S
O- <*■1R
İR dilin en basit, en sıradan sözcüklerini yan yana koyup senfonilerin duyuramayacağı ses leri duyurmak, tabloların veremeyeceği görün tüleri vermek müthiş bir yetenek:
“ Bir tuğla kurtulur kuleden, ayna çatlar. İrin rengi bir ay yuvarlanır damlarda. Şimşeklerle aydınlanan camlarda Uzamış yüzler belirir: Sen, hepsi de sen!” Tuğla, kule, ayna, kurtulmak, çatlamak... Hiç şiir düşünmediğimiz durumlarda dilimizde dolaşan söz cükler. Ama Oktay Rifat onları sıraladığı zaman bir yı ğın rejisörün yüzlerce metrelik filmler oluşturamaya cağı bir gerilim çerçevesi hemen oluşmakta: “ Bir tuğla kurtulur kuleden, ayna çatlar.”
İnsanlarımıza bol şiir okutabiiseydik, daha doğru su birbirini yeme ve köşe dönme hengâmesinden baş larını kaldırtıp “ İrin rengi bir ayın damlarda yuvarla n ış ın ı gösterebilseydik, Türkçe bugünkü rezilliğin içi ne düşmezdi herhalde.
KTAY Rifat’ın da ölümünden sonra “ Garlp’Ter- den bir tek Melih Cevdet’in kaldığını düşünüp --- kendinizi insan yaşamına İlişkin hüzünlü dü şüncelere kaptırabilirsiniz.
Oysa, şairler eksildikçe eli böğründe garip kalan, Türkçe’nin kendisidir.
O Türkçe ki, kasaba politikacısından Cumhurbaş- kanı’na ve Başbakan’ına kadar bütün yönetici kadro larının her cümlede İki üç yanlış yapışını sanki çok doğal bir şeymiş gibi kayıtsızlıkla seyreden İnsanla rın dilidir.
O Türkçe ki, “ Hac organizesi” yaparak yalnız kendi Müslüman halkının değil, “ El sine-i küffar” ın da ırzı na geçenlerin ağızlarında iğreti diş gibi dolaşır.
O Türkçe ki, bütün gözlerin dikildiği ekranlarda düzgün konuştukları için maaş aldıkları söylenen spi kerlerin cinayetlerine kurban gider.
O Türkçe ki, doğru dürüst iki cümle yazmak yeri ne sabah akşam “ a, b, c, d” şıklarıyla dolu testlerin talimine zorlanan çocukların unuttukları dildir.
O Türkçe ki, İngilizce spazmına tutulmuş salak bir eğitim sisteminin elinde yavaş yavaş üniversitelerden, lise ve ortaokullardan, hatta ilkokullardan kovulmak üzeredir.
Anlatılmaz güzellikte bir şiir dilinin bu durumlara düşürülmesi, herhangi bir toplumun kendi kendisine işleyebileceği en büyük cinayettir.
USALLA taşındaki bir namazlık saltanat, bazı ları için bir son, bazıları için de bir başlangıç --- olur. Oktay Rifat’ın Türkçe’deki görkemli sal tanatı asıl şimdi başlıyor. Öyle bir saltanat ki, Türk çe’yi öldürmek isteyenlerin üzerine kalelerinin burç larından dayanılmaz güzellikle mısralar dökülecek, surlannda “ Bütün bayraklarımı çektim gönderlere” di ye başlayan şiirlerin sıcak kavgaları verilecek.
Dil savaşları büyük şairlerin saltanatlarına yasla narak kazanılır ve onlar yaşadıkları günlerin yalnızlı ğını bırakıp gitgide kalabalıklaşan orduların ön safla rında ölümsüzleşirler:
“ Ben ortada duruyorum, günler, geceler, Sokaklar, evler akıyor iki yanımdan.
Sivriyim, paslanmaz bir demirden ve gökten, Topaç gibi çeviriyorum mevsimleri.
Bir fiskede devirdim, sildim yalnızlığı, Kendi sütümle büyüyorum ölmezliğe. Toprakta otlar, ağaçlar, ıslak yarınlar.”
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi