I
/
T i y a t r o h â t ı r a l a r ı :
-rr^ sk v b S l
DÂVAYI KAZANDIK
Vasfi Kıza ZobuXXXVI
Hangi meslek, hangi mezheb ve zama nımızda da hangi parti vardır ki: Ki şileri bir ideal uğruna birleşmişlerdir de, zaman ilerledikçe birbirlerinin ra kibi olmamışlar; inanışlarının çarpış • masına, menfaatlerinin kafa kafaya tos- vurmasına mâni olabilmişlerdir?. însan- mıyız: Ne Müfti dinleriz, ne Patrik, ne Papa.. Hitler’i azizler katma çıkarır, sonra külünü savururuz. Musolini’yi gök lere eriştirir, sonra meçhul bir çukura gömeriz.. Devlet kademesinden in aşaya; dal çeşidli meslek teşekküllerine: Aynı hırs, aynı menfaat düşkünlüğünü dere ce derece aramızda etrafımızda görür, yaşarız... Küçük yaşımızda hepimiz ak törlük yoluna düşdük. Gâyemiz: sahne de muvaffakiyyetden başka bir şey de ğil. Hele bizim bu yola girdiğimiz çağ larda para, pul, istikbal: Karanlıklarda ki âbı hayat çeşmesi; K af dağının arka sındaki Zümrüdü Anka kuşu.. Ne sen ona erişebilirsin, ne de o sana gelir.. Bu nu bilmeyenmi var içimizde?. Ama gel- gelelim insanız ya.. Vahşî hayvanın ak lına gelmeyen, cinsinin eti ve kamle gı- dalanmak: bizim akıl ve zekâmızın, ön de gelen ve kıyamete kadar da devam edecek olan fıtrî buluşu!. 1925 — 1926.. Ne çöken İmparatorluğun yoksulluğunu
unutmuşuz. Ne de yeni doğan Cumhuri yetin bereketini görmüşüz.. Aktör hâla «levh-i mahfûz»un mukadderât listesin den sefâlet kaydını sildirmemiş bir muh- tâc.. Sanatı: Tenekeci ve zurnacının sı rasına bile girememiş, «Sin-i bulûğa va sıl» olamamış bir yetim.. Bunu bilen fe lâket yolcuları elele verirler. Acaba biz bilmiyormuyduk ki, sonuna kadar ta ban tabana olmakdan kurtaramadık ken dimizi?.. Biri firma sahibi bir patron. Diğeri, ismile şöhret yapmış bir sanat kâr. Bizler de: Toy birer delikanlı. Ne mâzimiz onlarınki gibi parlak muvaffa k iy etlerle dolu. Ne de gelecek için par lak ümidler uyandıracak kehânet ehline sahibiz.. Zaten bu hâlimiz değil mi: B e lediye erkânının bize bel bağlamayışmın sebebi..
Kadromuzun üç büyüğü var: Muvah- hid, Behzad, Galib.. Muvahhid: Onu önü müzdeki sene ölüme götürecek, bir has talığa müptelâ. Sahnede ve hayatdaki o cevval hâli gitdikce sönmekde.. Beh- zad’la Galib: Darülbedayi’nin ikinci sı nıf kadrosundan. Biz geri kalanlar: ka dınlı erkekli, üçüncü sınıf aktörler. Hal buki karşı taraf: Şadi’sile, Râşid, Nu- reddin Şefkâtî ve Kınar Hanımile, birin ci sınıf büyük şöhretlerinden.. Tiyatro muzun geçmişini ve iç yüzünü bilmeyen
Bugünkü Şehir Tiyatrolarının kurucuları ve onlara katılanlar : Ön sıra : Vasfi Rıza, Nermin, Necla, Halide, Şaziye, Fahire, Refika, Galip Arka s:ra : Ercüment Behzad, Kemal Küçük, Emin Beliğ, Hazım, Hüseyin Kemal,
Mahmut, İdare memuru Naci, Suflör Zeki
(Muvahhid o gün hasta, Bedia da yanında kaldığından resimde bulu namamışlardı.) Belediye, tâlib olan iki heyetin listeleri
ni eline alırda, her iki tarafın kişilerini gördükden sonra bize mi meyleder, on lara m ı?. Düşünmeğe bile lüzum görme den onların himayeleri altına almışlar.. Şadi Beyin Ankara’da geçirdiği yıllar içinde edindiği, sözü geçer mebus dost ları. Raşid Beyin, zevk âlemlerinde mu habbetine bağladığı Belediye meclisi üyeleri: Hepsi Şehremini Muhiddin Be yin etrafını öyle bir çenbere almışlarki. Bu «fasid» ve «fasık» dairenin içinden kurtulubda bizim dileklerimize kulak vermesine imkân yok.. Mukabil hücûma
geçib, kırıcı ve yıkıcı bir kuvvetle sal- dırmakdan başka ne gelir elimizden ? Bunun için de hepimizin seferber olma sı lâzım. Elele, başbaşa ne yapmamız lâzımsa, hiç çekinmeden, bütün ayıbları- mızı ortaya dökerek son kuvvetimize kadar dayanacağız.
Muvahhid, Galib, Hâzım, küçük ve bü yük Kemal’ler, Emin Beli’i, Mahmud, Bedia, Şaziye, Necla, Halide.. Birer. Ü- çer beşer. Bağzan tek. Bağzan ç ift: Şeh- remini’nin kapısı önündeki holde gün aşırı nöbet tutduk. Evvelâ hazırladığı mız «lâyıha»yı takdimle işe başladık.
Gün günden sesimizi yükseltdik. Kendi mizi alabildiğine medh. Karşı tarafı sö kebildiğimiz kadar zem.. «Gazetelerle propaganda yapalım» dedik. Refik Ah- med, küçük Kemal’in mekteb arkadaşidi. Vakit gazetesinde de söz sahibi olduğu için, Kemal gitdi kendisile görüşdü. Dö nüşünde: «Ben bir makale yazacağım, gazeteye koyacaklar» haberini getirdi. Bu mücadelede en fazla çığırtkanlığı ben yaptığım için, güyâ ona talimat (!) ver dim. Dedim ki: «Hiç çekinme, işi bütün çıplaklığıle anlat. Onların şahsiyetleri ne, parlak sözlerine inanmamalarını, çok iyi ve etraflı düşünerek karar vermeleri ni Şehremaneti’ne anlat».. İki üç giin sonraydı, Muhiddin Beyin yanma gitdi- ğim zaman bana gazeteyi uzatdı: «Ne- dersin buna» diye, bana makalenin bir parçasını okutdu. Aşağı yukarı böyley- di: «Biz aktörlerin sözüne inanmayın. Vâdeder sonra yarıda bırakırız. İyi dü şünün»!.. Odanın tavanı başıma yıkıldı sandım. Büyüğüne dâima saygı göste ren Kem al: «Onların vaidlerine inanma yın, sizi yarıda bırakırlar» demeği, ter biyeye uygun bulmadığından «biz akt- törlere» demiş!. Karşı tarafın müdafileri de: «İşte kendileri iğtiraf ediyor» diye gazeteyi Muhiddin Beye sunmuşlar.. Za vallı hassas Kemal’in bu yüzden bozulan ağsabı günlerce düzelememiş, ıstırabını çekmişdi.
Allah rahmet eylesin, «Cemiyet-i B e lediye» ağzasından bir Salâhaddin Bey vardı. Avukatdı. Sonra mebus oldu. Bir ara da Adliye Vekâleti’ne (yeni ihdâs edilen) siyasi müsteşâr tayin edildi.. Çok sonraları benim de dostum olan bu zat, Râşid’in iğdadîden ve hukukdan başla yan ve hâla da devam eden yakın bir arkadaşıydı. Çok sempatik ve sohbet ehli olan Şadi’le de dostlukları vardı. Sa lâhaddin Bey, Şehremaneti çevresinde sözü geçer kişilerden olduğundan, kar
şı tarafın müdafaa vekilliğini üstüne al- mışdı.. Bu işi Raşid’le Şadi’nin kazanma sını isteyen mebus ve Belediye ağzaları- nın da mâ'nen başkanı durumunda bulu nuyordu.
Esrar-ı hafiyye var bilinmez Etvâr-ı tasarruf-u Hûda’da Noldu, nasıl oldu bilmiyorum. O ne «esrâr-ı hafiyye» dir ki: Nüfûzlu kim selerin himayesinde olan karşı taraf za yıflamağa; biz kimsesizler semirmeğe başlamışız zâhir: bir akşam Salâhaddin Bey beni Degüstasyon’a dâvet etdi. Bir iki havâi lâfdan sonra: «Ben sizi pek severim. Ağabeyinizle de mektebden be ri arkadaşızdır. Tiyatroya istidadı olan bir gençsiniz, ilerde büyük bir aktör ol mak kabiliyetine sahihsiniz. Gelin bu boş hülyalara bel bağlamayın. Karşınız da mâruf sanatkârların teşkil etdiği bir tiyatro heyyeti dururken, Şehremaneti Dariilbedayi ismini verebilir. Elbetde bu hak onlarmdır. Sonra size yazık olur.. Ben Râşid’le konuşdum. O da razı oldu. Bu davadan vaz geçin de eski yerinize dönün»..
içim cizzzz etdi!.. Belediye meclisinin en nüfûzlu insanı. Bu kadar kat’iyyetle konuşduğuna göre, elbet bildiği birşey var. Bana da teveccühü varmış. (Sene ler sonrası kendisile dost olduğumuz za man, bu buluşmanın, Râşid ve Şadi’le
mütâbık kalarak beni ayartmak için
olduğunu gülerek anlatmışdı). Ama De- güstasyon’da söylediklerine göre, bana karşı muhabbetinden, istikbâlimi düşü nerek himâye etmek istiyor.. Bunlarm hepsi güzel, hoşa gidecek sözler. Velâkin benim dâvam başka.. Birincisi: Ben yal nız kendimi düşünseydim, Râşid’den o vakit ayrılmazdım. İkincisi: işi bukadar üstüme alıb benimsedikden sonra, aynı fikri müdafaa eden diğer arkadaşlarımı terk edemezdim, üçüncüsü: Tahsisatı da,
Darülbedâyi ismini de alsalar, karşı ta rafın iki kutbu, anlaşmalarını uzun müd det devam etdiremiyecekleri için, mutla ka ayrılacaklar ve dağılacaklardı.
Vatanî nutuklara benzer çok büyük (!) lâflar etdim.. Salâhaddin Bey de hafif- den almadı. Onunkiler sahiden büyükdü. Salâhaddin Bey’in teklif sebebinin «kar şı tarafın kaybetmeğe doğru meyletdi- ğini» bir anda anlayacak kadar ileri gö rüşlü değildim. Sözlerine inanmadım de sem yalan olur.. Şükürler olsun k i: Tan rı, bana geçici sâlim bir akıl verdi de, genç ve tecrübesiz bir adam için, çok parlak görünen bu teklifi red edebildim..
Tecrübeye güvenmenin bazı işlerde, tecrübesizlikden daha zararlı olduğunu Behzad’ın hareketinde gördüm.. Behzad Butak, sanat namusu olan bir insandır. Çok zekîdir. Dostluğuna güvenilen bir ahlâka sahibdir. Sevdiği adama toz kon durmaz. Sevmediği kimse de ağzile kuş tutsa, gine kendini ona beğendiremez. Kızdığı insanın arkasından değil, yüzüne karşı söyler. Söylemese de zâten onun yüzünden, muamelesinden belli olur. Bu insanın mevki ve rütbesi ne olursa ol sun, onun huyunda bir değişiklik yapa maz. Tiyatroda, kendinden ziyâde arka daşlarını düşünür; onların muvaffakiy- yetile sevinir, acılarile kederlenir. E k ser zaman böyle sevinç ve kederini de göstermez, gizler, saklar ama, bu böy- ledir.. 1917 den beri bir çatı altındayız. Ben, onun bilerek, bilmiyerek: Tiyatro muza ve dolayısile şahsına zararlı olan bir iş yapdığım bilmem. Yalriız biri müstesnâ..
İzmir mebusu Osmanzâde Hamdi Bey, pek sevdiğimiz, pek ziyade saygı gös terdiğimiz bir zâtdır. Onun da bize son derece muhabbeti vardır. Bu ayrılık işin de karşı tarafı tutmuş olan Osmanzâ- de’ye pek bağlı olan Behzad’ın, onun sözünü kırmıyacağı muhakkak. Salâhad
din Beyin, bana söylediklerinin benzeri ni Behzad’a da anlatıldığım sonradan öğ reniyoruz.. O heyecanlı ve telâşlı gün lerde bana: «Bu iş olacak gibi değil. Nâfile uğraşıyorsun»a benzer bir lâf et- diğini hatırlar gibiyim; o kadar., ilk ak törlük zamanımdan beri beni sever. Hu susi hayatına âid bile olsa, hiç bir sır rını benden gizlemez. Böylece seneler geçirdiğimiz halde.. Bir gün duydum ki: Behzad karşı tarafla anlaşmış ve oraya geçmiş!. Kafamın ortasına inen tokmak la düşdüğüm sersemlikden uzun müddet kendimi kurtaramadım. Büyük bir kuv vet kaybetmişdik. üstelik, sanki bu işi ben hazırlamışım gibi o vakte kadar dâim: sâkin konuşan Şehremini tarafın dan da bir güzel azar işitdim.. Meğer biz dâvayı kazanmış, tahsisatın da, Darül- bedayi isminin de- bize verilmesi kararı nı çıkartabilmişiz.
Seneler sonra kendisine sorduğum za- sizlere ne tahsisât bağlayabilir; ne de man: «Ne halt edebilirdim. Koca koca mebuslar, o Belediye ağzaları hepsi, kar şı tarafı tutacaklarını ve o tarafa geç memi İsrarla istediler. Seni de i’kaz edeyim dedim. L âf anlar hâlden çıkmış- dm.. Şunun bunun hatırı için bu işin çok sefaletini çektiğim için açıkda kal manın acısını bilirim. Senin de, ötekile rin de tecrübeniz yok. B ir san’at, edebi yat, modern tiyatro tutdurmuş gidiyor sunuz.. Râşid ve Şadi’de olanlar: Tiyat ro binası, tahsisat ve himâye.. Bunların hiç biri sizde yok. Bunları göre göre gi ne hatır için sefâlete düşüb sürünme yo luna mı sapaydım?.»
Dedim ya, bazan tecrübeye dayanmaK, tecrübesizlikden beter zarara uğratıyor insanı..
Evet, Şehremaneti karşısında dâvamı zı kazanmışdık ama ne yapalım ki, bir kaç zaman için de Behzad’ı kaybetdik.
(Devamı var)
— 23 —
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi