• Sonuç bulunamadı

Fikirler ve insanlar:Tenkidin tenkidi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fikirler ve insanlar:Tenkidin tenkidi"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T en k it.

«Edebiyat ve Sanat Bahisleri»

Nahit Sırrı Bey “Edebiyat ve

Sanat bahisleri,, atlı bir kitapta

dört ayrı bahse dokunan dört ma­

kalesini neşretti. İlkin, ROLAND

DORGELES’in “Devesiz Kervan,, t

adını taşıyan bir yolculuk kitabı

dolayısiyle “Seyahat edebiyatı hak

i

kında düşünceler,, ini yazıyor. RO-

KAND DORGELES büyük harp­

ten sonra, birkaç yıl evel Ahmet

İhsan Beyin “Yolda,, adiyle türk- ,

çeye çevirdiği “Pariir,, gibi; Mısır

ve Suriyeye ait “Devesiz Kervan,,

j

gibi seyahatnameleriyle tanınmış j

biı fransız muharriridir. S e ya h a t!

edebiyatının seciyesini yapan taf­

silat; geçmişe ve uzaklara ait aza­

metli veya fakir, şen veya

hazin

tasvirler; sade, güzel, bilâvasıta

bir üslûp; el memleketlerin, ayrı

ruh ve yüzlerin verdiği

heyecan,

muhabbet, hayranlık, samimiyet

ve aşk bu muharrirde pek kıt ol­

makla beraber, kitaplarındaki ro­

man çeşnisi ve vakalarının entriği

karim alakasını çekmeğe yetiyor

Zaten Nahit Sırrı Beyin makalesi

de bu muharrir hakkında hır eser

olmaktan fazla seyahat edebiyatı­

nın bir tarif ve tahlilidir. Netekim,

(2)

CHATEAUBRÎANİ5, LAM AR-j

’’Edebiyat

ve

sanat Bahisleri,,

TİNE, LOTİ BARRES, gibi sark inin diğer iki makalesi: “Edebiyat-

ve Aksayışafk Eallsmcta bîrcpk e-

serler yazmış Ve bugün klasik ol

muş muharrirlerle millî kütüpha­

nemizin sey&Seat edebiyatı faslım

başlı başına dolduran muharrirle­

rimizden ve mesela, Evliya Çelebi,

Cenap, Falih R ıfk ıdan bahsetmek

suretiyle yazışına umumî bir çeşni

vermiştir. Bilhassa, belki birkaç

Roland Dorgeles’e değer olan ve

bugünkü edebiyatımızın en uç nok

tasında tek basma duran Falih

Rıfkı’y ı ; başka lisanlarda ^Deniz­

aşırı,, ayarında bîr eser daha oku­

madığını ilave ederek, medih ve

takdirle anmakta pek haklıdır. O-

nun “Zeytin Dağı,, Suriye için ya-

zdmış bütün eserlerden üstün g e -,

lir.

Tanınmıyan veya az bilinen

3

'er-

îere has eserler söze mevzu olur­

ken arkadaşım Behçet Kemal gibi

benim de kafama ilk gelen, Anado-

îudur. Yalnız; Behçet Kemal gibi

ben de diyorum ki: Anadolu yazı­

lırken eser muharririn değil, Ana-

doluyurdun eseri olacaktır. Hasta­

sına kendi keyfinin değil, derdin

ilacını veren doktor gibi Anadolu

nasılsa öyle görmeğe borçluyuz;

çıplak, yakın ve hakikî.. Bu vesile

ile o muharriri düşünüyorum ki,

Anadolunun b ir‘yanı için canlı bir

tetkik mahsulü olarak bizde he­

men hemen ilk eseri yazmıştır:

Birçok edebî değeri yüksek kitap­

lardan daha olgun ve çok faydalı

görünen

bu eserle muharririni

“Derebeyi ve Dersim,, ile Naşit

Hakkı'vı buruda şükranla anarım.

L

ta başka sanatlar,, ve ’’Temsil sa­

natında he}’ecanlarm hududu,, ga­

yet bol ve değ’şikli yazılmıştır. En

nihayet, ciynene, çiynene çürük

bir sakız halini

almış olan, son

günlerde bazı kalemlerin veniden

tazelediği bir mevzu

iizçrinde:

“Tenkit ve Miinakkide dair,, bir

makale var. Muharrir bunda tenkit

ve münakkidi nasıl anladığım söv­

üyor. Şu yazdığı doğrudur: “Bir,

münakkit için çok okumuş, çok an- •

lamış ve çok düşünmüş olmak, ede i

biyatı ise pek çok sevmek kati ve ,

mutlak bir mecburiyettir., Çok o-j

kumuş, çok anlamış çok düşünmüş

bir edip veya şairin eseri üzerinde ;

başka bir eser yapmak için çalış­

mak, o muharirin kusurlu ve eyi

taraflarım bulup meydana koymak

güç iştir. Sanatkârane saye benzi-

yen, belki de ondan üstün olan bu

çalışmada muharrir veya şairden

daha görgülü ve kültürlü, çok zeki

ve ruhu sanatkâr olmak gerektir;

trıtharrrin geniş hürriyetine karşı

îr'inaVddin uğraşma

sahası bir j

operatörün ameliyat masası kadar

dar ve tehlikelidir. Bununla bera­

ber Nahit Sırrı Beyin hemen bü­

tün makalesinde söylemek istedi­

ği gibi münakkidi elinde bir “tera-

zii adalet, kefelere ezelî eyi ve kö-|

| tüyü koyarak günah ve sevap tar-!

tan bir hakyemez mevcut gibi gör-,

| mek hiç bir zaman mümkün değil-j

i dir. Hakikatte bu, münakkidin hür­

(3)

çiz-mek deçiz-mektir. Çünkü, tenkit de

aşağı yukarı bir sanattır. Şair Fa­

ruk Nafiz bir mülakatında: Sana-

! tın baş tarafı şiir, ayak tarafı ten-

| kittir, demekle de tenkidi bir sanat

j sayıyordu. Sahiden bu böyledir ve

böyle olunca tenkit daha geniş bir

mana alır. “Güzel,, muayyen kai­

delerin çerçevesi dışında içten ge­

lir; ruhun derinliklerinden bir kay

nak gibi taşa taşa dökülür; güzeli

yaratmak için değişmez düsturları­

mız, sayılı kaidelerimiz yoktur.

“Güzel,, mefhumunu tarif nekadar

güçse, onun nasıl vücude getirile­

bileceğini söylemek daha zordur.

Sanat eserlerinin yaradılışına do­

kunan değişmez kaideler bulundu­

ğu daima şüpheli olunca o eseri

yalnız bir görüşten ve vücudu her

I zaman şüphe, götüren bazı kaideler

! bakımından tenkit de hatalı olur.

Bunun için on dokuzuncu asırda F.

BRUNETÎERE’in bahsettiği afa­

kî ve bütün şahsî tecrübelerden ay­

rı olmasını istediği düsturî bir ten­

kit hep nazariye olarak kalmıştır.

ANTOL

FRANCE: “Eyi mü­

nakkit, şaheseıler arasında ruhu­

nun sergüzeştlerini anlatandır.,,

“Ne Kleopatra’nın cazibesi, ne

Sa-Munakkit ne korkunç yüzlü bir

yeniçeri ağası, ne karnına basınca

el çırpan zilli bir bebektir; bir ede­

biyat tarihi yapan da olmadığı gi­

bi.. Fakat bir miinakkitten pek bi­

taraf olmasını istemeğe hiç bir za­

man hakkımız ve kuvvetimiz yok­

tur. Münakkit bir muharrir, bir şa­

ir, bir drarpcı gibi belirmiş bir este­

tiği olan sanat eserlerini kendi gü­

zellik ve zevk adesesinden gören i

bir adamdır; bundan başka da her |

insan gibi sinirlerine ve etlerine;

muhabbet, kin, ıstırap veya saade­

tinin hâkim kudretine ister iste­

mez ve az çok bağlıdır. İnsanın bu

zafı tenkit edende büyük bir hasta­

lık gibi görülür.

Bana göre eyi münakkit, onun

zevkine inanmış

okuyuculariyle

sevdiği muharrir ve eserler hakkın

da, yeni baştan bir sanat eseri ya­

ratır gibi ve yorularak, heyecan

duyarak, heves ederek; sürükleyi­

ci, hoş, samimî ve candan konu­

şandır. Tenkidi bu şekilde anladık

tan sonra o miinkkidin dost okuyu

cularını gücendirmemek için bitâ-

raf olması kendine bir mecburiyet

sayacağı ve biç olmazsa kötü bul­

duğu eserden sevmediği muharrir­

den bahsetmemeğe çalışacağı bes­

int François d’Assise’in şefkati, ne

Racine’in şiiri formüllere irca olu­

namaz.,, diyor. Ama tam manasiy-

le (impressio’niste) tenkit hatasız

mıdır? JU L E S LE M AÎTRE S’in

C?HNET hakkında “Muasırlar,, m

da«yazdığı şiddetli ve şahsî maka­

le ^gösteriyor ki: Hayir. Netekimj

FRANCE ta ZOLA’ya pek hak

juzca hücum etmişti.

bellidir.

Bu bakımdan eyi eserler kalbu­

run yüzüne gelir, kale almmıyan

kötüler de birer birer ortadan çe- j

bilir.

İste tenkit ve mjinakkide dair

Nahit Sırrı Bevle birçök noktalar­

da birlesen fikirlerimizin ayrı görü

nen tarafı budur.

(4)

~/<332

Haftalık Edebî Musahabe

Fikirler ve insafftar

San’at ve heyecan

Nahit Strrı Beye

Azizim,

Birkaç hafta oluyor, karilerime sizin Edebiyat ve san’at bahisleri (1) isimli kitabınızdan bahsederken onun ihtiva ettiği mevzuların bazı­ ları üzerinde düşünmekten benim de hoşlanacağımı söylemiştim. O gün yalnız “Edebiyatta başka san’at- ler” isimli bahisteki fikirlerinizi mü­ nakaşa etmiştim; dört parçada söy­ lediklerinizi tahlil etmek için bü­ tün kitabı okuyup bitirmeği bekli-{ yordum. Fakat üç parçayı, kitabı­ nız elime geçtiği gün hemen okudu­ ğum hâlde “Seyahat edebiyatı hak­ kında düşünceler,, bahsine bir türlü başlıyamadım. Bilirsiniz ki seyahat kitaplarından pek hoşlanmam; pek

s e v d iğ im André Gİde’in Voyage

au Congo’sünu bile daha okumadım. Bunun için seyahat edebiyatı hak­ kında söylenen sözler de bana hiç cazip gelmiyor; artık kitabınızdan o birinci parçayı yok farzederek bah­ setmemde zannederim bir beis gör­ mezsiniz.

(5)

Niçin bu mektup şeklini tercih < ettiğimi de söylemem lâzım: yazıla* Î rımı okuyorsanız elbette dikkat et­

mişsinizdir, herhangi bir kitaptan bahsederken mevzuun haricine çık­ maktan kendimi bir türlü alamıyo­ rum, hattâ bir türlü sadede gelemi­ yor, Racine’in komedyasında müda­ faalarına ta dünyanm kuruluşunu anlatmakla başlıyan avukat gibi ben de, birtakım hiç münasebeti otmı- yan bahislerle söze girişiyorum. Mek­ tup tarzmı, işte buna pek müsaade etmediği için severim. Bugün böyle bir tedbir almasaydım, seyahat e- debiyatına dair düşündüklerinizi oku­ madığımı öyle çabuçak söyliyemez; münekkit dahi olsa bir insana mev­ zularından hoşlanmadığı yazılan o- kumanın ne kadar ağır geleceğini anlatmağa başlardım. Fakat insan, bilhassa münekkit, zevkine hâkim ol­ mağı bilmeli, hiç hoşlanmadığı mev­ zular hakkında da malûmat edin­ meğe çalışmalıdır. O halde ben de o parçayı okumalı idim... İşte böyle- ce söze, hiç lüzumu yokken kendi kendimi ittiham ile başlardım. Fa­ kat, azizim, görüyorsunuz ki mek­ tup tarzı da beni huyumdan vaz ge­ çir mıyor; aman sadede hiç olmazsa “Tufan’a gelelim!"

İtiraf edeyim kı ‘Temsil san’atle- rinde heyecan" isimli yazınızı okur­ ken çok korkuyordum. Sizin heye­ canı müdafaa edeceğinizi,aktörde he­ yecan bulunması lâzım geldiğini söylİyeceğinizi sanıyordum. Yanıldı­ ğımı, pek nadiren olsa bile fikirleri­ mizin bazan birleşebildiğini görmek­ le memnunum. Vakıa, frenkçe tabi­ ri ile, “avocat du diable” olmağa

i-çimde bir heves yok değil ; fakat bu­ gün o h*»vesi yeneceğim ve size sa­ dece, fikirlerinizi sonuna kadar gö­ türmediğiniz için sitem edeceğim. Di­ yorsunuz ki:

“Şüphe yok ki bir piyesin ağır bir rolünü deruhte etmiş olan bir san at­ kâr, sırf ekmek parasım toplamak için tüccar defteri dolduran bir kâ­ tip gibi mihaniki bir ittırat ( ? ) ile bu işi yapmaz.- Muhakkak heyecanlan- ımşttr. Fakat ulvî bir vazifesi oldu­ ğunu düşünerek gemisini idare eder­ ken bütün soğukkanlılığım muhafa­ za eden bir kaptana benzer. Kendi­ sini heyecanların pençesine kaptırm a­ mak ve onlara ramolmamak için, bu heyecanlarla mütemadi bir cidal içinde, daimi bir teyakkuz ve basiret halindedir.”

Pascal’in tavsiyesini unutarak teş­ bihe fazla iltifat, umumî bir kaide­ yi hiçe sayarak haşv#1Îtifat etme­ nize rağmen çok iyi! Fakat bunu niçin yalnız aktöre söyleyorsunuz ? Ressam, şair, musikişinas için de, her sana’tkâr için de böyle değil midir?

Heyecana kapılmak, her san’at- kâr için ölüm, hiç olmazsa hitap et­ tiği kimseler hâkim olmak arzusun­ dan feragat demektir. His ve heye­ can, san’atin vasıtaları değil, ancak mevzuu veya —bence “hiérarchique­ ment adı bir san’a t için— gayel eri­ dir. San’atkar hisli olmağa, heyeca­ na kapılmağa değil, heyecanı, hissi tahlil ve tasvire, nihayet kendisini dinliyenlere his ve heyecan verme­ ğe mecburdur. Harpagon’u, Alceste’i tasvir için Molière’in Kasis veya merdümgiriz olmasına lüzum olma­ dığı gibi Phèdre’den, Bérénice’ten

(6)

bahsetmek için de Racine’in âşık ol­ masına da bir lüzum yoktur.

timin vasıtası ne ise san’atin va­ sıtası da odur, yani akıl ve muhake­ medir. Bir entomologist karıncayı tetkik ederken nasıl hareket ederse bir romancı, bir şair de bir hissi, bir heyecanı tahlil ederken tıpkı onun gibi hareket eder. Ancak san’atin tahlil ve tetkikten başka bir de ter­ kip vazifesi olduğundan elde ettiği neticeleri anlatırken ifade vasıtaları entomologistinkilerden ayrılır.

Böyle bir düşünüşün tehlikelerini görmüyor değilim; fakat san’ati kur­ tarmak için o tehlikeleri göze almak lâzımdır. Kentlilerini hisse, heyeca­ na kaptıranların verdikleri edebiyat, san’at işte meydanda: gülünç bir ah ve eninden başka bir şey değil.

His, heyecan, sana’tin mevzuları- dır dedim; bunun unutulması da bir tehlikedir ve — Paradoxal gibi gözük mî de — his ve heyecanın san’at için birer vasıta olduğunu sanan zihniye­ tin bir mahsulüdür. Ancak ilmin uğ­ raşacağı birtakım meselelere dair şiir, roman, tiyatro yazmak, o mese­ lelere müteallik hakikatleri his ve heyecanla söylemek şartile san’at e- seri vücude geleceğini veya ancak his ve heyecanı söyleyebilecek ifa­ de vasıtalarının başka mevzulara da yanyacağını sananların harcıdır.

Yukarıya aldığım sözlerinizi ka­ bul ederken onların içinde: “muhak­

kak heyecanlanmıştır” hükmünün

bulunduğunu da unutmuyorum. Fa­ kat buradaki “heyecan” ile aşağıda kullandığınız: “kendisini heyecanla­ rın pençesine kaptırmak” sözlerinde­

ki “heyecan” bir manada değildir. İki manada da hep o kelimeyi kul­ landığınız için sitem edecek değilim; başka ketime yok. Fakat yazmızı bi­ raz uzatıp onun iki manası arasında­ ki farkları anlatmağa çalışmalı idi­ niz.

Birinci manadaki heyecanın, ru­ hiyatçılarla bazı bediiyatçılann "be­ diî heyecan” dedikleri şeyin hislerin coşkunluğundan, aklın mürakabesin- den kurtularak tamamiyete ermele­ rinden başka bir şey otmıyan ikinci manadaki heyecanla bir münasebeti yoktur. O, aklın tamamiyete e » mesi, şahsî hislerimizden kurtulma­ sıdır, akim ihtirasıdır.

His ve heyecanın san’at için, fa ­ kat bence “hiérarchiquement” âdı bir san’at için gaye de olabileceğini söylemiştim. Fakat bu sefer yalnız san’atkârı değil, onun hitap ettiği kimseleri de nazarı itibara almamız

lâzımdır. Yalnız san’atkânn heye­ canı akim bir hassası diye tasavvur etmesi kâfi gelmez, karimin, dinleyi­ cisinin do o zihniyette olması icap o- der.

Galata salaşlarında tiyatro sey­ reden halk, cani rolüne çıkan aktörü hakikaten bir canı addediyorsa bu, aktörün heyecana kapıldığım gös­ termez ki I Aleksanyan oynarken belki hiç bir heyecana kapılmazdı; fakat cani haleti ruhiyesini —elin­

den geldiği kadar — anlamağa

ve anlatmağa mecburdu. Onu niye ıttiham ediyorsunuz ? Onu seyreden­ lerin karşısına, beğendiğiniz Guitry- yi veya Emma Gramatica’yı getir­ seydiniz belki hiç bir şey anlamaz­ dı, fakat anlayınca onlara da

(7)

A-leksanyan’a ettiği muameleyi ederdi. San’atkârm gayesi, hitap ettiği kim­ selerde heyecan uyandırmak, söyle­ diği yalanı bir hakikat zannettirmek­ tir. Emma Gramática, çirkinliğine rağmen güzel olduğu zehabım ver­ diği, yani seyircilerine realiteyi unut­ turduğu zaman ne kadar muvaf­ fak oluyorsa Aleksanyan da seyir­ cilere bir tiyatroda olduklarını unut­ turup kendisinin hakikaten cani ol­ duğunu zannettirdiği zaman o dere­ ce muvaffak oluyordu.

Takdir edersiniz ki Aıfcksanvan-m büyük bir aktör olduğunu iddiaya kalkacak değilim; küçüklüğümde o- nu ben de görmüştüm amma iyi ha­ tırlamıyorum. Fakat siz onun sanay­ iini tenkit ederken asıl onu

seyre-den halkı kasdettiğinizi unutmu) gibi gözüküyorsunuz.

San’atkânn heyecana kapılması ne kadar fena olduğunda ittifak edi-- yorsunuz; fakat seyircinin de (ya­ hut kariin) soğukkanlılığım muhafa­ za etmesi, kendisini heyecana bırak maması o derece lâzımdır diyemem. O zaman esasan ean’atkâr olmıyan- Ian, san’at eserlerine gitmekten me­ netmeğe

mecbur oluruz.

Ben, bel­ ki nihayet bunu da kabul ederim, fa ­ kat siz eder misiniz?

Bugün, tenkide dair yazdıkları­ nızı da münakaşa edecektim. Fakat onu bir başka mektuba bırakaca­ ğım. A llah’a emanet olun, dostum.

(8)
(9)

İ »

aUkncıya: “ Ben senin romanlarım ya- îimam ama sen de benim tenkitlerimi ya.--amaz*ınJ“ «yebilir. Fakat meydan

3l>kuma§#fjteydan okumakla cevap ve-

* firen münekkit pek azdır; çünkü mü- | nekkit asıl davanın şahıslarda, yani ken­ disinin veya romancının kudretinde de- eserde olduğunu muhatabından da- J <ha iyi anlamıştır. Denilebilir ki sanatkâr İ 1ar içinde en idealisti münekkittir, rea-

j> litenin imkânsız kıldığı şeyleri düşünür.

Benim bu kadarını da yapıp yapama­ mamdan ne çıkar? Bundan daha güzeli, bundan kusursuzu tasavvur olunabilir ya! ” der. Hemen hemen her sanatkâr, vücude getirdiği eserin asıl tahayyül et- ' tiğinin çok altında olduğunu itiraf ettiği halde bunu başka birinin de söylemesine tahammül edemiyor; çünkü o zaman işe gururunu, şahsına olan muhabbetini, öz­ severliğini karıştırıyor. Yani sanatini saf olarak düşünmekten vazgeçip ona ken­ di şahsını da katıyor. Bunun için her­ hangi bir eser karşısında müşkülpesent­ lik gösterenin vaziyeti daima daha asilâ- nedir.

Fakat asıl münekkit kendisine verilen eserde gayeyi bulup tahakkuk ettirilmiş şeklin tasavvura ne kadar yaklaşabildi­ ğini araştıran değil, o gayeyi, o tasavvu­ ru da münakaşa edendir. Bu hususta o

yaratıcı sanatkâr” İha. bir seviyede-

oir; çünkü eseri değil, eserden eveli

kasdetmektedir. Hele eserdeki fikirlere

İtiraz ettiği zaman kedi ile ciğer (ve

ya hammalla otomobilli kadın) hikâyesi­

ni ileri sürmeğe hiç imkân yoktur. Münekkide böyle cevap vermek her kariin kendine göre bir güzellik Telâkki- si olabileceğini inkâr etmektir. Bir şairin, kitabını beğenmiyen,satın almıyan bir ka

rie: " Mademki para verip almıyorsun,

oturup bundan iyisini ya*-bakalım¡’' de­ mesi ne kadar tuhaf olursa münekkide meydan okuması da o kadar tuhaftır; çünkü münekkit her şeyden evel bir ka­ ridir. Fakat diyeceksiniz ki o kari ken­ disi beğenmemekle kalmıyor, başkaları­ na da tesir etmeğe kalkıyor. Ya şair,ro- j mancı başkalarına tesir etmeğe kalkmı- f yor mu? Herhangi bir muharririn, me- j

selâ Nahit Sırrı Beyin estetiği, sanatteki

gayeleri benimkilerden ayn olunca o es­ tetiği, o gayeleri müdafaa eden, karilere de aşılamağa çalışan kitabına karşı be­ nim kendi fikirlerimi müdafaaya hak­ kım yok mu ? Tekrar ediyorum, burada şahsa sanat haricinde gelecek menfeat- Ier mevzuu bahis değildir. Münekkit on­ larla alâkadar değildir, o daima mesele­ yi saf sanat sahasına, ideal bir sahaya, götürmek ister.

Nahit Sırrı Bey o hammala benziyen- lerden başka bir de Üçüncü Osman’a benziyen münekkitlerden bahsediyor. Bunlar “hiçbir eser halkedememelerinin acısını yazanlara muzır olmak, fenalık etmek suretiyle avutmak ve uyuşturmak istiyen birer hasta ” imiş. “ Her muvaf­ fakiyet, hattâ sadece her gayret Önünde I kızgın bir ateş olup onların bütün ben­ liklerini yakar’’ mış. Hulâsa bu cins

(10)

mü-

---Tenkidio tenkidi

Nahit Sim Bey, yeni kitapları (T ) i- İe beraber gönderdiği bir mektupta ba­ na, bir kaç ay evel verip de hâlâ tutama­ dığım bir sözü hatırlatıyor: onun Ede­ biyat ve sanat bahisleri isimli kitabında “ Tenkit ve münekkide dair” söyledikle­

rini münakaşa etmek istemiftîm.‘‘Geç ol­ ması hiç olmamasından hayırlıdır” der­

ler ;ben de, hayli geç kalmış olmama

rağmen, o münakaşaya girişeceğim. Za­ ten bir münekkit »için tenkitten bahset­ mekten tatlı ne olabilir ?

Şurasını hemen söyleyim ki Nahit

Sırrı Beyin o küçük “essai” de söyledik­ lerinin çoğuna itirazım yoktur; hattâ en esaslılarına iştirakte hiç bir mahzur gör- miyorum. Fakat Nahit Sırrı Bey yalnız bir münekkit değildir, roman, tiyatro da yazar; hattâ hikâyeciliği, romancılığı a- sıl, münekkitliği ise arızîdir. Bunun için tenkidi içerden ziyade dışardan görüyor ve münekkide karşı asıl meslekdaşları- nın beslediği peşin hükümlerden, batıl kanaatlerden kurtulamıyor.

Münekkitler, şairlerin, romancıların, hasılı “yaratıcı sanatkârlar ” m ’haleti - ruhiye ” sini bilmem ne dereceye kadar

SÜS»"... . uar

(1) Sönmeyen ateş, piyes 3 perde,

45 kuruş. Tarihî çehreler etrafında, 45

kuruş.

anlıyabiliyorlar. Herhalde onlar münek-

kidinkini bir türlü anlıyamıyor. Her

şair, her romancı münekkidi kıskanç­

lıkla ittiham eder ve ömründe bir kere olsun: “ Beğenmiyorsan iyisini sen

yap!” der. Nahit Sırrı Bey de bundan

kurtulamıyor ve bir tenkit kitabında bu­ nu söyliyor :

“ Yaz öğlesinin kızgın güneşi altında küfesini başına yastık yapıp kaldırımın gölgeli bir tarafına uzanmış bir hamma- lın, görmiyen gözlerle bakarak muhte­ şem otomobiliyle geçen bir kadın için:

“ Gözlerini şehlâya benzettim. Yazık,

zavallıyı beğenmedim!” demesi ne kadar gülünçse, bilgilerinin derinliğine ve ince

bir hassasiyete sahip bulunduklarına

dair hiç bir delil vermemiş tenkitçilerin en tanınmış ve teslim olunmuş- kıymet­ lerden istihfafla, tezyif veya merhamet ederek bahseyiemeleri de o kadar gü­ lünç ve işte o kadar ha?iry-Ug-t’T ^

("Uzun cümleleri sever»®» v© btfİtadar uzun bir cümleyi yazmdktaiii|ş|d#ti*»şdi- | ği için Nahit Sırrı Beyi tebrik ederim, j Fakat herkesin bildiği: “Kedi yetişeme­ diği ciğere pis der” sözü dururken bu kadar zahmete ne lüzum vardı?)

î$ bu hâle dökülünce münekkit de ro- |

. . / ■ t

(11)

1

nekkitier, kendilerinin muvaffak olama­ dıkları sahalerde başkalarının muvaffak olmasını çekemezlermiş. Daima hiddetli vef Nahit Sim Beyin tabiri ile, “saldırı­ cı” olurlarmış!...

Allah böylelerinden bütün sanatkârla­ rı korusun; fakat, doğrusunu isterseniz, böylelerinden korkmağa hacet yok,çün- kü sayılan pek az olsa gerek, çünkü- ben, tenkitle uğraşanların çoğunu bildi­ ğim halde, böylesine hiç rasgelmedim. Bu nevi münekkit zannederim yalnız muharrirlere kendini gösteren bir haya­ lettir. Biz münekkitler de o hayaletten şikâyetçiyiz, hattâ muharrirlerden daha haklı olarak şikâyet ediyoruz, çünkü o hayalet zaman zaman her birimizin is­ mini alır, kıyafetine girer. Nahit Sim Beyi bilmem hangi isim ve kıyafetle ra­ hatsız etmiş, herhalde birçok romancı ve şairlerimize kendisini benim ismimle ta­ nıtmıştır. Artık o adamcağızlar da be­ nim birçok şairleri, muharrirleri pek be­ ğendiğimi unutarak " daima mütehev- vir ve saldırıcı”, "her muvaffakiyete, hattâ sadece her gayrete kızan” bir a- dam olduğuma hükmetmişlerdir!...

Münekkit " haleti - rubiyesi” nin bu kadar basit olduğunu bir an İçin farv.e- delim. Sanatın herhangi bir şubesinde muvaffak olamıyan bir kimsenin, muvaf­ fak olduklarını sananlarat " Yanılıyor­ sunuz!” demeğe hakla yok mudur ?

Şimdi hatırlıyorum, o münakaşayı va- dettiğim zaman Nahit Sırrı Beye edile­ cek başka bir sistemim vardı. Bir eseri

anlatan münekkitten, karilere rehberlik eden, yeni istidatları bulmağa çalışan münekkitten, hasılı “yaratıcı sanatkâr” a hizmete çalışan münekkitten bahsetmiş, fakat beni hepsinden ziyade alâka «fer e- den bir cinsten,an!atmak için değil, an-’> lamak için yazandan bahsetmemiş; Me- * selâ ben. Ekseriya düşündüklerimi bil­ dirmek için, ne düşündüğümü, ne düşün mem lâzım geldiğini anlamak için yaza­ rım. . .. Hem Nahit Sırrı Bey muayyen bir estetiği müdafaa için yazanlardan bahsi da unutmuş; halbuki münekkitler içinde en "interessant” lan onlardır.

Nahit Sırrı Beye, bunların hepsinden daha esaslı bir sitemim var: bir takım bayağı romanlarla şöhret kazanmış bir romancmuı günün birinde yüksek eser­ ler de vücude getireceğine inanıyor. Ben burada Pierre Benoit’nın herhangi bir e- serinin İyi veya fena olduğuna hüküm- vermek, yahut Paul Sonday’nin haklı veya haksız olduğunu söylemek istemi­ yorum, fakat Mademoiselle de la Ferte, Nahit Sırrı Beyin söylediği gibi, iyi bir romansa o muharririn öbür eserleri de hiç şüphesiz ki fena değildir;

ise öl ğişme

değişmez. Fakâf Başka bir gün bahse inekten korkuyorum.

ıh A TA

Referanslar

Benzer Belgeler

Dersin Amacı Kuyumculuk temel teknikleri kavramları ve temel teknikleri uygularken kullanılacak aletlerle ilgili temel bilgi ve becerileri sağlamaktır.. Dersin Süresi

edilmeyeceğinden hiçbir hukuki sonuç doğuramaz. c) İş bu şartlarda yapılabilecek değişiklikler, ancak tarafımızdan yazılı teyit edildiği takdirde hüküm ifade eder. d)

 Proje ortağı firma küçük işletme ise proje toplam bütçesinin en az yüzde 20’si nakdi, en fazla yüzde 80’i bakanlıkça karşılanacak.  Proje ortağı

 Proje ortağı firma büyük işletme ise proje toplam bütçesinin en az yüzde 35’i nakdi, en fazla yüzde 65’i bakanlıkça sağlanacak..

Bu talebiniz, kişisel bilgilerinizin yalnızca bir kısmına ilişkin ise bunların hangi veriler olduğunu ve bu talebinizin gerekçesini tevsik edici bilgi ve

Şirket yurt içinde ve yurt dışında gerçek ve tüzel kişilere satılmak üzere, Sermaye Piyasası Kanunu ve sair ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak, Yönetim Kurulu

Şirket yurt içinde ve yurt dışında gerçek ve tüzel kişilere satılmak üzere, Sermaye Piyasası Kanunu ve sair ilgili mevzuat hükümlerine uygun

1996 yıl ında ulaşılan kooperatif başına ortalama üye say ısının, tüketim kooperatifçili ği- nin gelişmiş olduğu ülkelerle mukayese edildi ğinde çok düşük olduğu