T T. -T;
% & (
Edirne Ş a irle ri:«
Şazî Şaziye
Yine şiir ve edebiyat meraklısı olankomşumuz bir zabite şiirlerimi göstermiş, o da çok takdir etmişti. Artık kendim de şair olduğumu anlamıştım. Eserlerimi be- ğenmiye başlamıştım.»
Şimdi ben yine sordum: «Şiirlerinizi matbuata vermediniz mi?» dedim.
— A... dedi. Senden olsun bu sözü beklemezdim. Hiç nefes’ler matbuata ve rilir mi? Onlar «Erenler dergâhının sırrı değil midirler?
Kalkıp getirdi. Şiir mecmuasını bana verdi. Defteri dikkatle tetkik ettiğim za man Şaziye’nin iftihar edilecek bir kadın şairi olduğuna kanaat getirdim. Fakat e- serlerini neşrettirmemek hakkmdaki zihni yetini değiştirmek vazifesi karşısında bu- - lunöuğumdan ona biraz sitemli, biraz da
ağırca olarak şu cevabı verdim:
Asıl, dedim. Senden bu sözü ve bu fikri, ben beklemezdim. Şair ve şiir hiç bir zaman ve hiçbir kimsenin inhisarında de ğildir. Onlar bütün memleketin ve bütün milletindir. Nefesler de şiir ve sanat eseri
olduğuna göre onlar üzerinde sanatkârın
ince fikirleri işlenmiştir. Bu, keskin bir hünerdir. Ve bu hüner irfan ve zekâ nu munesidir. Şu halde, ben pek iyi. biliyo rum ki gerek sen ve gerek Sulhi eserleri nizi kendinizde saklıyarak şairliğinizi ve sanatınızı memleketinize ve milletinize bil dirmiyorsunuz. Siz, ikiniz de Bektaşîliğinizi duyurmaktan korkuyorsunuz. Fakat sizin, bektaşllikten daha çok büyük bir meziye tiniz vardır ki, o da şairliğinizdir. Bekta şilik hususi bir kaide ve inanıştır. Fakat şairlik büyük bağlarla büyük milletinize bağlı büyük ve temiz bir haslettir. Onu memleketinizden ve milletinizden sakla mak memleketine ve milletine hiyanet et mek demektir. Lüleburgaz’lılar sizin
bek-taşiliğinizi değil, şairliğinizi bilselerdi «Bi zim kasabamızda, da güzide şairler yetiş miştir.» diyerek iftihar ederlerdi. Siz on lardan hem kendi kıymetinizi saklıyor, hem de yine onlardan sizi bilmelerini kıskanı yorsunuz.
A... estağfurullah, dedi. Benim gibi âciz bir kadın için Lüleburgaz’lılar neden iftihar edeceklermiş.
— Orasına, dedim, karışmak size düş mez. Bu cihet memleket münevverlerinin işidir. Takdir ederler mi, etmezler mi? . Orasını onlar bilirler.
Baktım ki Şaziye bu sözlerimden gü cenir gibi oldu. Onu darıltmamak için de dim ki:
— Madem ki beni, gıyabî olarak ho canız bildiniz. Şu halde bana, şairliğiniz hakkında şifahî nasihat vermeğe bir hak vermiş oldunuz. Ben size şair ve şiir hak- kmdaki umumî usul ve kaideleri söylüyo rum. Sakıtı gücenmeyiniz.
Şaziye samimiyetimden emin oldu. Yi ne anlatmıya başladı:
« Bir kere, dedi, dayım Salih Bey bir şiirimi îstaribulda çıkan bir mecmuaya
vermiş. Mecmua onu memnuniyetle bas
mış. Mecmua sahibi dayımı tekrar görü
sünde «O hanımın şiirlerinden yine veri niz. demiş. Dayım Salih Bey gelip benden, şiir istediği zaman «Ben mecmuaya, gaze teye şiir vermem.» dedim. Dayım'benimki leri vermek istiyordu amma kendininkileri vermiyordu. O, benden çok yüksek bir şair dir. Hem de erkektir. Senin dediğin gibi onun bir bektaşi şair olduğunu kendi kasa balıları olan Lüleburgaz’lılardan bilenler pek azdır. Hele şair olduğunu büyük dayım Ali Beyden başka bilen yoktur.»
Sair bundan sonra İstanbul mecmua larına yalnız «Şaziye» imzasiyle şiirler
D A M L A • •.
-yazmıştır. Hepsi de, lezzetle okunup takdir edildiğini yakından biliyorum. Lâkin, üstü ne titrediği yavrucuğu da ölünce pek kim sesiz ve yalnız kalarak kendisini pek ısrar la istiyen bir kocaya vairdıktan sonra, artık ne kendisini ne de imzasını göremez olduk.
Şaziye, tarihte ismi menkıbelerle dolu olan Lüleburgazlı Ahmet Bey sülâlesinden- dir. Fakat kendisi fakir olarak doğmuş, fakir olarak büyümüş ve daima. bedbaht olmuştur. Onun en büyük serveti güzelliği idi.
'Şaziye aruz ile de yazardı. Fakat hece vezninde daha çok muvaffak olurdu. Ne fesleri, dayısı Salih Sulhi gibi zahitlere taş atmakta pek kuvvetli idi. İrticalen kısa manzumeler söylemekte de pek mahirdi.
Şimdi onun birkaç manzumesini ve
relim:
SEVGİLİMİN TABUTU ARK A SIN D AN Tok tahammül hicrine gitme sakın gur betlere, Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canım, gitme gel. Terkedüp yalnız beni atına sakın hasret lere, Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canım, gitme gel. Sen gidersen kalırım ben bikes öksüzler gibi, Göremem dünyayı sensiz saııki gözsüzler gibi, Tutulur nutkum olurum tıpkı dilsizler gibi, Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canım, gitme gel. Kalbim hasret ateşinden nârı suzana döner, Aklu fikrim parçalanmış köhne mizana
» ' döner,
Sensiz hanem ey vefasız BeytUHıazana döner, Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canım, gitme gel. Hiç çekinmez sarılırdım şimdi taze na’şıııa, Çarpar idim başımı hasretle kabrin taşma. Acı bari oğlunun durmaz akan gözyaşına, Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canım, gitme gel. Sevmiş idim ben seni cami gönülden içeri, Söyle, nasıl oldu da terkeyledin alı, seıı beni,
Haydi yarim tabutundan fırla da dön gel geri, Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canım, gitme gel. Seıı gidersen bağımın bülbülleri ötmez olur. Hiçbir işe kuvvetim hem kudretim yetmez
olur, Sen gidersen dertli başımdan belâ gitmez olur. Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canım, gitme gel. Pişkâhımdan benim ayrılma sen gamzem gibi, Cismin ey şulı (Şazî) bîçareye elzem gibi, Ağzının balı gelirken ağzıma zemzem gibi, Gitme ruhum, gitme şuhum, gitme canını,
gitme gel. AH EVLADIM
Allahım, ihsan ettiğin bu çocuk, Neden illide bir hastalanıyor? Şimdi benzi al al, az sonra uçuk, Nedeıı her ân böyle başkalanıyor? Gülmesinde bile bir acılık var, Bakışlarında yalvarış sezilir,
Onıın için hayat hem geniş hem dar, Nefes alışından kaibiıu ezilir.
Felâket baykuşu nakus çalıyor, Zaten çökük olan damım üstünde. Felek benden zorlu bir öc alıyor, Şu yavrumun her bir öksürüşünde. Ey (Şaziye) bir gün sen de gülersin, Çocuğunla bir mezara girersen. Sen de bir güfı muradına erersin, Cennet bahçesinden güller derersen...
V A H İT E FE N D t’YE [11 Ey şairi bîçare gel âsara kapılma, Yâr olmayı ister iseıı ağyara kapılma. Sen kendini bil, hüsnü füsun şendedir elbet, Sen hüsnüme ey âşıkı avare kapılma. Hüsnüm ile meşgul oluyorsun demek oldu, Öyleyse bu şiirimdeki âzarâ kapılma. Aslı şehrine girmiş geziyorsun amma âşık, Sen andaki aşifteli pazara kapılma. Methetmedesin sen beni, lâkin iyi dinle, Tul kendini sen (Şa/.i) nâçara kapılma...
Vahit Liitfi SALCI
[1] Ona,. Edirne’de iken gençliğimde yazdığım bir şiirime cevaptır.
—
43
—Taha Toros Arşivi