tarih
P A Z A R ^Milliyet
+
P a zar 2 Aralık 2007
11
Halife Abdülmecid hiç şüphesiz çıplak model kullanmıştı
ve bu tip resimler yapmakta taassup göstermemişti
Resimler ve fotoğraf Murat Bardakçı arşivinden alınmıştır
H
alife Abdülmecid Efendi, OsmanlıRessamlar Cemiyeti kurucuları ara sındaydı. Türk resim sanatının da öncü isimlerinden biriydi. Türki
ye'de ve yurtdışındaki sergilere tablolarını gönderdiği biliniyor.
Geçen günlerde Gaziantep'teki bir ser gide nü tabloların tülbentle örtülmesinin ardından hatırlanan "Harem" adlı tablosu onun imzasını taşıyan yüzlerce eserden sa dece biriydi. Ama şüphe yok ki en cüretlisi idi. Oryantalist ressamların etkisi altında kalarak yaptığı bu tabloda Halife hayali bir haremin havuz sahnesini canlandırdı. Bunu yaparken de harem kadınlarının çıp laklığını sergilemekten çekinmedi. Elbette sanat anlayışının getirdiği hoşgörüydü bu nu yapmasını sağlayan.
"Harem" tablosunun fotoğrafı ilk kez 1980'li yıllarda, Sanat Çevresi adlı bir dergide yayımlanmıştı. Bu önemli eserin bugün nere de olduğuna dair net bir bilgi yok elimizde.
Halife'yi sadece başarılı bir ressam olarak anmak da yeterli değil. Döneminin en seçkin entelektüellerindendi. Birkaç yabancı dil bi
lir, Batı müziğiyle de uğraşırdı. Konçertolar
ve oda müziği eserleri bestelerdi. Bunları çal dırdığı toplulukları kadınlardan oluştururdu.
Halife Abdülmecid Efendi'nin kendi elyazısıyla bir bestesi. Halife’nin 1923 yılında bestelediği eserin ilginç tarafı, müzik formu olarak klasik Batı müziğinin "Elegie", yani "ağıt" formunu seçmiş olması.
M?
ÉWWE İÜABDÜLHAK HAMİT'İN PORTRESİNİ YAPARKEN
m h Halife Abdülmecid Efendi bu fotoğrafı Türk edebiyatının ünlü ismi ve yakın dostu olan
BB
■ Abdülhak Hanıit Tarhan'ın şimdi Şehir Müzesi'nde saklanan yağlıboya tablosunuM M m j m r
S
S
JH
ü
|H
yaparken çektirmişti. Hemen geride başka bir ayrıntı, tabloların arkasında çıplak birjaP * manken göze çarpıyor. Ressamların cansız modellerle çalışmaları sırasında vücut
H B ■ H ■ ■ J f l ^ B H H çizimleri için kullandıkları bu mankenlerin baş kısmı değiştirilebiliyor ve gövdenin
H m H | m m m m m m veya kadın başı
öncüsü Halife Abdülmecid
İLBER ORTAYLI
Osmanlı padişahları askerlik ve spor öğre nirlerdi; fakat bunun yanında hanedan üyesi her şehzadenin bir zanaat öğrenmesi adetti. Bizim bildiğimiz güzel yazı ile uğraşırlardı, iç lerinden İÜ. Ahmed gibi Türk hat sanatının zirvesinde yer alan biri çıkmıştır. O iri yarı IV.
Murad Han'ın gayet zarif bir hattı vardır. Mu
siki ile uğraşırlardı. IH. Selim malum ve D.
Mahmud Han Türk musikisindeki ustahğı ya
nında Osmanlı sarayuıa ve Türk hayatma Batı musikisini sokan bir reformcudur.
U. Abdülhamid yaratıcı bir marangozdu. Sultan Abdülaziz gayet başarılı bir ressam, ala
turka ve alafranga besteleri olan sanatçı ve sporcu bir padişahtı. Oğullarından şehzade Seyfettin Efendi hâlâ dinlenen bir Türk musi kisi bestekarıdır. Ayrıca o zaman için para ge tirebilecek (Tabii bundan kazancı söz konusu değildi) bir mesleği daha vardı, mahyacılık, iri gövdesiyle minareden minareye inip çıkıp, yağ
Abdülmecid'in eski Yunan heykel sanatında "genç ve güzel kadın" görünümleri için kullanılan "chora" formunda çizdiği bir Hellenistik kadın tablosu. Tablodaki kadının üzerinde bulunan uzun bir kumaş şeklindeki kostümün kıvrımlarına sanat tarihinde ve terzilikte "drappe" adı veriliyor. Halife, Yunan heykellerinde rastlanan bütün bu özellikleri tablosuna yansıtmış.
Son Halife Abdülmecid Efendi'nin şimdi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunan "Haremde Beethoven" isimli tablosu. Hatife bu tabloda iki hanımıyla kalfalarından oluşan bir müzisyenler grubunu Dolmabahçe Sarayı'nın hareminde Ludwig van Beethoven'in eserlerini çaldıkları sırada çizmiş.
lı kandillerle ayarlayıp İstanbul camilerinin ra mazan mahyalarım tertip ederdi.
Seyfettin Efendi'nin kardeşi son halife Ab
dülmecid Efendi birinci sınıf bir müzisyen
di. Garp musikisi tarzındaki eserleri henüz günışığına çıkıyor. Bunları Emre Arıcı ta nıttı. Bir tanesini geçen yaz ilk defa dinle dik. Bir musikişinas Avrupalı dostuna ağıttı (elegie). Bütün dinleyenler bunun bir amatörün değil, bir ustanın eseri olduğunu teslim ettiler.
Cariyeler modeli miydi?
Abdülmecid Efendi ressamdır; re simleri Türkiye içinde ve dışmda tanı nırdı. En önemli portrelerinden biri devrinin ünlü şairi Abdülhak Ha- mit’inkiydi. Bu kuşkusuz şairin model lik yapmasıyla ortaya çıkmıştır. Öbür portrelerin arasında en göze çarpanlar dan biri güzel gözlü kızı Dürrüşehvar Sultan’mkilerdir. Gene oğlu şehzade Ömer Faruk Efendi’nin portresi de böy- ledir.
Halife Abdülmecid Efendi insan yü
zünü büyük bir maharetle resmederdi.
Buna karşılık portrelerinde elleri gü zel yapamaz. Her usta ressamın bir zayıf tarafı vardır, mesela bu “el” sorunu İbrahim Çallı için de söz konusu olabilir. Buna karşılık Halife’nin hayvan resimleri fevkaladedir.
Halife Abdülmecid Efendi’nin portresini yaptıklarını model ola rak kullandığı malum.
Anonim erkek portreleri için galiba yurtdışm- dan getirilen cansız mankenler söz konusudur. Kadın manken kullandığını söylemek mümkün olabilir. Muhtemelen bazı cariyeleri kul
lanmış olmalıdır ki gördüğünüz “nü" tablolar oldukça başarılı.
Halife Abdühnecid kendi soyun daki sanatçılar gibi musikide çok
üstün yetenekli ve resimde de sa- nat tarihimize geçecek derecede X bir ressamdı. Hiç şüphesiz bü-
: tün eğitimli ressamlar gibi çıplak model kullanmıştır ve
bu tip resimleri yapmakta da taassup göstermemiştir.
Hatta bu resimlerin bazılâ- rının yurtiçi çevrelerde de teşhir edildiği biliniyor. Özellikle spor yapmakta, yüz mekte hiç tereddüt etmedi, su sporları ile çocukları ve bilhassa torunları usta derecede meşgul olmuşlardır. Güzel Sanatlar Aka demimizde eğitim gereği canlı mo delle resim yapmak 100 yılı aşkın bir
uygulamadır. ■
Halife Abdülmecid Efendi'nin bir çıplak erkek deseni. Desen şimdi Dolmabahçe Sarayı'nda bulunuyor.
Haymatloz sergisinin düşündürdükleri
teakiben dini. Bu mir’deki
G
eçtiğimiz sah günü Ege Üniversitesi Kültür Merkezi’nde açılan“Haymatloz: Özgürlüğe Giden Yol” adlı sergiyi gezdim ve mü-
“göç” konulu bir konferans ver- sergiyi Ege Üniversitesi ve Iz- Alman Kültür Goethe Enstitü- sü’nün müdürü Bay Schmidt birlikte tertip lemişler.
1933 Almanya’sından akademisyenle rin göçü, Hitler’in Propaganda Nazırı Go- ebbles’in de sık sık istismar ettiği bir acı gerçeği de içerirdi; Almanya’nın attığı Ya- hudiler uygar (!) Batı’nın diğer ülkelerinde
de çok hoş karşılanmıyordu; o gelenler iş bulamıyordu ve Almanya’dan gelen göçü durdurmak için Amerikalı lar bile daha önce her yıl aldıkları göçmen kontenjanını adamakıllı azaltmışlardı.
iki dünya savaşı arasındaki Alman bilim, felsefe, tıp ve mühendislik dünyası uygarlık ta rihine bir Rönesans dönemi kadar etkili olacak düzey ve hacimdeydi. Hitler vahşeti bunu sildi götürdü. Ne gariptir ki uygar Batı da bu ortam ve zenginliğe sahip çıkamadı. Bir istisna, boz kırda dirilen Türkiye sadece doğal bilimler ve
mühendislikte değil, tarih, coğrafya ve filoloji alanında da bu insanlara el attı çünkü yeni
Türkiye’nin düşüncesi bir kavinin ayakta kal mak için zamanlara ve mekanlara hükmetme si, yani tarih, coğrafya ve dilbilimi alanında iyi yetişmesiydi.
Hazin bir sonuç
Doğrusu Alman profesörler çağdaş Avrupa'da ol mayan bir toleransla Yahudisi, solcusu, hatta iktisatçı
Kantorowicz gibi komünist partisiyle ilgisi olanlar bile
Türk üniversitesine hoca olarak alındı, kendilerine asistan ve çevirmen verildi.
Ernst Hirsch ve Neuıııark gibileri Hukuk Fakültesi
ve İktisat Fakültesi’ne kütüphane kurdular. Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne gelenler fakülteyi kurup geliştirmekte çok yararlı oldu. Bazıları yetenekli Türk gençlerini yetiştirdi ve iyi ilişkiler kurdu. Bazıları ise yerli Türk meslektaşlarıyla çatışmaya düştü. Hirsch ve Neumark gibi Türkçeyi çok iyi öğrenip hatta yazan lar dahi çıktı, öğrenmeden gidenler oldu.
Bulundukları sahayı kuranlar yanında kuramayan lar olmuştur. Hazin bir sonuç; Atatürk’ün yapmak iste
diğini anlamayan haleflerinin güttüğü kötü politika nedeniyle 1947 üniversite olaylarından sonra Alman lar Türkiye’yi terk etti. Fransız geleneği üzerinde kuru
lan Türk üniversitesi Alman geleneğinden de çok şey ler kazandı. Ama bazı beklenen alanlarda pek faydala rı olmadı. Bizans araştırmaları bunların başında gelir.
Bir entelektüel göçüydü
Hindoloji araştırmalarının başkanı ünlü Walter Ru
ben, Türkiye’den ayrıldıktan sonra Doğu Almanya’ya
gitti. Almanya’ya dönenler vardı. Genelde Amerika'ya yerleştiler. Şarkiyat ve Türkoloji’nin ünlü adamı Kari
Süssheim burada öldü. Oıtaköy Musevi Mezarlığıma
gömüldü, Helmut Ritter ise yazma kütüphanelerin harpte kapalı olması dolayısıyla halk edebiyatı ve gü neydoğuda Süryani dilini araştırdı, Frankfurt’a döndü. Ünlü Türkolog hocamız Andreas Tietze’ye bir yer veri lemedi, o da Amerika’ya yerleşmek zorunda kaldı. Ne Yahudilik ne sosyalistlikle bir alakası olan gerçek libe ral, sevgili Robert Anhegger, Alman dünyasını gönüllü olarak terk etmişti ve burada kalıp öldü.
Bu bir entelektüel göçüydü, Türkiye’nin bağrına bastığı sayısız göçlerden biridir. Hepsinin tarihini bil mek zorundayız. Bu gibi araştırma ve yaklaşımları kı vançla karşılıyoruz. ■