• Sonuç bulunamadı

Türkçülük yollarında birkaç hatıra:Türk ocakları mesaisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkçülük yollarında birkaç hatıra:Türk ocakları mesaisi"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Türk Ocak

Türk O ca ğ ı»

auasır m illiyet ¡kirlerini geniş re şamil bir tarz da ilk defa bir ideal bayrağı ya parak ortaya ar­ tılan bir cemi­ yettir. Filhaki­ ka ocaktan ev­ vel bazı zevat bu fikirleri ifa­ de etmişler ve kanaatlerinin yerleşmesi için şahsam mümkün olduğu kadar çalışmaktan geri kalmamışlardır. Fakat bir ce­ miyet halinde muhitimizde u- mumî ve şamil bir tesir vücûde getiren ilk teşekkül hiç şüphe­ siz ki Türk Ocağıdır.

Ocağın teşekkülünden evvel ve sonra fikrin inkişafı için ça­ lışanlar hepimizce malûm oldu­ ğu için isim zikrinden sarfına­ zar ediyorum. Ocaktan evvel teşekkül eden Türk Derneği yalnız İ l m î bakımdan T ü r k milletini tetkik veı mütalâa etmek ve bu suretle Türk milliyetperverliğini mün­ hasıran ilim vasıtasile münev­ ver tabakalara aşılamak gaye- sile ortaya çıkmıştır. Fakat bu cemiyet halkın ruhuna hiç bir vakit nüfuz edememiş ve büyük halk kütlelerile vâsi bir münev­ ver tabaka tarafından himaye­ ye mazhar olmamıştı. Esasen âzasınm e dedi pek mahdut ze­ vata münhasır kaldığı için, mev cudiyetini idame ve mesaisini inkişaf ettiremeyerek tarihe in­ tikal etmek zaruretinde kalmış­ tı. Türk Derneğinin mevcudi­ yetinden pek az zevat haberdar olabilmişlerdir. Bu itibarla, Türk milliyetperverliğinin bü­ tün halk tabakaları arasında in tişar ve genişlemesini temin e- den ve bu cereyana muhalif bü­

tün kuvvetleri! dişine vazife külü «Türk O

bul etmek zaruretindeyiz. Ocağın tesisine sebep olan ilk fikirler Askerî Tıbbiye talebe­ si arasında başlıyan millî hisler den doğmuştur. Askerî Tıbbiye talebesi arasında bulunan muh telif milletlere mensup anasır, her vakit mütesanit olmak su­ retiyle Türk talebeye karşı ha- karetamiz tavrı hareketlerde bulunuyorlar ve Türk talebenin millî izzeti nefislerini rencide ediyorlardı. Türk talebe asırlar ca milliyeti kendisi için bir esas olarak idrak, ihata ve kabul e- dememiş olan bir hükümetin es kerî inzibat ve kanunları karşı­ sında bu muhtelif anasırla mü­ cadeleye imkâin bulamıyor, ve böyle bir mücadeleyi yapmak isteyen talebeler mektep dahi­ linde nifak ve şikak âmili te­ lâkki olunarak en ağır cezalara düçar ediliyorlardı. Meşrutiyet- den sonra Osmanlı camiasını teşkil eden muhtelif milletler hep birden millî teşkilâtlarını daha ziyade takviye ederek da­ ha açık bir cephe ile Türk genç liğile mücadeleye başladılar. A - dana’ da çıkan Ermeni isyanı Fakültedeki Ermenileri daha çok şımartmış; Arnavutluk is­ yanı, Arnavut talebeye bilâper va Türkleri tahkir için cüret vermiş; Araplar, her fırsatta necip ve âsîl bir kavim olduk­ larını — sanki Türkler âdi in­ sanlarmış g ib i— söylemeye, Rumlar kendi ideallerinin ya­ kın bir âtide tahakkuk ederek eski Bizans imparatorluğunun kurulacağını ihsas eden vazi­ yet, tavır ve ifadelerle Türk ta lebenin • millî izzeti nefislerini rencide etmekten tevahhuş

et-»ever

lâtibi

«Etniki . . „ gibi ce-iiyetlerin yumurcakları olan bir çok Rum klüpleri, «Heyvey» Kürt cemiyeti, «el müntedi et edebî» 1er, «Başkım» klüple­ ri, muhtelif Ermeni cemiyetle­ ri kendilerine mensup olan tıp talebelerini tama mile kendi ça­ tıları altında toplamış bulunu­ yorlar ve bu efendiler oralar­ dan aldıkları fikir ve kuvvetler le zavallı teşkilâtsız Türk genç ligine kafa tutarak onları tah­ kir edecek cesareti elde1 ediyor lardı. (1326—27) (1910— 11) se­ neleri içinde Türk olan Askerî Tıbbiye talebesi arasında millî bir tesanüt ihtiyacı baş göster­ miş ve bu tesa-nüdü bütün âli mekteplerde tesis için küçük bir taazzuv başlamıştı. Mek­ tep idaresi bu cereyandan ha­ berdar olarak Türk talebenin bir arada toplanmalarına mâni olacak şiddetli tedbirler ittihaz ediyor; fakat buna rağmen fi­ kirler askerî mektepden sivil mektebe geçiyor; bodrumlarda, Karaca Ahmet mezarlıklarında bilâfasıla içtimalar akt oluna­ rak fikir izah olunuyordu.

Mektep dahilinde taazzuv et­ miş olan bu ideal hakkında ta­ lebe muhtelif zevatın- da fikir­ lerine müracaat ediyordu. Bir çok şairler, âlimler, edipler, si­ yasiler ve tanınmış askerlerin mütalâaları almıyor ve millî fi­ kirleri neşredecek bir cemiyet teşkili etrafında noktaî nazarla­ rı soruluyordu. Fikirleri soru­ lan zevattan pek azı muzaheret vaad ve fiilen iştirak ile yardım ediyorlardı. Mühim bir kısmı ya mütereddit veyahut aleyh­ tar olarak kalıyorlardı. Tale­ be pek cüz’î muzaheret temin etmiş olmasına rağmen mesai

(2)

< k ç ü

1 ak T

e

1

â 1k

k

i

n

i z

N e d i r

O t u z

m e ş h u r

T ü r k

; ç ü n ü n

F i k i r l e r i

l i p h İ d i y o r k İ î KÎD®5®iefî® i|

Fuat Köseraif diyor ki:

Atsız di]

.ulüğümüz.. Türk o< k nizamnamesini v Anladıklarını gaye^ Bu satırlar yaz ■’k bir mesafe v ; düşüncemizi za r birliğine istina

jttik. Bu cümle idinoıı. uuuauuoa masına müsaittir.

îa, redettiğimiz fikirleri bir sıraya *t fikrini kabul etmiyoruz. Bu, Türk

ı bağlılığımız, derin sevgimiz mev- rkçılığm redettiğimiz kısm ı: Cerni- ncesi itibarile bir Türkte aradığımız kimseye, soyu Türk olmadığı için muarızız. Y oksa: Hudutlarımız di­ tiyoruz, Anadolucu veya devletçi bir annedilmemelidir.

lyan Türklerin bir kısmı, Osmanlı jrasi felâketlerle elimizden çıkmış lerimizdir ve bizimle doğrudan doğm ­ asını ise -k i bunlar, büyük bir ekse- nanlı imparatorluğunun havzasında lyumuzdaııdırlar, Türktürler, onları ân mevcut değildir. (Bu fikri anlat- vel söylediğim basılmış bir nutkum- yim : Bir orman içine duvar çekmek kökler, duvarın üstünden dallar bir­

in için yanlış Türkçülük, kuvvetleri- >k tehlikeli maceralara sürükleyecek siyasetimizi fütuhata sevkcdecek

irin de hiçbir Türk münevverinin

¿ilimiz, hudutlarımız dışında kalan bir hayırhahlıktan ibarettir, demişti,

hatırlayacağım.

c ettiği günden beri ruhunu yenile- • hamle imkânını yerdi. Ne yazık ki ierimiz, aynı kanaati ifade etmeyen z, kıymeti mahdut olmakla beraber ı k i : aña fikirlerin ifadesi, daima mıştır. Dinler, bu dinlerin peygam- lvin edilmiştir.

ğumuz: Babalarımızın asırlarca muh- ııkları gibi yeni bir terkibin esaslarını velevki ufak çapta olsun - bütün asır- on vatan parçasını manevî vahdete re tarihî iman kuvvetimiz, bu muvaf- '. Bunu, yakında göreceğiz,

rak size söyleyeyim k i: 36 sene evvel ;atısı altında hanği imanla çalıştıksa,

T ü r k ç ü l ü k

Türk ulusunun kendini bulma sı gerçekten mi let olmasıdır. Ondan önce tak ma ad almış bir y a ğ ı n vardı. Halk denilen bu yığının dili aşa. ğı görülüyor, yazıya yetersiz sayılıyordu. Z aval İr, bilgisizli­ ğin karanlığı içinde eziliyor, bunalıyordu, ta ki ışık saçan Türk alfabesi mutlu bir günde imdadına yetişdi; küskün tali­ hine son çekti. Siyasette ileri- leyişini köstekleyen, Batının Kapitilâsyonunu dilde gelişme­ sine engel olan Doğunun arap, acem saltasını kırıp atan Cum- huriyet devrimiyle Türk, me­ deniyetin en yüksek basamağı­ na çıkabilmek imkânına ulaştı. Kurumaya yüz tutmuş ağacı di­ rim suyuna kavuştu. Bundan dolayıdır ki Türkçülük en kut­ sal ülkü olarak daima genç bir ruhla yaşayacaktır. Bu benim temelli kanaatimdir.

Dilde arıklayım lığa (tasfiye- ciliğe) gelince, milletler arası toplumsal (İçtimaî) alış veriş yüzünden, gerek eşya gerek fi­ kir âlemine ait mal almaktan vazgeçilemeyeceği tabiidir ve medeniyet birliği dolayısile vaz geçilmekte gerekmez; hattâ bu­ na, maddî imkân olsa bile. Bun­ dan ötürü bu yoldaki ayrıkla- yıcılık gayreti yıkıcı değil ya­ pıcı olmalıdır. Bu da benim gençliğe öğüdümdür.

Beni tasfiyeci sayarlar. Yan­ lış değil. Türkçe olmayan ke­ limelerin dilimizde karşılığı bu_

rı düşüne« P ro f. Fin

ınixmye vc muaa - §ğ]j fsa için neler lâ- zımza o şeylerin t o p u birden «Türkçülük» ü teş kil eder. Türkçülük öyle bir hattı 'harekettir ki, Türklük tehlikeye girdiği zaman onu ar­ kadan, içten, yandan vuracak, yalnız nüfus kâğıtlariyle “ Tür- kiyeti,, olanlar karşısında bizi tetik ve çevik bulundurur. E- ğer, böyle bir vaziyette, içten, yandan vurulma tehlikesi yok­ sa Türkçülüğe de lüzum kal­ maz: Türkçülük, kendisinden bahsedilemeyecek kadar tabiî bir realite halini almış olur. Halbuki fikir havasında Türk­ çülük pek kuvvetli. Bu demek­ tir ki henüz “ ideal,, “re el hali­ ni almamış, düşünülen şey, ger­ çekleşmemiştir.

lunması, güttüğüm bir emeldir. Fakat yerleşmiş, Türkçeleşmiş kelimelerin atılmasını hiç bir vakit tavsiye etmedim ve et­ mem.

A N KE T İ M İ Z E C E V AP VEREN Z E V A T

Prof. Z. Velidî Togan, Dr. Haşan Ferit Gansever, M. Sadık Aran, I. Suphi Soysallroğlu, R. Sahvet Atabînen, Nejat Sançar, Nebil Buharalı, Abdülkadir inan, A. Battal Taymas, Dr. Rebii Barkın, Bahadır Dülger, Necati Akder, Cihad Baban, M. Hay­ mana Yaylalıgil, Müstecip Ülküsal, P. Safa, H. Bayur, Cafer Seydahmet Kırımer, I. Rasim Tümtürk, M. Şakir Ülkütaşır, Fahriye Arrk, H. Emir Erk'ilet. Anketi yapan: MÜFTÜOĞLU

(3)

O c a k l a r ı m e s a i s i

S O N D E V R E

T ü r k

İlmî ve İçtimaî Çalışmaları ken­ disi için esaslı bir umde olarak kabul eden ocak lardan ürkmek­ le, yurd içinde binlerce mektep- den korkmak a- rasında bir fark olmadığı halde îttihad-ı Terâk­ kinin bu vehme kapılması oca­ ğın ruhuna tamamile vâkıf ol­ mamasından başka bir şey de­ ğildi.

Hattâ ocağı herhangi siyasî bir kuvvet telâkki ederek ara­ mıza girmiş olan bazı zevat ile icap ettiği şekilde mücadele­ den ocaklılar geri kalmamışlar ve bu gibi insanları ocak çevre­ sinden uzaklaştırmak için çalı­ şarak içtimai ideale sadakatle­ rini ispat etmişlerdir. Bu iddi­ ayı kuvvetlendirmek için Itti- had'-ı Terakkinin en zayıf zama nmda bile fırka ve devlet işle­ rine ocağın karışmak istemedi­ ğini göstermek kâfidir. Bu su­ retle ocaklılar, ocağımızın ilk temel taşlarını atan kıymetli hamilerin prensiplerine ne de­ rece hürmetkâr oldukları ken­ diliğinden belirmişti.

Mütarekeden sonra devletin mukadderatını eline alan hükü­ metin Bahriye Nazırı, bir avuç Türk gencinin ‘binlerce mahru­ miyetler içinde çalışıp, çabala­ yarak topladığı mühim bir para yı, ocağın Osmanlı saltanatını, tahrip .için yegâne bir müessese olduğunu iddia ederek, gasbet- mekten atanmamıştır. Evet, böy lece ocağı .kapatmak istediler. Lâkin bilmiyorlardır ki, onun mukaddes ateşler yanan mihra­ bı Türk gençliğinin kalp ve ru­ hudur. Ocağın taştan yapılmış

binasını yıkmak ve mabedini ka paroak isteyenler bu kalp ve ruhlarda bulunan mihrablara hiç bir şey yapamıyacaklarını id­ rak edemiyorlardı. Artık ocak kalblerimizde yaşamak mecbu­ riyetinde kalmıştı.

Memleket; 1 ci Cihan Harbi­ ni müteakip yeni, en hain ve za­ lim b,ir istilâya maruz kaldı. Türkün millî siyasî ve tarihî mevcudiyeti tehlikeye düştü. Vatan, halâskâr evlâtlarını a- cıklı bir sesle vazife başına ça­ ğırdı. Bu davete ilk icabet eden ler ocaklılar oldu ve birer birer Anadolu’ya geçtiler. Savaşın so nuna kadar ocaklı vazifesinin başında idi. Ne Yunan ve ne de halife orduları arasında ocaklı­ yı göremezsiniz. Çünkü ocaklı yalnız milletinin ve memleke­ tinin saadetine hayatım vakfet misti. Cephede vazifesi biten o- caklı ocağın çatısı altına koştu. Onun içindir ki, millî zaferden sonra ocaklarımızın sayısı 260 şı buldu. Her ocaklı bulunduğu yerde içtimai mesainin hemen haşlamasını kendisine gaye e- dinmişti. Boş duramazlardı. O- cağını yapmağa ve orada çalış­ maya kendisini mecbur addedi­ yordu. Bıttabii küçük çevreler­ de ne vesait ve ne de muhit he­ men müsbet bir netice almağa müsait değildi. Bir kısım ocak­ larımız bu yüzden çalışmaların da muvaffak oldukları halde, birçok ocaklarımızda muayyen bazı müşkülâtla karşılaşmak zo runda kaldılar. Hiç şüphesiz ki bu müşkülâta da göğüs gerile­ cek, ocaklar gayelerinden hiç­ bir surette inhiraf etmeyerek iç timaî inkılâbın tahakkukuna ve Türk balkının iktisadi, ilmi, me denî v e içtimai işlerinde muvaf

Dr. H. F E R İ T CAN S E V ER fak olmasına çalışacaklardır.

Ocaklılar bu çalışmalarını türlü engellere rağmen sür’atle inkişaf etirmişlerdir. Bu arada öyle insanlara tesadüf edilmiş­ tir ki, kendilerini bir Türk âli­ mi, edibi, sanatkârı diye tanıdı­ ğımız halde bu zevat Türklük sıfatını kendilerine lâyık gör­ mediler. Türkün tarihini inkâr ettiler. Türkün lisanı yoktur dediler. Türkün zevki, sanatı olmadığında İsrar ettiler, işte bizim için cn ağır ve yorucu sa­ vaş hu gibi insanlarla uğraşmak olmuştur.

Türkün tarihini araştırırken karşımıza milyonlarca nüfusluk bir Türk kütlesi çıkmış ve bu Türk kütlesile harsî münasebat esaslaı-ı maatteessüf bugüne ka­ dar tahakkuk ettirilememiştir.

Bizimle bar sen alâkadar olan ve fakat millî hudutlarımızın dışında asırlardan beri yaşıyan aslımıza mensup muhtelif un­ surların din, tarih, lisan, ede­ biyat, içtimaiyat gibi mese’ e’e- rini tetkik edebilmek imkânına malik olmamız ve bunu salim bir köke bağlamamız lâzımdır. Netice olarak şunu söyleyeyim ki, pantürkist değiliz; fakat kendimizi öğrenmek için bizden ne kaldığını tetkik etmeye mııh tacız. Buna muhtacız; çünkü millî varlığımızın' millî tarihi­ mize, millî lisanımıza, istinat edeceğine inanmış bulunuyoruz.

Bitti.

• • •

(1 ci sayımızdan beri devam edegelen bu yazı Sayın Dr. Ha­ şan Ferit Cansever’in Türk O- oakları 1927 kurultayına verdi­ ği (Tekliflerim) adlı eserinden alınmıştır)

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ahmed Ihsan bey ensuite présenta à l’anistance l’éménent écrivain Suleyman Nazif bey qui prononça un long et magnétique discours très vivement applodi et dont

TPACK is the framework that adds technological knowledge (TK),.. or knowledge and skills in operating all types of technology, into PCK. The interconnection among CK, PK, and

İlk önce Bilim Çocuk dergisini okuyordum, büyüyünce annem bana Bilim ve Teknik dergisini tavsiye etti.. İlk okuduğum zamanlar bilmediğim ve anlamadı- ğım kelimeler vardı

Okyanus dibindeki bakteri sayısını in- celeyen araştırmacılar, derin deniz dipleri için tipik olan, fakat toprak al- tında çok seyrek rastlanan sertleşme- miş

Bu zamanlarda böyle şehirlerde herhan­ gi bir yangın çıkınca, şayet o anda bir de şiddetli rüzgâr esiyorsa, yangın rüzgârın es­ tiği istikamette

Ve onlar Arif beyin âdetini çok iyi bildikleri için hayvanını da alırlar, ilerlerler, uzaklaşırlar, sa­ natkârı kendi kendine bırakır­ lardı. Arif bey

Büyük bir teessürle haber aldığı­ mıza göre büyük Türk vatanseveri Mehmet Sabahattin, yarım asırlık bir mücadele hayatından ve yirmi dört yıldır