• Sonuç bulunamadı

Doktora payesini kabul etmemelidir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Doktora payesini kabul etmemelidir"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

•¿

7

,^

TARTIŞMA

, h L

Doktora Payesini K abul Etmemelidir!

Senatoya, tartışma açılmadan dayatılmıştır. “ Senato

geleneklerine” aykırı olarak tartışılmadan onaylanmıştır.

Yalnızca bir saygıdeğer üye karara karşı gelmiş; fikri

değiştirilmek üzere yapılan baskılara boyun eğmemiştir.

İÜ Senatosu’nun Sayın Özal’a, “fahri doktorluk” payesi vermeyi apar topar karar­

laştırması, çok kimseyi şaşırttı, üzdü. Basından öğrendiğimiz eğer doğruysa ko­ nu, senatonun gündemine son dakikada alın­ mıştır.

Senatoya, tartışma açılmadan dayatılmıştır.

“Senato geleneklerine” aykırı olarak tartışıl­

madan onaylanmıştır. Yalnızca bir saygıdeğer üye karara karşı gelmiş; fikri değiştirilmek üzere yapılan baskılara boyun eğmemiştir.

Denilebilir ki “koca senato”, başında rek­ törüyle, kelli-felli üniversite dekanlarıyla, ens­ titü müdürleriyle toplanmış, bir karar vermiş. Bu karar neredeyse oy birliğiyle alınmış. Şimdi o karar yerinde olmayacak da dışarıdan algı­ lamada bulunanların kaygıları mı dikkate de­ ğer olacaktır?.

Keşke “koca senato” nitelemesiyle başlayan ilk sorumuz geçerli olsa!

Olayları biraz içinden bilenler İÜ Senato­ su’nun sanırız aşağı yukarı aynı kadroyla Sa­

yın Evrtn’e, aynen bugün olduğu gibi bir dok­

tora payesi yönelttiğini anımsayacaklardır. H atta o günleri bilenler, yapılan törende,

Yüksek Öğretim Kurulu Başkanı’nın Sayın

Evren’i, izleyenleri hayretlere boğarak tüm ağırlığını bir müddet yerden kestikten sonra havada alkışladığını çok canlı olarak hatırla- yabileceklerdir.

Bahse konu özellikteki törenler, dostlukla­ rı haliyle pekiştirir. Kendisi için yapılan tören­ den Sayın Evren’in, fevkalade mütehassıs ol­ duğu malumdur. Tören tertipleyenlerse Sayın Evren’i aşikâr, mutlu etmeyi başarmışlardır.

Küçük bir ayrıntıyı daha kaydedersek me­ selemiz iyice anlaşılacaktır.

Yüksek Öğretim Kurulu başkanım yasa ge­ reği cumhurbaşkanı atamaktadır. Rektörleri ise Yüksek öğretim Kurulu önerileri arasın­ dan seçim yaparak gerçekte fiilen yine cum­ hurbaşkanı atamaktadır.

Dekanları öte yandan Yüksek Öğretim Ku­ rulu, gerçekte ise onun üzerinde tam egemen olan Yüksek öğretim Kurulu fişk an ı tayin et­ mektedir.

Kısaca Yüksek Öğretim Kurulu, yukarıdan aşağıya -icra organı, yani hükümetle yönetsel pek bir ilişkisi bulunmayan- bir cumhurbaş­ kanlığı kurumudur.

Bundan önce Sayın Evren’i Yüksek Öğre­ tim Kurulu Başkanı memnun etmeyi başar­ mıştı.

Başkan malum ileri yaşma rağmen takdir­ le izlendiği şekilde kesintisiz görevdedir.

Cum hurbaşkanını, o arada tabii Yüksek

etim Kurulu başk

öğretim Kurulu Başkam’nı öyle yahut böyle memnun etmeyi başaran birçok rektör, birçok dekan da yine takdirle izlendiği şekilde ara­ lıksız görevde kalmayı başarmışlardır.

Demek ki üniversitelerde iktidar olanakla­ rından yararlanmanın, makam arabalarına binmenin, lüks döşenmiş odalarda otururken bir de ders verme yükümlülüğünde bulunma­ manın, tahsisatlardan yararlanmanın, yurtdışı gezi önceliklerine sahip olmanın “koşulu”, cumhurbaşkanı ve Yüksek öğretim Kurulu başkanım, öyle yahut böyle memnun etmek

oluvermektedir maalesef.

Senatolar, çok eskiden olduğu gibi üniver­ sitenin “gözbebeği” niteliğinde seçtiği rektör­ den, dekandan, üniversite öğretim üyelerinden oluşmuyor.

Rektör, rektör yardımcıları, dekanlar, ens­ titü müdürleri, bilinen klikler ve menfaat da­ yanışmaları sürecinde atamadırlar.

İÜ Senatosu’nun, Sayın Özal’a doktora pa­ yesi verilmesiyle ilgili olarak aldığı kararda, çok yazık ki işte ortaya serdiğimiz mekaniz­ maların çalıştığı çağrışıyor.

Dün dünkü cumhurbaşkanını memnun edenler, bugün bugünkü cumhurbaşkanını memnun ederek üniversitenin gitgide yozlaş­ ması pahasına, rahatlarını sürdürmeyi hesap ediyorlarsa, bu çok büyük bir ayıptır, tarihin teşhir edeceği acı bir vebaldir.

Sorumlular gerçekte işte şimdi bile halk na­ zarında işaret edilmektedirler.

Üniversite öğretim üyesi sıfatım taşıyanla­ rınsa; kendilerini -yanılmayı çok dileriz- bunca küçük düşürmelerini, hepsi hepsi kısacık erim­ li bencil ve ilkel hevesleri en yüzeysel kurnaz­ lık taktikleriyle sürdürmek istemelerini, ina­ nın hüzünle, kurşun gibi ağırlıklarla izliyoruz. Sayın ö z a l’m cumhurbaşkanlığına gelişini onaylamayanlardan biriyiz. Denklemimiz çok basit. Halkın büyük bir çoğunluğu Sayın Özal’ı cumhurbaşkanı olarak görmek isteme­ mekte idiyse, Sayın Özal bunu herkesten iyi bilerek cumhurbaşkanlığına yönelmemeliydi.

Bu ayrı bir konu.

Şu var ki şimdi “cumhurbaşkanı” sıfatını taşıyan Sayın Özal, burada dikkate getirdiği­ miz mekanizmaları görecek midir, görmeye­ cek midir?

Açıkladığımız çerçevede bir üniversitenin, cumhurbaşkanına doktora payesi vermesi o ki­ şiyi yüceltmez. Ama inanmak istiyoruz ki gı­ yabında alınan, “hesaplı biat” kaıarına Sayın özal uymazsa, erdemli bir davranış sergilemiş olacaktır.

ö te yandan, uzay çağında çok şeyin hâlâ es­ ki kovboy filmlerindeki gibi cereyan etmesi, çok ibret vericidir. Kıvrakça taraf değiştirip yakınlarına, sorumluluklarına sırt çevirenler, karşı taraftan çok kere umduklarını değil, korktuklarını bulurlar.

Prof. Dr. TOLGA YARMAN

Anadolu Bilim ve Teknoloji Stratejileri Araştırma Enstitüsü f iŞ , i?

Referanslar

Benzer Belgeler

FWHM of this peak did not significantly change with increasing linear heating rate values for the different particle sizes (Fig.10c). For the different particle sizes, the

Şehrimizin baha biçilmez kıy­ mette eserlerinden olan Emiıgân korusu İçindeki tarihî Pembe köşk bu sabah saat 6.30 da çıkan bir yangın neticesinde kül

mebusu olarak girmiş, İstanbul’un müttefikler tarafından işgali üzerine, eşi Halide Adıvar’la Anadolu'ya geçerek ilk Büyük Millet Meclisi Hükümetinde

During laparotomy, the liver was determined to be enlarging and diffuse neoplastic formations were detected in all lobes (Figure 3).. Tumor surgery on the liver

Bunlar›n gezegen yap›s› denklemlerinin öngördü¤ünden daha fliflkin olabilmeleri, ancak derindeki katmanlar›na daha fazla ›s› girifliyle mümkün olabilir.

Nazım Hikmet “ Olmasına olurum ama, kefili benim diye ço­ cuğun başına gelm edik bela kalmaz” dedi.. Ortaya bir sessizlik çöktü, ardından bir ses

1950’- lcrin sonunda Almanca dil kurslarını başlatan, daha ileri yıllarda da Tiirk- Alman kültür işbirliği ko­ nusunda yoğun çalışmalar başlattı. Anhegger,

Çünkü böyle bir durum caiz olsaydı, din içerisinde (müctehid tarafından) bir şerîat vaz'ı da caiz olurdu. 123 Mâverdî'nin kendisi de ancak aslî delillerden birine