olarak çevreyi olumlu ya da olumsuz yönde etkileme gücüne sahiptir. Çünkü toplumdaki her bireyin tüketme zorunluluğu dikkate alındığında, tüketici bireyin davranışları çevre kirliliğinin artmasına ya da azalmasına katkıda bulunmaktadır (Gül, Güven, 2000).

Tüketicilerin tercihleri yani tüketim biçimleri ile ekolojik denge arasındaki etkileşim dünya geneli düşünüldüğünde ürkütücüdür. Dünya nüfusu hızla artmakta fakat nüfusa yetecek doğal kaynaklar aynı oranda artmamakta, sınırlı kalmakta

Üretim

çevresi

Ürünler

Tüketim Çevresi

Ham Maddeler

Atık

Atık

Doğal Çevre Ham

Maddeler Üretim Ürünler

(3)

hatta yok olmaktadır. İnsanı anlayabilmek, hastalık ve sağlığını değerlendirebilmek için onu çevresi ile bir bütün olarak kavrayabilmek ve çevre ile arasında olan etkileşimi anlamak ve bilmek gerekir. Doğada canlıların kendi aralarında ve fiziksel çevreyle olan ilişkileri, canlıların sağlıklı gelişmelerine olanak veriyorsa ekolojik denge sağlanmış olur. Ekolojik dengeyi oluşturan canlı ve cansız varlıklar zincirinin halkalarından biri veya birkaçında olabilecek, bir kopma, zincirin tümünü etkiler. Bu halkalardan biri olan insanın ekolojik dengeyi bozan faaliyetlerde bulunması çevre sorunlarını ortaya çıkaran etkenlerin başında gelir (Ahacı, 1991; Nazlıoğlu, 1991; Eraydın, 1990).

Son yıllara kadar pek çok doğal kaynak tükenmeyen kaynaklar olarak düşünülürken, 20. yüzyılda çevremizin büyük tehditler altında olduğu fark edilmeye başlanmıştır. Çevre bilinci çevreyi koruyucu, çevre kirliliğini önleyici çalışmalar için önemli bir koşul olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Buna tüm toplumun katılımı gerekir. Birey ve ailenin tek tek katılımı olmadıkça, yanlış alışkanlıklar değiştirilmedikçe sorunların çözülmesi güçtür. Çevresine sorumluluk duyan kişi günlük yaşantısında üretirken veya tüketirken çevreye en az olumsuz yol ve yöntemi seçen kişidir. Çevrenin bazı ihtiyaçları karşılamak için akılcı kullanılması, yanlış kullanmanın doğurduğu tüketim ve kirliliğin önlenmesi için çevre eğitimi gereklidir (Ünlü, 1992; Nazlıoğlu, 1991).

Ülkemizde 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde “herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmü yer almaktadır. Ayrıca “Çevre Yasası” ise; çevre korunması ve geliştirilmesi için hem devlete hem de bireylere aktif katılım görevi vererek, çevre olgusunu birçok gelişmiş ülkede kabul edilen bir yaklaşımla ele almaktadır. Bu yaklaşım çevre bilincinin tüm topluma ve tek tek bireylere kazandırılması temeline dayanmaktadır. Tüm bunlara ilaveten “sağlıklı bir çevre de yaşama hakkı” tüketicinin evrensel haklarından biri olarak “uluslararası tüketici birlikleri örgütü” tarafından kabul edilip tüm dünyaya ilan edilmiştir ( Babaoğul, Altıok, 2007).

Çevre bilinci olan tüketici, çevre kirliliğine karşı kendi etkinliğini kavrayan, kaynak kullanımında gelecek nesiller ve tüm insanlık için duyarlı bir tutum içinde olan sorumlu bir ekolojist” olarak tanımlanabilir. Çevre bilinci kazanmış sorumlu tüketiciler, çevredeki kaynakların varlığı, kullanım maliyeti, kullanımın çevreye ve kendilerine olan etki boyutlarını değerlendirebilirler (Nickell, 1976). Çevre bilincinden söz ederken sürdürülebilirlik kavramından da söz etmek gerekir. Sürdürülebilir kalkınmanın tanımlarından birisi “Bugünün gerekliliklerini, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını gidermelerine engel olmadan karşılamaktır”. 1970 ve 1980’li yıllarda farklı sosyal örgütler çevreye, kaynaklara ve özellikle kadınlara zarar veren batı tipi kalkınma modeline alternatifler aramaya başladı. Bu arayışlar sonunda “bugünün gerekliliklerini, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını gidermelerine engel olmadan karşılamak” anlamını taşıyan sürdürülebilir kalkınma modeli ortaya atıldı (Hausler, 1995). Kalkınmanın sürdürülebilir olması için yoksulluk, nüfus ve çevre ilişkisi önem taşımaktadır. Yoksulluk ve aşırı nüfus çevresel bozulmanın başlıca nedenleri arasındadır. Nüfusun ve onun ihtiyaçlarının hızla artması çevresel problemler karşı gittikçe daha ilgisizleşmekteler. Çevresel kaynakların tüketilmesiyle üretim, beslenme gibi yaşamsal ihtiyaçlar da sınırlanır (Sönmez, 1991). Nitekim Alan Durring (1992) dünyadaki tüm sorunların üç büyük olgudan kaynaklandığını belirtmekte ve bu olguları aşırı nüfus artışı, hızlı teknolojik gelişme ve tüketim şeklinde sıralamaktadır. Bu olgulardan nüfus artışı ve hızlı teknolojik gelişmeye fazlasıyla

(4)

önem verilip; önlemler alınırken (nüfus planlama politikaları, nükleer silahlanmanın azaltılması vb.), tüketim sorunu konusunda nispeten bir sessizlik oluştuğunu ifade etmektedir.

Sürdürülebilir kalkınmanın temelinde kaynakların korunması ve yenilenmesi yatar. Büyüme kavramı, çevre ile uyumlu olduğu sürece sürdürülebilir olarak kabul edilmektedir. Bu da çevre ve sürdürülebilir kalkınmanın birbirinden ayrılmaz iki kavram olduğunu ortaya koymaktadır (Sönmez, 1991). Kalkınma kavramından ayrı olarak düşünemeyeceğimiz ve insanlığın devamı için vazgeçilmez yaşamsal unsurları içeren çevre ise, canlılar ile çevreleri arasındaki tüm ilişkiler ve bu ilişkilere aracılık eden kuvvetler olarak tanımlanır. Sosyal ve ekonomik yapı, politika, gelenekler, kültür ve siyasi sistem de ağaçlar ve su kaynakları kadar çevrenin bir parçasıdır. Çünkü bu faktörler, global kaynakların nasıl, ne derecede ve hangi maksatla kullanılacağını belirler (Hablemitoğlu, 1997; Reardon, 1995).

Sürdürülebilirlik, toplumsal hayatta insanların ihtiyaçlarını karşılamak için nasıl yaşadıklarına bağlıdır. Sürdürülebilir olan kalkınma şekli; üretimin bağlı olduğu ekosistemin canlılığı ve kalitesini, iş gücünün fiziksel ve zihinsel sağlığını, ayrıca üretimin içinde yer aldığı sosyal ve yapısal çevreyi korur (Collins, 1991; (Kılıçaslan, Güven). Sürdürülebilirliğin sağlanmasına ilişkin ilk çalışma 1973 yılında Daly tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada, refaha ulaşmak için insan ve doğal çevre öğeleri arasındaki uyumun gerekliliğinden söz edilmektedir. Bu yaklaşımın amacı, doğal sistemi korurken, aynı zamanda yaşam kalitesini yükselten sosyo-ekonomik bir sisteme de sahip olmaktır. Bu yaklaşımda, doğal kaynaklar ve insansal kaynakların geliştirilmesinde ve bu kaynaklardan faydalanılmasında kullanılan araçlar ve amaçlar bir arada düşünülmektedir

(Makela, 2003). 1987'de yayımlanan “Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu'nun

Brundtland Raporu, yoksulluğu çevresel bozulmanın başlıca nedenleri arasında saymaktadır. Anılan rapor yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve kaynakların yok olması, üretim ve kirlenme aşırı tüketimin ve onun altında yatan değerler sisteminin bir sonucudur. Tüketim düzeyindeki azalmalar üretimi ve buna bağlı olarak da kaynakların yok olma düzeyini azaltacak ve kirlenmenin önlenmesini sağlayacaktır. Bu nedenle tüm bu zincirleme ilişkiler sürdürülebilirliğin yalnızca üretim ve tüketimde çevre dostu teknolojilerin varlığına değil (her ne kadar bu teknolojiler kirlenme ve yenilenebilir kaynaklar açısından bir tehdit oluşturmasa da) yaşam biçimleri (tüketim düzeyinin düşürülmesi) ve bunu belirleyen değerler sistemindeki değişimlere bağlı olduğunu göstermektedir (Martell,1994).

Sürdürülebilirlik kavramı ile “toplumsal eşitlik” arasında sıkı bir bağ vardır. Toplumsal eşitlik, sürdürülebilirliğin sağlanmasında kullanılan yöntemlerin, şimdiki ve gelecek nesillerin lehine olma düşüncesini içermektedir. Ayrıca “toplumsal eşitlik” karmaşık toplumsal sistem içindeki, farklı gruplarda sürdürülebilirliğin sağlanmasına ihtiyaç olduğunu hatırlatan bir kavramdır. Bu nedenle kaynakların tüketilmesi ya da yanlış kullanılması, geliştirilmemesi ya da keşfedilmemesi gibi, bazı ailelerin benimsedikleri yanlış uygulamalar, diğer ailelerin kullandıkları kaynakların miktarını ve şeklini etkilemektedir (Gönen, Özmete, 2006)

(5)

Sürdürülebilirliği sağlamak için “3-R”den söz edilmektedir. Bunlar; • Azaltmak-Reducing

• Yeniden kullanma-Reusing

• Geri dönüşüm-Recycling olarak açıklanmaktadır.

Bugün Dünya’da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın bir şekilde kabul gören bu anlayışın, yanlış uygulamaları önleyerek kaynaklar ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri azaltacağı düşünülmektedir. Bu yaklaşım ile kaynakların bir yaşam döngüsünün olduğu kabul edilmektedir (Goldsmith, 2000). Aynı zamanda “Etik Tüketim” davranışı olarak tanımlayabileceğimiz bu davranış modelinin, çocukluktan başlayarak tüm tüketici eğitimi aşamalarına da eklenmesi örgün ve yaygın eğitimle tüketicilere benimsetilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çocuklar çevresel koşullara karşı büyüklerine göre çok daha fazla duyarlıdır. Bedensel ve zihinsel gelişim içerisinde olmalarından dolayı çevresel etmenlerin kalıcı etki yapabilme riski oldukça yüksektir. Tüm dünyada her yıl 5 yaşından küçük 10,6 milyon çocuk sağlıksız içme suyu, yetersiz sanitasyon, çevre kirliliği yaygın hastalıklar ve beslenme yetersizliği sonucu ölmektedir (UNICEF, 2008). Çocuk, anne karnında ve doğumdan sonra bulaşıcı hastalık etmenlerine açıktır. Biyolojik çevrenin birçok öğesi çocukta önemli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır (Kocakurt, Güven, 2005).

Birey, aile, toplum ve çevre arasındaki ilişki koşullara göre değişmektedir. Genellikle insan çevresi ile uyum içinde belli bir dengenin sağlanması ile yaşamını sürdürür. Ancak bazı durumlarda bu denge bozulur, İnsanın çevresi ile olan ilişkisi devamlı değişmekte, bu nedenle de sürekli bir denetim istemektedir. Teknolojideki hızlı ilerlemeler, sanayileşme, nüfus artışı, kentleşme ve çevre sorunları toplum yapısını da değiştirmekte, bu değişiklikler toplumun en önemli ünitesi olan aileyi etkilemektedir. Çevre ile aile arasında sürekli bir etkileşim söz konusudur (Şafak, Erkal, 1999).

Aile, bireyin topluma hazırlandığı, sosyalleşmenin başladığı ilk yerdir. Çocuğun gelişmesinde aile sadece onun gelişmesini yönlendirmekle kalmaz, aile içi ve dışı davranışlarda yönlendirici rol oynar. Dengeli bir aile yaşamının devam ettirilmesi için özellikle çocukların kişilik sahibi, özgür düşünceli, topluma yararlı bireyler olarak yetiştirilmesi, üretime etkin biçimde katılarak ülke kalkınmasında çevreyi göz ardı etmeden sürdürmesi önemlidir. Çevrecilik gelecek kuşaklara yöneliktir. Onlara olan sorumluluğun bilinmesi gerekir (Nazlıoğlu, 1991).

Aile, okul ve yakın çevre, çevre eğitimini sağlamada üç temel unsurdur. Çevre eğitimi çocuğa ailede başlatılır, yakın çevresi ve okulda da sürdürülür. Çocuklar çoğu deneyimlerini aile içinde oyun oynarken edinirler. Çocuğun doğayla ve yakın çevresiyle olan ilişkileri bu dönemde başlar. Çevre eğitiminin gerekliliği 1970 li yıllardan beri önem kazanmaya başlayan bir konudur. Nitekim 1972 yılında Stockholm’de yapılan Çevre Konferansı’nda dikkatler çevre eğitimine çekilmiştir. 1970'li yıllardan beri birçok ülkede pilot projeler geliştirilmiş ve çevre eğitimine bazı görüşler getirilmiştir. 1975’te Belgrad Toplantısı’nda bu eğitimin ömür boyu bir süre olması gerektiğine, problemleri önlemek ve çözmek için bireyin aktif katılım gerekliliği ve bölgesel farklılığı göz ardı etmeksizin her türlü büyüme ve gelişmenin çevre açısından değerlendirilmesine karar verilmiştir. 1977 yılında Tiflis’te yapılan benzer toplantıda ise çevreye karşı duyarlı ve bilgi sahibi

(6)

olunması, problemlerin çözümü için deneyim geliştirmede insanın rolünü anlamaya yönelik kararlar alınmıştır.

Almanya’da 1970’li yılların sonlarında beri her aşamadaki okullarda bu eğitim verilmeye başlamış, disiplinler arası çalışmalar geliştirilerek tüketici eğitimi ile çevre eğitiminin entegrasyonu vurgulanmıştır (Fegebank, 1990). Ülkemizde de çevre eğitimi üzerinde özellikle 1980’li yıllarda durulmaya başlanmıştır. Çevre eğitimi tüketici eğitiminin konu alanlarından birini oluşturmakta, gerek yaygın gerekse örgün eğitim yoluyla birey, aile ve topluma ulaşmaya çalışmaktadır. Çevre eğitimi, birey ve ailenin ve dolayısıyla toplumun çevre bilinci kazanmasında, bugün ve geleceğin sorunlarını çözmede kararlılıkla eylemde bulunmak için bilgi, beceri ve deneyim kazanacakları bir eğitim olmalıdır. Bu eğitim ve bilinçlendirme süreci, organize edilmesi gereken sürekli bir toplumsal etkinliktir (Nazlıoğlu, 1991).

Çevredeki kaynakları tüketen bireyin, bu çevreyi yaratmadaki payı oldukça önemlidir. Bugün bireysel tüketimin neden olduğu atıklar çevreyi kirletmektedir. Toplumdaki her birey ve ailenin tüketim zorunluluğu dikkate alındığında, satın alma, kullanma ve atma konusundaki karar ve davranışların çevre korunmasında ve kirletilmesindeki rolü tartışılmazdır. Çevre eğitimi ailede başlar, okul ve yakın çevrede yeni öğeler kazanır. Özellikle 11-19 yaş döneminde yeni fikirleri benimsemesi daha kolay olmaktadır. Bu nedenle belli dönemlerde aile bireylerine “ekolojik sorumluluk” kazandırılmalıdır. Bu sorumluluğun kazandırılması tüketici eğitiminin amaçlarından biridir.

Tüketicilerin evle ilgili çeşitli faaliyetlerini ekolojik düşüncenin dışında düşünmemek gerekir. Evle ilgili kararları oluşturmada çevre ile entegrasyonu göz ardı etmemelidir. Yapılan araştırmalar depozito uygulaması olmadığı takdirde hiçbir maddenin %40'ın üstünde geriye dönmediğini, reklam kampanyaları ile bilinçlendirmenin kısa vadeli çözümlerin getirdiği, kampanyaların sona ermesiyle tüketicinin eskisi gibi davrandığını göstermekle birlikte, son yıllarda yapılan araştırmalar tüketicinin çevre ile ilgili konulara gösterdiği duyarlılığın arttığını ve alışverişlerinde sadece kendi isteklerini değil çevre sağlığını da düşündüğünü ortaya koymaktadır.

Tüketicilerin ve ailelerin çevre ile ilgili olarak üzerinde durması gereken hususlardan bazıları şunlardır;

• Kağıt, plastik, pet, cam, pil ayrı toplanmalı, bu konuda önderlik edilmelidir.

• Bu tür malzemeden yapılan ambalajlar daha az tercih edilmeli, geri dönüşebilir ve doğa dostu malzeme seçilmelidir.

• Her türlü deterjan yeterli ölçüde kullanılmalı, daha fazla kullanıldığında ekonomik açıdan zararın yanı sıra çevrenin kirleneceği unutulmamalıdır. • Su gereksiz tüketilmemeli, daha az kullanma olasılığı varsa bu

değerlendirilmelidir.

(7)

• Kullanılmış piller ayrı toplanmalı, çocuklara oynamaları için verilmemelidir. Pillerin nikel ve kadmiyum gibi kimyasal maddeler içerdiği unutulmamalı, doldurulabilir piller tercih edilmelidir.

• Hava kirliliğini arttırmamak için seçilen yakıt ve yakma tipine dikkat edilmelidir.

• Konuyla ilgili kampanyalara karşı duyarlı olunmalı, katılmalı ve çevreye karşı uyarıcı olmalıdır.

• Konuttaki gürültüyü önlemek için yüksek sesle konuşulmamalı, ev eşyalarını sürüklememeli ve gürültülü araç kullanılmamalıdır.

• Markasız, etiketsiz plastik malzemeler kullanılmamalıdır.

• Kullanılan araç-gereç ve eşyaları seçerken sadece estetik kriter göz önünde bulundurulmamalıdır (Şafak, Erkal, 1999).

Dünyada 15 yaşından küçük 1.7 milyar çocuk bulunmaktadır. Dünya nüfusunun %32’sinden fazlasını bu kesim oluşturmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde çocukların genel nüfusa oranı gelişmiş ülkelere göre daha yüksektir (Yener, Kocaman,2001). Bu oran dikkate alındığında, çocukların bugünkü ihtiyacını karşılamak için refahlarını arttırıcı bir ortam sağlarken gelecek kuşaklarında ihtiyaçları göz önüne alınarak doğal kaynakların bilinçli olarak kullanılması gerekmektedir. Burada öne çıkan konu, şimdiki kuşakların gelecek kuşaklara olan sorumluluğudur. Bu yüzden güvenliğimizin ve geleceğimizin daha da refah içinde olmasını sağlamanın tek yolu, çevre ve kalkınma konularının dengeli bir şekilde ele alınması gerekliliğidir. Kalkınmayı sağlamanın en etkin yollarından biri ise kalkınmayı etkileyen ve etkileyecek olan şimdinin ve gelecek kuşakların bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi ile mümkündür. Bu nedenle çevresel olarak bilinçli bir nesil yetiştirmede en iyi yöntem ise çevreyi içeren konularda kapsamlı bir eğitim vermektedir. Başka bir deyişle, çevre konusunda bugün sorunlarımız varsa, bu sorunları çocuklarımıza duyurmada, önlem almada ilk başvurulacak yol eğitimden geçmektedir. Bu bakımdan çocuğa verilecek eğitim iki düzeyde gerçekleştirilmelidir. Birincisi okul öncesinde verilecek eğitim, ikincisi ise okullarda örgün eğitim yoluyla verilecek eğitimdir (Nazlıoğlu, 1991).

Araştırmalar göstermektedir ki insan bütün yaşamı boyu öğreneceklerinin çok önemli kısmını okul öncesi çağda öğrenmektedir. Okul öncesi eğitim, çocuğun içinde yaşamakta olduğu ortamı görmeye, tanımaya ve öğrenmeye başladığı bir dönemdir. Çocuğun çevresiyle ilgili olarak algılamaya başladığı ilk şey, içinde bulunduğu ortamın tümünün çevre olduğudur. Odası, evi, ailesinin bireyleri, komşuları varsa bahçe, sokak vb. Bu dönem içinde anneler babalara göre çocukla daha çok birlikte olurlar ve daha yoğun ilişki içindedirler. Bu nedenle sürdürülebilir tüketim ve sürdürülebilir kalkınmada etken rol oynayan kadınlara çocukların eğitilmesi konusunda önemli görevler düşmektedir. Çocuk çevresini tanırken anneler tarafından verilmesi gereken doğru mesaj, etrafındaki nesnelerin, kişilerin yani bu ortamın kendilerine ait olduğu, kendisinin de bu ortamın bir parçası olduğudur. Böylece çocukta çevreyi benimseme, çevreye ait olma kavramı ve duygusu gelişecektir. Bundan sonra ebeveynler tarafından uygulanabilecek adım ise, sorumluluk duygusunun benimsetilmesidir. Bunun için ilk olarak çocuğun gerçek çevresi olan evde ev ortamını temiz, düzenli ve sağlıklı tutmanın önemi

(8)

anlatılarak ve uygulattırılarak (oyuncakların düzenli toplanması, evin kirletilmemesi, çöplerin düzenli toplanması, atılmaması) çevreyi koruyucu davranışlar kazandırılabilirler. Bir diğeri ise, kır gezintilerine çıkma, hayvanat bahçesine, parka ya da müzeye gitme, geziler katılma, tatile çıkma, bahçeye çiçek ya da ağaç dikme, birlikte alışverişe çıkma gibi faaliyetler sonucun da doğayı tanımaları ve çevre kirliliği konusunda bilgilendirilmeleri sağlanabilir. Ayrıca görülen her bitki ve hayvan türünün hayatımız için vazgeçilmez önemini, tükettiğimiz şeylerin tümünün doğadan geldiğini, bir gün gelip tamamen biteceklerini anlatarak onlara doğa sevgisini aşılayabilir, doğayı nasıl kirletmeden yaşayabileceğimiz konusunda özellikle ev ve aile yaşantısında uygulanabilecek bilinçli çevre koruyucu davranışlarla örnek olunabilir (Ural, 1991; Nazlıoğlu, 1991).

Çocuğa okul öncesinde verilecek eğitimin bir başka boyutu da erken yaşta doğru tüketim davranışlarının kazandırılmasıdır. Çocukların küçük yaşta öğrendikleri tüketim alışkanlıkları, gelecekte yetişkin olduklarında çevreyi etkileyecek en önemli faktörlerdendir. Aile, çocukların tüketici olarak sosyalleşmesinin başladığı ilk yerdir. Çünkü tüketim alışkanlıkları ve kalıpları öncelikle ailede kazanılmaktadır. Bir başka deyişle aile, çocuk büyürken yalnızca gelişimini yönlendirmekle kalmaz, aile içinde veya dışında çocuk için tüketim davranışlarıyla ilgili bir davranış modeli oluşturur. Üstelik çocuklar hangi havayı soluyacaklarını, hangi suyu içecekleri, hangi yiyecekleri tüketecekleri, hangi giysiyi giyecekleri konusunda tamamen anne-babalarının tercihlerine uymak zorunda kalmaktadır (Anon, 1994). Bu yüzden ailelerin bilinçli tüketim davranışları ile ne satın almak istiyorlarsa, bu ürünlerin sonradan çevreye tekrar kazanılabilir olup olmadığına dikkat etmeleri, yeniden kullanılabilen ürünleri satın almaya özen göstermeleri ve bu ürünlerin kullanımını alışkanlık haline getirmeleri, çocuğun bu davranışları örnek alması bakımından önemlidir (Kocakurt, Güven, 2005).

Çevre korunmasında bilinçli bir tüketiciye düşen görev ve sorumluluklar şöyle sıralanabilir;

•Tüketiciler ihtiyaç önceliklerini saptayarak gerçekçi ve planlı satın almayı benimsemelidirler. Böylece para, zaman ve enerji tasarrufu sağlanabilir.

•Tüketiciler satın alma sırasında ürünlerin etiketlerine, içerdikleri maddelere dikkat ederek, doğaya zarar vermeyen, fazla ve zararlı atık oluşturmayan ve yeniden kullanılabilen maddelerden yapılmış ya da bu tür maddelerle ambalajlanmış ürünleri tercih etmelidirler (ambalajda “yeşil nokta” uygulaması tüketicileri bu konuda uyarmak açısından önemlidir.)

•Evsel atıkları azaltmak ve verimli hale getirmek gerekmektedir. Örneğin; boşalan cam, plastik ve kağıt ambalajlar saklanarak ya da diğer atıklardan ayrı toplanarak yeniden kullanılabilir.

•Ailelere çocuklarının bilinçli bir tüketici olarak sosyalleşmesinde önemli sorumluluklar düşmektedir. Aile bu sorumluluğunu çocuğun çevre koruma olgusunu anlamasını ve bilinçlenmesini sağlayarak yerine getirmelidir.

•Tüketiciler çevre korunması konusunda etkin sonuca ulaşabilmek için örgütlenmelidirler. Bugün batı’da özellikle gelişmiş ülkelerde bu örgütlerin pek çok örneğini görmek mümkündür. Türkiye’de de bu konuda faaliyet gösteren çeşitli dernek, vakıf ve organizasyonlar bulunmaktadır. Çevreyi ve doğayı koruma

(9)

bilincinin tabana yayılmasını sağlayabilmek için bu tür örgütlerin küçük ve yerel boyutlara indirgenmesi önemlidir (Gönen, Hablemitoğlu 1992).

Kaynakça

Ahacı, R.(1991). “Hava Kirliliği ve İnsan Sağlığı”. Çevre ve İnsan, 5:13.

Anon.(1994). “Tüketici Kararları ve Çevre”. Çevre Bülteni, TSE Yayınları, Ankara.

Babaoğul, M., Altıok, N.(2007). Evrensel Tüketici Hakları. Tüketici yazıları (I). (Ed: Müberra Babaoğul, Arzu Şener). Hacettepe Üniversitesi Tüketici Pazar Araştırma Danışma Test ve Eğitim Merkezi, Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Basımevi, Ankara.

Cevik, S.(1999). “Çevre Konularına Genel Bir Bakış”. Tüketici Bülteni. TSE Yayınları. Ankara.

Collins, L.J.(1991). “Women and the Environment: Social Reproduction and Sustainable Development”.The Women and International Development Annual. Volume 2. Rita, S. Gallin and Anne Ferguson (Ed). Westview Press.

Durring, A.(1992). How much is Enough? The Consumer Society and the Earth. W. W. Norton and Company, New York.

Dünya Çocuklarının Durumu 2005, Basın Özeti: İşte Gerçekler http://www.unicef.org/turkey/dcd05/_sum05_3.html, 2.07.2008.

Eraydın, A.(1990). Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Kentsel Gelişmenin Çevresel Boyutları. 2000 li yıllara doğru Çevre ve Kalkınma Ankara. 28-31 Mayıs.

Fegebank. B.(1990). Enviromental Education; a Task for Home Economics. Journal of Consumer Studies and Home Economics Vol:14;185-191.

Goldsmith, E. B.(2000). Resource Management For İndividuals and Families. Wadswarth, Thomson Learning U.S.A.

Gönen. E., Hablemitoğlu, Ş.(1992). Tüketici ve Çevre Bilinci. III. Milletlerarası Tüketicinin Korunması ve Tüketici Hakları Sempozyumu Tebliğler. TSE yayınları s:31-37.

Gönen. E., Özmete. E.(2006). “Aile ve Tüketici Bilimlerinin Sürdürülebilirlik Perspektifi”, I. Uluslararsı Ev Ekonomisi Kongresi 22-24 Mart, Ankara. Gül. A., Güven. S.(2000). “ Aile Tüketim ve Çevre”. Tüketici Bülteni. Mayıs,

2000.

Güven. S.(1999). “Çevre Korunmasında Ailenin Yeri ve Önemi”, Tüketici Bülteni, Haziran, s.7-8.

Hablemitoğlu. Ş.(1997). “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Çevre Bilinci ve Eğitimi” Çevre ve İnsan, 34: 23-27.

Hausler. S.(1995). “Women and the Politics of Sustainable Development” A Commitment to the World’s Women. Percpectivess on Development for Beeijing and beyond. Noeleen Heyzer, Sushma Kapoor and Joanne Sandler (Ed), New York.

Invergard T. B. K.(1976). “ Ergonomics and the Consumer”,Ergonomics 19(3):321-29.

İlkin. A.,E. Atkin.(1991). Çevre Sorunları. Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Çözümler Öneriler Dizisi I, TOBB Yayınları, Ünal Ofset, Ankara.

Kılıçaslan. S.C., Güven, S.(2001). “Sürdürülebilir Kalkınma ve Kadın”. Standard: Teknik ve Ekonomik Dergi, 469: 52-55.

(10)

Kocakurt.Ö., Guven. S.(2005). “Çevre, Aile ve Çocuk.” Eğitim ve Bilim, 30:135, 34-38.

Makela , C.J.(2003). “Sharing the sky: The Role of Family and Consumer Scienes in Sustainability”. Journal of Family and Consumer Sciences, 95(2) ; 4-10. Martell. L.(1994). Ecology and Society. The University of Massachusetts

Pres. Amherst, USA.

Nazlıoğlu, M.(1991). Sürdürülebilir Kalkınma Açısından Kadın ve Çevre. Sürdürülebilir Kalkınma El Kitabı. Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, Ankara. Nickell, P., Rice, A.S., Tucker, S. P.(1976). Management in Family Living.

(Fifth Edition). John Wiley and Sons, New York.

Reardon, G.(1995).Power and process. A report from the Women Linking for Change Conference, Thailand, 1994. Oxford, England, Oxfam, 1995. Sönmez. N.(1991). Sürdürülebilir Tarımsal Kalkınma Türkiye’nin Durumu ve

Sorunları “Sürdürülebilir Kalkınma El Kitabı” Türkiye Çevre Vakfı Yayını Önder Matbaa, Ankara.

Şafak, Ş., Erkal, S.(1999). “Çevre Eğitimi ve Aile”. Eğitim ve Bilim, 23,112:63-65. Uçar. H.(1991).Global yapışlaşmada Çevre Faktörü Ekonomik Büyüme ve Çevre Korunması. Yabancı Sermaye ve Koordinasyon Derneği Yayın No: 3 İstanbul.

UNICEF-UNEP(1992). Çocuıklar ve Çevre. UNICEF; Ankara.

Ural. S.(1991). Okulöncesi Dönemde Çevre İçin Eğitim-Çevre Eğitimi.Türkiye Çevre Eğitimi Vakfı, Ankara.

Ünlü, H.(1992). Çevre Bilinci Halkın Katılımı. Çevre Koruma 20. yıl Özel sayısı, S:8.

Yener. S., Kocaman, T.(2001). Demographic characteristics of child population UNICEF.

Yılmaz.,H.(1996). III’cüncü Çevre Şurası Tebliğler ve Bildiriler. Prodüksiyon Yayıncılık, Antalya.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada geriatrik hastaların el ve parmak kavrama gücü değerlendirildi ve bunun günlük yaşam etkinliklerindeki yetersizlik (GYAY) düzeyi ile olan

Ancak unutulmamalıdır ki balast suyu arıtım sistemlerinin verimliliği birçok faktöre bağlı olarak değişmesine rağmen, sistem gemi üzerine takıldıktan sonra, sistemin

Mezunların görev yerleri ile SDÜTF’de aldığı eğitim, almış oldukları tıp eğitiminin su anda yapmakta oldukları göreve hizmet etme durumunu ve intörnlük

Öykücülüğünün ikinci evresini oluşturan gerçekçi çizgiye yöneli­ şinin ürünlerinde, taşra ve kırsal kesim insanının sorunlarını ir­ deledi. Romanlarında da

Ara~t~ rmac~lar~n ço~u bunlara i~aret etmi~tir (özellikle Baysun, Duda, Kreutel, Eren, Özön). Bu farklar ~öyle özetlenebi- lir:. Metnin asl~ ndaki imla yenile~tirilmi~tir.

Burada aç~ klamas~~ uzun sürecek, genel Islâm dünyas~ nda, daha önceki yüzy~llarda birçok mezhebin bir çe~it serbest dü~üncenin ve cemaatin bölünmelerine meydan veren

Haftada iki ya da daha az d›flk›lama, d›fl- k›lama s›ras›nda ›k›nma, parça parça veya sert d›flk› yapma, tam boflalamama hissi, d›fl- k›lama s›ras›nda

Kronik a¤r›, altta yatan fizyopatolojik mekanizmalar›n tan›nmaya bafllad›¤› Fibromiyalji Sendromu (FMS) veya Nöropatik A¤r› (NA) sonucu geliflebilece¤i gibi,