'T7-SS
*a jLo %
+
ya çalışmıştır. Öykülerine bu dikkatle bakıldı ğında hemen görülecektir kî kahramanları onun hayatının parçası olan insanlardır. SütçüPandel- li, Garson Ahmet, Kahveci Iskanavi... Öte yan dan adlarıyla anılmayan; ancak Sait Faik’in bü yük bir dikkade gözlediği tüm diğer insanlar: Ameleler, gemiciler, mavnacılar, garsonlar, çiçek çiler, fahişeler, büfeciler, boyacılar, talebeler ve dahası.
Onun öyküleri, yazdığı insanların öyküleridir aslında, belki de b u nedenle kendisini yazar ola rak değil de b ir yazıcı olarak gören Sait Faik, öy külerinin dil ve anlatımını, anlattıklarından ba ğımsız görmez. Savrukmuş gibi görünen satırla rın yalınlığı, b elk i de tam bu noktadan, içerikle anlatımın bu denli örtüşmesinden kaynaklanır. Sait Faik’in edebiyata ve sanata bakışı, hayata bakışından çok da farklı değildir, edebiyat hayat la iç içedir ve b iri bir diğerinin önüne geçmez ya da daha açıklıkla söylemek gerekirse edebi olmak kaygısı, Sait F aik ’in eserlerinde h içb ir zaman an latmak istediklerinin önüne geçmemiştir.
Yazıtım girişinde değindim noktaya bir kez daha dönmek istiyorum: Sait Faik, anlattıklan ve anlatım biçimiyle Türk öyküsünde yeni, yepye ni bir damar oluşturmuştur. H er ne kadar bu da marın takipçisi olarak günümüze ulaşan öykücü sayısı çok fazla değilse de onun açtığn yol, edebi yatın bütününde büyük bir rahatlam a getirmiş tir. Edebiyat geleneğinin eserde anlatılanlardan daha önemli görüldüğü bir dönemde yaşaması na ve yaşarken şiddetli eleştirilere maruz kalma sına rağmen, öykücülüğünden hiç taviz verdiği ni görmeyiz Sait Faik’in. Ancak Sait Faik, kimi zaman, bu yoğun eleştirilerden bunaldığım, an laşılmadığını hissettiğini yine satır aralannda ak tarır bize:
"... akademik bilgi edinmiş yazıcılarımızın pek çoğunda mükemmel, eksiksiz yazıların içinde ol mayan bir şey var. Belki de bu, b ir fazlalıktır. Sa tırların içinde cümlelerin içinde, yanlışlıkların içinde, beceriksizliklerin içinde parıldayan şey nedir bilir misiniz arkadaşlar? Bu, sanat pırıltısı dır. Bundan hiç nasibi olmayanlar için bu pırıl tıyı sezebilmek de bahtiyarlıktır. Sanat güzeli arar, ne doğruyu ne de iyiy i... böylece, ben, akademik tahsil yapmadığım için sanatkârım demek istemi yorum... yalnız, şunu söyleyebiliyorum ki şimdi ye kadar gelip geçmiş sanatkârların çoğu akade mik tahsilde bulunmamışlar içinden çıkmıştır da, onu söylemek istiyorum.”
Sait Faik dünyaya ve hayata nasıl bakmıştır ? Onun olupbitenlerle, ülke mizin içinde bulunduğu sorunlarla, ya şanmakta olan Dünya Savaşıyla ilgili düşünceleri nelerdir diye bakıldığın da d a buraya kadar onun sanat anlayı şını belirleyen çizginin hiç bozulmadı ğını görürüz. Onun eserleri, hiçbir propagandanın ve sömürünün malze mesi olmaz. Yaşanılanların farkındalı- ğıyla yarattığı kahramanlar hayatm her alanına dair çok şey söyler bize, ama Sait F aik onlan kendi sözlerine ve dü şüncelerine aracı kılm az hiçbir zaman. O nun nasıl bir dünyada yaşamak is tediğini belki de en açık anlattığı satır lar Havada B ulut’un Ay Işığı bölümündedir:
NASIL BİR DÜNYA?
“Nasıl bir dünya mı ? Haksızlıkların olmadı ğı bir dünya... İnsanların hepsinin mesut oldu ğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya... Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz et melerin bol bol bulunmadığı... Pardon efendim ! Bol bol bulunmadığı ne demek? H iç bulunma dığı bir dünya... Sevilmeye layık, küçücük kızla rın orospu olm adığı, geceleri hacıağaların mini cik kızlan caddeden yirmi beş lira pazarlıkla otel lere götüremediği, her genç kızın namuslu bir de likanlı ile konuşabildiği, para için namus, ar, ha- yâ, hayat, gece, gündüz satılamadığı bir dünya... Kafanın, kolun çalışabildiği zam an insanın mu hakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya... İçinde iyi şeyler söylemeye, doğru şeyler söyle meye salahiyede kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebil diği bir d ü n y a ...”
Bu satırların karşılığı olan b ir dünya isteğinin, bilinen tüm sol ve demokratik örgüder tarafın dan söylendiğini, toplumcu gerçekçi olarak bili nen tüm sanatçdann benzer cüm leleri rahatlıkla kurduklarım hatırlayarak, Sait F aik ’in dünya gö rüşünü belirlem ek sanınm hiç de zor olmaya caktır: O aadil ve özgür bir dünyada onurlu bir yaşam istemiştir.
Sanıldığının aksine ülke gerçeklerinden en
Ölümünün 50. yılında Salt Faik
/
3 « S"' •z- ® «v
lışırım. Ben pek öyle uzun boylu okumuşlardan değilim, kalkıp edebiyat hakkında konuşamam. Flikâyelerim hoşunuza gidiyor olmak ki, illa ya zı istiyorsunuz. Pek sevindim doğrusu, ama ben iyi hikâyeci de değilim. Kimseye örnek olacak bir tek hikâyem olmadığım siz bilmiyorsanız ben bi liyorum. Ben roman yazamadığım için bir roma na birtakım parçalar, bazen kendi romanımın parçasını yazmışımdır. Ama siz buna da hikâye derseniz o da olur ya, bir de sahici hikayeciyi dü şünün. Bir gün oturakk bir hikâye yazarsanız ya hut okursanız gözünüzden nasıl düşüvereceğimi bir göz önüne getirin. Benim bir hikâyemde ne fazlalıklar, ne eksiklikler, ne hatalar vardır, bir bi lesiniz.”
Bir yazarın kendisini bu kadar acımasızlıkla
değerlendirmesine hatta kendisini başka yazar lardan daha değersiz görmesine yol açan bu eleş tiriler hangi eksende ve neden yapılmıştı diye ba kıldığında ise karşımıza çıkan gerçeklik, Orhan Veli ve arkadaşlarının Garip şiiri ile başladıkları yolda karşılaştıkları engelin aynısıdır: Edebiyat geleneği.
Sait Faik, Türk öyküsünde, Fethi Naci’nin de diği gibi, “özgür hikâye”nin yaratıcısıdır. Onun öykülerinde karşımıza çıkan her ayrıntı, uzun gözlemlerin sonucunda kaleme alınmış ve yara tılmış gerçekliklerdir. Onun öyküsünü ve dolay lı olarak romanım da besleyen kaynak, edebiya tın kendisi değil, yaşamdır. Yaşamın, bilinen ve özenilen, kabul görülen bir bölümü değil, her ala nı, her ayrıntısı ve tüm çıplaklığıdır.
“Sokakta bir dükkânda, kalabalık bir yerde durup herhangi bir adamın yüzüne bakarak hayatının hiç olmazsa bir kısmım hikâye etmek mümkündür, hülyasına kapıldım. Netice şu satırlar oldu .... Ben hikayeciyim diye sizden ayrı şeyler düşünecek değilim. Sizin düşündüklerinizden başka bir şey de düşünemem. O halde bu adamın hikâ yesi ne olabilir ? Sakın benden büyük vakalar beklemeyin n’olur ? ”
Sait Faik, öykülerinde uzun uzun gözlediği, seyrettiği kimi zaman da -tüm çekingenliğine ve ayrıksılığına rağmen- konuştuğu insanları
anlatma-□ S e v e n g ü l SÖ N M EZ
S
ait Faik’in Türk öykücülüğü içindeki yerini en iyi anlatan yazılardan birinden yaptığım alıntıyla başlamak istedim bu yazıya: “Sait Faik, kendinden önce gelen hiçbir hikâyecimizden yararlanmadan gerçekleş tirmiştir hikâyelerindeki, Türk hikâyeciliğinde ki yeniliği. Hani akrabası, kimi kimsesi olmayan damatlara “çöpsüz üzüm” derler ya, Sait Faik ye ni Türk hikâyesinin “çöpsüz üzümüdür. ”Sait Faik, hem yaşadığı dönemin hem de ken- disiden sonraki dönemlerin en yeni ve en farklı öykücüsü olmayı nasıl başardı sorusuyla, onun öykülerine yeniden baktığımda karşıma çıkan en temel şey, onun yaşadığı gibi yazabilme rahatlı ğıdır. Öykülerini yayımladığı yıllarda da ölümün den sonra hakkında yazılanlarda da üzerinde çok durulan bu özelliği, pek çok araştırmacı ve eleş tirmen tarafından savrukluk, özensizlik olarak değerlendirilmiştir. Öyle ki, Sait Faik, öyküleri nin düzenli olarak yayımladığı ve okur tarafından çok beğenildiği yıllarda bile, kendisi hakkında neredeyse kesinleşmiş bu görüşün etkisinde kal mıştır. Mülkiyeliler Dergisi’ne yazdığı mektup lardan birinde, öyküleri ve yazarlığı hakkındaki görüşü dikkat çekicidir:
“Salon benim gibi aklınıza gelen her şeye hi kâye demeyin, bugünkü yazı için açık açık. Ama illa ki yaz derseniz, ara sıra bir şeyler yazmaya
ça-11 Mayıs 1954 Sait Faik'in ölümimüııso. yılı. Moderndi
önemli adını bu yıl çeşitli etkimncferle anıyoruz ve ana
Kitap olarak bu büyük ustayı öyküleriyle ilgili bir değe
Kendisiyle yapılmış ve ‘Mavi’ dergisinde yayım lanm ış!
ölümünün ertesi günü onunla ilgili olarak Oktay Akbal
yazıyla ve son öyküsü ■Kalinikhta" ile a n ıy o r^
Sait Faik Abası yanık Karganı Bağışla
Sait l aik Aba.sıvanık Kumpanya
Sait Faik A bası vattık Lüzumsuz Adanı
S A Y F A 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P
4* ufak ayrıntısına kadar haberdar olan Sait Faik, bu gerçeği duygu sömürüsüne dönüştürmeden, y a k ı ama müstehzi bir anlatımla yerleştirir öykü lerinin için e:
“Bir Üsküdarlı fakirin, bir piyango bileti edin mesinin ne kadar mühim bir mesele olduğunu bilmeyen bir adam da pek İstanbullu sayılmaz. Hatta pek Türkiyeli bile sayılmaz.”
Mülkiyeliler D ergisine yazdığı mektupta yer alan “Ben pek öyle uzun boylu okumuşlardan de ğilim, kalkıp edebiyat hakkında konuşamam.” cümlesi de Sait Faik’in mütevazılığmdan kaynak lanmaktadır. Andre Gide’den çok etkilendiğini bildiğimiz Sait Faik, yazarın Les Nouvelles Na- urritures adlı kitabından kimi çeviriler yaparak. Yaşar Nabi Nayır’a göndermiştir. Hürriyet gaze tesinde yayımlanan ve henüz kitaplaşmamış “Uğursuz Fal”, “Benliğini Kaybeden Kadın”, “Sisli Gece”, “Katili Herkes Bulamaz”, “Serap”, “Kül” adlı çevirileri de onun edebiyat uğraşısı nın derinliğini anlatmaktadır. Çeşitli dergilerde yayımlanan “Osman Cem al’m 'Çingeneler’i ”, “Yaşasın Edebiyat”, “Yazıcılığın Yirminci Sene sinde”, “O rhanİçin”, “Eleştirmeci Falan Filan”, “Ölen İyi Hikâyeciye” başlıklı yazılan edebiya tın farklı alanlan hakkmdaki görüşlerini açıklık la ortaya koyduğu yazılarıdır.
SAİT FAİK IN YAZARUĞA BAKIŞI
Akşam gazetesinin düzenlediği büyük edebi anketine verdiği yanıtlardan birinde yer alan cümleler de Sait Faik’in yazarlığa nasıl baktığını, içinde bulunduğu edebiyat dünyasını nasıl algı ladığım anlamak açısından önemlidir:
“Yeni edebiyatın yerle beraber olmasını, hat ta çamura bulanmasını istiyoruz. Ben mahdut bir zümre için değil, büyük bir kütle için yazıyo rum. Fikrimce sanatkâr cemiyetin ham insanları ile meşgul olmalıdır. Olmuşlar zaten olmuş. En dişem onlara hoşça vakit geçirtmek değil, büyük kütleye hitap etmek, onları olgunlaştırmaktır.”
Sait Faik’in Türk öykücülüğü içindeki yerine geri dönecek olursak, onun öyküde devrim yap tığım açıklıkla belirtmek gerekmektedir. Öykü nün dil ve anlatımda yarattığı rahatlığın yanı sı ra biçim olarak da öyküde önemli yenilikler de nemiştir. “Röportaj-öykü” olarak adlandırılabi lecek bir türün ilk örnekleri onun kaleminden çıkmıştır. “Uzun Ömer”, “Diş ve Diş Ağrısı Ne dir Bilmeyen Adam” gibi Yedigün dergisi için yaptığı röportajlarla oluşturduğu öyküleri Sait Faik’in, bu tür üzerinde kafa yorduğunun ispa tıdır. Mahkeme K apısında ise gazetecilik yaptı ğı kısa süre içinde adliyede tanık olduğu olaylar dan yola çıkarak yazdığı öyküler bir araya geti rilmiştir ki bu öyküler de kendine özgü anlatım tekniği ile edebiyatımızda ayrıcalıklı bir yere sa hiptir. Sait Faik, akıcı, duru ve yazmaya başladı ğı ilk günden itibaren giderek yalın bir Türkçey- le konuşma dilinin en ince ayrıntılarına bile dik kate ederek yazdığı öykülerinde Türkçenin zen ginliğini ortaya koymuştur.
Türk öyküsünün “çöpsüz üzü- m ü”nü en iyi değerlendiren yazıla rın birinden aldığım bir bölümle noktalama istiyorum bu yazıyı, Leyla Erbil’in “Sait Faik’te Göz” adlı yazısından:
“Sait Faik’in masası ce bindeydi. Zihin kuşlarmı uçuşturan her şeyi, cebin de taşıdığı “bakkal def teri” dediği sarı yaprak lı defterine eski Türkçe olarak geçirirdi. Bir park kanepesinde, bir meyhane masasmda ya da dizlerinin üzerinde yazab ilirdi! Evet bazıla rının dediği, kendisinin de kabul ettiği gibi bir “ava re ”ydi o; ama öznel olanı bireysel kılandı.” ■
Sait Faik’le son söyleşi
(Arkadaşımız O. T. Özmez’in büyük hikâyeci Sait Faik’le ölüm ünden 20 gü n ö n ce MAVİ adına adına yaptığı konuşmayı sunuyorum .)
S
ait Faik, Sabahattin Kudret; üçümüz ko nakta buluştuk. “Aşk” üzerinde, Sait Fa ik’in o güzel hatırı için uzun boylu duruyo ruz. Zira kendisi eni-konu âşık. Bu konuya sün ger çekip, Abasıyanık’ın yüreğine su serptikten sonra:- Sait, âbi diyorum, ilk yazın nerede yayımlan dı?..
- İlk yazım.. İlk yazım.. İlk yazım.. Evet, Milli yet gazetesinde 930-931 yıllan arasında..
ilk hikâyem ise aynı yıllarda “Ses” dergisinde çıkmıştı.
- Peki, ilk tamşnğınız sanatçı kimdir?.. - Yedi meşalecilerden Kenan Hulusi ile nasıl tanıştınız?..
Dumanlı Mavi gözlerinde “böyle soru da hiç duymadım” cümlesini okuyorum... Yüzünü bu ruşturuyor:
- Nasıl olacak birader, basbayağı... Bu sırada aklıma bir şey gelmiş olmalı ki: - Orhan diyor... Şu memlekette iyi san’atçılar var; kötüleri de zamanla eleniyor.. Ama şu orta san’atçıların faydasma aklım ermiyor mu der sin?..
Ben bu çetin soruya karşılık ararken, Sabahat tin Kudret taşı gediğine koyuyor!
- Eğer orta san’atçılar olmasa, dergi sahipleri basacak yazı bulamazlar...
Doğru söze ne denir!..
- Öğretmenliğinizde varmış, bu dönemdeki bir-iki anınızı anlatsanıza?
- Fransa’dan döndükten sonra, bir aralık Halı- cıoğlu Ermeni Yetim Mektebinde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptım.. Mektep ta anası nın gözünde... Vapurun da kalleşliği tuttumu ilk derse 10 dakika, 15 dakika geç girerdim... Mek tep Müdürü her geç gelişimde saatine bakar, ama hiç sesini çıkarmazdı... Ayın sonunda Mü dürün odasından çıkarken saat bilmecesi çözül müştü.. Meğer papaz efendi geç geldiğim daki kaları bir yere kaydediyor, 45 dakika olunca ay lıktan bir ders parası düşüyormuş... O ay yalan söylemiyeyim, elime 13 lira kadar bir para geçti... Tabü o günün rayicine göre iyice bir para...
Yine bu okulda öğleden sonraları, zayıf öğren cileri “malûmat-ı vataniye” dersinden yetiştirir dim... Bir gün kursta ders anlatırken gözüm kar şı binanın camına ilişti.. Çınl-çıplak kızlar dola şıp duruyordu. Belden aşağılan görülmüyordu ama, ayva, portakal, limon büyüklüğündeki me melerin oynadığını farkediyordum... Meğer o bi na, mektebin hamamı imiş, sonradan öğrendim.. O günden sonra bir daha böyle bir hadiseye şa hit olmadım.. Herhalde yılda bir defa yıkanıyor lardı...
- Bu okuldan niçin ayrıldınız?..
- Bir gün öğretmenleri gelmediği için, dersim olmryan sınıflardan birine yolladılar.. Çocuklar hergele mi, hergele.. Beni bir tiye, bir matrağa al dılar ki sorma.. “Susunuz!” dedim,olmadı, “Su
sun!” dedim, yine olmadı.. “Susun ulan eşşoğ- lu’lar” dedim, büs-bütün gemi azıya aldı
lar... Bu sırada dışardan gürültüyü işiten papaz, kapıyı açarak: “Niçin çocukları sus-
turmayorsun zo.." diye bana çıkışmaz mı?.. Tepem attı! “Ulan” dedim “Sıkıysa
sen sustur..” Bu hadiseden sonra anladım ki, öğretmenlik benim harcım değil..
Sait Faik saatine baktı. “Bana müsa ade, bir randevum var da..”
Gidiş, o gidiş... Bir sabah hastaneye kaldırıldığını duydum, bir öğle üstü de öl
düğünü... ■
Konuşan: O. T. Ozmez Mavi, (20) 1 Haziran 1954
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 7 4 3
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği T a h a T o ro s Arşivi