• Sonuç bulunamadı

Virgülüne dokunmadan Kemal Sunal

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Virgülüne dokunmadan Kemal Sunal"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

7 İ

i

?

v im

mm

■ ■ ■■■ ■ ! ■ ■ :V;, : •„ ■ rn rn m

M illiyet

PWB—

i ■ MHMiiM

/ / < ? r

h:\tia 4 CONTINENTAL

telsiz armağanı

ü ç ü n c ü haftet^

“ Özel hayatında çok az konuşan, soğuk bir adamım.

Kendimi bazen komik buluyorum.”

JT : a ? . '

Kemal Sunal ö/olliklo son İki yıldan bu yana Türk sinemasının ‘ en çok ış yapan' oyun­

cusu, Kendine o/gti konuşması, mimikleri ve ilginç yüzüyle her yaştan vo her kesim­ den milyonlarca kişiyi peşinden koşturan sanatçı.,. Özel yaşamında içine dönüklüğü, köşesine çekilmeyi söven sanatçı, bilinmeyen bütün yanlarıyla kendisini ilk kez MIL-t lYET'o anlaMIL-tMIL-tı Yoksulluğun sillesinden, şöhreMIL-tin zirvesine kadar. Bu yazı dizimizde Kemal Suna! sîzleri Zaman zaman güldürecek ama çoğu zaman da düşündürecek.

YfcNER SUSOY’un, Kemal Sunarla yaptığı söyleşiyi virgülüne dokunmadan', banı­ lan aynen yayınlıyoruz.

“Çocukluğumda her şeyin yokluğunu

çektim. Tiyatro dünyasında da, profesyonel

olduktan sonra bile cebimizden 25 kuruş

düşse, eve gidemiyorduk. Çok süründüm.

Çeyrek ekmeğin arasına peynir yahut helva

koyup yiyordum. İşte o yokluklar, Kemal

Sunal’ı yarattı. ”

SÜSOY—“Sayın Sunal, söyleşimize, nerede doğ­ dunuz, nerede büyüdünüz gibi bir klasik soru ile baş­ layalım.”

SUNAL—“ Evet... 1944 yılında İstanbul’da doğ­

dum, Istanbul’un kenar semtlerinden biri olan Kü- çûkpazar’da... KOçükpazar, Vefa’nın altındadır. İlko­ kulu aynı yerde, Mimar Sinan llkokulu’nda okudum. Orta ve lise öğrenimimi Vefa ü sesi’nde tamamla­ dım. Vefalıyım yani..."

» H e r sınıfı, iki senede geçtim. Bu,

benim tembelliğimden,

salaklığımdan ileri gelmiyordu. Bir

grubumuz vardı. Beraber

geçiyorduk, beraber kalıyorduk^ |

SÜSOY—“Kaç yıllarında bitirdiniz?”

SUNAL—“ 1966 mı, 67 mi, tam şimdi, kesin bi­

lemiyorum. Bir ara, Vefa Lisesi’nin en eski adamıy­ dım. Çünkü her sınıfı İki senede geçtim. Bir tek yıl, kalmadan geçebildim. Ama bu, benim tembelliğim­ den, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, be­ raber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi hay­ lazlıktı tabii... Vefa’yı işte, böyle zar zor şartlar al­ tında bitirebildim. Liseyi bitirirken, amatör tiyatro çalışmaları başlamıştı. Lisenin temsillerinde oynu­ yordum, sahneye koyuyordum. O sıralarda Akşam gazetesi, liselerarası bir yarışma açmıştı.Orada,‘Har-

put’ta Bir Amerlkalı’yı oynadık. Lisem ve ben, çok

ilgi çekmiştik. Ama o şıralarda, Kenterler’de profes­ yonel tiyatrocuydum. Ödül bize verilecekti ama, be­ nim profesyonel olmam dolayısıyla vermediler. Be­ nim yüzümden lisem kaybetti. Bunu hiç unutamam.”

SÜSOY—“Yüksek öğrenim yaptınız mı?”

SUNAL—“ Liseyi bitirdikten sonra, Gazetecilik

ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu'na kaydoldum, iki se­ ne okudum. Askerken, ‘Gelin ilk kaydınızı yenileyin,

affa uğradınız1 diye bir yazı geldi. Gidemedim, on-

dan sonra kaydım silindi. Tiyatro yüzünden imtihan- Tarâ girerîredfmr-gjdemedim ve bu tahsili yarım bı­

rakmış oldum."

SÜSOY—“Vefa Lisesi’ndekl öğretmenlerinizle hâlâ görüşüyor musunuz?”

SUNAL—“ Her sene bizim ‘Boza Günü’müz ya­

pılır. Ona hep giderim. Hayatta olan hocalarımız da gelir. Görüşüyoruz, ellerinden öpüyoruz. İnsan çok heyecanlanıyor, çok duygusal bir gün...”

TBizlm ’Edebiyat-A’ dedin mİ, dur.

Her ders sonunda, teneffüs zili

çaldığında tuvalete gidip sigara

içerdik. Korsan Cevat, Kavanoz

Erdal, Gogo Cavit. Her ders bir olay

vardı;

SÜSOY—“Vefa Lisesi’nde bunca haylazlık do­

lu günlerden unutamadığınız bir anınızı anlatsanız...” SUNAL—“ Yener Bey, bizim sınıfımız enteresan­

dı. ‘Edeblyat-A’ dedin mi, dur. Herders sonunda, te­ neffüs zili çaldığında tuvalete gidip sigara içerdik. Öteki ufak sınıflarda okuyanlar, tuvalette etrafımızı çevrelerdi. Bir hadise oldu mu, bir şey yaptık mı, bir komik durum var mı, diye beklerlerdi. En çok da bu­ nu, benden beklerlerdi. Burada bir şey anlatıldı mı, bütün okula yayılırdı. Bir olay soruyorsunuz. Her ders bir olay vardı.”

SÜSOY—“En samimi arkadaşlarınız kimlerdi?” SUNAL—“ Lisenin Boza Günü buluşuruz. Mesela

Korsan Cevat. İsme bak... Kavanoz Erdal, Adnan, Ta­ ner, Gogo Cavit... Onların da hepsi, şimdi iş güç sa­ hibi.”.,

SÜSOY—“Okuldan kaçtığınız zamanlar, neler ya­

pıyordunuz?”

SUNAL—“ Sinemaya gidiyorduk... Şehzadebaşı

o zamanlar çok renkliydi. Kulüp Sineması vardı. Fe­

rah, Turan sinemaları vardı. Yeni Sinema en lüks ha­

liyle vardı. Kulüp Sineması’nda, topluca kaçtığımız için yoklama yapardık. 11 matinesinde show da var­ dı. Sonra film oynardı. Tam ekip, yerimizi alırdık.”

SÜSOY—“Sınavlarda kopya çeker miydiniz?”

SUNAL—“ Çekerdim, ara sıra... Bazen kitabı ol­

duğu gibi sıranın üstüne koyup, çekerdim. Çok ko­ mik... Bir keresinde, kitabı resmen sıranın üstüne çıkardım. Hoca bağırdı, ‘Kaldır oğlum, ne yapıyor­

sun?’ Ben de, aleni çekiyordum demek ki...”

Babamdan iyi dayak yerdlm.Adam

yeni ayakkabı almış, gidip top

oynuyoruz. Ayakkabıyı parçalıyorum

tabii, o da beni p a rça lıy o rd u k

SÜSOY—“Aile İçi ilişkiler nasıldı, Kemal Bey?”

SUNAL—“ Efendim, biz üç kardeşiz. En büyük­

leri benim. Üçümüz de erkeğiz. Cemil ve en küçü­ ğümüz Cengiz. Cengiz’le 13 yaş aramız var. Biri mali müşavir, öteki mühendis.”

SÜSOY—“Dayak yer miydiniz?”

SUNAL—“ Babamdan iyi dayak yerdim. Bakın bir

şey söyleyeceğim: Bizim haylazlığımızın dışında sağlam yapımız vardı. Hocalarımız, hâlâ bizi özledik­ lerini söylerler. Bizden sonra gelen nesli, bizi oku-, tan hocalar beğenmiyorlardı. ‘Kulağını çekiyorum,

ağlıyor’ diyorlardı. Biz maşallah, iri kıyım adamlar­

dık... ‘Baba’ dediğimiz talebeler vardı. Şimdikiler minnacık... Biz iyi yetiştik. Belli saatten sonra so­ kakta kalamazdık, oynayamazdık. Babamızı gördü­ ğümüz zaman eve kaçardık. Top oynadığım zaman dayak yerdim, babamdan... Adamcağız, yeni ayak­ kabı almış, gidip top oynuyorum. Ayakkabıyı parça­ lıyorum tabii... O da beni parçalıyordu.”

. m

/

r İ M A

G E L I N - K A Y N A N A

KAVGASI YOK

Kemal Sunal genellikle evinden dışarı çıkmaz, gece hayatı yoktur. Sinemanın ünlü komedyeninin annesi Saime de çoğu zaman onnn yanında. “ Bizim evde gelin-kaynana kavgası olmaz” diyen sanatç^eşi Gül, küçük kızı Ezo ve oğlu Ali ile mutluluk tablosunu oluşturuyor. Sunal çifti, 30 Nisan 1975 günü Beyoğ­ lu Evlendirme Dairesi’nde dünyaevine girerlerken, nikâh memuru gülmekten nefes

alamamıştı. (EROL DİKSOY)

SÜSOY—“Ekonomik durumunuz nasıldı, para sı­

kıntısı çektiniz mi?”

SUNAL—“ İyi değildi. Babam Migros’tan emek­

lidir. Yaz tatillerinde ayakkabı, kitap parasına yardım­ cı olmak için çalışırdım. Mesela elektrikçi yanında çıraklık yaptım. Emayetaş Fabrikası’nda çalıştım.”

SÜSOY—“Oralarda da haylazlıklar devam etti mi,

böyle ilginç bir anı rica etsek.”

SUNAL—“ Elektrikçi çıraklığım enteresandı. Bel­

li birsüresonra, 110volt elektriği ellerimle rahatça tutabiliyordum. Yanıma o sırada bizim arkadaşlar­ dan biri geliyordu. Öğrendik ya, elektrikçi olduk ya... Arkadaşımı elektrik yüklü olarak tutardım. Havaya fırlardı. 110 bir şey yapmaz. Öldürmez yani, 220 öl­ dürür. Şimdi tut deseniz tutamam. Sakın öyle bir şey yaptırmayın bana. Yener Bey, deminki sözlerime şöyle devam etmek istiyorum: Ailemiz, bütün cahil­ liklerine rağmen bizi çok iyi yetiştirdiler. Şimdiki ço­ cuklar tabii harika... Evde televizyon var, video var, her şey var. Biz hiçbir şey bilmiyorduk, etmiyorduk. Sokakta bilye oynamak, top oynamak, hepsi bu... Belli bir yaşa kadar, itfaiyeden bile korktuk. ‘Çan çan’ geçiyor, nedir bu diye insan korkuyor... Her zaman görmüyorduk ki... Şimdi benim çocuklarım da, öte­ ki çocuklar da her şeyi tanıyorlar...”

VI FA

SÜSOY—“Çocukluğunuzda yokluğunu en çok

çektiğiniz şeyler nelerdi?”

SUNAL—“ Her şeyin yokluğunu çekiyorduk. Ama

işte o yokluklar, Kemal Sunal’ı yarattı. Daha nice Ke­ mal Sunal'lar yaratmıştır. Sadece sanatta değil, eko­ nomide, iş sahasında nicelerini... Ben tek değildim, o devrin insanları hep böyle yetişti. Benim çocuğum, ileride beni beğenmeyecek. Gittikçe kültür seviye­ si yükselecek, bunu kimse durduramaz. Birde, ga­ liba belli bir sıkıntıdan gelinince bir yere ulaşılıyor. Bize bayramdan bayrama elbise alınırdı. Biz o bay­ ram sabahını, bitmeyen gecelerle çekerdik. Sabahın köründe, sırf onları giymek için kalkardık. Başucu­ muzda dururdu zaten... Çok güzel şeylerdi bunlar... Şimdi tatminsiz çocuklar var. Çünkü her şeyi bay­ ramdan önce elde ediyorlar. Yeni bir şeyi başının ucunda tutan var mı? Galiba onlar meselelerini hal­ letmişler.”

Profesyonel olarak başladığım

Kenterler’de 150 lira maaş verdiler.

Ulvi Uraz, Ayfer Feray

tiyatrolarından sonra Devekuşu na

geçtim. Devekuşu’ndan ayrıldığım

zaman 1.500 lira maaşım vardı ¡ip

SÜSOY—“Kemal Bey, şimdi de, tiyatroya girişi­ nizden söz edelim. Özellikle yeni kuşak, sizin eski bir tiyatrocu olduğunuzu bilmez, ilk elinizden tutan kim oldu?”

25 YILLIK FOTOGRAF

Vefa Lisesi’nin III Edebiyat-A sınıfı öğrencisi 140 no.Tu Kemal Sunal, bu fotoğrafın arkasına bakınız neler yaz­ mış: "Cuma günü Cemalle çektirdiğimiz okul hatırası 22 Nisan 1 96 0.’’

; o

f i ! 2 2 3 ^ Z ı 3 2 î ı i I Z H Kemal Sunal’ın adı Türkiye'nin dört bir yanında ‘Şaban’ ... “ Bende sihir değil, Allah’ın verdiği çok güzel bir surat var” diyen Sunal, komikliği eksilmesin diye bozuk dişlerini bile yaptırmıyor. “ Bu surat seyirciye çok sıcak geldi, benimle bütünleşir” diyor.

ÇOK MUTLU

SUNAL—“ Lisede okurken, amatör çalışmalarda

bulundum. Çok süründüm. Ailem bana asla karşı çık­ madı. Ben herkes gibi, bu işe 6 yaşında filan başla­ madım. Bende bir yetenek görülüp, keşfedilmedim. Ben biraz geç başladım. Değişik amatör topluluk­ larda çalıştım. Profesyonel olduktan sonra da cebi­ mizden 25 kuruş düşse, eve gidemiyorduk. Çeyrek ekmeğin arasına peynir yahut helva koyup yiyorduk. 1966 yılında profesyonel oldum. Vefa Lisesi’ndeki öğretmenim sayesinde. Benim oyunculuğuma ve ça­ balarıma güvenen, Belkıs Balkır adlı felsefe hocam vardı. Müşfik Bey'i tanıyormuş. Elimden tuttu, beni götürdü. O gün işe başladım, profesyonel oldum.”

SÜSOY—“İlk rolünüz neydi?”

SUNAL— “ Fadik Kız piyesiydi, iki-üç tane de­

ğişik tip oynuyordum. Bir tanesinde sahnenin bir ba­ şından girip, öteki başından çıkıyordum ve alkış alı­ yordum.”

SÜSOY—“Kenterler’de ne kadar maaş aldınız?” SUNAL—“ 150 lira maaş verdiler. Kenterler’de

daha sonra ‘Deli İbrahim’de oynadım. O zaman ma­ aşım 300 lira olmuştu. Sonra ayrılıp Ulvi Uraz Tiyat rosu’na geçtim. 4 sene orada sahneye çıktım. Ak saray Küçük Opera’da, Arena’da bir sürü rolde oy nadim. Orhan Kemal'in ‘ispinozlarında Taşkasapl tipini oynuyordum. ‘Bekçi Murtaza’da ilk perdede, Murtaza’nın karşısında bir bekçiyi, ikinci perdede de bir kahveciyi oynuyordum. Ulvi Üraz'dan sonra bir senelik Ayfer Feray Tiyatrosu var. Sonra Devekuşu’ na katıldım. Filmciliğe başlayıncaya kadar orada kaldım. Film, tiyatro provalarına engel oluyordu. Ak­ satmaya başlayınca, bırakmamın daha iyi olacağı­ nı düşündüm. Devekuşu’ndan ayrıldığım zaman 1500 lira maaşım vardı.”

w jik filmim 'Tatlı Dillim i, saray

Sineması nda en arkadan izledim.

Perdede 8 kere falan görünüyorum.

Her görünüşümde salonda kıyamet

koptu. Suratım, entresan geldi

seyirciye. O zaman Bu İş tamamdır’

dedim ^

SÜSOY—“Kemal Bey, tiyatrodan sinemaya

sıçramanız nasıl oldu, sizi kim keşfetti beyazperde için?”

SUNAL—“Zeki Alasya benden bir önce ‘Sev Kar- deşim’le sinemaya geçmişti. Ertem Eğilmez’i tiyat­

roya davet etmiş. Galiba, ‘Dün-Bugün’ü oynuyorduk. Ertem Bey geldi, piyesi seyretti. O arada filme baş­ layacaklar. Zeki ile Metin’in rolü tamam. Benim film ­ de bir işim yok. Tarık Akan o filmde basketbolcuyu oynuyordu, yanına uzun boylu adamlar lazımmış. Bu uzun adamların tiyatrocu olmalarının, daha iyi ola­ cağı düşünülmüş. ŞehirTiyatrosu’ndan da birçok ki­ şi çağrılmış. Ben de uzun boyluyum diye, Ertem Bey beni de çağırdı. ‘Tatlı Dillim’ filminde, Tarık’ın ya­ nında basketçi gençlerden birini oynuyordum. Sonra Ankara’da turnedeydik. Film, geç kaldığı için İstan­ bul’a giremedi, ertesi sezona bırakıldı. Yıl 1972... O sırada, Balıkesir’den bir grup arkadaşım Ankara’ya geldi. Oyunu seyrettikten sonra, ‘Senin film oynu­

yor, çok gülüyorlar sana’ dediler. ’Hangi film?’ de­

yince ‘Tatlı Dillim’i söylediler. Balıkesir ve civarın­ da oynuyormuş. Film işietmeye verilir, işletmeci is­ terse kış sezonunu beklemeden oynatabilir. Ben ar­ kadaşlarıma inanmadım. Ama bir taraftan da, güzel bir heyecan duydum. Karışık bir duygular.”

SÜSOY-

niz?” 'Bu filmi İstanbul’da mı

seyredebildi-ilk Filminde

adı bile yok

Bugün her filmi gişe rekorları kıran Kemal SunaTın ilk filmi “ Tatlı Dillim” de adı bile yok. Kendi ifadesiyle, uzun boylu, salak bir basketçiyi oynayan Sunal, başrollerini Tarık Akan ve Filiz Akın'ın oynadıkları bu filmden sonra hızla staryıl yolunda ilerledi. İşte filmden bir sahnede, sağ başta Tarık Akan’ı izliyor.

SUNAL—“ Sene oldu tabii, sezon açıldı, Saray

Sineması’na geldi. İlk gün en arkaya gittim, oturdum. Perdede 8 kere ancak gözüküyorum. Her görünü­ şümde salonda kıyamet koptu. Suratımı görür gör­ mez büyük alkış ve gülmeler... Lafları duymuyorlar­ dı... Suratım, enteresan geldi seyirciye... Sıcak ve kendinden biri buldu sanıyorum. O zaman şöyle ar­ kama yaslanıp, ‘Bu iş tamamdır’ dedim.”

SÜSOY—"Bundan sonra şöhret yoluna tırmanış­ lar nasıl gerçekleşti?”

SUNAL—“ Zeki, Metin ve ben birlikte oynadık.

İki film sonra, ‘Salak Milyoner’, ‘Köyden indim Şe-

hire’ler yapıldı. Rollerim hemen büyüdü.” SÜSOY—“Sizin ‘salak’ tipi nasıl ortaya çıktı?” SUNAL—“ İlk filmdeki basketçi, salak bir tipti za­

ten... Duruşuyla, konuşmasıyla, mimikleriyle... Sa­ laklık oradan başladı, gidiyor..."

SÜSOY—"Sayın Sunal, sinemadaki başarınızın sırrı nedir? Tiyatro ile sinema arasındaki köprüyü na­ sıl kurdunuz?”

SUNAL—“ Genelde baktığımız zaman, tiyatrocu­

ların çoğu sinemada başarılı olamamıştır. Bir Kemal Sunal hiç olamamıştır da, daha altta bir yer de ken­ dine bulamamıştır. Tiyatro oyunculuğu ile sinema oyunculuğu bambaşka şeyler. Ben bunu ilk baştan keşfeden oyuncuyum. Keşfettiğim için yürüdü git­ ti... Dünya sinemasında da, bizde aynı olan şöyle bir durum var. Özel hayatında yahut tiyatroda çok ko­ mik olan tipler, sinemada başarılı olamamışlar. Ka­ mera başka türlü bir şey... Ben özel hayatımda so­ ğuk bir adamımdır. Ama filmlerimde, perdeye müt­ hiş bir sıcaklık geçiyor. O sıcaklık halkla bütünleşi­ yor. Bazı tiplere bakıyorum, hem tiyatro oyuncu­ luğunu atamıyor, hem de o sempatikliği perdeye geçmiyor.”

SÜSOY—“Sîzdeki sihir ne?”

SUNAL—“ Bende sihir falan yok. Özel bir şey

yapmıyorum. Bir kere, Allah vergisi, çok güzel bir suratım var. İkincisi de, yetenekli oluşum galiba!”

SÜSOY—“Kendinizi komik buluyor musunuz?” SUNAL—“ Kendime çok nadir gülerim. Güzel bir

şey yakalamışsam gülerim. Bazen komik buluyorum kendimi... Yener Bey, ben özel hayatımda çok az ko­ nuşan, çok soğuk bir adamım."

SÜSOY—“Film çevirmeden önce, kendinizi ha­ zırlıyor musunuz, konsantre olmak gibi alışkanlık­ larınız yok mu?”

SUNAL—“ Hayır, hayır. Öyle şeylere inanmıyo­

rum ben...”

SÜSOY—"Kaprisleriniz?”

SUNAL—“ Zannetmiyorum kaprisli olduğumu.

Yalnız çok titizimdir. İşimi çok severim. Çok tertipli adamımdır. Bu tertibim bozulduğu zaman sinirli olu­ rum. Hiçbir zaman sete giderken bir kostümümü, ak­ sesuarımı unutmuş değilim. Makyaj malzemem de dahil, hepsini yanıma alırım. Sete hiçbir şeyi teslim etmem. Kimseye güvenmem. Hatayı ben yaparsam, kendime de sinirleniyorum. Evde de öyledir... Çalış­ ma odamda, hangi gözde ne var, ne yok, iğneden ipliğe hepsini bilirim. El değdiği zaman hemen far­ kına varırım. Kıyamet kopar, çok sinirlenirim. Bun­ lar herhalde kapris değil... Konsantre oyunculuğa inanmam dedim. Çünkü onlar, devamlı yanlış yapan oyunculardır. Tiyatroda da böyledir, sinemada da... Tiyatroda oynar, seyirciyle kendi arasında buzdan bir perde vardır. Ne seyirciye kendi sıcaklığı geçer, ne kendisine seyircinin sıcaklığı... Oyunu oynar, bi­ tirir gider...”

gaWWiilWH

olda beni gören hayranlarım

şaban' diyorlar, inek şaban’

diyorlar. Eskileri hatırlayanlar

'Salako' diyor. Kızmıyorum, hatta

hoşuma gidiyor r

SÜSOY—“Şaban sizin adınızın önünde gidiyor.

Bu Şaban nereden çıktı?”

SUNAL—“Hababam Sımfı’ nda ‘inek Şaban’ ro­ lünü oynuyordum. Üç tane filmde oynadım. Şaban adı oradan kaldı, hâlâ da devam ediyor.”

SÜSOY—“Yolda sizi gören hayranlarınızın size

Şaban diye seslenmelerine kızmıyor musunuz?” SUNAL—“ Şaban diyorlar, İnek Şaban diyorlar...

Eskileri hatırlayanlar Salako diyor... Kesinlikle kız­ mıyorum. Hatta hoşuma gidiyor.”

SÜSOY—“Şaban daha ne kadar gidecek, kendi­

nizde bir yenilik yapmayı düşünmüyor musunuz?” SUNAL—“ Yener Bey, bundan sonra filmlerde ‘Şaban’ adını koymasak bile, değişen bir şey olaca­

ğını zannetmiyorum. Millet ‘Şaban’ olarak biliyor. Bu yıl, firma bir yanlışlık yaptı. Film adım Niyazi... Adı­ nın ‘Atla gel Niyazi’ olması lazım. Afişler, lobiler hep­ sinde ‘Afla gel Şaban’ oidu. Seyircilerden bir kişi çı­ kıp da, filmdeki adın Niyazi, afişte Şaban, demedi. Farkına bile varmadı... Kemal Sunal’m adı, Niyazi ol­ sa ne olur, Şaban olsa ne olur?”

(2)

virgülüne

dokunmadan

Kemal Sunal

Kemal Sunal özellikle son iki yıldan bu yana Türk sinemasının en çok ış yapan oyun­ cusu. Kendine fizyu konuşması, mimikleri ve ilginç yüzüyle her yaştan ve her kesim­ den milyonlarca kişiyi peşinden koşturan sanatçı... Özel yaşamında içine dönüklüğü, köşesine çekilmeyi seven sanatçı, bilinmeyen bütün yanlarıyla kendisini ilk kez MİL­ LİYET e anlattı Yoksulluğun sillesinden, şöhretin zirvesine kadar. Bu yazı dizimizde Kemal Sunal sîzleri zaman zaman güldürecek ama çoğu zaman da düşündürecek

i ; NER SÜSOY un, Kemal Sunal'la yaptığı söyleşiyi virgülüne dokunmadan', bant­ tan’ aynen yayınlıyoruz

“Zannediyorlardı ki, benim filmlerim küfürle iş yapıyor.

Bizim halkımız, kızdığı zaman hep ‘eşşoğlueşek’ der” .

SÜSOY—“Eskiden filmlerinizde hayli küfürlü sahneler var diye eleştiri aldınız. Şimdi bunlar yok galiba?”

SUNAL—“ O eleştiriler, bazı basın mensupların­

dan geldi. Bu olayı, çok abartarak, yazıp çizdiler.”

SÜSOY—“Siz aksi görüşte misiniz, küfürlü ko­ nuşmuyor muydunuz?”

SUNAL—“ Küfür ediliyordu. Dört seneden beri

küfürlü, argo lafları bıraktım. Artık bir tek kelime bu­ lamazsınız. Ama, o basın mensuplan bunu yazarken sırf Kemal Sunal’ı yazıp, çizdiler. ‘Meyve veren ağaç

taşlanır.’ Kemal Sunal’ın ‘Eşşoğlueşek* sözü, ba­

na göre kimseye batmıyordu. Şaban bu kelimeyi çok güzel söylüyordu. Yolda kadınlar beni çeviriyordu. En başı kapalısından, en kürklüsüne kadar... ‘Bir kere

eşşoğlueşek de, ne olur’ diye... Yolda oluyor bun­

lar... Halka göre bu kelime küfür değildi. Birkaç film­ de küfür vardı, doğru, onları kaldırdık. Onlar da ni­ ye vardı? Anadolu filmiydi, Benim Anadolu insanım da öyle konuşuyor yani... Özellikle koymadık ki on­ ları...”

I ,/Zannediyorlardı kİ, Kemal Sunarın

filmleri, küfürle İş yapıyor. Hiç İlgisi

yok, bunu da İspat ettik. Evimde

kaset seyrediyorum, hâlâ devam

ediyor küfürler^

SÜSOY—“Filmlerinizi, çocuklar da seyrediyor. Onların böyle sözleri öğrenmeleri doğru mu?”

SUNAL—“ Doğru, haklısınız. Ben de hemfikirim.

Ama bizim halkımız kızdığı zaman ‘eşşoğlueşek’ der. Bu, küfür değil. Şimdi bir buçuk yaşındaki çocuk da bunu biliyor. Bu, Türk halkının kızdığı zaman kullan­ dığı bir kelimedir. Şimdi bunları hiç kullanmıyoruz. Bizim bunlara ihtiyacımız olmadığını göstermek için kullanmıyoruz.”

SÜSOY—“Ne demek oluyor bu?”

SUNAL—“ Efendim, zannediyorlardı ki, Kemal

Sunal’ın filmleri, küfürle iş yapıyor. Hiç ilgisi yok Bunu da ispat ettik. Haa. Bunun yanı sıra neden yal nız ben yani... Hatta aşk filmlerinde ne tablolar var dı. İki sevgili oynuyor. Biri ötekine ‘pezevenk’ diyor öteki ona ‘orospu’ diye cevap veriyor. Onlar cidd olarak kullanıyorlar bu sözleri. Sade benim bunlar kullanmamamla iş hallolmuyor. Evimde kaset sey rediyorum, hâlâ devam ediyor küfürler... Ağzı açıl madik küfürler var. Niye yalnızca Kemal Sunal ya­ ni?"

SÜSOY—“Çocuklar sizi çok seviyor.”

SUNAL—“ 3 yaşından 103 yaşına kadar çoluk,

çocuk herkes Kemal Sunal’ı seyrediyor. Sinema sa­ lonları çocuk bahçesi gibi.”

SÜSOY—“Oğlunuz Ali, sizin filmlerinizden hoş­ lanıyor mu?”

SUNAL—“ Hiç kaçırmaz, filmlerimin hepsini sey­

reder. Evde videoda değil, sinemada seyreder. Yal­ nız bazen sinirleniyor. Şaban lafına biraz kızıyor, ne­ den bilmiyorum. Bir de, filmde beni başkası döver­

se kızıyor. ‘Niye sen onu dövmüyorsun?’ diyor.” SÜSOY—"Sinemaya getirdiğiniz bir değişik tav­ rın olduğundan söz edebilir misiniz?”

'Sakıp Sabancıya

bakın, şöhret olmak için

neler yapıyor. Zenginliği

tatmin etmiyor onu...

Onun yaptığı şeyleri,

ben yapmadım

hayatımda. Beni hiç

kimse, kovboy kıyafetiyle

uçaktan inerken

görmedi ”

“Şener Şen, iyi bir

oyuncudur. Bence, ikinci

adamı oynamaya devam

etseydi, kendisi için

daha yararlı olurdu.

İlyas Salman’ın başarısı

bu kadardır, bundan

ileriye gidemez”

ili»

SI

I

’ - 5 l%%\

İLK VE SON AŞKI: GÜL

Kemal Sunal, "Hayatımda birilerine âşık olup da, yerlere ya­ pıştığımı filan hatırlamıyorum" diyor. 10 yıllık eşi Gül Sunal ile çok mutlu bir yaşam sürdürdüğünü yineleyen sanatçı, Göztepe’ deki Gül Apartmanındaki muhteşem dairesinde, akşam viski­

sini içiyor. Genellikle akşamüstü dışarda iki duble içen Sunal’ı, o gün evde eşi ile kadeh tokuştururken yakaladık.

(Fotoğraflar: EROL DİKSOY)

jiŞu anda sinemada kendime kimseyi

'rakip olarak görmüyorum. Kemal

Sunal ı yenmek için yenileri

arayacaklardır. 50-60 firma var,

hepsini idare eder. Ben, senede 4

tane film çekiyo ru m ^

SUNAL—“ Bazı şeyleri yıktık, zamanında... An­

talya Film Festlvall’nde ‘Kapıcılar Kralı’ filmiyle ‘en

iyi erkek oyuncu’ ödülünü aldım. Antalya’da ve Türk

sinema tarihinde böyle bir şey yok. Komedyene de­ ğil, bu ödül hep jönlere verilmiş. İlk defa ben yık­ tım, o sistemi. Sonra Sinema Yazarları Derneği’nin ilk ödülünü, yine aynı filmle ben aldım. Ondan son­ ra da başarılı filmler yapmadım değil, ama festival­ lere göndermedik. O nedenle başka ödül çıkartama­ dık.”

SÜSOY—“Filmlerinizde, kendi yaşamınızdaki

olaylan da perdeye getiriyor musunuz?”

SUNAL—“ Bizim Vefa Lisesi’ndeki bazı şakala­

rımızı ‘Hababam Sınıfı’ filmlerimize getirdik.” SÜSOY—“Sayın Sunal, sinemada kendinize ra­

kip olarak kimleri görüyorsunuz?”

SUNAL—“ Şu anda, hiç kimseyi rakip olarak gör­

müyorum. Girip, çıkanlar oluyor, olacaktır da... Ke­ mal Sunal’ı yenmek için arayacaklardır. Onlar öyle düşünüp, söylüyorlar. Halbuki yanlış... 50-60 firma var, ben hepsine cevap veremiyorum. Daha beş ta- 'ne gelsin, hepsini idare eder. Ben senede dört tane film çekiyorum. Özellikle birkaç senedir, tek geçer­ li olan da, Kemal Sunal...”

SÜSOY—“Bu başarı grafiğini daha ne kadar sür­

dürebileceksiniz?”

SUNAL—“ Gönlüm, çok uzun devam etmesini is­

tiyor ama, bilmiyorum. Ben türümde bir değişiklik yapmayı düşünmüyorum. John Wayne, 70 yaşında kovboy oynuyordu. Halkı şaşırtmaya lüzum yok. Amacımız güldürmek. Halk da bunun için geliyor. Belli bir ekonomik bunalımda zaten... Kendini unut­ maya geliyor. Hani bir kesim vardı, ‘Aman Türk fil­

mi seyretmem’ diyen... Onlara da, ben Türk filmini

seyrettirdim, sevdirdim. Hâlâda seyrettiriyorum.” SÜSOY—“İlyas Salman ile Şener Şen İçin görüş­

leriniz nedir?”

SUNAL—"Hepsi benim arkadaşım. Şener Şen,

iyi oyuncudur, kabiliyetlidir, ilyas Salman’ın başa­ rısı bu kadardır. Bundan ileriye gidemez. Sert bir su­ ratı var. Şener’le beraber oynuyorduk. Benim bir sürü filmimde oynadı. Açmazcılık yapıyordu. Yani

‘kavuklu-pişekâr’ İkilisini oluşturuyorduk. Şimdi tek

başına bir deneme yapıyor. Bilemiyorum, daha onu da göreceğiz. Ama belli mesuliyetleri alıp, film ya­ pacağına, ikinci adamı oynamaya devam etseydi bence, kendisi için daha yararlı olurdu."

^ Tiyatronun enson adamları, ben ve

yaşıtlarım. Tiyatro için feci durum.

Bizim gibi, helva-ekmeğe talim eden

yok. Millet, 20 yaşına gelince, köşeyi

dönmeye bakıyor^

SÜSOY—"Kemal Bey, sinema, hatta tiyatroya

yeni yüzler neden gelmiyor?”

SUNAL—“ Tiyatronun en son adamları ben ve ya­

şıtlarım. Tiyatro için, feci bir durum bu... Konserva- tuvar senede üç-beş kişi çıkartıyor. Onlar da mey­ danda yok. Bunun nedeni, bana göre ekonomik. Bi­ zim gibi helva-ekmeğe talim eden yok. Millet 20 ya­ şına gelince, köşeyi dönmeye bakıyor. Bir meslek seçip de, onun çilesini çekeyim, ustası olayım di­ yen yok. Bu yerlere gelebilmek için, sıkıntıları çek­ mek gerek. Sanat dallarında sürünme süresi daha uzun olduğu için kimse gelmiyor. Sinemanın duru­

mu da feci. Yapımcı ne yapsın, bir film 30 milyona çıkıyor. Parayı bankaya koysa, daha fazla faiz alır. Kalan insanlar, senelerdir bu işi yapan, sanatçı yan­ ları olan kişiler. Videoculuk bir yandan vuruyor. Bir tek benim filmlerim iş yapıyor.”

SÜSOY—“Sizin bir ünlü yanınız da cimriliğiniz... Sizi hemen herkes, belki Türkiye’nin en cimri kişisi olarak tanımlar? Bunun aslını bir de sizden öğrene­ lim.”

SUNAL—“ Doğru değil, Yener Bey. Bizim insan­

larımızda dedikoduya bayılıyor. Benim sokağa ata­ cak param yok ki, dağıtayım. Yerine göre para har­ camasını severim.”

SÜSOY—“O yerler nereleri acaba?”

SUNAL—“ Mesela, her akşam üzeri iki duble vis­

ki içerim. Arkadaşlarım varsa onlara da ısmarlarım. Sokaktan geçen herkesi toplayıp, para dağıtamam ki... Cimriliğin ölçüsü nedir, bilmiyorum ki?”

SÜSOY—“Şu anda Türk sinemasının en çok ka­

zanan kişisi de sîzsiniz.”

SUNAL—“ Öyle diyorlar... Ama değilim herhal­

de... Türk sinemasında senelerdir oturanlar var. Di mi?”

% Ben bittiğim zaman, şimdi cimri

diyenler, cimri olmasam benim

yanımda mı olacaklar? Bir sürü

sanatçıyı görüyoruz. Elinde yok,

avucunda yok, dımdızlak kalıyor

ortada...İ|

SÜSOY—“Geleceğinizi güvence altına aldınız

mı?”

SUNAL—“ Onu almaya çalışıyorum işte. Ben bit­

tiğim zaman, şimdi cimri diyenler, cimri olmasam benim yanımda mı olacaklar? Ne yapacaklar benim için? Hiçbir şey... Bir sürü sanatçıyı görüyoruz. Bit­ tikleri zaman, en yakın dostları bile yanında yok... Onlar da zamanında onlara harcamış. Elinde yok, avucunda yok, dımdızlak kalıyor ortada...”

SÜSOY—"Kemal Sunal nelerden sıkılır acaba?”

SUNAL—“ Çok kalabalık yerden sıkılırım. Fazla

araba kullanmaktan sıkılırım. Uzun yol olabilir ama, şehir içinde çılgına dönüyorum. Beklemekten sıkı­ lırım.”

SÜSOY—“Ya keyiflendiren olaylar.”

SUNAL—“ Filmimin iş yapması... Oğlum A li’nin

derslerinde başarılı olması. Pekiyi, yahut teşekkür alması... Arkadaşlarımla, bir yerlerde içki içmek.”

SÜSOY—“Eşinizden önce hiç kimseye âşık ol­

madınız mı?”

SÜSOY—“Yemek yapmasını bilir misiniz?”

SUNAL—“ Hayır, asla... Ne anlarım, ne girerim.

Her yemeği yerim. Sofradan hiç eksik etmediğim şeyler su ve karabiberdir. Tuzla aram iyi değildir, hiç sevmem.”

SÜSOY—"Müzikle aranız nasıl?”

SUNAL—“ Efendim, Halk Müziği’ni çok severim.

Türk Müziği’ni de. iyi okuyan olursa dinliyorum. Sev­ diğim türkücüler İbrahim Tatlıses, Belkıs Akkale, İz­

zet Altınmeşe... İyi ses bunlar."

SÜSOY—“Türk Müzlği’nde?”

SUNAL—“ Zeki Müren, Gönül Akkor...”

SÜSOY—“Sizde hatırası olan bir şarkı var mı?”

SUNAL—“ Kaç senesiydi bilmiyorum, ‘Elbet Bir Gün Buluşacağız’ vardı... Bizim hanımla aramızday- dı...”

H Ben öyle âşık filan olmadım. Âşık

oldum, yerlere yapıştım gibi olaylarımı

hatırlamıyorum. 30 Nisan 1975 te

eşim Gül le evlendim. Nikâh

memuru, gülmekten nikâhı

kıyamıyordu

SUNAL—“ Yok, ben pek öyle âşık filan olmadım.

Âşık oldum, yerlere yapıştım gibi olaylarımı hatır­ lamıyorum.”

SÜSOY—“O halde gelelim evlilik konusuna. Eşi­

nizle nasıl tanışıp, evlendiniz?”

SUNAL—“ Ankara’da tanıştık. 1972 veya 73 ola­

bilir... Devekuşu’yla Ankara turnesindeydik. Oyunu seyretmeye gelmiş. Beni beğenmiş. Kaldığımız otel­ den beni aradı, konuştuk. Sonra ben onu arayıp, ran­ devu verdim. Sonra vazgeçtim, gitmiyordum. Münir Özkul abi, zorla gönderdi. “Hadi git ulan” dedi. Git­ tim... İşte gidiş, o gidiş...”

SÜSOY—“Ne zaman evlendiniz?”

SUNAL—“Bir dakka... Siz de ahret sualleri so­

ruyorsunuz yani... 1975 Nisan... Kaçını, maçını sor­ mayın Allahaşkına... 30 Nisan galiba... Beyoğlu Ev­ lendirme Dalresi’nde evlendik. Saat 13.30’da... Sa­ atini biliyorum da, gününü bilmiyorum di mi? Nikâh memuru çok güldü. Adamcağız hemen toparladı işi, nikâh cüzdanını verdi, gitti... Gülmekten nikâhı kı- yamıyordu...”

SÜSOY—“Kaç çocuğunuz var?”

SUNAL—“ 1977’de Ali dünyaya geldi. Ezo adlı kı­

zım da, şimdi 1.5 yaşında. Ezo adı, ünlü ‘Ezogelln’ öyküsünden alınma. Ali ile Ezo, bir aşk öyküsünün kahramanlarıdır.”

Sinemanın "Şaban’ ’ı, Antalya Film Festivali’nde kazan­ dığı "En iyi Erkek Oyuncu” ödülüyle, geleneksel "jön" egemenliğine de, kendi ifadesiyle son verdi. Sunal’ın anı koleksiyonunda,"Altın Portakal’ ’ın başka yeri var.

SÜSOY—“ Eşiniz, Şaban’ın filmlerini izler, eleş­ tiri yapar mı?”

SUNAL—“ İyi seyreder. Birtakım eleştiriler geti­ rir. Tümüyle beğenip, beğenmediğini de söyler."

SÜSOY—“ O da Şaban’a gülüyor mu?” SUNAL—“ Güler... Bazen çok güler...”

Spor giyinmekten hoşlanıyorum.

Kravattan ve ceketten nefret

ederim. Kışın gömleğin üstüne bir

kazak giyerim, üstüne de palto

PUNK,

TUTMAZ”

Her filmde çeşitli tipleri canlandıran Kemal Sunal, son filmi “ Katmadeğer Şaban’da ise punkçu bir genç kılığına büründü. "Bu punkçular kompleksi adamlar" diyen Sunal, "Bu iş bizde tutmaz” diyor. “ Punkçu Şaban” , bu filminde Sevda Aktolga ve Filiz Ersürer’le, kendine özgü mimikleriyle yine hayranlarını güldürmeye devam ediyor.

SÜSOY—“ Giyime, kuşama merakınıza gelelim. Modayı izler misiniz?”

SUNAL—“ Hayır, böyle bir merakım yok... Spor giyinmekten hoşlanıyorum. Kravatı bütün hayatım boyunca birkaç kez taktım, nefret ederim. Ceket pek nadir giyerim. Kışın gömleğin üzerine kazak giyerim, üstüne de palto. Ceket giymem.”

SÜSOY—“ Herhangi bir koleksiyon merakınız yok mu?”

SUNAL—“ Hiçbir koleksiyonum yok. Böyle bir merakım da yok.”

SÜSOY—“ Sinemada en yüksek ücreti siz alıyor­ sunuz. Bunun ne kadar olduğunu sizin ağzınızdan öğrensek.”

SUNAL—“ Bunu müsaade ederseniz söylemeye­ yim. Değişik paralar alıyoruz.”

SÜSOY—"Vergiden korktuğunuz için mi gizliyor­ sunuz?”

SUNAL—“ Yoo, hayır... Bu sene, sadece sinema yapıp, en yüksek vergiyi ödeyen adam benim. 13 kü­ sur milyon verdim... Geçen sene de 9 küsur vermiş­ tim. Sinema sanatçıları içinde benden fazla veren yok."

SÜSOY—"Söz sinemadan açılmışken, beğendi­ ğiniz sanatçıların adlarını soralım.”

SUNAL—“ Kadın olarak Türkân Şoray, Hülya Koçyiğlt, Fatma Girik... Bakınız hâlâ bunlara yetişe­ cek bir kadın oyuncu gelmemiştir. Bana göre üçü de aynı değerde... Erkeklerde Tarık Akan ve Kadir İnanır...”

SÜSOY—“ Kemal Bey, siz yıllardır milyonları gül­ dürüyorsunuz. Siz nelere gülersiniz?”

SUNAL—“ Aslında çok az gülen insanım. Valla­ hi çok zor bir soru dahâ sordunuz. Birdenbire insa­ nın aklına gelmiyor ki... Düşen birine herkes güler, ben de gülerim. Başka öyle somut bir örnek yok.”

SÜSOY—“ Afişlerde adınızın yazılmasıyla ilgili sorunlar olmuyor mu?”

SUNAL—“ İsterlerse benim adımı hiç yazmasın­ lar. İnsanlar, benim adımı en başa yazmışlardır. Küçük oynadığımız zaman da, adımı yazıyorlardı bir yerlere. Ben o zaman, o kişilerden daha fazla gül­ dürüyordum, daha fazla reaksiyon alıyordum. Top­ lu oynadığımız zamandan söz ediyorum. Şimdi bu yere geldik, başa yazmaya mecburlar, yazıyorlar. Bu, benim problemim değil ki... Türkân Şoray’la oyna- sam, benim adimi hiç yazmasa, yapımcıya açıp sor­ mam bile...”

SÜSOY—“ Televizyon seyrediyor musunuz, ne­ leri beğeniyorsunuz?”

SUNAL—“ Eh, ediyoruz... Televizyonda çok en­ teresan olaylar olmuyor. TRT’nin yapımlarına baka­ yım diyorum, genelde hepsi çok kötü... Türk sine­ masından film alıyor, benim filmim de olsa, gidiyor nerede en kötüsü var, onu seçiyor... Herhalde bu, kendi kötü yapımlarını kamufle etmek için... Yani ‘Si­ nema da böyle, biz de böyleyiz” gibilerden... Halbuki, sinema çok ileride. Birde müzik, eğlence program­ ları yapıyorlar. Ben gülmüyorum. Şarkıcısından, su­ nucusuna kadar hep aynı kişiler... Güldürü unsuru çok az.”

SÜSOY—“ Sizce nasıl olmalı?”

SUNAL—“ Bir kere, sağlam bir tekst isteyen iş. Zannediyorum, bunlar herhangi bir metin olmadan onu, bunu çağırıp çekiyorlar, araya iki de komiklik atarız diyorlar. Böyle olsa bile, bir dramatik yapı ya­ kalamaları lazım.”

SÜSOY—“ Videoda seyrettikleriniz?”

SUNAL—“ Artık Ali'den ne fırsat bulursak, onun­ la birlikte seyrediyoruz. Seyretmediğimiz Türk filmi kalmadı. Evde çocuk oldu mu, ona uyacaksın. Yok­ sa her odaya bir video lazım. Stüdyo gibi...”

» u ç a ğ a binmekten ve deniz

yolculuğundan korkarım. Köprü,

benim için çok iyi oldu. Korkumdan,

Kabataş araba vapuruna bile

binemezdim. Yüzmesini de bilmem.

Denize bacaklarımı sokarım |gj

SÜSOY— “Nelerden korkarsınız Sayın Sunal?” SUNAL—“ Uçağa binmekten ve deniz yolculu­ ğundan korkarım. Köprü benim için çok iyi oldu. Es­ kiden tiyatrodan çıktıktan sonra, birkaç kadeh içip, Kabataş’tan araba vapuruna binerek eve giderdim. O zamanlar Metin Akpınar'la beraber çok içiyorduk. Geceyarısı giderdim Kabataş'a... Bir arabalı vapuru uğurlardım Üsküdar’a... Nasıl gidiyor diye bakar­ dım... Gider Üsküdar’a, yenisi Kabataş’a yanaşır... Arabalar biner, ben de binerken bir dolmuşçu, ‘Tak­ sim, Taksim’ diye bağırır. Ben de atlar, Taksim’e dö­ nerdim, korkudan binemezdim. Tam sabah güneş çı­ karken, sabahın 5’inde, bakarım deniz sütliman, o zaman Üsküdar’a geçerdim.”

SÜSOY—“ Yüzme biliyor musunuz?”

SUNAL—“ Hayır, bilmem... denize girmesini de sevmem. Bacaklarımı, arada bir vücudumu soka­ rım.”

SÜSOY—"Söyleşilerimizde, bir gelenek haline getirdik. Siz de, bir mal beyanı yapar mısınız?”

SUNAL—“ Servet beyanı kalktı Yener Bey. Ney­ se, anlatayım. Göztepe’de halen oturduğum bir evim var. Plajyolu’nda eskiden oturduğum bir dairem var. Şimdi kirada... Birde Bakırköy’de 5 tane odası olan bir kat var... Bir BMW, bir de son Almanya turnesin­ de aldığım 1984 Mercedes 200 Dizel arabam var.”

SÜSOY—“ Hangi spor kulübü taraftarısınız, bu da pek bilinmeyen yanınız?”

SUNAL—“ Fenerbahçeliyim. Eskiden çok maça giderdim. Dolmabahçe'deki her maça giderdim. Has­ taydık.”

t

Eskiden sabaha kadar içerdik. Bir

. je viski, bir büyük rakı. Sarhoşluğa

inanmam, sevmem de... Sarhoş

olmadım. Film koptu film derler,

yalan. Alkolün arkasına sığınıyorlar.

İçkiyi ekmek ayvası ile içeceksin.

SÜSOY—“ Son filminiz ‘Katmadeğer Şaban’da punk’çı oldunuz. Bu akımın örnekleriyle son Avru­ pa turnenizde karşılaştınız mı?”

SUNAL—“ Çok gördüm. Punk’çılık herhalde, komplekslerden kaynaklanıyor. Kendini ispat etmek, dikkat çekmek gibi. Diken gibi saçlar, giyimler dö­ külüyor. Bizde olmaz bu iş. Bizde tutmaz. Olursa da, birkaç kişi belli bir çevrede kalıp, hemen yok olur gider... Avrupa’da bayağı var...”

SÜSOY—“ Eskiden çok içki içtiğinizi söylediniz,, ne kadardı ölçüsü?”

SUNAL—“ Sabaha kadar içerdik. Bir şişe viski, bir büyük rakı...”

SÜSOY—“ O zaman sarhoşluğunuz da ağırdı, herhalde?”

SUNAL—“ Hayır, sarhoşluğa inanmam. Sevmem de... Bundan daha fazla içtiğim zamanlar da oldu, ama sarhoş olmadım. Öyle film koptu film derler, yalan. Alkolün arkasına sığınıyorlar.”

SÜSOY—“ Rakı İçerken, mezeniz nedir?” SUNAL—“ Su ve ayva.i. Ayva, rakı ve viskiyle şa­ hane gider. Bunu ben çıkardım. Bıçakla kesersen su­ yu kaçar. Yıkayacaksın güzelce ayvayı, kaşıkla par­ çalara ayıracaksın. Çok iyi olur. Ayva mevsimi gel­ sin, bir deneyin. Ama sulu, ekmek ayvası olacak. Bo­ ğazında kalmayacak, lokum gibi gidecek.”

SÜSOY—“ Gördüğüm kadarıyla sigara içmiyor­ sunuz?”

SUNAL—“ Epeyce içtim ama 2.5 sene önce bı­ raktım. Günde bir paket içiyordum. İradem çok kuv­ vetlidir.”

SÜSOY—“ Sinemaya geçmek isteyenler size de başvuruyor mu?”

SUNAL—“ Herkes şöhret olmak istiyor, herkes isim olmak istiyor. Star olmak arzusu fazla. En zen­ gin işadamları bile bir takın neler yapıyorlar. Hal­ buki kenarda dursa, gazetede her gün çıkmasa ta­ nınmaz. Ama Sakıp Sabancı’ya bakın, şöhret olmak için neler yapıyor? Zenginliği tatmin etmiyor onu. Gözükecek, halk tanıyacak. Onun yaptığı şeyleri ben yapmadım hayatımda, komedyen olarak. Beni hiç kimse, kovboy kıyafetiyle uçaktan inerken görme­ di. Sakıp Bey, her denileni yapıyor."

SÜSOY—"Politikaya atılmayı düşünür müsü­ nüz?”

SUNAL—“ Hayır, düşünmüyorum, ama iyi tiyat­ ro oyuncusunun çok iyi politikacı olacağına inanı­ yorum. Çünkü, oyuncuların en haşarılı olacağı dal, politikacılıktır.”

SÜSOY—"Teşekkür ederim.”

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

 近年來,國內外逐漸開始重視藥物與其他 PPCPs (pharmaceutical and personal care products) 污染飲 用水 (drinking water)

Expression of the exogenous cytokine receptor common beta chain (betac), but not the alpha chains, accelerated CWIA in multiple cytokine-dependent cell lines.. Reduction of

As a result, the present study contributes new experimental mass attenuation coefficients, molecular, atomic and electronic cross sections, electron density and

EDİRNE Trakya — Paşaeli Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Baş kanı Şükrü Bey tarafından dün Mustafa Kemal Paşa’ya yolla nan uzun bir raporda, Fransız

The re- sults of the current study showed that, mean serum sTWEAK concentrations were lower in the HCC and cirrhosis groups when compared to healthy controls and low blood levels

Beaim de bir zaman sonra gideceğim yola be»de» Ö»ce gitmiş kiymet- li hocalarımı», mektep arkadaşlarımı» aziz hatıralarına, evvela talebelik so»ra da

Ümit ALEMDAROGLU İZMİR-Ayvalık’da de nizi kirlettikleri gerekçe­ siyle kapatılan 16 zey­ tinyağı fabrikasının sa­ hip ve yöneticileri fab­ rikalarım yeniden

Dolayısıyla ambulansın (kaynağın) gözlemciye yak- laştığı durumda gözlemcinin duyduğu sesler kaynaktan yayılan seslere göre kendini daha sık tekrar eder, yani göz-