20 Mayui 1952
---
ımHfflmuffliımmmmttnmmmmHmmm»
----Esendal’ın ölümü karşısında
...
iHiıiHHiıiHiüiinıiH'iiHiıifflniîiımfmiTmi'iiTir---Kıymetli ve orijinal bir
hikayecimizi kaybettik
Yazan: İsmail Habib Sevük
On yıl önce, 1942 yazında «Halk Partisi» nin birinciye üç bin lira ayıracak kadar ehemmiyet vererek tertiblediği «roman mükâfatı» için kurulan jüriye seçildiğimi görün ce, o zamana kadar okuyamadığım sekiz, on romanı da not ala ala tamamladığımdan dolayı Ankaraya noksansız olarak gittiğimi sanıyor dum. Fakat seçim bittikten sonra «Ayaşlı ve Kiracıları» isimli bir ro manın beşinciliği kazandığını gö rünce anladım ki işimi hiç de tam yapmamışım. Öyle bir eserden ha berim yoktu. İstanbula geldikten sonra parti mükâfatında not alan eserleri «Bugünkü Romanlarımız» başlığı altında «Cumhuriyet» e yaz mağa başlayınca «Ayaşlı ve Kira cıları» m da tabiatile yazmak zo runda olduğum için arattım. Meğer o kitabdan yalnız benim haberim yok değil o kitab hiç bir kitabcıda da yokmuş.
Bereket zengin bir kütübhane kuran Hakkı Tarık Us ağabeğimiz imdadıma yetişti. Zaten kitabı da
«Vakit» matbaası basmış. Ceb
hacminde olmakla beraber 456 sa- hife tutan o kalın eseri, aralıksız bir şevkle bitirmiştim. Kimindi bu eser? Müellif eserine ismini bile koymamış. İsim yerine sadece M. Ş. harfleri var. Belli onu yazan, eserile övünmek değil, görünmek bile istemiyor. Kitabdan duyduğum ilk intibaı 5 eylül 1942 tarihli «Cumhuriyet» te şu satırlarla an latmışım:
«Sanat denen afacan büyünün cilvesi; sanatkârım diyen nice şiş kin gururlara râm olmaz da gider sanatkârlığı aklından gcçinniyen bir tevazuun boynuna sarılıverir.» Halbuki roman mükâfatında beşin ci dereceyi kazanacak kadar not alan bu eser bir roman bile de ğildi. O yazıda bu ciheti de şöyle anlatmışım: «Bu bir örf ve âdet romanı değil, aşk ve ihtiras romanı da değil, devirleri ve nesilleri ku caklayan nehir roman hiç değil; polis ve macera romanı, gaye ve tez romanı, cnfüsî tahassüsler ro manı, kırları ve çoban hayatlarını anlatan tabiat romanı; değil, değil; buna yeni bir isim bulmalı...»
Böyle mevcud nevilerin hiç biri ne girmiyen romanı okuduktan son ra insanda husule gelen umumi in tibaı da iki buçuk sütunluk o uzun ca yazının en sonunda şu yolda an latıp yazıyı su satırlarla bitirmişim:
«Romanı bobince düşünüyoruz:
Kafamızda derin uğultular yok, de mek dcı-in bir eser okumadık. Kal
bimizde duyulmuş heyecanların
çırpıntılı devamı yok, demek sar sıcı bir eser de okumadık. Daha garibi bir eser okuduğumuzun bile farkında değiliz, hatırımızda hiç bir iislûl» hâtırası yok. Demek ki üs lûbu eriterek hiçe indiren bir iis- lûb içindeymişiz. Sabiden kendisi yalnız kendine benzeyen bir eser karşısındayız.»
* * *
Neden sonra bu eserin Memduh Çevket Esendala aid olduğunu öğ reniyorum. Bu ismi çok eskiden «İttihad ve Terakki Cemiyeti» nin «Kâtib-i mes’u!» lerinden olup en son Maarif Vekâletinde Kütübha-
neler Müdürü iken vefat eden
aziz dostum Haşan Fehmi Turgal sayesinde tanımıştım. İdealist İtti- hadcıların birbirlerine çok içten bağlılıkları vardır. «Roman mükâ fatı» zamanlarındaki Parti Genel Sekreterinin vefatile onun yerine Memduh Şevketin nasıl geçtiğini, onun yakın arkadaşı Cevad Dur- sunoğlundan kendi evimde dinler ken hem bu İttihadcılık bağlılığının kuvvetini, hem Memduh Şevketin karakterinden bir köşeyi öğrenmiş oldum. Meğer Cumhur Başkanı onu Dahiliye Vekâletine getirmek iste miş. Kabul edemiyeceğini şöyle anlatır: «Ben hep İttihadcı arka- d aşlarla çalıştım. Öyle mühim bir Vekâlette tabiî güvendiğim arka daşlarla çalışmam lâzımdır. O za man da başına İttihadcıları topladı» derler. İnönü de hak verdiği için Parti Genel Sekreterliğine getirilir. Bunu da pek çok ısrar karşısında kaldığı için istemiyerek kabule
mecbur olmuş.
Yedinci devrede Sinob mebusu olarak Ankaraya gittiğim zaman kendilerini şahsan da tanımış o l dum. Çehresi insana bir liman em niyeti veriyor. Konuşması çok sa
mimiydi. Bir gün Meclis salonunun geri sıralarmda «Babıâli» baskınını
anlatırken: «Korkmadım diyenle
rin lâfına aldırmayın, dedi, belki Enver gibi askerler korkmuyordu ama ben kalbimin küt küt çarpıp, bacaklarımın gövdemi taşıyamıya- cağını sanıyordum.»» »
Yalnız çok iyi rusça bilen değil, Rusları da çok iyi tanıyandı. Daha Kâbilde Büyük Elçi iken Sovyet lerin Çine döktükleri para beş yüz milyon altını bulmuş: «Bolşevik altmlarile bir gün bütün Çinin kıpkızıl bir hale geldiği görülecek.» dedi. Bütün ihtirasların üstünde yaşayan bir adam olduğu da «Bü tün emelim köşeme çekilip yazmak istediğim hikâyeleri bitirmektir,» deyişinden belliydi. Çok geçmeden Cevad Dursunoğlundan dinlediğime göre Başvekil Saraçoğlunun «Parti hükümeti desteklemiyor» demesi üzerine derhal istifa etmesi karşı sında esefleneceğime hikâyelerini yazmak gibi asil emeline kavuşa cağını düşünerek sevinmiştim bile. O zamandanberi yedi sekiz senedir gelip giden arkadaşlardan o hikâ yeleri yazmakla meşgul olduğunu öğrendikçe bu sevincim artıp duru yordu.
* * *
Atatürkün «İttihadcılar» içinde en çok sevip Millî Mücadele Türki- yesinin Bakûda, 1920 de ilk elçili ğini yaparak sırasile Moskova, Tah ran ve hele Kabil büyük elçilikle rinde çok hayırlı yararlıklar gös teren bu mahviyetli şahsiyetin me ğer ölümü bile sessiz bir mahviyet içinde geçecekmiş. Ölümünü bile güçlükle öğrendim. Ne gazeteler yazdı, ne radyo söyledi. Fakat ne çıkar? Ölümlerine ne kadar tanta nalı gürültü yapılanlar var ki son ra sessizliğe gömüldüler. Halbuki Esendalın sahifelerde yarattığı yüz lerce tip Hızır elinden su içtikleri için kendilerini yaratanı da yaşatıp duracaklar. Bir seri cild tutacak o yüzlerce hikâye belki henüz ba sılmağa bile başlanmadı. Fakat el deki tek kitabı bile o yüzlerle hi kâyenin ne canlı şeyler olacağını göstermeğe yetip artıyor. Eldeki tek kitab, yani «Ayaşlı ve Kiracıları».
* * *
Biraz önce yukarıda bu kitabın roman nevilerinden hiç birine gir mediğini söylemiştik. Neden? Çün kü bu eser bir roman değil. O bir sürü küçük hikâyenin arka arkaya dizilmesinden meydana geldi. A - yaşlı Ibrahimin dokuz odalı bir a- partıman katı tutup kendile üvey kızma ayırdığı iki odadan başka larım kiraya verdiği vakit bu oda lardan birinde oturan bir bankacı, diğer odalardaki kadınlı erkekli bü tün şahısları canlı canlı birer tip halinde gözlerimizin önünden ge çiriyor. Eline kalem yerine sanki gizli bir film makinesi almış. Hem bu göze görünmez makine yalnız şahısların gövdelerini değil, galiba o makineye maddeleri delip geçerek ruhlara inen röntgenli bir sihir bazlık da sindirilmiş olacak ki bü tün tipleri hem endamları, hem ruhlarile olduğu gibi görüp duru yoruz.
işte en başta Ayaşlı İbrahim. A- yaş Ankara Vilâyetinin Beypazarı ile Ankara arasına rasthyan mühim bir kazasıdır. Bizim Ayaşlı rüştiye tahsili görmüş, güçlü kuvvetli ve uyanık fikirli bir delikanlı. Bir düğünde kazaen bir kadın öldür düğü için beş yıl hapse mahkûm oldu. Haksız yere neye yatıp dura cak, ince bir plânla işi punduna getirip kaçar, dağlarda eşkiyalık yapıyor. Istibdad devrinin politika sı, başa çıkılamıyanı devlet hizme tine almaktır. İbrahim, zaptiye ça vuşu oldu, tahsildar, vergi kâtibi, âşarcı; Balkan Harbile Birinci Ci han Harbinde, yararlığı görülen bir asker, hulâsa feleğin çemberinden geçen bir Anadolu kasabalısı. Tut tuğu apartıman katının yedi oda sını kiraya verdikten başka ticaret dalavereleri de yapmaktadır, A- yaşlı İbrahim tek adam değil, gün düz başka, akşamdan sonra başka. Gündüzleri çok sert, dalavereci, ne yaparsın geçim dünyası; her şey mubah. Fakat bu adam akşam, çi lingir sofrasının başına oturup du vardaki sazım kalın parmaklarının çıkardığı ince seslerle dillendirin ce... Ben Anadolumuzda ne kadar Ayaşlı Ibıahimler gördüm.
İşte Rumeli mübadillerinden Ha şan Bey, 5 numaralı odada oturu yor. San bıyıkları kırlaşmış, uzun boylu mavi gözlü bir !htiyar. Ru- melideki çiftliklerine karşılık Sam sunda arazi vereceklerdi, olmadı, Ayvalıkta verecekler gene olmadı, işlerini takib için kalkıp Ankaraya gelmiştir. Ayaşlı Ibrahimle can ci ğer dost oluyor. Halbuki ikisi bir birine taban tabana zıd. Ayaşlı kapkatı, o çok yumuşak; ötekinin ağzı sımsıkı, bununki pek gevşek. O hayatla dolu, bu saflıkla. Öyle iken neye o kadar candan dost ol
dular? Belli birbirinde olmıyanı birbirlerile tamamladıkları için.
işte yedi numaradaki Haki Bey, Avrupaya giden bir «satınalma» komisyonuna kâtib sıfatile verilir. Komisyondaki heyet iki ay sonra döndü. Ufak bir işin arkası alınsın diye orada bırakılmıştı. Vekâlet adamcağızı unutur gider. Tabjatile Vekâlet mekanizmasının mihaniki dönüşü yüzünden tahsisatı gönde rilip durmaktadır. Adamcağız vazi fesinin bittiğine dair tahriratlar gönderdi, gördüğü işlere dair ra porlar yolladı, aldırılması için rica larda bulundu, nafile, kim kime? Neden ve neden sonra Ankaraya geldiği zaman «vay bu zamana ka dar neye gelmedin, şimdiye kadar
Avrupada ne yapıyordun?» diye
sigaya çekilince Haki Bey paçaları sıvayıp haftalarca uğraşarak dos yaların diplerinden eski raporlarla eski miiracaatlerini meydana çıkar dığı vakit herkes anlar ki... Bu, yalnız bir hikâye değil, bizdeki kır tasiyeciliğin yamanlar yamanı bir hicviyesi.
işte bu Haki Beyin karısı Turan
Hanım. Avrupaya giderken yeni
evlendiği karısını da götürmüştü. Adam kırkı aşkın, kadın gene; a- dam gösterişsiz, kadın güzel; a- dam sünepe, kadın zemberekli; ya ni kısacası adam karısının uşağı ve kadın kocasının efendisi. Odasını kumarhane yapmıştı. Bir taraftan bir numaradaki bankacı ile fingir
demektedir. Hiç öyle bir kadına böyle bir oda yeter mi? Ayıb onun dirayetine. Lüks bir daire tuttu. Geceleri hususî, hattâ resmî oto mobiller dış kapı önünde bekliyor. Ah Turan Hanım, sen yalnız bu ki- tabda bir kadın değil, hep gördü ğümüz bir mahlûksun. Ne kadar da çabuk çoğalıyorsunuz, ne kadar da çabuk?
İşte Vanlı Hüseyin Bey, işte mo- ğolumsu Abdülkerim Beyle karısı nın arasında ikiye bölünen küçük çocuklarının terbiye kurbanı ola rak çektikleri, işte... Fakat hep birbirinden canlı ve birbirinden en teresan bu tipleri saymağa lüzum yok. Hele son sekiz, on yıl içinde yazdığı hikâyeler. Yakınlarından işittiklerimizle biliyoruz. O hikâ yelerle biz, yetmiş yıllık bir haya tın en az yarım asrmı bütün zaman ve mekân muhtevasile dolu olarak, o yarım asrı teneffüs ede ede tat mış olacağız. Rahmetli sanatkara Allahın gufranını dilerken onun yakın arkadaşlarından da o hikâ yelerin bir an önce bastırılmasına aid himmetlerini beklemekteyiz.