Yerli ve
Yabancı
Kalemlerden
îk i büyük cihaıun m ültekasıııda Türk vatanuun ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul bütün vatan daşların kalbinde yeri olan şehirdir.
A T A T Ü R K
İSTA N B U L
7 I IbUi'H'J
BO ĞAZİÇİ ( 1832 )
Karadeniz ağzındaki Boğaziçini, bir aşağı bir yukarı indim, çıktım. Bu Büyüleyici tabiata ait bazı çizgileri kendim için not etmek istiyorum. Gök yüzü ile toprağın, denizle insanın bir likte çalışarak, bu kadar nefis bir pe- yizaj vücude getirebileceklerini, hayal bile edemezdim. Ancak gökle denizin şeffaf aynası bu güzelliği tam mâna- siyle aksettirebilir. Benim de muhayye- lem görüyor ve tesbit edebiliyor ama, hafızamda ebediyen kalamıyacağı için, gördüklerimin tafsilâtını ancak azar azar tasvir edebileceğim. Yani manza rayı, mevkileri her kürek darbesiyle ilerlememiz nisbetinde gördüklerimi yazmağa çalışacağım. Boğaziçi kıyıla rının hakkiyle resmini yapabilmek için bir ressamın yıllarca çalışması gerekir. Her bakışta ¡manzara değişiyor ve her değişiklik te başka bir güzellik arzedi- yor. Bu güzellikleri bir kaç kelime ile ben nasıl anlatabilirim ki,
Bir balık gibi denizi yaran iki çifte uzun kayıklardan biriyle, sabahın ye disinde, berrak bir gök ve etrafı ışık larına boğan güneşin altında, yola çıktım. Sandalın içinde kürek çekenler le benim aramda yatan bir tercüman, her geçtiğimiz yer hakkında, izahat ve riyordu. Evvelâ Tophane kıyılarım sey rettik. Mermer camiin etrafında çiçek buketi basamak basamak yükselen renk renk evler daha yukarıda Beyoğ lu mezarlığının servileri... Bu karan lık orman perdesi, sahilin tepelerini ör tüyor.
Boğaziçi bazı noktalarda o derece derin ki, çiçeklerin o nefis kokusunu içimize doldurmak, biraz da kürek çe kenleri dinlendirmek için, kıyının çok yakınından geçiyoruz.
Büyük gemiler de sahile aynı yakın lıktan seyrediyorlar. Hattâ serenleri, ağaçların dallarına, bağ evlerinin ka feslerine, pencerelerdeki pancurlara ta kılıyor. Yaprakları, evin bir kısmını kopartıp, kaçıyor.
Bu evler, ağaç kümeleriyle, yahut ta sarmaşık ve yosunlarla kaplı kayalarla birbirlerinden ayrılmışlar. Kayalar te pelerden inip denizin dalgalarına kadar uzanıyor.
Zaman zaman sel veya bir dere ya
tağı ile ikiye bölünen tepelerin arası derinleşerek, bir koy hasıl oluyor. O za man bu koyların düzlük kıyılarında çeşmeleri, yaldızlı kubbeleri, zirvesi çı nar ağaçlarına karışmış ince, narin minaresiyle bir köy ortaya çıkıyor.
Koyun her iki yanında ve sonunda, geniş ve renkli cepheleriyle anfiteatr tarzında, evler yükselmekte. Tepelerde asılı gibi duran bahçelerdeki iri başlı
L A M A R T IN E
çam ağacı kümeleriyle, ufka kadar, köşkler yayılıyor.
Bu köylerin ayak uçlarında bir kum sal yahut ta bir kaç kadem genişliğin de, granitten bir rıhtım var. Kumsalda firavun incirleri, asmalar, yaseminler dikili. Bunlar denize kadar uzanarak
Denizde her türlü vasıta ve ticaret gemileri, demir atmış vaziyette, bekli yor. Armatör evlerinin yahut ta ardi yelerin karşısında demirliyerek, gemi den uzatılan bir iskele vasıtasiyle mal lar içeriye taşmıyor.
Rıhtımlarda sürüyle çocuklar, sebze ve hurma satıcıları dolaşmakta. Orası hem köyün hem de Boğaziçlnin çarşısı. Luzern ve Interlacken köyleri, Boğaziçi koylarının güzelliği ve görülmeye değer manzaraları hakkında bir fikir vere mez.
Yolda giderken bir an hareketsiz ka lıp bu nefis panoramayı seyretmeden geçilemiyor. Avrupa sahilinin ön kısun- larında, yani iki üç fersahlık mesafede, bu şehirlere, liman ve köylere, her beş dakikada bir raslamak mümkündür. Sonraları bu manzara değişiyor ve da ha çok kırlara raslanıyor. Sebebi de tepelerin gittikçe yükselmesi, ormanla rın sıklaşması. Şimdi sırf Avrupa kıyı larından bahsediyorum. Dönüşte daha da güzel olan Asya kıyılarını tasvir e- deceğim. Fakat vaziyeti iyice kavrıya- bilmek için, Asya kıtasının da ancak bir kaç kürek darbesiyle ulaşabilecek kadar yakınımda olduğunu unutmamak lâzım. Akıntının ortasından gidilmeğe mecbur olunduğu zaman ve Boğazın darlaştığı, dirsekler yaptığı yerlerde
Avrupa kıyısına olduğu kadar, gözler Asya tarafına çevrilince de, hayranlık duyulmaktadır.
(Devamı 31. sahifede)
İ S T A N B U L Seni görüyorum, yine İstanbul, Gözlerimle kucaklar gibi, uzaktan. Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi’nden doğru, Bir iskelenden kalkan vapurun sesi. Mavi sular üstünde yine
Bem beyaz Kızkulesi.
Bir yanda, serin sabahla beraber, Doğduğum kıyılar: Beşiktaş’ım. Baktıkça hej> sem t semt, yer yer,
Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi
yaşım! Durmuş bir tepende okuduğum mektep, Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün, bir kızını benim eden Evlendirme dairesi.
Benim de sayılmaz nıı oralar t Elimi tutar gibi iki yanımdan, Babamın yattığı Küçüksu, Anamın toprağı Eyüpsultan. önümde, açık kollarıyle Boğaz, Çengelköy’den aktarma Rumelihisarı. İstanbul, İstanbul’um benim,
Kadıköy’ü, Üsküdar’ı ...
Gün olur,Köprü ortasında durur, Anarım Adalarda çamların uykusunu. Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim,
Koklamak isterim tünelin kokusunu.
Bulut geçer üstünden, Gemi gelir yanaşır,
Bir eski türkündür, kulağıma fısıldar: “ içi dolu
çamaşır1-Göğünde tanıdım ayın on dördünü, Kırlarında bilirim baharı,
Her şey, içimde her şey, İstanbul yadigârı.
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle, Göğün hep üstümde, havan
ciğerlerimdedir. E y doğup yaşadığım, yerde her taşını öpüp başıma koymak istediğim şehir!
1952
Ziya Osman SABA
12
—İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi