• Sonuç bulunamadı

Uzun bir şarkı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Uzun bir şarkı"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

/ 7

. 1

1

. t.v-v

A

L P/i1 ^

^

AA

Uzun bir ş

D EN İZ DURÜKAN

A

yten Alpman, Türki­ye ' nin ilk kadın şarkıcı­ larından biri. Siyah küt saç lan, hüzünlü bakış- lan ve muhteşem yorumuyla yıllar­ ca zirvede kalıp, T ürk Pop tarihine adım altın harflerle yazdıran güzel kadın yine aramızda. Ses tellerin­ deki nodul nedeniyle doksanlı yıl­ larda müziğe ara veren Alpman, 20 Kasım gecesi Cem al R eşit Rey Konser Salonu ’ nda ellinci sanat yı­ lım kutlayacak. Y ıllarca şarkılany- la gönlümüzü, ruhumuzu okşayan, kimi zam an yaralayan Alpman, acılan, hüzünleri, sevinçleri ve aşklanyla sayfalarımıza konuk ol­ du. işte size biryıldızınhayatı:

Çocukluğunuzdan başlaya­ lım... Sanırım üç yaşındayken an­ ne ve babanız ayrılmış.

Evet, doğru. Yeşilköy’de doğ­ dum. Doğduğum yer, yetm iş sene öncenin Avrupa’sı gibiydi. Yat ku­ lübü vardı, kiliseler çoğunluktaydı. Arkadaşlanm ın çoğu Rum ’du. Bu­ gün hâlâ onlarla görüşüyorum, il­ kokulu orada okudum. Annem Fransızca, teyzem de kem an dersi alırdı. Yani m odem bir ortamda bü­ yüdüm. On yaşma kadar, hiç alatur­ ka müzik duymadım. O zam anlar Fransız müzikleri, Tino Rosi Ter ça­ lardı. Anna diye bir arkadaşım var­ dı, babası papazdı. Silindir gibi uzun şapkası vardı. Onun kucağına oturur, Rumca konuşurduk. Gerçi şimdi unuttum Rum ca’yı. Annean­ nem ile dedem B oşnak’tı. Saray- bosna’dan gelmişler. Oradaki evle­ rine karşılık, Yeşilköy'de iki ev ver­

m işler onlara. Büyük, beyaz, koca­ man bir evde otururduk, o yanınca, daha küçük bir eve taşındık. Büyük babam ve anneannem, Türkçe bil­ mezdi. Babam pek hatırlamıyorum ama, dem iryolunda çalışırmış. O sıralar büyükbabam hastalandı, ona bakan doktorla annem arkadaşlık yapmaya başladılar. Ardından da evlendiler. Yeşilköy’den ayrılıp Os- m anbey’de bir apartman dairesine taşındık. Nişantaşı Kız Lisesi’ne yazıldım. Ama haylaz bir çocuk­

tum, anne ve babamın ayrılmasının da etkisiyle derslere çok eğilm e­ dim. Benim le başa çıkamayınca, Kandilli Kız Lisesi’ne, oradan da Erenköy Kız Lisesi’ne “leyli” ola­ rak verdiler. Hiç sevmedim o okulu. Ortaokul diplomamı aldıktan bir süre sonra okul yandı. Tekrar N i­ şantaşı Kız Lisesi ’ne başladım. Bu­ rada ilham G encer’le tanıştım. On üç, on dört yaşlarındayım, flört et­ meye başladık. O zamanların m eş­ hur filmlerine giderdik, oradan öğ­ rendiğimiz şarkıları ilham piyano­ da çalardı. Tabii okulu ihmal ettim, hatta okula gitmemeye başladım. Kıyametler koptu. Üvey babam di­ siplinli ve sert bir adamdı. Aram ız­ da her zaman bir mesafe vardı.

Sanırım üvey babanız Malatya belediye başkanı olmuş...

Evet, bundan dolayı, M alatya’ya taşınm am ız gerekti. Bir ay zorkal- dım. O zamanki M alatya şimdiki gibi değil; başörtülükadınlardolu, sokağa çıkm ak yasak... Evin için­ den sular falan akıyor... Ki o ev, ora­ nın en iyi evlerinden biriydi. Doğru anneannem in yanına döndüm.

Te-p ebaşı’nda Erm enilerin kurduğu koca bir orkestra vardı... Orkestra­ dan Arto bir gün “bakalım nelerya- pacaksm ” diye beni çağırdı. Hiç unutmam Dream diye bir şarkı var­ dı. İngilizce söylediğim ilk şarkıy­ dı. Onlar beni, ben de onları beğen­ dim.

İlham Gencer ne yapıyordu bu arada?

Onunla bağımız hiç kopmamıştı. O sıralarda, 1949’da İstanbul Rad­ yosu açıldı. ilham geldi, “Radyoda bize on beş dakika verdiler, her çar­ şamba iki parça çalacağız, iki parça da sen söyleyeceksin” dedi. Apar topar radyo program larına başla­ dık. Derken gençliğin sevgilisi ol­ duk m u... O sıralar İstanbul ’da hiç Türk şarkıcı yok.

tik kadın şarkıcılardan birisi­ niz yanılmıyorsam...

tik kadın şarkıcı Sevinç Tevs’di. Ona çok özeniyordum. Arkadan Rüçhan Çam ay çıktı. Ben üçüncü- yüm. Dediğin gibi ilklerden sayılı­ yorum.

Peki halk nasıl karşıladı?

Halk bayıldı bize, çıldırdı. Radyo haftaları vardı, küçük küçük mec­ mualar... H er hafta ben kapaktım, ilham da İstanbul Teknik Üniversi­ tesi ’ ne konsere giderdik, ilham bas ve davul da aldı yanına. Böylece sahneye trio ile çıkar olduk. O sıra­ lar daha on yedi yaşındaydım. Kon­ ser sonunda öğrenciler bizi bindiği­ m iz taksiyle beraber havaya kaldı­ rırdı . Büyük sükse yapm ıştık o za­ manlar. Hep Ayten Alpman ve il­ ham G encer diye lanse edilirdik. Sonuçta evlendik ve Çatı adlı bir kulüp açtık. O da büyük bir başarıy­ dı. Bütün İstanbul ayağa kalktı. Fa­ kat ciddi bir geçim sizlik vardı il­ ham da aramızda. Çok kıskançtı. Sahneye çıktığım ızda, etrafa ba­ karsam arkam dan tekmelerdi. So­ nunda, yedinci yılda ayrıldık, o Ça­ tı’ya devam etti. Ben tsveç’e gittim.

Çatı’da kimler şarkı söylerdi?

Pek bilmiyorum, ben o senelerde yurt dışındaydım. Boşanır boşan­ maz, ism et Sıral Orkestrası ile İs­ v eç’e gittim. îlham ’ın söylediğine göre, Emel Sayın, Ajda Pekkan... gibi birçok kişi orada m eşhur ol­ muş. Doğrudur, çünkü herkes

or-CUMHURtYET DERGİ

daydı. Oraya gelen kim olursa il­ ham sahneye çağırır, şarkı söyle­ yenlere şarkı söyletir, şiir okumak isteyenlere şiir okuturdu.

Peki, İsveç’e dönelim.

O yıllarda dans müziği, pop m ü­ ziği söylüyordum. İngilizce, Fran­ sızca ve İtalyanca şarkılardı bunlar. O zamanlar Türkçe şarkı okunmaz­ dı. M efaret Atalay diye bir kadın müzisyen vardı, o Türkçe tango söylerdi. Biz Türkçe tango söyle­ meyi o zaman biraz h a fif buluyor­ duk. Böyle bir züppeliğimiz vardı işte, ilham ’dan boşanmadan önce A rif M ardin’le tanışmıştım. Bir gün, senin sesin caza çok yatkın, gel sana caz dinleteyim, bu abuk sa­ buk şarkıları da bırak demişti. Ye­ şilköy’den Sarıyer’e caz dinlem e­ ye, öğrenmeye giderdim, ilk gitti­ ğimde Ella Fitzgerald dinlemiştim. Bayılmıştım ve içimde ukde olarak kalmıştı caz. İsveç’e gider gitmez, hem enbircazokulunagirdim . Veo zamana kadar tamamen bilinçsizce şarkı söylediğimi anladım. Yanlış söylemekten gırtlağımı mahvetmi­ şim. Bunları çok geç öğrendim. Ya­ şım zaten otuz olmuştu. Sonra is­ met Sual Orkestrası ile iki yıl orada kaldık. Çok eğlenceli bir şehir de­ ğildi; tam am çok temiz, güzel bir yerdi ama, insanlar soğuk, arkadaş­ lık yapm ak çok zor... Dolayısıyla orkestradaki çocuklar çok sıkılmış­ lardı. Büyük bir özlemle İstanbul ’a döndüler. Ben de dönecektim ama İsveç’in en iyi caz orkestralarının birinden teklif geldi. Bir yıl daha kalıp onlarla çalıştım.

Sonra İstanbul....

Evet, bir döndüm ki, her şey de­ ğişmiş. Üstelik repertuarımdan do­ layı büyük bir gururla geliyordum. B ir sürü şey öğrenmişim, Ray Charles, Duke Ellington, Miles Da- vis’leri dinlemişim, Ella Fitzgerald ile iki günlük de olsa bir dostluğum olmuş... Geldiğimde, seni Tülay’a

Ayten Alpman

müziğe başladığında

lise öğrencisiydi.

1949’da İstanbul

Radyosu açıldığında

İlham Gencer ile

birlikte söyledi. Sensiz

Olmam, Tek Başına

şarkıları ile ortalığı

birbirine kattı.

Önceleri “Bir Başkadır

Benim MemleketinT’i

söylemek istemedi,

şarkı Kıbrıs

Harekâtı’ nın

ortasına düştü ve...

(2)

17 KASIM 2002. SAYI 869

7

(German) götürelim dediler. Ben gitmeden önce İngilizce şarkılar, caz söylüyordu. Dinlemeye gitti­ ğimde inanamadım. Arkasında Ru­ hi Su, Burçak Tarlası’m söylüyor. “Bu ne” diye sordum, “aranjm an” dedi. Baktım herkes böyle söylü­ yor; Ecnebi müziğe, Türkçe söz ya­ zılıyor, bumoda olmuş. Sen de böy­ le söyleyeceksin dediler, hayatta söylemem dedim. Ama şarkı söyle­ yecek caz kulübü bulamadım. E, hazır para da bitiyor... O sıralarda Fecri Ebcioğlu ile karşılaştım. Böy­ le para kazanam azsın dedi. Bana “Sensiz Olmam” adlı bir şarkı yaz­ dı. Şarkı çok tuttu. Ardından Fec- ri’nin ve Sezen Cum hur ö n a l’m yazdığı şarkıları söyledim, güzel şarkılardıama,çokpatlamadı. Tâki Ülkü Aker’ in yazdığı “Tek Başına” adlı şarkıya kadar. O şarkı bom ba gibi patladı. Ardından “Ben Böyle- yim” çoktuttu. Tam o sırada Kıbrıs Çıkarması oldu ve “Bir Başkadır Benim M emleketim” adlı şarkı or­ talığı birbirine kattı.

Sanırım bu şarkıya önce karşı çıkmışsınız.

Evet, istemedim. A şk şarkıları söylemek istiyordum. Sonra Fikret Şenes ısrar etti. O sırada Şerif Yüz- başıoğlu ile C arlton’da çalışıyor­ duk. Bu şarkıyı söyle, kıyam et ko­ pacak dedi. Söyledim, seyirciden tık yok. Ertesi gün yine söyledik, seyirciden gene tepki yok. Neyse bir gün evde oturuyorum , televiz­ yonu açtım, “M em leketim ” çalı­ yor, o sırada mahalle bu şarkıyla yı­ kılıyor. Ne oluyor dememe varm a­ dan üzerim izden jetler geçmeye başladı. Meğerse Kıbrıs’a girmişiz. Dünyanın neresinde Türk varsa, onlardan bana m ektuplar gelmeye başladı. Herkes bu şarkıyla ağlıyor­ du. Yurt içinden, yurtdışm dan, bir çok yerden davet almaya başladım. Özellikle de Silahlı Kuvvetlerden. Her gittiğim baloda, bin kişiyle öpüşüyor, bin kişiyle ağlaşıyoruz. Her gece böyle. Amiraller, general­ ler herkes çok ilgili. M ersin’e sah­ neye çıkmak için üç günlüğüne git­ miştim. Bir baktım otelde bütün fi­ lo dolu. Sahneye çıktığım da otuz kırk kişilik bir masada bahriyeliler ve başlarında da amiralleri. Sahne­ den inince beni masalanna davet et­ tiler. Hepsi çakı gibi denizci. Çoğu ağlıyor. Oradaki am irallerden biri Kıbrıs Harekâtı dönemini anlattı. Denizaltı ile Kıbrıs sahiline gitmiş­ ler. Çıkartma için em ir bekliyorlar. Tam üstlerine bir Yunan gemisi gel- miş. Yapacak bir şeyleri kalmamış, hepsi birbiriy le helalleşmiş. O sıra­ da telsizden “havasına suyuna, top­ rağına taşına...” diye bir ses duyduk diyor amiral. Eğer buradan sağ kur­ tulursak, bu şarkıyı söyleyen kimse onu bulup, yanaklarından, ellerin­ den öpeceğim demiş. O şarkının et­ kisiyle çıkmışlar, Yunanlıları püs­ kürtmüşler. Bir süre sonra M ete Akyol ’la karşılaştım. O da Kıbrıs’a savaş muhabiri olarak gitmiş. Bir­ kaç gazeteciyle birlikte yanlışlıkla Rum tarafına geçmişler. Rum lar yakalam ış bunları ve bir duvarın

önüne dizmişler. Arkalarında m a­ kineli tüfekler, takır tukur mekaniz­ ma sesleri... Korkuyoruz ama, yi­ ğitliğe de bok sürmüyoruz diyor Mete. Fakat genç bir m uhabir var- m ışyanlarm da, tir tir titriyor... Ona moral verm ek için, “havasına, su­ yuna, taşm a toprağına...” diye baş­ lamış Akyol. Bunun üzerine, ya­ nındaki ve onun yanındaki, derken hepsi bir ağızdan aynı şarkıyı söy­ lemeye başlamışlar. Ne olduysa, ar­ kamdan biri kolumdan çekti, “hadi gidin çabuk,” diyerek bizi cipe bin­ dirdi diyor Akyol. Böylece kurtul­ muşlar. Büyük bir olay oldu bu şar­ kı. Hayatımın dönüm noktasıydı.

Öç evlilik yapmışsınız.

Evet, ilh am ’dan sonra Ümit A k­ su, birde Sinan Bilsel’le evlendim. Hani Gönül Yazar’m da evlendiği adam. Araba kazası gibi bir şeydi o. Ona nasıl kandığıma ben de şaşıyo­ rum.

Nasıl kandınız?

İsveç’ten geldikten birkaç sene sonra, şimdi adı Marmara Etap olan otelde bir balo vardı. Genç bir adam fır dönüyor etrafımda. Uzun boylu, mavi gözlü, çok da yakışıklı biri. Otelin yiyecek içecek m üdürüy­ müş. Çok da gençti, yirmi dokuz yaşlannda falan. Ben de kırk dokuz yaşındayım. Her zaman aklı başın­ da biri oldum, öyle çok flörtüm ol­ madı. Am a aşırı ilgisi de beni cez- betti. Aklım dan kötü şeyler geçi­ yor, kendi kendime “olmaz,” diyo­ rum. Neyse eve geldim, notalarımı unuttuğumu fark ettim. Bana acilen lazım. Bu çocuk da ısrarla numara­ sını vermişti. Onu aradım, notaları­ mı biriyle gönderm esini istedim.

Saatgeceninikisi. Yarınakşamben getirebilirm iyim dedi. O lur dedim (bunu söylerken gülüyor). Ertesi gün bir geldi ki, elinde seksen tane gül, koca bir pasta. Meğerse hayatı A lm anya’da geçmiş, anne baba sevgisi görmemiş. Bütün bu acıklı hikâyenin karşısında, zaten etkile­ niyorum ondan, iyice hoşlanmaya başladım. Derken elimi falan tuttu. Sana âşığım demeye, inanılmaz gü­ zel sözler söylemeye başladı. Son­ radan öğrendim ki, o sözleri kitap­ lardan ezberlemiş. Ama çok yalnız­ dım, o da çok da yakışıklıydı; inanı­ yorsun işte. Bir ay flört ettik. Sürek­ li benimle evlenmek istediğini söy­ lüyordu. Nerdeyse yırtınıyordu ev­ lenm ek için. Daha önce de flört et­ miştim ama, evlenmek lafını iki se­ ne sonra çıkardı. Bir ay sonra evle­ nelim diyen adam, tuhaf aslında, kararsız kaldım. Benden yirm i yaş

kadınlarla para için evlenenler var ya! Bu benimhiç aklıma gelmemiş­ ti o vakte kadar. Tabii çok üzül- düm .Bu arada alışverişe çıkıyo­ rum, kendime bir şeyler alıyorum , o da kendine bir şeyler alıyor, be­ nim hesaptan ödüyoruz. O hiçelini cebine atmıyor. Neyse, param yok deyince beynimden vurulm uşa döndüm. Oysa balay ma gitme fikri onundu, ben istememiştim. Dürüst davranmaması beni çoksarsm ıştı. Hesabı ödeyip otelden ayrıldık. Ama çok buruldum. Aradan birkaç ay geçti, bir gazeteci bayan geldi, kocamın Gönül Yazar’la buluştu­ ğunu söyledi. Üzülmedim, zaten kafam da onu bitirmiştim. Onu ev­ den gönderdim. Sonra Gönül Ya­ zar’la evlendi. Ama onunla da çok sürmedi beraberliği. Altı ay sonra Gönül de onu kovmuş.

Seslendirdiğiniz şarkılara bak­

çarpmıştı. Sonra çok kötü şeyler yaşadım , olmadı. Sonuçta aşk be­ nim için çok önemlidir. H içbir şey düşünmeden, bir bakış, bir hareket beni aşka çekerdi. Hiç aşksız kal­ m adım, am a hiç de deli divane ol­ madım. Yaşadığım aşklarda hep bir realite oldu.

Şarkıları yorum layışınızda dikkatimi çeken bir şey var. Şarkı ne kadar n aif olursa olsun, siz se­ sinizle o naifliği kırıyorsunuz. Sesinizdeki, duruşunuzdaki sert ve soğuk ifade, belki de bir kal­ kan hayata karşı....

Hiç fark etm edim bunu. Ama o sertlik, ya da soğukluk korkudan, kompleksten kaynaklanıyor. Şarkı söylerken halktan korkarım, kala­ balıktan ödüm kopar. Şarkı bitse de gitsem derim. Kendimi hiç beğen­ mem, hep bir eksiklik bulurum. Büyük bir şarkıcı oldum düşünce­

küçük, bir yandan isti­ yorum, bir yandan ko­ numumu düşünüyo­ rum. Aylarca tereddüt

içersinde kaldım. So­ nunda evlendim. Ama bana öyle ilgi gösteriyordu ki, kendimi on sekiz yaşında bir kız gibi h is s e d iy o r d u m . K ıbrıs’a halayına gittik. Orada da bü­

yük ilgiyle karşı­ landık. Odanın her tarafı halktan gelen hediyelerle doluy­ du. Neyse, geri dönme vakti geldi­ ğinde hesabı öde­ mesini istedim Si­ nan’dan. Bende pa­ ra yok dedi. Hani kendinden büyük

tığımda, bu tür hayal kırıklıkları­ na sıkça rastlıyorum. G erçi söz­ ler size ait değil, ama bir şekilde sizi anlatıyor.

O aşklar şarkıları yazanların aş­ kı, benim değil. Çokhayal kırıklığı yaşamadım . Sinan’dan sonra ikinci kocam Ümit Aksu ile yeniden bera­ berlik yaşadık. Bu yirmi sene sür­ dü. O ilişki başlangıçta aşk idi, ama sonra dostluğa dönüştü, iki sene öncesine, o ölene kadar aynı evde yaşadık.

Ya Hayati Cafe?

Yahudi bir şarkıcıydı. Ona biraz çarpılm ıştım . İki sene sürdü, ama ne aşk! ismet Sılay Orkestrası ile İs­ v eç’e giderken o da geldi. Fakat orada kadınlar çok güzel, bakılma­ yacak gibi değil... Hayati çarpıldı onları görünce, ben de başka şeyle­ re... Kavgasız dövüşsüz, güzel bir ilişkiydi, öylece de bitti, ilham G encer için de ilk başlarda kalbim

sine hiç kapılm adım . Tersine hep aşağılarda hissettim kendimi.

Çocuklarınızdan uzun süre ay­ rı kaldınız. Onlarla aranız nasıl?

iki sene ayrı kaldım, llham ’m an- nesi çok iyi bir kadındı. Ayrı kaldı­ ğımız süre içersinde bana her hafta mektup yazar, bilgi verirdi. Oğlum değil, ama kızım çok acı çekmiş. Resim lerim e bakıp ağlamış. İs­ v eç’e gittiğim de oğlum sekiz, kı­ zım Ayşe yedi yaşındaydı. İsveç ’ten geldiğim de ilk işim onları yanıma almak oldu. Beraber yaşamaya baş­ ladık. Am a Ayşe zam an zaman o ayn kaldığımız iki yıl için dertlenir, “niye bıraktın beni” derdi, içim de hep ukdedir onun üzüntüsü. Ç o­ cuklarımla aram hep iyi oldu, arka­ daş gibiyiz. Ayşe ile her gün görü­ şürüz. Şimdi, röportajdan sonra Ayşe ile buluşacağız.-^

dendur66@hotmail.com

4

"

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırıcılar yapmış olduğu araştırmada, sosyoekonomik düzeyi düşük olan öğrencilerin bu öğrenme yönteminden daha fazla yararlandıklarını ortaya

(2) Evacuation time in Scenario 3, with the same number of classrooms and students on the left and right sides of the building for each grade, is 3.9 seconds shorter than

“Güneş benzeri yıldızların %30’unun çevresinde yörüngesi yıldıza yakın, süper Dünyalar ya da Neptün benzeri gezegenler olduğu görüşü çok dikkate değer. Bu çok

KITAP TANITMA 207 Bu yazma= içindeki Tevârih-i Fetih-nâme-i Ba~dad adl~~ sadece iki nüshas~~ mevcut olan eser de yine ~ahin Kandi taraf~ndan kopya edilmi~tir.. Katalogdaki

Osmanl~~ Bilim Literatürü Tarihi Serisi'nden ya- rmlad~~~~ Osmanl~~ Astronomi Literatürü Tarihi (2 cilt 1997) ile Osmanl~~ Matematik Literatürü.. Tarihi (2 cilt 1999) adl~~

Basınç dağılımı, basınç merkezi, sağ/sol dengesi, ön/arka dengesi gibi gözle ölçülemeyecek verileri gerçek zamanlı olarak ölçen akıllı ayakkabıyı kullanmaya

2002 yılında kemer ve kemer tokası geliştirmek üzere Kaliforniya’da kurulan bir giyim firması, giyilebilir teknolojiyi kemer mekanizması üzerinde kullanarak farklı

Tip 3 no'lu karayemiş meyvelerinin ortalama toplam fenol miktarı ve antioksidan aktivitesi en yüksek olmuş, sırasıyla 148.6 mg GAE/100 g yaş ağırlık (YA) ve 101.06 µmol TE/g