• Sonuç bulunamadı

İran'a ait hatıralar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İran'a ait hatıralar"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BURHAN FELEK

İRAN'A AİT

HATIRALAR

B

E N , İran’a bir defa, bir hafta kadar bir müddet için gittim . Fakat, bu kısa müddet zarfında son Ayetullah ihtilâlinde öldürülen birkaç diplomat ve devlet adamını tanımak fırsatını buldum. Bugün onlar­ dan bazı hatıralarımı yazmak istiyorum. B eyaz sakallı Ayetullah Hum eyni’nin sorgusuz sualsiz öldürttüğü devlet adamlarından bir vakitler Başbakan olarak memleketimize de gelen merhum  m ir Abbas H üveyda’yı Türkiye'de tanıdım. Bu zat, İstanbul’a Şale Köşkü’nde bir ziyafetteyken şimdiki Senato Başkanı — o zamanın Dışişleri Bakanı— muhterem Ihsan Sabri B eye­ fendi, yemekten sonra hususi sohbet ettikleri sırada beni Şale’nin küçük salonuna çağırdı, tranlı devlet adamına tanıttı. Ortada dolaşan bir hanım vardı. İran’ın devlet adamı kadım “ L eyla” diye çağırınca refikası olduğunu anla­ dım. Fakat bir nüktedan adam olan kocasına gülümser gözlerle bakarak Fransızca:

— Leyla mı? dedim.

V e “ Leyla ile Mecnun” masalım ilham ederek kendisinin de Leyla'nın kocası, binaenaleyh Mecnun (deli de­ mektir) olduğunu ima etmek istedim. Çok zeki bir adamdı. Fransızca:

— E n effet M . Felek, je ne suis gu'un pauvre fou “ hakikatte, M ösyö Felek, ben biçare bir deliden başka bir şey de­ ğilim ” demişti.

Am ir Abbas H üveyda, o zamanın Dışişleri Bakam, şimdiki Senato Baş- .kanımız Ihsan Sabri B ey ’in pek iyi dostuydu. İstanbul’da tanıdığım ve kanlı Şia mollalarının gadrine uğrayan birinci sınıf diplomatlardan son Iran Dışişleri Bakam Halatbari’y i İstanbul’­ da C E N T O Genel Sekreteri iken tam ­ dım. Kendisiyle şahsî dostluğumuz da teessüs etmişti. İstanbul’da C E N T O Umumî K âtib i’yken her sene muayyen gazetecilere bir küçük öğle yem eği verir ve beni bu yem eğe çağırm ayı hiç ihmal etmezdi. Türkiye’de bulunduğu 3-4 sene zarfında pek çok dost edinmiş ve âdeta Türkiye’y i ikinci vatanı gibi sevmişti. Onu da hiçbir muhakemeye tabi tutma­ dan kurşuna dizdiler. Kabahati sadece İran'ın Dışişleri Bakanı olmasından ibaretti.

Türkiye’de kıym t .li İranlIlardan İ s ­ tanbul’da başkonsolosluk etmiş ve buradan galiba A frik a ’da N ijery a ’ya sefir olarak atanmış Dâvûdî adında bir' zat tamdım. Son derece kültürlü ve Türk muhibbi bir zattı. Galiba, Eren­ köy taraflarında bir de Türk İran Lisesi yaptırm ıştı. Um anm ki, İran’daki son insan kırımında bu zat canım kurtarmış olsun. İran’a dediğim gibi bir defa, bundan 15 y ıl kadar önce C E N T O tarafından gönderilmiştik. Iran hükü­ meti bizi misafir etm işti. Bize o zaman C E N T O Genel Sekreterliği —galiba— Basın Ateşesi olan arkadaşım Şekip Erdiner Bey refakat ediyordu. Ben, A tletizm Federasyonu Reisi iken ilk atletlerimdendi. İra n ’da bize itibar göstermelerinde onun da çok tesiri olmuştur. B iz İran’a üç Türk, Ahm et Şükrü Esmer, Şevket Rado beyefendi­ lerle ben ve üç PakistanlI “ isimlerini hatırlayamam” gazeteciyle gitmiştik. PakistanlIların ağızlarını açtıkları y o k ­ tu. B iz ise, daha girgin adamlardık. Her ziyaret ettiğim iz zatla konuşuyorduk. Bizi, zamamn Başbakanı Mansur adın­ daki zat makamında kabul ettiği zaman, sorduğu ilk sual şu oldu:

— H an gi üılderiTtonuşmaK istersiniz? 45 yaşlarındaki bu adamı bizim ziyaretimizden az bir zaman som a bir suikastte öldürdüler. M eğer mollaların

Gsçnıîg) zaman

olur k*

zuşmuşlardı. İra n ’ın petrol musluğu Basra K örfezi’nin hemen dibindeki “ A - badan” bölgesinde ve hatta şehrindedir. Bu şehir ve bölge, İra n ’ın öteki v ilâ y e t­ lerinden daha mühim ve üstün bir ehemmiyette olduğundan, oranın valisi bakan rütbeli kadar bir kimsedir. Bizim ziyaretimiz sırasında tabiî bizi Ir a n ’m bir ucu olan Hazer D enizi’ne kadar g ö ­ türdükleri gibi, A b ad an ’a da gitm iştik. Orası son derece sıcak ve petrol kokan kötü havalı bir yer. Uçakla gittik oraya ve iner inmez hemen bizi alıp ismini ha­ tırlayamayacağım birinci sınıf bir otele indirdiler. Otel soğuk, hava tertibatıyla donatılmıştı. A b ad an ’a öğle üzeri g e l­ miştik. B ize odalarımızı gösterdiler ve hemen elimizi yüzümüzü yıkayıp yem e­ ğe inmemizi söylediler. B iz de öype y a p ­ tık. Otelin büyük zemini renk renk ve gayrimuntazam kesilmiş somaki taşlar­ la döşenmiş lokantasına indiğimiz za ­ man, bize ait bir masanın hazırlanmış olduğunu gördük. Yerim ize henüz y er­ leşmiştik ki, bir spor ceket giym iş pos­ bıyıklı ve bir Parisli gibi Fransızca konuşan bir zat yanım ıza yaklaşarak:

— Size yemek seçmenizde yardım edebilir miyim? diye sordu.

— Memnuniyetle! cevabını verince, eline Fransızca basılmış mönü kartını aldı ve hâlâ hatırımdadır:

— Size önce biraz havyar, arkasından güzel bir Saumon fumé vereceğim. Daha sonra bilmem ne usulü bir tavuk, falan...

Orada yediğim yem eği ben Hidistan mihracelerinin sarayında yemedim. A k ­ şam üzeri bizimle — g a lib a - yemekte

?:örüşen Abadan V alisi’siyle buluştuk, sminin tmâdi olduğunu hatırlar gibi olduğum bu zat da, birkaç dil konuşu­ yordu. M uhtelif meselelerden konuşur­ ken dil konusuna geldik. Ben dedim ki:

— Bizde şimdi lisanı yabancı kelime­ lerden temizlemek yolunda bir cereyan var. Sizin dilinizde de birçok Arapça kelimeler vardır. Siz buna ne dersiniz?

Vah:

— B iz de düşündük. Fakat gördük ki, eğer böyle yaparsak çocuklarımız Sâ’dî’nin, H â fız’ın eserlerini okuyup anlayamayacaklar. Onun için vazgeçtik! dedi.

A y n ı fenomen bizde de oldu. Çocuk­ larımız A ta tü rk ’ün N utuk’unu anlaya­ maz oldular. Nerede kaldı şairlerimizin şiirleri!

Simdi canıyla uğraşan sabık Iran Şahı hakkında kötü yazm ak yaraşmaz, ama, düşük Şah Türkleri sevmezdi. Babası bizim ne kadar dostumuz ise, o bizden o kadar uzaktı. İran’da Türkçe konuşmayı yasak etm işti. B iz İran’a gittiğim iz sırada bizi kabul etmedi.

İran’da yeni denecek mimarî eserler yok gibidir. Çehl Sütun denilen bir* ahşap saray vardır ki, önündeki 20 ahşap direkten kinaye, 40 Direk Sarayı derler. Halbuki önünde 20 direk vardır. Sordum:

— Evet, 20 kendi direkleri, 20’si de önündeki havuza aksetmiş olan hayalle­ ridir! cevabını verdiler.

Abadan’da biten Iran seyahatinden sonra tekrar Tahran’a oradan da m em le­ kete döndük. Bu seyahatimde İran ’a ait çok şey öğrendim. Bunların başmda bu memlekette birkaç yüz çok iy i yetişm iş devlet adamı vardır. Bunlar dışanda tahsil görmüş, birkaç dil konuşan kimselerdir. Şah’ın idaresi zamanında Iran, bu kadro vasıtasıyla yönetilirdi. Şimdi bunlardan acaba kaçı hayattadır ve İran’dadır, Allah bilir!

bazı usulsüz tahsisatlarını kestirmişmiş. Biz, Başbakan Mansur ile Fransızca konuşmuştuk. Sonra İran’ı baştan aşağı gezm eye çıktık. Refakatçimize Dışişleri B akanlığından Erbabî adında bir A zeri mihmandar verdiler. Azerî şivesiyle güzel Türkçe konuşan zeki, nüktedan bir gençti. B ir gün Tahran’ın sokaklarım gezerken çarşıda Farsça tabelaları okuyordum. Herhalde küçük imalâthanelerin bulunduğu bir yer olmalı ki, “ kârhane” ismine sık sık rastlıyorduk. Kârhane Farsça "im alât­ hane veya fabrika” manasına gelir. Ben latife olarak E rbabî’ye sordum:

— Erbabî B ey, sizde ne kadar çok kârhane var.

Güldü vebana:

— Bu kârhane, o sizin dediğiniz kârhane değildir! demişti.

İran ’ın bazı yerleri çok ilerlemiş, bazı yerleri çok geri kalmış bir memleket gibi göründü bana. Mesela İran'ın bir ucundan öteki ucuna yumurta yuvar- lasanız gidecek kadar güzel asfalt yollar yapılmıştır. Son derece modem tesisleri ve bazı barajları vardır. Çay ve havyar devlet elinde ve mükemmel bir şekilde işletiliyordu. Bundan 15 y ıl önceki çay ambalajlan Avrupa'nınkileri aratm aya­ cak kadar mükemmeldi. Çayın kalitesi için bir şey diyemem. Belki bizim çayımız daha iyidir. Am a dünyaya takdim ediliş şekli — çünkü Iran çay ihraç eder— pek mükemmeldir. H a v ­ yara gelince, bir tatlısu denizi olan Hazer Denizi kenanndaki havyar ima­ lâthanelerinde denizden çıkar çıkmaz b a lığ ın karn ın ı y a r ıp y u m u rta sın ı —havyan m — alıyor ve tekrar dikip denize atıyorlardı. Y a n i balık ölmüyor, sadece kazaya uğramış olanlan gene havyar satan dükkânlarda halka balık olarak da satıyorlar.

İran’da yeni devre, yani Isa'dan sonraki devreye ait asar-ı atika dediği­ miz kıym etli antik eserler yoktu. Yalnız, Persapolis = Taht-ı Cemşid de­ nilen muazzam antika şehir kalıntısı dünyada emsaline rastlanmayacak ka­ dar güzel bu antikaların sanat eseri olmak itibarıyla olan değerinden ayrı olarak muhafazası ve buna ait bir de oracıkta mevcut müze, bu vadide de Iranlüarm kıymetini gösterecek mü­ kemmelliktedir.

Iranlılarm sinirine dokunan şeylerden biri de, “ P e rs a n = A cem ” denilmesidir. Bir vakitler belki şimdiki Şah’ın babası zamanında bu yüzden Fransa ile az kal­ sın bir siyasî hadise çıkacak kadar

bo-Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

öncesi hazırlıklar, afet ve acil durum sonrası ilk saatlerde yapılması gerekenler ile afet acil durum sırasında doğru davranışlar anlatılacak, seminer sonunda

Andırkat ölçer, uç kısmı diş yüzeyine dokunacak ve yan yüzeyiyle dişin kontur yüksekliğine temas edecek şekilde tutulur (Şekil 12). b) Doldurma ve rölyef işlemleri:

• Tahıl ve baklagill tanelerinin depolanma yerleri kuyular, ambarlar ve silolar olarak sıralanabilir. • Tahıl üretimindeki ve büyük kentlerin nüfusundaki artışlar ve

Pencere önüne konan radyatörlerden ısınarak çı- kan sıcak hava, pencerede soğuyan hava ile karışarak tavana çıkmaktadır, mukabil cereyan olarak radyatöre doğru

MARVAL (MicroAlbuminuria Reduction With VALsartan in patients with Type 2 Diabetes Mellitus) çalışmasında da valsartan amlodipin karşısında diya- betik mikroalbuminürisi olan

2575 sayılı Kanun, m. 13/2: “Her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Heyetler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır, salt çoğunluk ile karar verir.

 Kendisinden doğal olarak daha kuvvetli yada büyük, bitkisel yada hayvansal kökenli bir canlı üzerinde yada içerisinde, geçici yada daimi yaşayarak ona ZARAR veren

Đşte eksikliği son yıllarda daha çok hissedilen yer adları bilimi çalışmalarına bir ilin çalışmasını yaparak katkı sağlamak, Sakarya ilinin merkez köy, mahalle,