• Sonuç bulunamadı

Baba Mansur’dan Şeyh Harun’a: Bir Alevi Ocağının Tarihsel Kökenine Dair Bazı Gözlemler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Baba Mansur’dan Şeyh Harun’a: Bir Alevi Ocağının Tarihsel Kökenine Dair Bazı Gözlemler"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sadullah GÜLTEN*

Özet

XVI. yüzyıl arşiv kayıtlarında biri Kığı sancağının Göcek nahiyesinde diğeri ise Konya san-cağının Seydişehir nahiyesinde olmak üzere Şeyh Harun isimli iki zaviye tespit edilmekte-dir. Kığı sancağında tespit edilen zaviye günümüz idari taksimatına göre Tunceli bölgesinde Baba Mansur Ocağı’nın merkezi olarak kabul edilen Muhundu ve Şöbek köylerinin yakının-dadır. Bu bağlamda, çalışmanın ilk aşamasını Şeyh Harun’un Baba Mansur ve Baba Mansur ocağı ile olan ilişkisi oluşturmaktadır. Bu aşamada kaynaklarımız XVI. yüzyıla ait TD 64, TD 998 ve TD 126 numaralı tahrir defterleri ile Maliyeden Müdevver Defterler arasında bulunan MAD 5152 numaralı ve 1642 tarihli avarız defteridir. Çalışmada değinilecek diğer bir konu ise Şeyh Harun zaviyelerinin kurucusunun aynı kişi olup olmadığıdır. Bu nokta-da hareket noktamızı Baba Mansur hakkınnokta-da anlatılan rivayetler ile Konya Seydişehir’de zaviyesi bulunan Şeyh Harun’un menkıbelerinin toplandığı Makâlât oluşturmaktadır. Her ikisi için anlatılan kerametlerin neredeyse aynı olmasının yanında diğer bazı ortak özellik-ler oldukça ilgi çekicidir. Bu bağlamda Tunceli’de bulunan zaviye çevresinde Alevi-Bektaşi, Konya Seydişehir’de bulunan zaviye çevresinde ise Sünni geleneğin nasıl oluştuğuna ve Şeyh Harun’un nasıl farklılaştırıldığına dair bazı tespit ve değerlendirmeler yapılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Alevi ocakları, Baba Mansur, Şeyh Harun, zaviye, tahrir defterleri

FROM BABA MANSUR TO SHEIKH HARUN: SOME

OBVERSATIONS ABOUT THE HISTORICAL ROOTS OF AN

ALAWITE ASSOCATION

Abstract

There are two zaviyes in the name of Sheikh Harun in the 16th century archive records. One is in the Gocek village of Kiğı sancak and Saydisehir village of Konya sancak. The zaviye which located in Kigı sancak is near Muhundu and Şöbek villages which are considered as Baba Mansurassocation’s center and is in Tunceli district now. In this context, the first stage of the research is about the connection between Sheikh Harunand Baba Mansur association. Our main source for this stage are TD 64, TD 998 and TD 126 numbered Tahir daftars and MAD 5152 numbered and 1642 dated Avariz Daftar which was included in the Maliyeden

* Yrd. Doç. Dr., Ordu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Ordu/Türkiye, sadullah-gulten@ hotmail.com

(2)

Mudevver Daftars. Another subject that we will discuss in the research is if the founders of the two Sheikh Harun assocations are the same person or not. At this point our starting point is narrative sources about Baba Mansur and the Makalat containing mankıbes about Sheikh Harun who has an assocation in Seydişehir. It is very interesting that the data we collected about their miracles are very close to each other. At this context, we will narrate some of our thougts and assesments about the historical formation of Alawite-Bektashi traditions at the bordering area of the zaviye in Tunceli and Sunni traditions at the bordering area of the zaviye in Konya Seydişehir and differantiation of Sheikh Harun’s.

Keywords: Alawite associations, Baba Mansur, Sheikh Harun, zaviye, tahrir daftars

Giriş

Anadolu Aleviliğinin en önemli kurumlarının başında Alevi ocakları gelmek-tedir. Bununla birlikte ocakların kuruluş süreçleriyle kurucularına dair bilgiler ol-dukça mahduttur. Bunların aydınlatılabilmesi için Osmanlı arşiv belgelerinin yanın-da yine Osmanlı merkezî yönetimi tarafınyanın-dan ocakzâdelere verilmiş ve günümüzde de bir kısım Alevi dedesinin elinde bulunan eski şecere (siyadetnâmeler) ile beratlar büyük ehemmiyet arz eder. Bunlardan başka Aleviliğin kendi kaynakları önemli bir yer tutar ki bunlar menkıbeler ve nefeslerin yanında çoğu zaman yazıya bile geçme-miş sözlü rivayetlerdir (Ocak, 2011: 72-73). Konuyla ilgili bu kaynakların ortaya ko-nulmasından sonra bir de bunların güvenilir olup olmadıklarının tespiti gerekmek-tedir. Arşiv vesikalarının dışında kalan şecere ve berat türü belgelerin pek çoğunda karışık ve güvenilmez bilgiler yer alır (Demir, 2003). Öte yandan, yine ocakzâdeler tarafından aktarılan menkıbeler esasen ocağın diğer ocaklar arasında üstün bir mev-ki kazanması amacını taşıdığı için bunlardan tarihî bilgilere ulaşmak oldukça zordur. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde yakın mesafelerde kurulan ve birbiriyle iç içe geçmiş ocaklarla ilgili çalışmalar daha çetrefilli bir hâl almaktadır. Bu ocakların nü-fuzlarını artırabilmek için aynı tür belgeleri düzenleyerek bölgedeki aşiretleri kendi-lerine bağlamaya çalıştıkları bilinen bir husustur. Yine, ocak kurucusunun hayatının anlatıldığı menakıbnâme türü eserlerde ocak kurucusu merkezî bir konuma yerleş-tirilerek diğer ocak kurucuları onun müritleri olarak gösterilmektedir. Daha önce tarafımızdan neşredilen Üryan Hızır menakıbnâmesi bu duruma dair pek çok ör-nek içermektedir. Menakıbnâmede Hubyar Sultan, Seyid Mençek, Sarı Saltık, Garip Musa ve Delil Belican gibi pek çok ocak kurucusu Üryan Hızır’ın müritleri olarak geçmektedir. Halbuki bunlardan bazılarının Üryan Hızır ile ilişkisinin olup olma-dığı dahi belli değildir (Gülten, 2010). Bu yüzden bu tür problemlerin çözümünde Osmanlı döneminde tutulmuş arşiv vesikalarına ulaşmak gereklidir. Özellikle Doğu ve Güney Anadolu Bölgesinde kurulmuş zaviyelere ait kayıtlarının tespiti bazı prob-lemlerin çözümüne ve yeni değerlendirmeler yapılmasına katkı sağlayabilir.

(3)

Baba Mansur ve Şeyh Harun İlişkisi

Doğu Anadolu’daki ocaklar arasında yer alan Baba Mansur Ocağı, Alevi ocakları arasında önemli bir konuma sahiptir. Baba Mansur’un Horasan’dan geldiği, Hoca Ahmet Yesevi’nin piri Aslan Baba’nın oğlu Mansur Ata veya Hallac-ı Man-sur olabileceğine dair farklı görüşler ileri sürülmekteyse de bu iddiaların doğrulu-ğunu ispat etmek mümkün değildir (Yalman, 2006: 100). Ocağın merkezi bugün Tunceli’nin Mazgirt ilçesine tabi Muhundu ve onun yakınındaki Şöbek köyleri ola-rak kabul edilmektedir (Aksüt, 2009: 143). Baba Mansur’un, kurduğu zaviyesinde müritler yetiştirerek bölgenin Türkleşip İslamlaşmasında rol oynamış kolonizatör bir derviş olduğu kabul edilebilir. Ocak merkezi olarak Mazgirt ilçesine bağlı Mu-hundu ve Şöbek köylerinin kabul edildiğine bakılırsa onun Tunceli bölgesine yerleş-miş olması ihtimal dahilindedir. Muhundu köyünde Baba Mansur’un yürüttüğüne inanılan bir duvar bulunmaktadır ki bölgedeki Aleviler arasından önemli bir ziya-ret yeri olarak bilinir. Bu duvar ile ilgili olarak ocak mensupları tarafından nesilden nesile aktarılarak gelen bir rivayet söz konusudur. Buna göre Kureyşan Ocağın’ın kurucusu olarak kabul edilen Baba Kureyş bir gün vahşi bir ayıya binip bileğine do-ladığı yılanla ayıyı kamçılayarak yürütür. Bu sırada duvar örmekte olan Baba Man-sur ise bu duvara binerek Baba Kureyş’i karşılamaya çıkar. Baba Kureyş bu mucize karşısında hayran olarak “Sen taş duvara can verdin.” diyerek Baba Mansur’un eline sarılarak öper (Danık, 2004: 104). Onun cansız bir nesneyi yürütmesinden dolayı kendisinden üstün olduğunu kabul ederek ona bağlanır. Bundan dolayı günümüzde de Kureyşan ocağı mensupları Baba Mansur Ocağı’nın üstünlüğünü kabul ederler (Yalman, 2006: 101).

Baba Mansur Ocağı’nın merkezi olarak kabul edilen Muhundu ve Şöbek köyleri XVI. yüzyılda Kığı sancağının Göcek nahiyesine tabi idi (Koç, 2004: 132). XVI. yüzyıla ait tahrir kayıtlarında her iki köyde de herhangi bir zaviye kaydına rast-lanmaz. Buna karşılık yine aynı sancağın aynı nahiyesine tabi üstelik Muhundu ve Şöbek köyleriyle oldukça yakın bir mesafede bulunan Şeyh Kendi köyünde Şeyh Harun isimli bir zaviye tespit olunmaktadır. Adı geçen zaviye, arşiv kayıtlarında Şeyh Pir Harun ve Şeyh Nur Harun şeklinde kaydedilmiştir (TD 64: 754; TD 998: 160; TD 126: 48b). Zaviyeye ait kayıtlarda onun Baba Mansur ile bağlantısının olabile-ceğine dair bazı bilgiler mevcuttur. Buna göre, Şeyh Kendi köyüne ait 1533 tarihli tahrir defterinde köyde yaşayan Mansur isimli bir kişiye tesadüf edilmektedir. Yine 1642 tarihli avarız defterine göre Şeyh Harun zaviyesinden sorumlu zaviyedar Şeyh Mansur’un oğlu İsmail’dir. Köyde Mansur isimli kişilerin yaşaması hatta zaviyeda-rın Şeyh Mansur isimli birinin oğlu olması ad vurma geleneğinin bir devamı olarak kabul edilebilir. Fakat, tabii ki Mansur isminin kullanılması Baba Mansur ile Şeyh Harun arasındaki ilişkiyi tek başına ortaya koymaya yetmez. Öte yandan Şeyh

(4)

Ha-run zaviyesinin bulunduğu Şeyh Kendi köyünde güçlü bir Alevi-Bektaşi geleneğinin daha Türklerin Anadolu’ya geldiği ilk dönemlerden itibaren oluştuğu anlaşılmakta-dır. Bundan hareketle Baba Mansur’un yaşadığı bir coğrafyada Şeyh Harun zaviyesi etrafında oluşan bu yapı en azından her ikisinin de aynı geleneğe mensup olduklarını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde göstermektedir.

Şeyh Kendi köyü ve dolayısıyla zaviye hakkındaki ilk bilgilere 1518 tarihli Kığı sancağına ait tahrir defterinden ulaşılmaktadır (TD 64: 754). Bölgenin Osman-lı hâkimiyetine girmesinden kısa bir zaman sonra düzenlenen tahrirde köy gelirleri-nin bahsi geçen zaviyeye selâtin ve ümerayı maziden beri vakfedildiği belirtilmiştir. 1518 tarihinde 18 neferin (kişinin) yaşadığı köyde şahıs isimleri oldukça dikkat çe-kicidir. Şeyh Nebil Dede, Derviş Ali, Şeyh Safi, Şeyh Emir Dede, Hüseyin Ali köyde yaşayan kişilerden sadece bir kaçıdır (Ek I). Bu bağlamda köyde yaşayan 18 nefer-den dördü şeyh unvanı taşımaktaydı. Ayrıca bunlardan Şeyh Nebil Dede ve Şeyh Emir Dede aynı zamanda dede unvanına da sahipti. Baba isimleri arasında da yedi kişinin şeyh unvanına sahip olması, defterde geçen selâtin ve ümerayı maziden beri köyün zaviyeye vakfedildiği bilgisini ikmal etmektedir. Bu bilgi zaviyenin kuruluş tarihini erken dönemlere kadar götürmektedir. Bilindiği gibi, Moğol istilası sırasında pek çok şeyh ve derviş Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Alaaddin Keykubat zamanın-da ve sonrasınzamanın-da Anadolu’ya gelerek yerleşmişlerdi. I. Alaaddin Keykubat ve halef-leri onların desteğini alabilmek maksadıyla onların kurdukları zaviyehalef-lerin giderhalef-leri için pek çok köyün gelirini vakfetmişlerdi. Bu yüzden zaviyenin kuruluşu ile Şeyh Kendi köyünün gelirlerinin bu zaviyeye vakfedilmesini I. Alaaddin Keykubat veya hemen sonrasına kadar geriye götürmek mümkündür. Nitekim, Birdoğan (1995: 188), Baba Mansurlu ocakzâde dedelerin elinde bulunan bir şecereden bahsederek bununla ilgili bazı bilgiler verir. Buna göre bahsedilen şecere I. Alaaddin Keykubat (1220-1237) ve sonrasında Dulkadirli yöneticileri tarafından düzenlenmiştir. Her ne kadar şecerede yer alan Baba Mansur’un 1170 tarihinde Şöbek köyüne geldiği ve 1197 tarihinde öldüğüne dair bilgi ile I. Alaaddin Keykubat’ın hükümdarlık yıl-ları farklı olsa da, bu bilgi en azından onun I. Alaaddin Keykubat Döneminde veya hemen sonrasında Anadolu’ya gelmiş olabileceği yönündeki iddiamızı desteklemek-tedir.

Burada üzerinde durulması gereken başka bir husus ise şeyh ve dede unvan-larının birlikte kullanılmasıdır. Şeyh unvanı genellikle Sünni din adamları için nırken dede unvanı daha ziyade Alevi-Bektaşi gibi grupların dinî liderleri için nılmaktaydı. Beldiceanu şeyh unvanının Aleviler ve Bektaşiler için kesinlikle kulla-nılmadığını belirtse de, onun tarafından yapılan bir çalışmada her iki unvanın aynı kişi için kullanıldığı yine kendisi tarafından tespit edilmiştir. Buna rağmen, o bunun sebebi hakkında herhangi bir yorum yapmaz (Beldiceanu-Steinherr, 2010: 150). Vesikalarda şeyh ve dede unvanının aynı kişi için birlikte kullanılmasını Osmanlı devlet adamlarının heteredoks grupları sisteme dâhil etme gayretlerinin bir

(5)

sonu-cu olarak değerlendirmek mümkündür. Bu durum aynı zamanda Osmanlı-Safevi çekişmesinin henüz devam ettiği bir dönemde devletinde onlara karşı bakış açısını göstermesi açısından da önemlidir. Zira, devletin bu kişilerin dinî tutumlarını bilme-diği düşünülemez. Buna rağmen onları cezalandırarak kenarda tutmak yerine, dinî ve sosyal yapılarını devam ettirerek merkeze yaklaştırmaya gayret etmiş olmalıdır.

1530 tarihine gelindiğinde zaviyenin gelirleri arasına Danık ve Derdederman mezraları da eklenmiştir (TD 998: 160). Bu tarihte de köyde pek çok şeyhin yaşadı-ğı anlaşılmaktadır. Fakat bahsedilen defter icmal bir tahrir defteri olduğu için, köyde yaşayan kişilerin isimleri tespit edilememektedir. Bunlar cemaat-i şeyhân ve gayri-him başlığı altında kaydedilmiştir (Ek II). Buradan anlaşıldığı kadarıyla zaviyenin hizmetiyle yükümlü olan kişilerin dışında köyde başkaları da yaşamaya başlamıştır. Defterde açık bir kayıt olmamakla birlikte, bunların Göcek nahiyesinin köylerine dağılmış olan Şadilü, Okçulu, Ebu Talipli ve Rükneddin aşiretlerine mensup kişiler olduğu düşünülebilir. Zira, 1533 tarihli tahrir defterinde adı geçen aşiretlerin Göcek nahiyesinin pek çok köyüne yerleştiklerini gösteren bol sayıda örnek vardır (Koç, 2004: 146). Nitekim 1518 tarihinde 18 nefer nüfusa sahip olan köyün 1530 tari-hinde 55’i hâne, 16’sı mücerred olmak üzere 71 nefere ulaşması normal şartlarda mümkün değildir.

1533 tarihine gelindiğinde nüfus az da olsa artarak 66’sı hâne, 11’i ise mücer-red olmak üzere 77 nefere yükselmiştir (TD 126: 48b). Bu defterde de şeyh unvanı-nın yine fazlaca kullanıldığı tespit edilmektedir. İsimler arasında dikkat çeken başka bir nokta ise yukarıda da belirtildiği üzere, neferlerden birinin adının Mansur olma-sıdır. Mansur’un iki oğlu olup bunlar Şeref ve Aşur isimlerini taşımaktaydı (Ek III). MAD 5152 numaralı ve 1642 tarihli avarız defterinde bu bilgileri ikmal edecek veri-lere ulaşılmaktadır (MAD 5152: 1082). Şeyh Kendi köyü bu defterde Şeyhler kar-yesi olarak kaydedilmiştir. Bunun sebebi yukarıda da bir vesile ile belirttiğimiz üzere, köyde kalabalık bir şeyh topluluğunun yaşıyor olmasıdır. 1530 tarihinde köy ahalisi-nin cemaat-i şeyhân ve gayrihim şeklinde yazıldığını yukarıda belirtmiştik. Buradaki şeyhân kelimesindeki –an eki Farsça -lar -ler manasına gelmektedir. Buna göre 18 avarız hânesinin yaşadığı köyde ilk sırada kaydedilen kişi zaviyedar Şeyh Mansur oğlu Şeyh İsmail’di. Şeyh İsmail için yapılan açıklamada onun sadât-ı izamdan oldu-ğuna dair şecere ve berat sunduğu belirtilmiştir. Yine, ikinci sırada kaydedilen Safi oğlu Şah Hüseyin için de aynı açıklama yapılmıştır. Üçüncü sırada kaydedilen Aşur oğlu Haydar ise zaviyenin mütevellisiydi. İsimleri belirtilen kişilerden başkaları da şeyh olarak kaydedilmişti (Ek IV). Şeyh İsmail ve Şah Hüseyin’in sahip olduğu belir-tilen şecere ve berat Birdoğan’ın bahsettiği şecereden faklı ise Baba Mansur ve Şeyh Harun arasındaki ilişkiyi ortaya koyacak bilgilerin bulunması muhtemeldir. Ayrıca, bunların ortaya çıkmasıyla ocağın tarihî gelişimiyle ilgili bazı karanlık noktaların ay-dınlığa kavuşacağı da muhakkaktır.

(6)

Burada üzerinde durulması gereken başka bir husus Şeyh Harun isimli bir başka zaviyenin Konya sancağının Seydişehir nahiyesinde de tespit edilmesidir (Er-doğdu, 1992). Her iki zaviye de aynı dönemde kurulmuş olmalıdır. Seydişehir’in kurulmasında etkili olan Şeyh Harun’un menkıbeleri dip torunlarından Abdülke-rim bin Şeyh Musa tarafından toplanmıştır. Şeyh Harun’un menakıbnâmesinde dikkati çeken husus, Baba Mansur’a atfedilen kerametin aynısının Şeyh Harun menakıbnâmesinde de yer almasıdır. Şeyh Harun menakıbnâmesine göre Dediği Sultan1, ayının sırtına binerek Seyid Harun’u ziyarete gelir. Durumu batın gücüy-le haber alan şeyh, müritgücüy-lerinin “Keramete kerametgücüy-le karşılık vermelisiniz.” telkini üzerine bir taşa binerek Dediği Sultan’ı karşılar. Dediği Sultan yaptığı hatayı anlaya-rak Seyid Harun’a hürmette kusur ettiğini söyler ve onun ulaştığı manevi mertebeyi kabul ederek ayının sırtından iner (Makâlât, 1991: 53-56).

Duvar veya taş yürütme kerameti Alevi-Bektaşi geleneği içinde yer alan ünlü Türkmen dedesi Dede Karkın ile Bektaşiliğin kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş Velî için de anlatılmaktadır. Menakıbu’l-Kudsiye’de (1995: 11), aslana bi-nip yılanı kamçı yapan Seyid Ahmed-i Kebir-i Rifai’ye karşılık duvarı at gibi yürü-ten Dede Karkın’dır. Vilayetnâme’ye göre ise (1958: 49) Akşehir’de bulunan Seyid Mahmud bir aslanın üzerinde, elinde kamçı gibi kullandığı bir yılan ve yanında üç yüz Mevlevi dervişi alarak Hacı Bektaş Velî’yi ziyaret için yola çıkar. Haberi alan Hacı Bektaş Velî, “Bu kimse canlı varlıklara binmiş geliyor, biz de cansıza binelim.” diyerek Kızılca Halvet yakınındaki kızıl bir kayaya tırmanarak yürümesini buyurur. Taş, bir kuş biçimini alarak yola düşer. Seyid Mahmud, onun cansız kayaya binmiş, altındaki kayanın kuş gibi uçup geldiğini görünce Hacı Bektaş Velî’nin hikmetine hayran kalır. “Er nazarında küstahlık ve edepsizlik etmişiz.” diyerek derhâl aslandan iner ve yılanı elinden bırakır. Hacı Bektaş Velî’ye olan hayranlığından dolayı Hacı Bektaş Velî ona Seyid Mahmud Hayranî ismini vermiştir.

Yukarıda anlatılan duvar ve taş yürütme menkıbeleri arasında sırtına bini-len hayvanlardaki farklılık dışında oldukça büyük paralellikler söz konusudur. Fa-kat, Baba Mansur ve Şeyh Harun’a atfedilen menkıbelerin her ikisinde de sırtına binilen hayvan ayıdır. Bunun dışında geleneğe göre Hacı Bektaş Velî, Seyid Mah-mud Hayranî, Baba Kureyş, Baba Mansur çağdaş olup bunlardan Seyid MahMah-mud Hayranî, Baba Kureyş, Baba Mansur aynı bölgede faaliyet göstermiş kişilerdir. Nitekim, bu kişiler 12 Türk aşireti ile Horasan’dan Erzincan’ın Bağın bölgesine ve Mazgirt’in Muhundu civarına yerleşmişlerdir. Burada kendi isimleriyle anılan Seyid Mahmud Hayranî, Kureyşan ve Baba Mansur isimli ocakları kurmuşlardır. Bahsedilen üç ocak arasında mürşit ve pir ocağı ilişkisi de vardır. Seyid Mahmud Hayranî mürşid ocağı iken Baba Mansur ve Kureyşan ocakları ise pir ocaklarıdır. Se-yid Mahmud Hayranî’nin tarihi kişiliği oldukça karışık olmakla birlikte, Anadolu’ya geldikten sonra bir müddet Tunceli bölgesinde kaldığı ve daha sonra Konya’ya bağlı

(7)

Akşehir’e yerleştiği rivayet edilmektedir. Burada kadılık yapmış ve Mevlana ile yakın bir dostluk kurmuştur. Meseleyi daha ilginç hâle getiren husus Alevi-Bektaşi gele-neğinde Baba Kureyş’in Seyid Mahmud Hayranî’nin soyundan geldiğine hatta oğlu olduğuna inanılmasıdır (Birdoğan, 1995: 146, 187).

Bu noktada Kığı ve Konya’da zaviyeleri tespit edilen Şeyh Harun’un aynı kişi olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Baba Mansur’a atfedilen bir kerametin Şeyh Harun için de anlatılmasının yanında ikisinin de Horasan’dan geldiği ve İmam Musa Kazım soyuna dayandıklarına dair bilgiler mevcuttur (Birdoğan, 1995: 187-188; Makâlât, 1991: 23). Seyid Mahmud Hayranî’nin de Tunceli bölgesinde bir müddet ikamet ettikten sonra Akşehir bölgesine geldiğine dair rivayetleri burada tekrar ha-tırlatmakta fayda var. Tunceli bölgesinde yaşayan pek çok Alevinin Akşehir’deki Se-yid Mahmud Hayranî türbesini hâlâ ziyaret ettikleri bilinmektedir. SeSe-yid Mahmud Hayranî örneği Tunceli bölgesinden Konya taraflarına doğru bazı göçlerin olduğunu gösteren önemli bir ayrıntıdır. Başka bir ayrıntı ise Şeyh Harun menakıbnâmesinde dikkati çekmekte olup, menakıbnâmede Şeyh Harun’un halifeleri arasında ilk sırada zikredilen kişinin adı Seyid Mahmud’dur (Makâlât, 1995: 58). Makâlât’ta adı ge-çen kişi ile Seyid Mahmud Hayranî arasındaki bağlantıyı ortaya koymak mümkün olmasa da Şeyh Harun’un halifeleri arasında Seyid Mahmud isminin zikredilmesi rivayetlerin bir yansıması olarak kabul edilebilir. Bunun haricinde Seydişehir’deki Şeyh Harun zaviyesine tabi olarak kaydedilmiş zaviyeler arasında Abdal Mehmed ve Tavus Abdal isimli zaviyelerin bulunması da dikkat çekicidir (Erdoğdu, 1992: 99).

Bütün bunlardan sonra Şeyh Harun’un Anadolu’ya geldikten sonra Şeyh Kendi köyüne yerleştiği burada bir müddet kaldıktan sonra Babaî isyanını mütea-kiben Anadolu Selçukluların başlattığı takibat veya Moğol baskısının şiddetlenme-siyle müritlerinin bir kısmını yanına alarak Anadolu’nun iç bölgelerine çekilerek Seydişehir’e gittiği iddia edilebilir. Böylece aynı keramet motifinin hem Baba Man-sur hem de Şeyh Harun için neden anlatıldığının cevabı da verilebilir. Ayrıca, baba oğul olarak kabul edilen Seyid Mahmud Hayranî ve Baba Kureyş’in de ayı ve aslana binen kişiler olarak menkıbelerde aynı şekilde yer alması mühim bir husustur. Böy-lece menkıbelerin ortak bir çıkış noktasına sahip olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Müritlerinin bir kısmını yanına alan Şeyh Harun’un etrafında Baba Mansur’a atfedi-len bu keramete dair izlerin nesilden nesile aktarılarak canlılığını koruduğu söyatfedi-lene- söylene-bilir. Böylece kerametin bazı değişiklikler yapılarak yeniden uyarlandığı düşünülebi-lir. Ayrıca, Şeyh Harun’un etrafında Abdal lakaplı kişilerin görülmesinden hareketle onun Anadolu Selçukluları döneminde sıkça rastlanan gezginci bir Kalenderî şeyhi olması da uzak bir ihtimal değildir (Ocak, 1999: 31).

Şeyh Harun zaviyelerinin kurucusunun aynı kişi olabileceği yönündeki iddia-mız doğru ise başka bir problem ile karşı karşıyayız demektir. Bu da aynı kişinin hem Alevi-Bektaşi hem de Sünni gelenek içinde aynı öneme sahip olmasıdır. Yukarıda

(8)

temas edildiği üzere Şeyh Kendi köyünde yaşayanların Alevi-Bektaşi geleneği için-de olduklarına şüphe yoktur. Aynı zamanda Şeyh Harun menakıbnâmesinin her ne kadar Bektaşi menakıbnâmeleriyle benzeyen pek çok tarafı bulunsa da şeyhin zahirî ibadetler konusundaki hassasiyeti onun Sünni olduğunun bir işareti sayılabilir. Fa-kat, Şeyhin zahirî ibadetlerdeki hassasiyeti ondan dokuz nesil sonra menkıbelerini yazan torunu tarafından yapılan eklemeler olduğu da kabul edilebilir. Yine de bu durum onun buradaki takipçilerinin Sünni olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu itibarla zaviyelerin bulunduğu bir yerde Alevi-Bektaşi, diğerinde ise Sünni geleneğin nasıl hâkim olduğunun yanı sıra aynı kişinin nasıl farklılaştırıldığı da önemli bir soru ola-rak karşımıza çıkmaktadır.

Bu durumu her iki bölgenin kendine mahsus şartları içinde değerlendirmek mümkündür. Şöyle ki, Orta Anadolu Sünnilik anlayışının baskın ve medreselerin yoğun olarak faaliyet gösterdiği bir bölge idi. Hatta Şeyh Harun’un vakıfları arasın-da bir de medrese bulunmaktaydı (Erdoğdu, 1992: 95). Medresenin kurulmasıy-la birlikte bölge giderek Sünnileşmiş olmalıdır. Şeyh Harun’dan dokuz nesil sonra onun menkıbelerini yazan torunu ise bu geleneğin etkisiyle Şeyh’e Sünni bir karak-ter kazandırmak istemiş olabilir. Öte yandan Tunceli bölgesi ise geneli itibarıyla Alevi-Bektaşi geleneğinin yoğun olarak yaşandığı bir bölgeydi. Burada bulunan pek çok aşiret nedeniyle asabiyetin yoğun olduğu malumdur. Bu yüzden onlar ananevî yapılarını devam ettirmiş olmalıdır. Aynı kişinin hem Alevi-Bektaşi hem de Sünni çevreler tarafından takdis edilmesi noktasında ise Anadolu’nun Türkler tarafından fethedildiği ilk dönemlerde girift bir hâle gelen inanç biçimin etkisiyle aynı kişilerin hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar tarafından bir ortak kült konusu olduğu bi-linmektedir (Ocak, 2011: 52). Şeyh Harun’u da bu çerçevede değerlendirmek yan-lış olmasa gerekir. Onun, bulunduğu ve zaviye kurduğu bölgelerdeki kişilerin dinî inançları çerçevesinde şekillendirildiği ve buna göre ona farklı karakterler atfedildiği kabul edilebilir.

Sonuç

Kayıtlarda Şeyh Harun ile Baba Mansur arasındaki ilişkinin hangi boyut-larda olduğunu gösteren açık bir malumat bulunmamakla birlikte, Şeyh Harun zaviyesinin bulunduğu köyde Mansur isimli kişilerin yaşaması, daha da önemlisi köy halkının Alevi-Bektaşi geleneği içinde yer alması her ikisinin de aynı geleneğe bağlı olduklarını göstermektedir. Diğer taraftan, Konya sancağında bulunan Şeyh Harun zaviyesinin kurucusuna atfedilen keramet motifiyle Baba Mansur’a atfedi-len keramet motifinin, isimler dışında birebir uyuşmasından hareketle onun Baba Mansur’un yaşadığı coğrafyadan buraya gelmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Ay-rıca, Seyyid Mahmud’un da Tunceli bölgesinden Konya’ya gelmesi, Şeyh Harun menakıbnâmesinde onun halifelerinden birinin Seyid Mahmud ismini taşıması da göz ardı edilmemesi gereken hususlar arasındadır. Sonuç itibarıyla Şeyh Harun’u

(9)

Baba Mansur’un etrafında bulunan Kalenderî bir şeyh olarak kabul etmek mümkün-dür. Zaviyelerin kurulduğu yerlerde yaşayan kişilerin inançları doğrultusunda o Ale-vi-Bektaşi veya Sünni gelenek içinde telakki edilmiştir.

Sonnotlar

1 Konya bölgesinde Dediği Sultan adına kurulmuş bazı zaviyelere rastlanılmaktadır. Dediği Sultan

zaviyeleri hakkında geniş bilgi için bkz. Ömer Bakırer-Suraiya Faroqhi (1975), “Dediği Dede ve Tekkeleri”, Belleten, S.155, Ankara, ss. 447-471; Alpaslan Demir (2006), “Tahrir Defterlerine Göre Akşehir Zaviyeleri”, Doğumunun 65. Yılında Tuncer Baykara’ya Armağan, Derleyen. M. Akif Erdoğdu, İstanbul, ss. 127-157.

Kaynakça I. Arşiv Vesikası

A.Başbakanlık Osmanlı Arşivi 1. Tahrir Defterleri (TD): 64.

2. Maliyeden Müdevver Defterler (MAD): 5152. B. Kuyûd-ı Kadîme Arşivi Tahrir Defterleri (TD): 126. II.Yayımlanmış Arşiv Vesikası

998 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Diyar-ı Bekr ve Arap ve Zü’l- Kadiriyye Defteri 937/1530, (1998), Ankara: Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yay.

III. Araştırma ve İncelemeler

AKSÜT, Hamza (2009). Aleviler, Ankara: Yurt Kitap Yay.

BAKIRER, Ömer -Suraiya Faroqhi (1975). “Dediği Dede ve Tekkeleri”, Belleten, Sayı 155, Ankara, ss. 447-471.

BELDİCEANU-STEİNHERR, İréne (2010). “Osmanlı Tapu-Tahrir Defterleri Işığında Bektaşiler (XV.-XVI. Yüzyıllar)”. Çev. İzzet Çıvgın, Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, Sayı 3, ss. 130-187.

BİRDOĞAN, Nejat (1995). Anadolu ve Balkanlar’da Alevi Yerleşmesi, İstanbul: Mozaik Yay.

DANIK, Ertuğrul (2004). “Alevi ve Bektaşi Mitolojisinde Aslana Binenler, Yılanı Kamçı Ya-panlar ve Duvar Yürütenler”, Alevilik, Haz. İ. Engin/H. Engin, İstanbul: Kitap Yayınevi. DEMİR, Alpaslan (2003). “İki Şecere Üzerine Birkaç Söz: Şeyh Mahmudü’l-Kebir Ya Da

Derviş Beyaz Kimdir?”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi, Sayı 25, Ankara. DEMİR, Alpaslan (2006). “Tahrir Defterlerine Göre Akşehir Zaviyeleri”, Doğumunun 65.

Yılında Tuncer Baykara’ya Armağan, Derleyen M. Akif Erdoğdu, İstanbul, ss. 127-157. ERDOĞDU, M. Akif (1992). “Seydişehir Seydi Harun Külliyesi Vakıfları Üzerine Bir

Araş-tırma”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı 7, ss. 81-132.

Elvan Çelebi (1995). Menâkıbu’l Kudsiyye Fî Menâsıbi’l-Ünsiyye. Haz. İ. E. Erünsal-A.Y. Ocak, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.

GÜLTEN, Sadullah (2010). “Üryan Hızır Menakıbnâmesi”, Alevilik-Bektaşilik Araştırma-ları Dergisi, S. 3. ss. 84-103.

(10)

KOÇ, Yunus (2004). “XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Kığı Sancağı’nda İskan ve Toplumsal Yapı”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 16, ss. 129-156.

Makâlât-ı Seyyid Harun (1991). Haz. Cemal Kurnaz, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay. OCAK, A. Yaşar (1999). Kalenderîler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.

OCAK, A. Yaşar (2011). Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri, İstanbul: Kitap Ya-yınevi.

Vilâyet-nâme, Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî (1958). Haz. Abdulbaki Gölpınarlı, İs-tanbul: İnkılâp Kitabevi.

YALMAN, Ali (2006). Kızılbaş Alevi Ocakları, Ankara: Elips Kitap. Ekler

Ek I. TD 64, s. 754.

Der karye-i Şeyh Kendi tabi-i Nahiye-i Göcek an-kadîm vakf-ı Pir Harun

Şeyh Nebil Dede

Derviş Ali Tur Ali bin

Şeyh Taceddin Hacı Şeyh bin İbrahim Nail Himmet bin Hasan

Şeyh Said bin Şeyh Safi Şeyh Emir

Dede bin Şeyh Ömer

Kubad Kulu

bin Şeyh Ali Şeyh Ahmed bin Şeyh Ali Hüseyin Ali bin Şeyh Ümük

Seyid Ali bin

Şeyh Ümük Seyid Mahmud bin

Şeyh Cebrail

Mevlana İvaz Haki bin Şeyh

Mehmed Piri bin Cevr Şeyhi bin … Hüseyin (bin) … Hasan biraderi

Yekûn Hâne 18

Cemaat-i mezkûrîn Nur Harun zaviyesinin kadîmden vakfı olup ellerinde selâtin ve ümera-i maziden âhkâmları dahi olup muaf olıgelmişler ol ecilden defter-i hakanide muafiyet üzere kaydoldular. Ramazan 924

Ek II. TD 998, s.160 Vakf-ı zaviye-i Şeyh Harun

Karye-i Şeyh Kendi tabi-i Göcek maa mezra-i Danık ve Derdederman Cemaat-i şeyhân ve gayrihim

Hâne 55 Mücerred 16 Hasıl maa adet-i ağnam 2600

Karye-i mezkûre ve cemaat-i mezkûrûn kadimü’l-eyyâmdan Şeyh Nur Harun zaviye-sine adet-i ağnâmlarıyla vakf olıgelip ve selâtin-i maziyeden dahi ellerinde âhkâmları olup defter-i sabıkta zaviye-i mezkûreye vakf kaydolmağın gene zaviye-i mezbûreye vakf kaydolunup bu mahalde yazıldı.

(11)

Ek III. TD 126 v.48b

Karye-i Şeyh Kendi tabi-i Göcek vakf-ı zaviye-i Pir Harun maa mezra-i Danık ve Derdederman Şeyh Kasım

veled-i İbrahim

İsmail

veled-i O Hüseyin biraderi O

Şeyh Sin veled-i İbrahim Hacı Ramazan veled-i Pir Bahaeddin Mehmed veled-i Ali İmamkulu veled-i Şeyh Saru Musa veled-i Şeyh Harun Şeyh Seydi veled-i Şeyh Harun Şengeldi veled-i Şeyh İbrahim Şahverdi veled-i Pir Ömer Hüdaverdi biraderi O Musa veled-i Misafir (Mücerred) Şeyh Durak veled-i Taceddin Yusuf birader O Şeyh Hasan veled-i Şeyh Durak (Mücerred) Şeyh Savur veled-i Yusuf Aşur veled-i Mansur Şeref veled-i Mansur (Mücerred) Zülfikar veled-i Cevail Şeyh Ali veled-i Misafir Şeyh Ahmet

veled-i O Seydi veled-i O Akil birader O

Osman birader O (Mücerred) Şeyh Sin veled-i Hamza Şeyh Mehmed veled-i Şeyh Ali Hüseyin veled-i O Veli veled-i Kasım Mezid veled-i Kasım Halil veled-i

O Kasım veled-i Duru Şükür birader O Hasan veled-i Mehmed

İbrahim veled-i Şeyh Musa İsmail veled-i Şeyh Seydi Hamza veled-i Müştak Hüccet veled-i Selman Yusuf veled-i O (Mücerred) Cano (?) veled-i Hüseyin Mecnun veled-i Şeyh Emir Hızır veled-i O Allahverdi veled-i Seydi Ali Hüseyin birader O (Mücerred) Efük veled-i

Seydi Ali Yolkulu veled-i Bekir Hasan Ali veled-i Hüccet Hızır veled-i Kulu (Mücerred) Hüdaverdi veled-i İlyas (Mücerred) Cihanşeh veled-i Tekleme (Mücerred) Gündüz veled-i Hasan Aşur veled-i Hacı Musa veled-i Hüseyin Maksud veled-i Hüseyin Abdullah veled-i Hüseyin Bali veled-i Mehmed İbrahim veled-i İskender Mehmed veled-i Cafer Taceddin veled-i Cebrail Seydi Mahmud veled-i Cebrail Şeyh Mehmed birader O Şems veled-i Şeyh Muhammed Maksud birader O Şems veled-i

Şeyh Emir Ali veled-i Şeyh Nasır Veli veled-i Şeyh Nasır Şeref veled-i Hüseyin Nazır veled-i O Eyük veled-i Şeref Seydi Ahmed veled-i Şeref Selman veled-i

Yusuf Seydi Ahmed

veled-i Cebrail Sahip veled-i Misafir Şeker veled-i

Cevri Şeyh Mehmed

veled-i Hüseyin

Yusuf veled-i

Hüseyin Hamza veled-i

Taceddin

(12)

Ek IV. MAD 5152, s. 1082

Şeyh İsmail veled-i Şeyh Mansur Zaviyedâr-ı der karye-i mezbûr sadât-ı izamdan olduğuna şecere ve berat (ibraz) eylemiştir. Şah Hüseyin veled-i Safi Sadât-ı izamdan olduğuna şecere ve berat ibraz eylemiştir. Haydar veled-i Aşur Mütevelli-i zaviye-i mezbûr an berat-ı şerif. Hüseyin veled-i Ali An erbâb-ı tımar. Kasım veled-i Abdal Harç verir reaya olmadığına emr-i şerif ibraz eylemiştir. Hayreddin veled-i Mehdi A’ma ve amel mandedir. Kara … veled-i Şeyh

Pir-i fani ve amel mande. Divane veled-i Harun Behram veled-i Şahverdi Budak veled-i Halef İskender veled-i

Şeyh Emir Seydi Veli (veled-i) Derviş Ali Çırak veled-i Maksud Yusuf veled-i Hasan Haydar veled-i Hamza Karye-i Otariç Kaya veled-i Şahverdi Karye-i Otariç Hızır veled-i Şahin Otariç Abbas veled-i Mir Ali Otariç

Referanslar

Benzer Belgeler

Ge erre eç ç v ve e Y Yö ön ntte em m:: Çal›flma fiziksel t›p ve rehabilitasyon klini¤inde 1 y›ll›k dönem boyunca tüm ENMG istemleri, istemi yapan hekimin

However, electronic states (scanning tunneling spectroscopy), force interaction between different atoms (scanning force spectroscopy), magnetic domains (magnetic force

Çiftli¤in da- ha az stresli ortam›nda somon yumur- talar›, daha küçük olsalar bile yaflama flanslar› yüksek oluyor ve böylece en çok yumurta b›rakan difliler

İlk Hidiv fermanını Abdülâzlzden almıya muvaffak olan oğlu İsmail paşa, bu padi­ şahı Mısır seyahatinde karşıla, dığı zaman Sadrazam Fuat pa­ şa gibi

acımızı ve duygularımızı paylaşan, başta kadirşinas Türk Halkı olmak üzere Cumhurbaşkanımıza, TBMM Başkanımıza, Başbakanımıza,. Bakanlar Kurulu Üyelerine,

Hastaya yarar sağlamak için uygulanan fiziksel tespitin birçok zarara ve hatta ölüme neden olması, sağlık personelinin fiziksel tespit ile ilgili karar verme aşamasında

Objective: This double-blinded, randomized, prospective study compared 3 different concentra- tions of bupivacaine using the same total volume for ultrasound-guided

«tSolenm hançer gibi ortalığı ikiye, Koşarım haykırarak şehrin