• Sonuç bulunamadı

Cahit Sıtkı Tarancı:Hüseyin Rahmi onu yaşlı başlı biri sanıyor, genç olduğunu öğrenince de "imkansız" diyordu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cahit Sıtkı Tarancı:Hüseyin Rahmi onu yaşlı başlı biri sanıyor, genç olduğunu öğrenince de "imkansız" diyordu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SAHİFE DÖRT

18 Ocak 1968 CUMHURİYET

Hüseyin Rahmi onu yaşlı başlı

biri sanıyor, genç olduğunu

öğrenince de “imkânsız,, diyordu

CAHİT SİÎKI

TARAKÇI

Cahit S ıtkı ile tanışm adan ev­ vel m ektuplaşıyorduk. Ben An­ taly a’da b ir Lise öğrencisi iken o da Mülkiye'de —Siyasal Bilgi­ le r Okulu— nda idi. Cahit, bir kadersizlik yüzünden okulu yarı­ da bıraktı. Daha doğrusu ü s t üs­ te aynı sınıfta kaldığı için Mül- kiye’den ayrıldı. Ailesi, özellik­ le babası onun idareci veyahut diplom at olm asını istiyordu. Bu yüzden babası ile arası açıldı. G alatasaray Lisesini çok çalış­ kan, başarılı b ir öğrenci olarak bitirdiği halde «şairlik mesleki» gelip yakasına yapıştığı ve ilk şö h retin i de yapmaya başladığı için yüksek okuldaki derslere p e k aldırış etm ez olm uş, olsa da olur, olm asa da olur gibi b ir derbederlik içine girm işti.

Ben b ü tü n bunları C ahit’in ba­ n a yazdığı m ektuplardan anlıyor veyahut seziyordum . M ektupları çoğunlukla dertli idi ve m addi şikâyetlerle dolu idi. Ü stelik Be­ şik ta ş’t a b ir kıza da âşık olm uş­ tu .

G ariptir, ben edebiyatım ızın veyahut gazetecilik âlem im izin ü n lü kişüerini hep 1935 - 1936 yıl la n n d a tanım ışım dır. C ahit'le de öyle oldu.

1935 yılının E kim ayı idi. Ah­ m et H âlit kitabevinden çıkm ış. C um huriyet gazetesine doğru yü­ rüyordum . G ün k ararm ak üzere idi. Y irm i m etre k ad ar ileriden —b an a gönderdiği fotoğrafına gö­ r e — Cahit olduğundan şüphe e t­ m ediğim kısa boylu b ir genç ge­ liyordu. K oltuğunun altında ga­ zeteler vardı. Aynı hizaya ve k a rşı karşıya gelince ben d u r­ dum , o da durdu. Ü rkek ve dal­ gın b ir hali vardı. Bir-iki saniye birb irim ize bakıştık. K olundan tu ttu m ve hiçb ir şey söylemeden yine bir-iki saniye geçti. B irden­ b ire kekem eliği çözülm üş b ir in­ sa n haliyle hem en k o n u ş tu :

— Y anılm ıyorsam ... Bakî Sü­ h a ..

— Evet C ahit benim ... S arılıp öpüştük. Üzerinde sarı renkli ve biraz kirli b ir enper- m eabl vardı. Boyu b ir Jap o n ve­ ya Çinli k ad ar kısa, benzi esm e­ r e yakın duru-m at, şakakları azı­ cık çıkık, ağzı büyükçe, gözleri siyah ve güzeldi. B irdenbire dik­ k a t ettim elleri ve ayaklan sekiz on yaşındaki b ir çocuğunki ka- d a r ufaktı.

Bu ilk buluşm adan önce iki yı­ la yaklaşan m ektuplaşm alara gö­ re, teessüs etm iş b ir dostluğu­ m uz vardı. F ak at g arip tir, m ek­ tu p dilinden konuşm a diline b ir denbire geçilemiyor. Bu yüzden ilk dakikalarda birbirim ize az çok resm i b ir edâ ile h itap e t­ tik. Meselâ : «Sizin bu akşam b ir yere sözünüz v ar mı?» gibi. H albuki m e k tu p la rım ız d a : «Ca­ h it sen b u şiirinde çok bedbin­ sin!», «Baki san a kaç kere yaz­ dım o ( ... ) m ecm uaya şiir ver­ m e diye..» şeklinde yazışıyorduk. O nbeş-yirmi dakika sü ren bu y a n resm i konuşm alardan so n ra üç-beş adım ilerdeki M eserret kahvesine girdik. Sim di b ir pas- tah an e ve tatlıcı dükkânı olan

bu sevimli yer o zam anlar daha çok gazetecilerin ve edebiyatçıla- n n buluşup sohbet ettik leri b ir randevu m ahalli idi.

Hava iyiden iyiye kararm ıştı. C ahit ânı b ir k a ra rla , b u akşam b ir yerde birkaç kadeh içebilir miyiz? dedi. D erhal kabul ettim . Zaten o söylemese ben teklif ede­ cektim . Yalnız kendisine yarım saat k ad ar m üsaade etm em i, çok yakında bulunan b ir kitapçıdan b ir m ik tar avans p ara alacağım söyledi. Zaten hissedilir b ir te ­ lâş içinde idi. P arasız olduğu besbelli idi.

H içbir yere gitm esine lüzum olm adığını, o akşam ki m asrafla­ rım ızı karşılayacak k a d a r param olduğunu, avans işini b ir başka güne bırakm asını söyledim. Çün­ kü düşündüm ki, C ahit avans al­ m ağa gideceği kitapçıdan eli boş dönebilirdi. H ayır olmaz, diye İsra r etti ve b ir anda fırlayıp kahveden çıktı. Kahvede yarım saatten fazla bekledim , içini sı­ kılm ağa başladı. Gazete okudum . Tavla oynayanları seyrettim . Ni­ hayet C ahit çıkageldi. Yüzünden hem en anladım , eli boş dönm üş­ tü... K itapçıyı bulam am ış, biraz so n ra gelir dem işler, beklem iş beklem iş ne gelen var, n e giden.. Üzgün b ir ta v ı r l a :

— Em rindeyim . Bu akşam sen­ d en olsun! dedi.

D erhal ayağa kalktık. Nereye gideceğimizi sordum . Cahit çok­ tan k ararın ı verm işti. Benim meyhaneye, dedi. A frika H anı­ n ın a ltın d a küçük, ucuz b ir mey­ hane vardır, oraya.. S irkeci’den tram vaya atlayıp Beyoğlunda P arm akkapı’da indik. Y arım sa­ a t sonra C ahit’in küçük, fakat çok sevimli m eyhanesinde idik. Üç dakika içinde beyaz m erm er­ li m asam ız küçücük meze tabak­ larıyla dolup taştı. Bir de 49 luk Bahçe rakısı ısm arladık.

C ahit ilk kadehlerde pek ko­ nuşm uyor, d aha çok bana sual­ ler soruyor, sonra uzun uzun dü­ şünüyordu. O akşam geç saatle­ re k a d a r K üçük A frika m eyhane­ sinde oturduk. K arşılıklı şiirler okuduk. B irbirim izi ten k it ettik. D ikkat ettim , C ahit d aha çok be­ ğendiği m ısra’lar, buluşlar, yeni­ likler üzerinde duruyor, oeğenme- diği, sevmediği parçalar hakkın­ da hiçb ir şey söylem iyor, susm a­ yı tercih ediyordu.

Meyhanemizin C ahit’ten de k ı­ sa boylu tıknazca sevimli b ir şef garsonu vardı: M agrom atis Efen­ di... Mesleğinin ta m ehli olan bu sevim li Rum, b ir dakika bile du­ ru p dinlenm eden m asaları donatı­ yor, küçücük elleriyle üç-beş ta­ bağı birden taşıyor, bütün m üş­ terileriyle ilgileniyor, fakat Ca­ h it’e çok ayrı, hissedilir b ir iti­ b ar gösteriyordu. M agrom atis E- fendi o tarih lerd e kırkbeş - elli yaşları arasında idi. Yüzünde hiç eksik olm ayan tatlı b ir gülüş vardı. Mesleğini zevkle, neşe ile yürütüyor, b ir kadeh bile içm edi­ ği halde adeta çakırkeyif görünü­ yordu.

D aha so n raları Calıit bu Mag­ rom atis Efendi için b ir m eyhane hikâyesi yazdı ve C um huriyet ga­ zetesinde yayınladı. Dostum Do­ ğan N adi’den öğrendiğim e göre, ü stad H üseyin Rahm i kendisine

b ir m ektup yazarak m uhakkak C ahit S ıtkı ile tanışm ak istedi­ ğini, birlikte b ir öğle yemeği ye­ m eleri için b ir randevu tem in e t­ m esini rica etm iş.. On gün son­ ra Hüseyin Rahmi, kitapçı Hilmi ve Doğan Nadi, P ark o tel’de bu­ luşm uşlar. F akat C ahit Sıtkı o günlerde P aris'e gittiği için ye­ m ekte bulunm am ış. Hüseyin Rah m i üzgün, fak at m erak içinde İsrarla, m erakla soruyorm uş :

— K im dir bu C ahit Sıtkı?. H erhalde yaşlı başlı, eski m eyha­ neleri ve o m eyhanelerde çalışan hünerli garsonları inceden inceye tetkik etm iş u sta b ir kalem ola­ cak. Gazetenizde M agrom atis adlı b ir hikâyesini okudum ve çok beğendim... Doğan Nadi, o- nun yirm i d ö rt, yirm i beş yaşla­ rında b ir genç olduğunu, liseden arkadaş olduklarım söyleyince, H üseyin Rahmi, im kânı yok efen­ dim « lam az, o yaştaki b ir adam o eski devir meyhane ve garson­ larım bu k ad ar güzel, bu kadar canlı tasvir edemez, diye tu ttu r­ m uş. Doğan, çok yakında P a ris’ ten dönünce sizi m uhakkak tan ış­ tırırım , dem iş am a, C ahit, P a ris’ ten döndüğü zam an ne yazık ki Hüseyin Rahm i de yirm i gün ev­ vel hayata gözlerini yum m uş..

Bu hâtırayı, C ahit’in hikâye ve düz yazı alanındaki başarılarını belirtm ek için yazdım . Oysa ki, Cahit, hikâye ve genellikle düz yazı alam nda şö h ret yapm ış b ir sanatçı değildi. Onun ancak ga­ zete sütunlarında (talan ve ek­ m ek p arası için yazdığı hikâyele­ rinin güzelliğini, sadeliğini ve b ir şiir havası taşıyan içtenliğini an­ cak yakm ian, şa ir ve san atk âr dostları bilirdi. Cahit, hikâyele­ rini san at dışı b ir hâdise gibi saklar, h attâ bunların altına nâ- diren C ahit S ıtkı, çoğunlukla da Cevat Sadık ve İrfan K udret im ­ zasını atard ı. Bana b ir gün, «Çok hikâye yazıyorum , sigara ve içki parasım on lar getiriyor, bana b ir takm a ad b u lu r musun?» dem iş­ ti.

P a ris’te tahsilde iken geçimi­ nin büyük b ir kısm ını C um huri­ yet gazetesine yazdığı te ’lif te r ­ cüme hikâyeleri ile tem in ettiği için —gazetenin yazı işleri kıs­ m ında çatıştığım yıllarda— haf­ tada iki ü ç defa yazılarını yayın­ lam ak zorunda olduğum uzdan is­ m i sık sık tek rarlan m asın diye «irfan K udret» tak m a edim ben bulm uş ve P a ris’tek i adresine bir m ektup yazarak bildirm iştim .

Verdiği cevapta, kendisine çok iddialı b ir takm a ad bulduğum u «hem irfanlı, hem de k u d retli b ir şahsiyet! Benim gibi âciz b ir C ahit S ıtk ı’ya yakışmıyor» diye yazıyordu. F akat buna rağm en m ektubuna ekli olarak yolladığı üç hikâyeye «İrfan K udret» im ­ zasını atm ıştı.

Cahit S ıtkı’nın 46 yıl süren k ı­ sa öm rünü şu bölüm ler içinde incelem ek g e re k iy o r: Doğduğu yer olan D iyarbakır'daki çocuk­ luk ve ilkokul yılları. Daha son­ ra İstan b u l’da Sen Jozef ve Ga­ latasaray okullarındaki delikanlı­ lık y ıllan , Mülkiye - Siyasal Bil- giler’deki iki yıl, MUlkiye’den ay- n ld ık ta n so n ra P a ris’e gidinceye k ad ar İstanbuldaki m em uriyet ve derbederlik günleri, ikinci Cihan

CAHİT SITKI TARANCI

Savaşının çıkm ası üzerine P aris ten yurda dönüş, A nkara'daki m em uriyet hayatı ve evlilik yıl­ la n , hastalığı, tedavi için Viya- na'ya gidişi ve orada hayata göz­ lerin i yum m ası. 1910 - 1956 yılla­ rı arasın a giren bu kısa öm ü r çoğunlukla acılar, sıkıntılar, aşk ­ ta başansızlıklar, m eyhane köşe­ lerinde, bekâr o d alan n d a geçen üzüntülü gün ve gecelerle dolu­ d u r. Y aradılıştan yüzü az gülen b ü tü n k eder ve sevinçlerini için­ de saklayan bu kapalı mizaç, ha­ yatı her şeye rağm en çok sevi­ yor, Allahın kendisinden esirge­ diği güzel yüz ve uzun boyun derin h a sre t ve im ren tisi içinde is te r istem ez kendini şiire veri­ yor, ilg ileri, sevgileri ve n ih a y e t neticesiz aşk ları şiirin derin ve k a ra n lık k u y u ların d a arıy o r.

A ncak, C ahid’in b ü tü n a y rın ­ tıla r ı ile bilm ediğim , ancak k e n ­ disinden dinlediğim çocukluk ve G alata saray L isesinde geçen de­ lik a n lılık y ılla rın d a yüzü biraz g ü lm ü ştü r. Y aşam ayı, güzel gi­ yinm eyi sevm esi, kendi boy ve yaşındaki kızlara biraz çapkın, b ira z düşünceli gözlerle bakm ış olm ası bu yaşlarda çok m üm ­ k ü n d ü r. O g ü n lere a it resim le­ rin d e giyinişi şık, saçları m un­ tazam taranm ış, bakışları ü zü n ­ tüsüz ve cesu rd u r. G erek p o r­ tr e resim lerin d e, gerekse aile ve a rk a d a şla rı ile b irlik te çek- «A irdisi resim lerinde o y ılla rın C a h it’i, .iç ve dış âlepıi ile yap­ tığı savaştan m uzaffer çıkm ış, k endine güvenen, ad ım ların ı te­ red d ü tsü z ve sağlam a ta n b ir C a h it’tir. Ş airim iz ilk şö h retin i yapıp ism ini genç şa irle r kuşa­ ğının en ön sıraların d a görm eğe başladığı, P eyam i Safa ve N u­ ru lla h A taç gibi eleştiricilerin kendisi h akkında olum lu m aka­ le le r yazdıkları, M ülkiye’yi te r- k ettiğ i, B eyoğlunda Bohem haya tın a atıldığı g ü n lerd en sonra, belki de hayal ettiğ i b ir çok şey lere k av u ştu ğ u için kendini b ir b oşlukta ve yalnız b u lm ağ a baş lam ış, a r tık k a ra m sa r yönü ağ ır basan b ir C ahit S ıtkı m eydana gelm iştir.

F a k a t bu ru h h a le ti içinde de zam an zam an k endine b ir te se l­ li yastığı b u lu y o r, sa n ’atın ve sa n ’a tk â rın ölüm süzlüğü

üzeri-ne, içli, dü şü n d ü rü cü , g u ru rlu h a ttâ bazen filozofça şiirle r ya­ zıyordu. C ahid’in b u yönünü bü­ tü n gücü ile dile g etiren şu «San’a tk â n n ölüm ü» şiirin i b u ­ ra y a a k ta rm a k isterim .

G itti, gelm ez b a h a r yeli Ş a rk ıla r y a rıd a kaldı. B ütün b a h çeler k ilitli A n a h ta r T a n rıd a kaldı. G eldi ç a ttı en son ölm ek. Ne b ir yem iş ne b ir çiçek, Y anıyor güneşte p e te k B ü tü n b a l a rıd a k ald ı... İk in ci C ihan S avaşında P ari- sin düşm esi ü zerin e, o rad a b u ­ lu n an üç beş ark ad aşı ile — bu n ­ la rın arasın d a şa ir O ktay R if’a t da v a rd ır — b isik letle M arsilya

I

1

< ;

ya kaçan, buradan da yurda dön m ek im kânını bulan C ahit Sıtkı, b ir kaç ay Istanbulda kaldıktan sonra b ir gün baktık A n k ara’ya çıka geldi. D ostlarının pek çoğu A nkara’da idi: A hm et Muhip D ranas, F eridun Fazıl Tülbentçi, O rhan Veli, Melih C evdet, Ok­ tay R if’at, ayrıca N u ru lla h A- taç, S abahattin E vüpoğlu v esa­ ire...

C ahit b ir m üddet A nadolu A- ja n sı’nda çalıştı. Sonra yedek subay oldu. A skerlikten te rh isin ­ den sonra da kesin o larak An­ k a ra ’ya yerleşti ve Çalışm a Ba­ kanlığında o zam ana göre iyi sa yılabilecek b ir m ütercim lik kad­ rosuna tayin edildi. A rtık kıs­ men, m untazam sayılabilecek b ir h a y a t sürüyor, ailesi ve ba­ bası ile görüşüyor, m e k tu p laşı­ yor, işine zam anında gidiyor, zam anında çıkıyor, ancak ak­ şam ü stleri şaşmaz ve değişmez b ir intizam la saat 6 sularında A n k ara’da B üyükpostanenin ya­ nındaki Ş ükran lokantasına de­ vam ediyordu. B urası lokanta ile m eyhane arası sevim li b ir yerdi. Ancak 20 - 25 kişiyi a la b i­ lecek b ü y ü k lü k te olan Ş ükran lokantasının belli başlı m ü şteri­ leri şairler, hikayeciler, gazete­ ciler ve sayıları b ir kaçı geçmi- yen ressam lardan ib a re tti.

Akşam ü stleri C ahit hepim iz­ den evvel m eyhaneye gelir, h er zam an oturduğu köşedeki m asa­ ya geçer, ilk kadehini söyler ve

bizlerı beklem eye başlardı Daki­ k alar ilerled ik çe şairler, gazete­ ciler sökün etm eye baslardı. Ca­ h it’ten sonra hem en Şehap S ıt­ kı gelir, onu A hm et Muhip D ranas, O rhan Veli, O ktay Rifat, Melih C evdet, B’ethi G iray, Meh­ m et Kem al tak ip eder. Akşam ü stleri saat yediye bazan seki­ ze k ad ar A nkara R adyosunda çalıştığım için en geç ben gider­ dim . M eyhaneye girdiğim za­ m an b ü tü n ark a d a şla rı çoğun­ lu k la az çok y üklerini alm ış, yüzleri ku lak ları kızarm ış, mü­ nakaşa e d er halde bulu rd u m .

Ben m asaya otu rd u k tan sonra «nerede idin? Nerede kaldın ya­ hu?» gibi âd eta bir ağızdan soru­ lan sualleri b irer oirer cevaplan­ dırırdım . Bu arada, Cahit hemen masayı tem izlettirir, yeni mezeler ısm arlar bir şişe dafıa açm alarını söylerdi. Ş airler m asasının şefi C ahit’ti. Çünkü Ş ükran lokanıa- sında kredi ile yiyip içebiliyor ve b ir çoklarım ıza da kefil oluyordu. Şim di hatırlıyabildiğim kadar, Oa h it’in m eyhanede o zam ana göre 100 - 150 lira arası kredisi vardı. Ay başlarında maaşını alır almaz hem en meyhaneye koşar, m üşte­ rek borçlarım ızı öder, daha son­ r a da bizlerden, senin şu kadar, senin şu k ad ar borcun var diye­ rek hesapları tahsil ederdi.

Ş ükran meyhanesi, hepim iz içm hem ucuz bir dem lenm e yeri o- luyor hem de şiirlerim izi, hikâye­ lerim izi o rada okuyor, tartışıyor

bazan sert, bazan tatlı sohbetler ediyorduk. İçimizde sert, kavga­ cı mizaçlı arkadaşlar da vardı. O nları bir kaç kadehten sonra i- dare etm ek bazan çok zor oluyor du. Cahit’in böyle sert, sonu ta t­ sız'ıkla bitecek tartışm alard a hiç sesi çıkmaz, usulcacık kadehini yudum lar, bazan lâfa karışarak ta rafları sükûnete davet eder, çok üzüldüğünü, meyhanenin diğer m üşterilerini rahatsız ettiğim izi yumuşak h a ttâ yalvaran b ir sesle arkadaşlara hatırlatırdı.

B ir akşam iki şair arkadaş ye­ ni çıkm akla olan b ir dergi yü­ zünden uzun uzun tartıştık tan son ra işi azıttılar, hafiften başlıyan hakaretler küfürleşm eye kadar vardı. Nerede ise yum ruklaşacak lardı. B ir ara çaktım m asanın b ir köşesine büzülm üş olan Cahit ses sizce ağlıyordu. Bir fırsat bulup kavgacı şairlere işaret ederek Ca hidin gözyaşlarını gösterdim . H er ikisi de bir anda sustu. Bir iki dakika sonra da m endilini çıka­ rarak gözlerini silen Cahit şöyle konuştu:

— Ne kadar üzülüyorum , ne ka­ dar bilemezsiniz? Paylaşam adığı­ nız ne var bu dünyada.. Ayıp de­ ğil mi canım... Şair insanlara ya­ kışır mı böyle m ünakaşalar e t­ mek?..

Bunları söyledikten sonra yine dolup dolup boşalıyor te k ra r ağ­ lıyordu. Kavgacı şairler b ir aralık kendi konularını unutm uşlar, Ca- hidi teselli etmeye başlam ışlardı.

Yarın _________ _____

AHMET MUHİP

DRANAS

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Mektebin plânı L şeklinde olup esas kısımda bir antre, kat merdiveni ve arkada toplantı ve spor salonu vardır.. Diğer kola,

Bina iki kattan ibaret olup zemin katı şömineli bir ka- bul salonu, oturma köşesi ve çalışma odasile yemek salonu ve servisi ihtiva etmekte, birinci katta ise yatak odaları

ANKARA, ( H.A.) — Yıllar- dır yaşamakta olduğu Paris’, te verdiği demeçte komünist olmadığını söyleyen ve, «T ü r­ kiye'de ölmek istiyorum» de­ yip,

Carathéodory eşitsizliği, Rogosinski lemması, süren nokta empedans fonksiyonu, pozitif reel

Şanlıurfa meteorolojik koşullarında kamu binaları çatılarının güneş enerji potansiyelinin belirlenmesi için sıklıkla kullanılan 3 farklı (mono-Si, p-Si ve

Kongre sonucunda, işitme engellilerin işaret dili yerine konuşarak iletişim kurmalarının, normal işiten topluma uyum sağlamalarında daha çok kolaylık

Akademik faktörler alt boyutunda, aile çevresinden dinî eğitim alan ve almayan arasında oluşan ortalama puan farkına uygulanan t testi sonuçlarına göre, akademik faktör-

Çalışmasında mevcut betonarme yapıların değerlendirilmesi hususunda 1975 Türkiye Deprem Yönetmeliğine göre inşa edilmiş 9 adet yapı ile önceki verileri kullanarak