CU M H U RİYET
27 OCAK 1979
r
' x
I I
A T A R JRKM
IN Y D M T F M I
V F Y f )\\
M
/ Al / M U l M\ W
i n
1
W'l
N 1
D
II
V L
l w l N
_ 1
1
V
Prof. Niyazi B E R K E S
BİÇİMSEL DENEN TÜRDEN
DEĞİŞMELERİN NİCESİ
MUSTAFA
KEMAL’DEN
ÇOK ÖNCE
ZATEN GÖZÜKMÜŞTÜ.
atı denen
>ane ülkes
9
«HALKA RAĞMEN
BENİMSETME»
GÖRÜŞÜNÜN KARŞISINDA
«HALKA UYARAK
BENİMSETME» SEÇENEĞİ
OLMASI GEREKİR.
S
Atatürk'ün yöntemi diye «Halka rağmen» ve «Batının bi çimsel değerleri» sözlerini ilk söyleyen Mete Tuncay değil el bet. ikisi de çok söylenmiştir yıllar yılı. Ne var kİ, konunun üstüne yürümek cesaretini gös termesini övdüğüm Tuncay, bi limsel bir dergide çok önemli bir sorunu, tarihsel boyuttan yoksun soyut kavramlar ve yar gılarla karıştırıp geçmek yü zünden hâlâ o lâfları edenlerin çizgisinde.
Boyuna söylenen şu «Biçim sel Batı değerleri» deyimi ile söylenmek istenenin ne olduğu nu hâlâ anlamış değiliz. O den il yüklü bir tümce ki! «Batı», «değer», hele o «biçimsel» oluş! Bunlar ne olaki? Biçimsel olma yan Batı değerleri mi var? Var sa, nedir onların ««biçimsehıden ayrı olan niteliği? Acaba Batı' daki (her ne ise o Batı, o dn ayrı bir sorun) siyasa! seçim yöntemi mi? Hükümet biçimi mİ? Ama bunlar hep biçim işle ri değil mi? Pantolon, şapka, ya da blucin giymek, Latin ya zısı kullanmak mı dersiniz? Yok sa, bunların hiç biri değil de din değerleri, ya da ekonomisi olarak feodal, kapitalist, sosya list, faşist ya da nasyonal sos yalist sistemlerinden biri mi? Yoksa, daha genel olarak, Ba tı uygarlığı denen uygarlığı baş ka uygarlıklardan ayıran yan lar bulunduğunu biliyoruz da onları mı söylemek istiyoruz? Eğer bu ise, nedir o yanlar? On ların «biçimsel» olanları biçim sel olmayanlarından nerede, nasıl ayrılıyor?
Tuncay, çok yüklü bir yar gıyı kolaylıkla verip geçerken bu tür sorular üstünde azıcık durup tartışmayı, kavramalarını aydınlatmayı gerekli görmeden fetvasını veriyor? «Batı düzeyi ne çıkmak» biçimsellikte kalmış olunca, Batı'lı dediğimiz insan lar gibi giyinmektir diyelim ha di. Peki, bunun «biçimsel olma yan» türü nasıl olacaktı? Başa giyilecek şeyi alalım, ve bunun biçim yanı ile öz yanını. Hiç kimse inkâr edemez ki bugün
şapka giymenin içi de dışı da, biçimi de özü de tutunmuştur. Yarın tutucu parti başkaların dan biri, yanına bir de Kur'an alıp (o da bir biçimsel davranış ya) bir basın konferansı yapsa ve: «Ben bundan sonra halkın sarıklı gezmesini savunacağım ya da Aziziye fesi giymelerini is teyeceğim» dese güldürü konu su olması bir yana, arkadan gelecek seçimlerde çok oy kay bedecektir.
Mustafa Kemalden
önce
Bu biçimsel denen türden de ğişmelerin nicesi Mustafa Ke mal'den çok önce zaten gözük müştü. «Türkiyede Çağdaşia- ma» adlı bir yapıtımdan bunla rın yüzlercesi listelenebilir. Burada en az bilinen (ve yine bu şapka konusu ile ilişkili) bir olayı anımsatacağım.
Tuncay anımsayamaz, fakat daha yaşlı olanlar içinde anım sayanlar çıkabilir. Mustafa Ke mal'in o zamanın Kastnmunu’ sunda şapkayı başına geçirme sinden önce, Beyoğiu'nda ki mi gençler şapka giyerek do laşmaya başlamışlar ve bu o zamanın basınında yansımış tı da. Beyoğiu’nda şapka gi
yerek dolaşmak marifet değil elbet, onu bir Anadolu kasa basında on binlerce insanın karşısında yapmaktır marifet olan. Biçimden ayrı anlam ya da öz ve ondan ayrı biçim sorunu diye bir şey yoktur. Az aşağıda açıklayacağım.
Bu konudaki temel yanıl
gının kaynağı şudur: Batı de nen bir efsane ülkesi var. Ora da elektronik beyin kadar mc- temuilksel, robot'lar gibi eylem ler yapan Batılı adlı yaratıklar var. Bunca akıllı insanların aynı zamanda buyurdukları ve uy- dukları «değerler» var şapka
giymelerinde bile. Bu değerle rin içi, özü alınmak dururken dıştan görünen biçimler alını yor. Bu Batı anlayışı bana, ha ni Amerikada yapılan hayali u- zay insanları filmleri var ya, on ları anımsatıyor. Yoktur böyle bir Batı. Bu, tıpkı bu filmleri ya pan insanların yaptığı gibi, ken
di kafamızda uydurduğumuz bir soyut Batı dır Batıh'nın kafasın daki «Şark» do öyle Şapka örneğinde dırenmiyeyım, ucuz bir örnek diyeceksiniz. Daha ö nemlisini alayım: Demokrasi. Mete Tuncay bu konunun hoca sıdır. Bana Baiı'da demokrasi nin biçimsel olmayanlarından
kac tane sayabilir? Biçimsel olmayan demokrasi olur mu’’ Kimi hallerde bir demokrasime iç, öz, anlam yanını sağlamak ta «biçim» sorunu daha da bü yük bir rol oynar. En çok bilinen örneğ' İngiliz demokrasisi «Bi çim» ile «öz» arasındaki ilişki dilimize pelesenk ettiğimiz öl
çüde birbirinden ayrı şeyler de ğildir.
Saplanılmış bir inanca göre Batı dediğimiz efsane ülkesinin üyesi olmayan uluslar (örneğin Türkler) gözüken biçim yanları nı taklit ediyorlar gözükmeyen yanları (anlamları) ya görmü
yorlar, ya görseler de kavraya iniyorlar, ya da kavrasclar bile onları benimsemek istemiyorlar. Ne var ki, bu tepkileri elektro nik beyinde olduğu gibi değil. Ya kendilerinde onlara eş ya da üstün bile saydıkları anlam lar olduğuna İnanıyorlar. Ya da, biçimi alırlarsa bunların kendi
lerindeki anlamlarla çatışaca ğını biliyorlar. Kişisel ya da top lumsal değerler çatışıklığı içine düşülmesi durumunu da düşü nüyorlar. Çıkış yolu arıyorlar, o yolu gösteren biri çıkarsa o- na uyuyorlar. Bu, bize «biçim» ile birlikte, belki ondan önce «anlam» yanı bulunduğunun se
zildiğini gösterir. Birçok örnek lerde de «biçim» yanını alma dan «anlam», ya da «öz» yanı ğı almaya kalkışmanın havan da su dövmek türünden sonuç suz bir girişim olarak kaldığını görürüz.
Tuncay, bu konuya değinirken «Hoika rağmen biçimsel Batı değerlerini topluma benimset me olanağı yoktur» diye a- cele bir hüküm verip kendisin ce Atatürk’e özgü olan temel «yöntemi» yıkıp. Atatürk «yöne timi»ni eleştirmeye girecek köprüyü bir an önce kurmuş o- luyor. «Halka rağmen» temasın da direnecek ille. Onda büyük bir keramet var her halde. Pe ki, bir de «halka uyarak» benim setme seçeneği elması gerekir, değil mi? O zaman, «Halka uyarak biçimsel olmayan değer teri topluma benimsetme olana ğı var» gibi yalnız anlamsız de ğll, aynı zamanda olanaksız bir seçenek sonucuna varmak zo runda kalmayacak mıyız?
Pakistan ve İran
Gerçi, bu çeşit «reform» ya da «devrim» çabaları olmamış değil. Bize ve zamanımıza en yakın örnekleri Pokistan ve i- ran’da buluyoruz. Öyle bir re form ya da devrim
yapacaksı-" H a l k yığınları bir isyan, giderek bir ihtilâl bile
başlatabilir. Halksız bir ihtilâl, aktörsüz tiy a tro
o ynam ak gibi bir şeydir Ne var ki halka rağm en değil
de halka uyarak y ö n ü n ü b u lm u ş d e v r im le r
olabileceğine tarih bizi şim diye dek inandırmış değildir,,
B E Ş
nız kİ halka rağmen olmaya cak, halka göre olacak. Erkek ler kınalı sakallı, kadınlar (her iki ülkede «çadır» denen) çar şaf içinde olacak. Biçimsel ol mamak için de ya ŞalVın Sa- vaklı demokrasisi olacak ya da Ziya-ul Hakkın biçim denen hiç bir yanı olmayan relimi. Dev rint olmayı bir yana bırakın, re form olsun oluyor mu bu? Ata türk denen adam bunun tersi ne gitmiş diye o dillere pele senk edilen lâflarla Atatüık yön temini eleştirmeye kalkmak na sil düşünülebilir, anlamak ola nakşız.
Halk yığınları bir İsyan, gide rek bir ihtilâl bile başlatabilir, Halksız bir ihtilâl, aktörsüz ti- yGtıo oynamak gibi bir şeydir. Ne var ki, halka rağmen değil de halka uyarak yönünü bulmuş «devritmıler olabildiğine tarih bizi şimdiye dek inandırmış de ğildir. O çeşit devrimcilik anla yışı Rusya'da Narodizm denen romantik halkçılık anlayışından gelmedir. «Halka rağmen biçim sel Batı değerleri» tutundurula- maz savına karşılık ve onun doğrusu olarak söylenebilecek
gerüş şu olabilir: Toplumsal yapı ve değerler sisteminde bir uygarlık alanından, etkisi altına girilmiş olan başka bir uygarlık alan/nın başlattığı de ğişikliklere «halka rağmen ve halk için» yeni yönler vermek! Bu anlamdaki değişmeler sü recinin, Batı uygarlığı alanında ki devrimsel değişmelerden bir çok farklı yanları vardır. Bu, yal,nız Türk devrimi için değil, ta Petro zamanından başlayıp bir devrimle sonuçlanan Sovyet örneğinde; Sun-Yat-Sen'den Ma otsetung'a dek gelen Çin dev rimi; ve bugünün bütün üçün cü dünya toplumlarının içinde bulundukları devrimler için de böyledir. «Halka rağmen» öğe si hepsinde var.
Ardılların ürküntüsü
Bu öğeye karşı Tuncay gibi bikmci aydınlar arasında yaşa yan ürküntü, Atatürk'ten de ğil onun ardılları olarak gelen biçimsele) demokrasicileriıı yarattığı ürküntüden gelir. Bü ürküntü, bir tarihsel ikilem karşısında olduğumuz duygu sunu veriyor, fakat onun üstü ne yürümek gücünü kırıyor. Yu karıda sözünü ettiğim yapıtım da, birkaç yüzyıl boyu, buna benzer ve Mustafa Kemal'den çok önce gelen dönemlerde de görülmüştür. Hem daha açık o- larak. Ne var ki, her seferin de: «Alalım mı almayalım mı; alabilir miyiz, alamaz mıyız» tartışmaları sürüp gitmiştir. Ata türk «yöntemi» açısından bun lardan farklılık iki noktada ken dini gösterir ki ikisi de tarihsel açıdan çok önemli: Birincisi, o nun ikilem karşısında olumlu yargı İle kalmayarak toplumun geniş bir kesitini kapsayacak o- lan değişikliklere yol açan atılımı gösterebilmesi. İkincisi, bunun ona kazandırdığı etkenliğin et kisinin genişliği ve derinliği kar şısında, olumsuzluk yanında o- lanların karşıtlığının mırıldan ma ile yetinmeleri, «Halka rağ men» oluş bu işte! Tarihsel bir ikilemi sonsuzluğa değin «o mu, bu mu?» diye tartışma lük sünden bizi kurtarmış olduğu- nunun farkına varmaktan kur- tulamıyoruz bu çeşit anlamı ka ranlık yargılar vererek.Halka rağmen Batı düzeyine çıkmak konusunda soracdğı- mız soru, «biçimsel», «halka rağmen» olma gibi anlamlarını açıklamaktan kaçındığımız so runlar değil, başka devrimler yapılan yerlerde de o düzeye çıkma çabasının bulunulduğu nu kabul etmek zorunda olma mızdır. Onlarda, bizde oldu ğundan farklı sonuçlar olmuşsa neden ve ne pahasına o dü zeye erişildiğini ya da yaklaşıl dığını saptamak zorundayız. On larda da başarısızlıklar olmuş sa, yalnız şu «biçimsel» olmak tan, «halka rağmen» olmaktan mı ileri gelmiştir bu başarısız lıklar? Başka yerlerde başarı olmuşsa, bu «biçimsellik» ye rine «biçimlilik» yüzünden mi, «tepeden inme» yerine «taban dan gelme»den mi ileri gelmiş tir? Batı ve Orta Avrupa ülke lerindeki devrimlerden başka devrimlerin hepsi, o Batı düzeyi denen şeyin baskısı altında pat lak verdiğinden hepsinde bu «biçimsellik», «Batı düzeyi amaç lanması» evrensel bir yan ola rak görülür (Lenin ile Mao' nun birçok sözlerini karşılaştırı nız). Tuncay’ın doğru olarak «asıl önemli hedefti» dedikten yanlış olarak «Atatürk yöntemi ile o hedefe ulaşılmaz» diye ta nımladığı duıuın Türkiye’ye öz gü bir anormallik değildir. Yazı sının büyük parçasının göster diği gibi, Tuncay'ın asıl amacı bu «yöntem»den sonra o «yöne tim» dediği şeyin eleştirisine geçmek İçin bu kavramsal ve tarihsel sorunların hiç biri üs tünde durmadan o yönetimin belirlediği yanlışlarının eleştiri sine geçiyor.
Bu İşi yaparken, kendisinin ne kadar yanlışlıklara düştü ğünü göstermek İçin bunları (en hafifinden başlayarak) tar tışmaya çalışacağım.
YARIN: Osmanlı
Devletinden
Cumhuriyete Geçiş
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi