• Sonuç bulunamadı

Tevfik Fikret'te şiir - düzyazı ilişkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tevfik Fikret'te şiir - düzyazı ilişkileri"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRK

D

İ

L

I

A Y L IK DİL VE E D E B İY A T DERGİSİ Yıl 23, Cilt X X I X , Sayı 265, 1 Ekim 1973

TEYFÎK FİK R E T ’TE

ŞÎÎR - DÜZYAZI ÎLÎŞK ÎLERÎ

MEHMET DELİGÖNÜL

Edebiyatımızı gerçek anlamıyle Batılı bir çizgiye ulaştırmak iste­ yen Edebiyat-ı Cedideciler, gerek öz gerek biçim bakımından Türk nazmına türlü yenilikler getirmişlerdir. Genellikle birbirleriyle yakından ilişkili görülen bu yenilikler arasında, önemi göz önünde bulundurularak en başta anılması gereken, sanırız, şiirde konu alanının genişletilmesidir. Şiirin, belli konuların tekelinden çıkarılarak sınırlarının zorlanması bu yolda bir başlangıç noktası olmuş ve öteki yenilikleri arkasından çekip getirmiş ya da en azından çabuklaştırmıştır.

Şiir konularının daha geniş alanlara yayılması sorunu üzerinde Ede- biyat-ı Cedidecilerin önemle durdukları görülmektedir. Nitekim edebiyatı­ mızda, daha bu konuda uygulamaya girişilip örnekler verilmediği bir dö­ nemde A. Nadir (1867 - 1937), Türk şiirindeki bu eksikliğe şöyle değinir: “ ...B ugün Avrupa’da mevadd-ı tabiiyeden başka, mevadd-ı sınaiye de şiir lisanına dahil olmuş. Fonografı manzum söyletiyorlar, şömendöferin çarhlarım mevzun döndürüyorlar, harap bir evin karşısında durup şiirler söylüyorlar; bizde bu yolda yazılmış manzumeler gösterilebilir m i1?” Bu edebiyatın bir başka kuramcısı H. Nâzım (1870- 1956) da, daha son­ raları, “edebiyatta ilerleme”yi buna bağlamaya kalkışacak kadar ileri gi­ derek, konuya önemle eğilmektedir: “ . . . edebiyatta terakki o zamana kadar bir mevzu-ı edebî olamayan birçok şeylerin hudud-ı şi’r dahiline girmesi, henüz tebliğ değil, hatta tasavvur bile olunmamış birtakım efkâr ve hissiyat ü hayalâtm lisan-ı şi’r ile ifade edilmesi sayesinde husule ge­ lebilir2.”

Şiirde konu ile ilgili olarak ortaya çıkan bu yeni gelişme, ister istemez, bu dönem şairlerini şiirde yeni ve değişik anlatım yolları ve olanakları ara­ maya itmiştir. Şiir üzerindeki bu çalışmalar ise, giderek onun zorlanması,

1 Servelifünun, s. 280, 11 temmuz 1312. 2 Servelifünun, c. 16, s. 416, 18 şubat 1314.

(2)

2 FİK RET’TE ŞİİR -D Ü ZY A Z I İLİŞKİLERİ

o dönem koşulları içinde nazmın kendi kurallarını aşan biçim değişiklik­ lerine doğru yöneltilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu işe - daha önce ilâm it (1852-1937)’çe de denenen, ama bireysel bir çıkış olarak kalan - Divan şiiri­ nin sağlam yapılı mısra bütünlüğü geleneğine karşı koymakla başlayan Edebiyat-ı Cedide şairleri, serbest müstezat ve enjambement’lar yoluyle dizeyi kırıp dökerek, bir şiirde değişik vezinler kullanarak, şiir diline bir esneklik kazandırma çabasına girişmişler; şiire, düzyazı tümcesini, “tah­ kiye üslubu” nu getirerek bu yeni anlatım olanaklarıyle manzum hikâyeler, manzum sohbetler yazmışlardır. Böylece şiir, kendi sınırlarını aşan geniş anlatım alanları içinde koşturulmaya başlanmıştır.

îşte, edebiyatımızda kısaca “nazmı nesre yaklaştırma” hareketi ola­ rak özetlenen ve 1 ürk şiirinde giderek bir anlatım devriminin biçimlenmesi­ ne yol açan bu çığırın açılmasında, çok genç yaşından başlayarak şiir üze­ rinde sürüp giden türlü uğraşılarıyle Tevfik Fikret, cn büyük etken olmuş­ tur.

Fikret’in öncülüğüyle Edebiyat-ı Cedide şiirinde oluşan bu hareket, o dönemde olduğu gibi, daha sonraki yıllarda da, çeşitli yönlerden olumlu olumsuz eleştirilere uğramış, üzerinde türlü değerlendirmeler yapılmış­ tır. Bu hareketin ortaya çıktığı yıllardaki tepkiler daha çok, Edebiyat-ı Cedide’yi her fırsattan yararlanarak yıpratmak isteyenlerin, bu topluluğa karşı süregelen saldırılarının yeni bir halkası niteliğindedir, dolayısıyle özneldir. Ne var ki, nazmın, nesre yaklaştırılırken, varlığı zorunlu kimi ni­ teliklerinden yoksun bırakıldığı konusunda, çoğu kimseler birleşmişlerdir. Sözgelimi Yahya Kemal (1884 - 1958), Fikret’in; “nesrin kurallarıyle. . . nesre yakın” olarak yazdığı bu şiirleri, bir şair ve estet gözüyle şöyle de­ ğerlendirir: “ .. . Gerek Rübab-ı Şikeste’de, gerek Cenap Şehabettin ve diğer arkadaşlarının nazmı, nesirden pek çok zaman uzaklaşamıyordu. Mecmua sahifesinde mürettibin dizdiği gibi kalan, gözle takip edilen, daha açık bir tabirle, okunan bir şiirdi. Söylenmiş ve dinlenilen bir şiir değildi, bilakis yazılmış ve okunan bir şiirdi. Eğer nazım şahsî ise, yani bir iç ahenk ise bu şiirler ekseriya yalnız mevzuunda ve manzum olmak değerinden mahrumdu. Hulâsa nesre yakındı. Hele muhakkaktır ki nesrin kavaidiyle yazılıyordu.”

“Halbuki şiir nesirden bambaşka bir hüviyettedir. Musikiden başka türlü bir musikidir, diyeceğim. Yazılan ve okunan şiir çok iyi olsa bile, halis şiir olamaz. Şiirde nefes ve ses iki esaslı unsurdur3.”

Yahya Kemal’e göre, bu türlü yenilikler şiiri “saz hali”nden çıka­ rıp “Mehmet Akif’te görüldüğü gibi akıbet söz haline” koymuştur4. Onca, vezinlerin işlevi, duyguları dile getirmektir. Vezinlerin bu amacın

3 Yahya Kemal (Beyatlı), Edebiyata Dair, s. 261-262. 4 Yahya Kemal (Beyatlı), Edebiyata Dair, s. 117-118.

(3)

MEHMET DELİ GÖNÜL 3

dışında kullanılması sanat değil, olsa olsa, “hüner” sayılır: “Tevfik Fikret’ ten beri Türk şiir lisanımız nesirleşti. Aruzla âdeta nesir yazmak merakı türedi. Aruz olsun, hece olsun, vezinlerin sebeb-i vücudu hissiyatı ifade et­ mektir. Vezinlerle hikâye yazmak, senli benli muhavereler tertip etmek, tıpkı merhum Tamburi Cemil Bey’in tamburla çocuk ağlatmak yahut da sokaktaki satıcının sesini taklit etmek gibi, asıl dehâsı haricinde olan hususî hünerlerine benzer. Tambur ve vezinler musikiyi ve şiiri ifade etmeye ya­ rarlar, bu hünerler esasen tabiatlerinde yoktur5.”

Şiirin sağlam yapılı dizelerle yazılacağına, şiirde “ses” öğesinin vazgeçilmezliğine inanan Yahya Kemal’in, bu görüşlerini olağan karşıla­ mak gerekir. Ancak onun, şiirde bu tutumu bir anlamda sanattan ve şiirden uzaklaşma sayması, elbette tartışılabilir.

Ahmet Ilamdi Tanpınar (1901-1962) da, Yahya Kemal gibi, dize bütünlüğü konusu üzerinde durarak, “ . . . Bir şiir mısralardaıı yapılır; mısra dediğimiz şey de ya mükemmel şeklinde vardır veyahut hiç yoktur. Bu iki had arasında sallanan ucubeye mısra nazariyle bakılamaz.” demek­ tedir6. Ayrıca ona göre Fikret, şiiri düzyazıya kaydırırken, yalnız şiirin biçimsel özelliklerini değil, dil ve anlatım özelliklerini de yer yer şiire ak­ tarmağa çalışmıştır: “Lügatçe yüklü bir konuşma, mısradan mısraa atla­ yışlarla bütün bir cümle teşkil eden bu konuşmada ‘A, evet, lâkin, hayır’ gibi halis nesrin malı olan edebiyatlar, söz ve ifade tarzları hâkimdi. Man­ zume baştan başa okunmadan beğenilmek imkânı bırakmayan, acayip bir mevzu bütünlüğü, bir fikri sonuna kadar götüren belâgat ve hitabet oyunları ve bunların haricine çıktığı zaman da âdeta hikâye, bu şiirin belli başlı vasıtalarını teşkil ediyordu. . . Artık şiiri kendisi için değil, ihtiva et­ tiği fikirleri için seviyorduk; ayrıca şiirin iddialarını da değiştirdi7.”

Bu konuda bir başka ilgi çekici nokta ise, Fikret’in şiirde yaptıklarının, daha doğrusu, kendi öncülüğünde yapılanların, yer yer kuramsal olarak karşısında bulunur görünmesi, başkaları gibi, onun da bu durumun olum­ suz yanlarını eleştirmesidir. Nitekim bir yazısında o, “Nazmın tarz-ı inşâ ve ifadesi nesre karip olmasını talep ve iddia eylemek pek lüzumsuz bir te- kelliif olacağı cihetle bundan içtinap olunmalıdır, zannederim.” demek­ tedir8. Yine bir başka yazısında, " . . . nesirden fark olunmayacak surette külfetsiz... olan nazımlara sadece selis derler. Halbuki bir nazım için yal­ nız selâset, yani suhulet-i kıraat kâfi olamaz.” der9. Şairin yaptıklarıyle söyledikleri arasındaki bu tutarsızlıkları, bu çelişkileri anlamak, elbette kolay değildir. Nedir ki, Cenap Şahabettin (1870-1934)’le aralarında

5 Yahya Kemal (Beyatlı), Edebiyata Dair, s. 125-126.

6 Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, s. 416. 7 Ahmet Hamdı Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, s. 334. 8 Tevfik Fikret, “ Musahabc-i Edebiye”, Servetifünun, s. 270, 1312

(4)

4 FİK R ET’TE ŞİİR -D Ü ZY A Z I İLİŞKİLERİ

geçen şu kısa konuşma, yalnız Fikret’in değil, genellikle Edebiyat-ı Cedide- cilerin bir konudaki tutumlarını aydınlatması bakımından burada anılmağa değer: Cenap’ın bir gün kendisine, “Şiir ile uğraşanlar nazariyat-ı ede­

biye serdinden ihtiraz etmelidirler; zira, günün birinde insan kendi vaz ettiği, müdafaa ettiği kaidelere kendi riayet edememek lâzım geliyor.” dediğini belirttikten sonra, Fikret, “îşte bunun için musahabeden (musa­ habe yazmaktan) çekiniyor, sukut ediyordum.” der10. Fikret’in kendi kendisiyle çelişen durumu karşısında, Cenap’a hak vermemek olanaksızdır.

Bu arada, Edebiyat-ı Cedidecilcrin, bu yeniliklere karşı kimi kez sal­ dırıya dönüşen eleştirileri çoğunlukla cevapsız bırakıp, bunları, eser ver­ mek yoluyle karşılamayı uygun buldukları halde, pek seyrek görülmekle birlikte, bu ilkeye uymadıkları da olmuştur. Nitekim bir ara H. Nâzını,

Servetifünun' un bütün bir sayısını tutan uzun bir yazı ile, bir yandan

edebiyatta ne yapmak istediklerini belirtirken, dolaylı olarak da topluluğun savunmasını yapmıştır11. Bu uzun yazı, Edebiyat-ı Cedidecilerin bir an­ lamda geç kalmış bir edebî bildirisi de sayılabilir. Ii. Nâzım bu yazısında bir ara sözü, bir şiirde değişik ölçüler kullanma konusuna da getirerek, bunun nedenini şöyle açıklar: “ . . .kelimatın tanin-i tasavvufundan daha müessir olan aheng-i evzandan istifade etmek istiyorlar: Yek-renk ola­ maması tabii olan uzunca bir mevzuu, tebeddül-i aheng-i manaya göre tebdil-i aheng-i evzan ile, tasvir etmeği racih görüyorlar; çünkü aheng-i evzan aheng-i manaya tevafuk edince tebliğe yeni bir kuvvet ilâve edili­ yor. Bu mütalaa bir şiirde evzan-ı muhtelife istimalinin lüzum ve hikme­ tini anlatmağa kâfidir, zannederim12.”

Bu konuda karşılıklı olarak yazılanlarla ilgili örnekler çoğaltılabilir. Ne var ki, bu bölümü, Kenan Akyüz’ün, Fikret’in, şiiri düzyazıya yak­ laştırma konusundaki çabasının mensur şiir anlayışıyle de ilgili olduğuna dikkati çeken şu satırlarıyle bitirmek yerinde olacaktır: “ ...E krem ’in ‘şiirin yalnız manzum değil, mensur da olabileceği’ yolundaki telkinleriyle, o devrin sanatçısı her iki nazım tarzına aynı değeri verebilmekte, daha doğrusu ikisinin arasında bir fark bulunabileceği düşüncesini hatırına bile getirmemektedir13.”

Sanatçı kişiliğinin oluşumu tarih sırasıylc incelenirse, Tevfik Fik­ ret’in gerçekten daha çocuk denilebilecek bir çağda, ilk şiir denemelerini

10 Tevfik Fikret, Servetifünun, c. 12, s. 303, 19 kanunuevvel 1312.

11 H. Nâzım, bunu şöyle anlatır: “ .. .edebî mesleğimizin esaslarım bir kül olarak teşrih ve izah edecek, vücuda getirmeğe çalıştığımız edebî hareketin edebiyatımız tarihindeki mevkiini ve hakiki mahiyetini gösterecek surette bir makale yazmak vazifesi bana tevdi edildi. Bütün bir Ser­

vetifünun nüshasını işgal eden bu makale o zaman evidda ve husemamız üzerinde ehemmiyetlice

bir tesir husule getirmiştir.” (A.R.Rey [H. Nâzım], Canlı Tarihler, s. 51) 12 H. Nâzım, Servetifünun, c. 16, s. 416, 18 şubat 1314.

(5)

MEHMET DELtGÖNÜL 5

verdiği öğrencilik yıllarından başlayarak, şiir üzerinde birtakım uğraşı­ larda bulunduğu, bu konuda yeni yollar aradığı görülmektedir.

Bunların ilki, o dönemin genç şairlerinden Recep Vahyi (1867-1923)’ nin bir gazeline yazdığı naziredir. Tevfik Fikret daha on dört, on beş yaş­ larında iken, Sultanî’nin birinci, ikinci sınıflarında öğrenci bulunduğu yıllarda şiire merak sarmış ve kendisi gibi şiire tutkun olan Harp Okulu öğrencisi Recep Vahyi ile tanışmıştır. Onunla görüşüp mektuplaşmaktadır. Sultanî dördüncü sınıfına geldiği sıralarda ise, ilk şiir denemeleri Mün-

tehabat-ı Tercüman-ı Hakikat' te yayımlanmağa başlamıştır14.

Fikret’in Recep Vahyi’nin gazeline yazdığı, sözü geçen nazire, konu­ muz bakımından gerçekten ilgi çekicidir. Bundan dolayıdır ki şairin, 30 teşrinisani 1300 tarihini taşıyan Tevfik Nazmi imzalı bir mektupla Recep Vahyi’ye yolladığı bu şiir15 üzerinde durmakta yarar vardır:

Beyhude değil m i?!.. Nail olmak maksadıyle devlet-i pâbûsuna Baş eğer kalb-i hazinim hançer-i ebrusuna

Bârekallah ne iktidar? Eyliyor izhâr-ı acz ü meskenet Hârûtlar Ol emîr-i mülk-i nâzın gamze-i câdûsuna

Haksız mıdırlar?

Serpilip yatmış çemende subh-dem ol ııcv-nihâl Sünbül ü gül reşk edip yanmış ruh-ı giysûsuna

Olmamalı y a!..

öyle bî-mâna figan etmez meânî dosttur Kim makıys olmaz baharın bülbül-i pür-gûsuna

Heyhât!

Etti mâlâmâl zehr-i imtinânıyle tabîb Kalb-i mecrûhumda artık yer mi var dârûsuııa

Cevâp isterim?! Hâl-i ye’s ü ıslırâbımda söz anlatmak gibi Var mıdır düşvâr-kâr insan dil-i me’yûsuna

Tuhaf!!

Gam zamânı hükm takdiri düşünmez; levm eder Baht-ı ma’kûsuyla âdem tâli-i menhusuna.

Genel nitelikleri bakımından Muallim Naci (1850-1893) yolunda yazddığı izlenimini veren bu manzume16, biçim bakımından klasik Divan şiirine uymayan bir özellik taşımaktadır. Aruzun “Remel bahri”nin

14 İsmail Hikmet (Ertaylan), “ Fikret ve Hayatı” , DiijUnce Mecmuası, Nüsha-i Mahsusa (Tevfik Fikret özel Sayısı), 1918.

15 İsmail Hikmet, a.g.y.

16 Fikret bu dönemde Muallim Feyzi (1850-1893)’yi “üstad-ı şi’r” olarak tanımakta ve “Muallim Naci zümre-i edebiyesini taklit” etmektedir.” (İsmail Hikmet, a.g.y.)

(6)

6 FİK R ET ’TE ŞİİR -D Ü ZY A Z I İLİŞKİLERİ

'‘fâilâtiin fâilâtün fâilâtün fâiliin” kalıbıyle gazel biçiminde yazılan man­ zumenin her beytinin başında, kimi yerde bir, kimi yerde birkaç sözcükten oluşan kısa birtakım “ibare”ler yer almaktadır. Genellikle ya soru ya da ünlem durumunda olan bu “ibare”ler, anlam bakımından kendilerinden sonra gelen beyitlere bağlı bulunmaktadır. Fakat asıl önemlisi, birinin dışında bunların hepsinin, aruzun çeşitli bahirlerinden değişik ölçülerin türlü “cüz”lerine, zorlanmaksızm uymalarıdır:

Beyhûde değil mi?! Bârgkallah ne iktidar Haksız mıdırlar? Olmamalı y a !. . Heyhat! Cevap isterim?!. Tuhaf!! (mef’ûlü faûlün) (fâilâtün mefâilün) (müstef’ilâtün) ( ? ) (fa’lün) (faûlün faûl) (faûl)

Daha çocuk denecek bir yaşta Fikret’in bilinçli olarak şiirde birta­ kım yenilikler yapmak istemesi, ilk bakışta akla yakın görünmemektedir. Kaldı ki, beyitlerin başına eklenen bu sözlerin — birinin ölçüsüz olduğu da göz önüne alınırsa —bir rastlantı sonucu aruza uygun düştüğü söylenebilir. Ancak, böyle olduğu kabul edilse bile, bunların alışılmış, yaygın şiir geleneklerimize uymadığını, dolayısıyle en azından bu konuda yeni bir

“çıkış” olduğunu benimsemek zorundayız.

Gerçi Fikret’in bu şiiri, bir bakıma, Divan şiirindeki “müstezat” biçimini ister istemez hatıra getirmektedir. Nitekim kimi eski belâgatçılar, eserlerinde müstezadın tanımını, günümüz okul kitaplarında bile tekrar­ lanan ve çoğu uygulamalarla bağdaşmayan, kalıplaşmış tanımı aşacak bir genişlikte vermektedirler17. Sözgelimi Süleyman Paşa (1838 - 1892), müs­ tezadı, “ . . . ma’batlerinde kendülerine miirtebit bir fıkra-i mensure mezkûr olan mısra veyahut beyte derlerıs.” diye tanımlamakta, Mecâmiü'l-Edep’ 19 te de bu tanım, aşağı yukarı tekrarlanmaktadır. Gerek Süleyman Paşa gerek Manastırlı Rifat (1851-1907), müstezadı, alışılmışın dışında bir ta­ nıma bağlamakta, özel bir müstezat ölçüsünden söz etmedikleri gibi, “ziyade” denilen kısa dizeleri de “fıkra-i mensure” 'olarak nitelemekte­ dirler.

Hangi amaç göz önünde bulundurularak düzenlenmiş olursa olsun, o dönem için klasikleşmiş birer okul kitabı durumunda bulunan Mebâ-

niü’l-lnşa ile Mecâmiii’l-Edep’teki tanımlardan Fikret’in habersiz olduğu

düşünülemez. Nitekim onun daha sonraları yazdığı “Müstezatlarımız” başlıklı - bu yazıda üzerinde ayrıca duracağımız - bir “Musahabe-i

11 bkz. Mehmet Deligönül, “ Müstezat”, Türk Dili Aranılmaları rülığı-Belleten, 1972. 10 Süleyman Paşa, Mebâniü'l-înjâ, İstanbul, 1298.

(7)

MEHMET DELİ GÖNÜL 7

Edebiye”siniıı sonuna, Süleyman Paşa’nm tanımını olduğu gibi aldığı görülmektedir20. Bu duruma göre, Recep Vahyi’nin gazeline yazdığı na­ ziredeki kısa dizelerin ölçülü olmadığı düşünülse bile, bunlarla yukardaki tanımlar arasında bir ilişki kurmak kolaylaşmakta, dolayısıyle Fikret’in bu konuda en az bu eski kuralcıların tanımlarındaki “açık”tan ya da esnek­ likten yararlanmış olabileceği hatıra gelmektedir. Kaldı ki, söz konusu manzumedeki yedi parçadan altısının aruz kalıplarının çeşitli cüzlerine uyması, bir rastlantı bile olsa, en az, Fikret’in düzyazı yazarken de nasıl aruza kaydığının, daha o yaşta bu işe ne ölçüde yatkın olduğunun bir başka kanıtı olması bakımından ilgi çekicidir. Ancak, bütün bunlardan sonra burada bir nokta üzerinde özellikle durmak gerekmektedir: Re­ cep Vahyi’nin, Fikret’in nazire yazdığı gazelinde, benzeri ek dizeler, iba­ reler var mıdır, yok mudur? Yoksa, bunları Fikret kendiliğinden mi ekle­ miştir? Ne yazık ki bu durumu açıklığa kavuşturmak olanaksızdır21. Ne var ki Fikret bu yeni biçimi Recep Vahyi’n in -y a da başkalarının - şiirinde bulunduğu için manzumesinde kullanmış olsa bile, böyle bir yeniliğin o yaşta benimsenerek uygulanmış olması da üzerinde durulmaya değer bir noktadır. Öte yandan, son dönem divan şairlerinden Fıtnat (? - 1780), Sümbülzade Vehbi (? - 1809) ve Enderunî Fazıl (1759-1850) divanlarında, edebiyatımızda genellikle müstezat ölçüsü olarak alışılan, Flezeç bahrin­ den “mef’ûlii mefâîlü mefâîlti faûlün - mef’ûlü faûliin” ölçüsünün dı­ şında, türlü bahirlerden değişik ölçülerle yazılmış müstezatlara rastlan- maktadır. Ancak, Fikret’in bunları görmüş olabileceğini sanmıyoruz22.

Fikret’in bu nazireyi yazmasından yedi yıl sonra A'Iirsat dergisi bir tevhit yarışması açar ve şair, katıldığı bu yarışmada birinci olur. Fikret’in bu Tevhit’i, sözü geçen dergide Mehmet Tevfik imzasıyle yayımlanmış­ tır. 23

Bu Tevhit’te, Divan edebiyatında Sinan Paşa (1437-1486)’dan baş­ layarak sürüp gelen “manzum, mensur” yazılmış olma gibi geleneksel bir yöntemin uygulandığı görülmektedir. Tevhitlerde, manzum bölümler alt alta yazılan dizelerle şiir düzeni içinde, mensur bölümlerse arka arkaya eklenen tümcelerle, bilinen biçimi ile, düzyazı düzeni içinde verilir ve sözgelimi herhangi bir sayfaya göz atıldığı zaman, metnin manzum bölüm­ leriyle mensur bölümleri açık seçik görülür. Fikret’in Tevhit’i de ilk bakışta bu izlenimi uyandırmaktadır. Ne var ki, dikkatlice incelenirse, düzyazı biçi­ minde verilen bölümlerde de, yer yer aruzun türlü ölçüleriyle yazılmış

20 Tevfik Fikret, “ Müstezatlarımız” , Servetifümın, c. 12, s. 307, 16 kanunusani 1312.

21 Mehmet Kaplan bu konuda, “ ...Belki Fikret’in tanzir ettiği Recep Vahyi’nin şiirinde de böyle şeyler vardı. Mehmet Celâl’in bazı manzumelerinde de aynı oyunlara rastlanmaktadır.” demektedir (Tevfik Fikret, s. 51).

22 M. Deligönül, “Müstezat” , Türk Dili Araştırmaları Yıllığı- Belleten, 1972, 23 Mirsat, Kısm-ı Edebi, s. 14, 13 haziran 1307,

(8)

8 FİK RET’TE Ş İİR -D Ü ZY A Z I İLİŞKİLERİ

ya da bu ölçülere bir rastlantı sonucu uygun düşmüş dizelerin, beyitlerin, kıtaların, arada saklanırcasma yer aldığı görülmektedir.

Tevhit, mensur olarak şu paragrafla başlamaktadır:

“A llâh!.. Ey meâli direng-âver-i hayâl; ey zât-i pâki berter-i her fikr ü her meâl; ey bî-zevâl rahmet-i gülzâr-ı fıtrata, revnak-dih-i kemâl olan Allâh-ı Zül-celâl!. . ”

Düzyazı düzeni içinde verilen bu metin, aslında aruzun Muzarî bahrinin “mef’ûlü fâilâtü mefâîlü fâiliin” ölçüsüyle yazılan dört dizeden oluşmuştur. Nitekim 1, 2 ve 4. dizeleri kendi aralarında uyaklı bulunan bu metnin, dört dizeli bir kıta olduğu görülmektedir:

Allah!.. Ey meâli direng-âver-i hayâl; Ey zât-i pâki berter-i her fikr ü her meâl; Ey bî-zevâl rahmet-i gülzâr-ı fıtrata, Revnak-dih-i kemâl olan Allâh-ı Zül-celâl!. .

Tevhidin ikinci paragrafı, “Ey mübdi-i yegâne! senin hikmetinledir...” ibaresiyle başlamaktadır ki, bu da yine, aruzun aynı ölçüsüne uymaktadır. Üçüncü paragrafta da metnin içinde iki çizgi araşma alınıp belirlenerek ve­ rilen “O senen bizlere bir şa’şaadâr ihsânın” sözleri, Remel bahrinden

“feilâtün fcilâtün feilâttin feilün” ölçüsüyle yazılmıştır. Dördüncü parag­ rafta tümceler arasına saklanmış “mef’ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün” ölçüsüne uyan bir dizeye daha rastlanmaktadır: “Zerrâttan şümûsa kadar hep bu kâinat.”

Beşinci paragraf ise şöyledir:

“Bir subh-ı dil-pezîrde gül, bülbül, âftâb; bir leyle-i münîrde ecrâm-ı bî-hisâb; şevk-ı bahar, hüzn-i hazan, pertev-i zalâm; seng-ü nebât ü bahr ü ber ti zerre vü hevâm.. . hep kudret-i bcdîanı tezkire leb-küşâ, hep Kibriyâ-yi zâtını teşlıîr içtin - cehri ve kalbi - nağme-pîrâdır.”

Burada da, birinci paragrafta olduğu gibi, bu kez de 1 ile 2., 3 ile de 4. dize kendi aralarında uyaklı olmak üzere beş dizenin arka arkaya sı­ ralandığı görülmektedir:

Bir subh-ı dil-pezîrde gül, bülbül, âftâb; Bir leyle-i münîrde ecrâm-ı bî-hisâb; Şevk-ı bahâr, hüzn-i hazan, pertev ü zalâm; Seng ü nebât ü bahr ü ber ü zerre vü hevâm... Hep kudret-i bedîanı tezkire leb-küşâ,

Bunun da ölçüsü yine “mef’ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün”diir. Altıncı paragraf, şöyle bir tümce ile sona ermektedir:

“ .. .Bu sadâ bir şâir-i lâl ti cezbe-dârın zemzemc-i tevhidi, bir bül­ bül ü zâr ü bî-karârın, feryâd ü safâ-pedîdidir.”

(9)

MEHMET DELİGÖNÜL 9

Bu tümce içine de, Hezeç bahri’nden “mef’ûlü mefâilün faûlün” ölçü­ süyle yazılmış uyaklı iki dizenin sıkıştırıldığı dikkati çekmektedir:

Bir şâiı-i lâl ü cezbe-dârııı Bir bülbül-i zâr ü bî-karârın24

Görülüyor ki Fikret bu Tevhit’te de, türün geleneksel olanakları içinde düzyazı ile şiir arasında birtakım bağlantılar kurmağa, bu iki yazış biçimi arasında bir yaklaşım sağlamağa çalışmaktadır.

Bağlı bulunduğu topluluğun ve kuşağının en usta “nâzım”ı olan Fik­ ret’in, düzyazıda başarılı olduğunu söylemek kolay değildir25. Nitekim Flalit Ziya da, şairin bu “zaaf'm ı, “ . . .yazmakla, hatta okumakla bir müna­ sebeti” bulunmamasına bağlamaktadır:

“Onun yazmakla, hatta okumakla bir münasebeti yoktu k i. . . Bu şair, serbest bir zemin üzerinde, neşren, meselâ bir makale yazmak isteyince, ta- mamıyle tasarruf edilmemiş bir lisanla söylemek mecburiyetine düşmüş­ çesine şaşırmış olurdu. Ona zamanın seyyiatma karşı köpürmek vesilesi verilsin. . . O zaman şiddetine, savletine ölçü yetişmeyen bir ateş-zeban olurdu; fakat, bir gazete muharriri? A s l a ...26”

Burada, bir nokta üzerinde durmakta yarar vardır: Fikret’in, düzya­ zıdaki başarısızlığının çeşitli nedenleri arasında, Uşaklıgil’in de belirttiği gibi, sanırız ki, düzyazının yapısı bakımından daha çok fikrin anlatım aracı olmak gibi bir niteliğinin bulunması da önemli bir yer tutmaktadır. Fikret’in, yeterli bir fikir ve kültür düzeyinde bulunmadığı, onu yakından tanıyanlar­

24 Nihat Sami Banarlı, Fikret’in Tevhit’inin bu niteliklerine dikkati çekmiş, ancak bu konuda birtakım yanlışlıklara düşmüştür:

a) Yazar, Tevhit’ten, “Tevhit başlıklı ve Allah adlı bir yazı” diye söz etmektedir. Mirsat’ta metin, “Tevhit” başlığıyle yayımlanmıştır. “Allah” , ad olarak değil, asıl metnin ilk sözcüğü olarak, “A llah!.. Ey meali direngâver-i hayâl” biçiminde metnin içinde kullanılmıştır.

b) “Allah” sözcüğünü metin dışı sandığı için olacak, yazar, ilk paragrafın başında dört di­ zeli bir kıta olarak yer alan bölümün ilk dizesini görememiş ve onu atlayarak, yalnız 2, 3 ve 4. di­ zelerden söz etmiştir.

c) Beşinci paragraftaki, “Bir subh-ı dil-pezîrde gül, bülbül, âftâb” mısraı ile başlayan beş dizeli bölümün de farkına varmamış, ancak 3 ve 4. dizeden, şöyle karma bir ibare çıkarmıştır:

“Şevk-i bahar, hüzn-i hazan, senk ü nebat, bahr ü ber” ı

Yazar, “ahenkli söz parçaları” olarak nitelediği bu bölümün “ölçü”sünün de “müfteilün mvifteilün müfteilün fâilün” olduğunu bildirmiştir. Halbuki, bu bölüm, beş dizeden oluşmuştur ve ölçüsü “mef’ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün” dür.

d) Bunların dışında, yazar, “Tevhit” te yer alan ve yukarıda belirtilen öteki beyit ve dize­ lerden de söz etmemiştir. (Nihat Sami Banarlı, Resimli Tiirk Edebiyatı Tarihi, fasikül 3, s. 179, İstanbul 1971.

25 Şiiri üzerinde önemli araştırmalar yapılan Fikret’in, düzyazısı üzerinde bugüne kadar pek durulmamıştır. Ancak, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü öğrenci­ lerinden Hayriye Yılgür’ün Fikret’in düzyazılarını toplayıp inceleyerek “Tevfik Fikret’in Nesir­ leri” adiyle bir bitirme tezi hazırladığını (Türkiyat Enstitüsü No. 378, İst. 1951-1952), Mehmet Kaplan’ın Tevfik Fikret, Devir-Şahsiyet-Eser (İstanbul, 1971) adlı kitabının bibliyografya bölümünden öğrenmekteyiz.. Bu incelemeyi görme olanağını bulamadık.

(10)

10 FİK RET’TE ŞİİR - DÜZYAZI İLİŞKİLERİ

ca sık sık söylenmiştir. Sözgelimi Halit Ziya, anılarının bir başka bölü­ münde, bu konuda, “Tevfik Fikret pek az, azın bütün manasıyle pek az, okur bir şairdir.. . Hele nesir âleminde ülfetinin pek mahdut olduğunu kendisi söylemiştir.” der27. Yahya Kemal de bu konuda, “ ...F ik ret’in bilgisi orta derecede, birçok bahislerde ondan da dundu. Mütefekkir olarak kâinatı hayli mahduttu28.” diyerek Flalit Ziya’yı doğrular.

Şairin kendisi de bu durumun farkındadır. Nitekim Servetifünun dergisine yazdığı “Mukaddime” başlıklı ilk “Musahabe-i Edebiye”sin- dc, düzyazıdaki acemiliğini ve düzyazı yazmada uğradığı güçlüğü açıkça belirtmektedir:

“Servet-i Fünun kariin-i kiramı için -ilk defa olarak - bir musaha­ be-i edebiye kaleme alınacak. Bunu tesvid edecek muharrir kadar vüs’at-i şümulü haiz bir ser-name altında şimdiye kadar iki sütun yazı yazmış de­ ğil. Musahabe-i Edebiye!.. Elıemmiyet-i unvan fikrini yıldırıyor; kale­ mini titretiyor.”

“Meğer iki satır şiir yazmakla insan edip olmazmış. . . Meğer edip ol­ mak her sahip-heves ve lıalıişe öyle çarçabuk nasip olmazmış29!. . .” diyen Fikret, ilk bakışta bu konuda uğradığı güçlüğü, tür olarak “Musahabe-i Edebiyc”nin önemine, ayrıca bu yolda ilk kez kalem oynatmasına bağlar görünse de, onun, genellikle nesirde bu sıkıntılarının sürüp gittiği, nazımda ulaşüğı başarının yanında, nesirde belli bir başarı çizgisine varamadığı, bu yolda daha sonraki kimi uğraşılarından da anlaşılmaktadır. Şairin ayrıca, genellikle “Musahabe-i Edebiye” konusuna ayırdığı bu yazısını, düzyazıda soluğu kcsilmişçesine, manzum bir bölümle bitirmesi de, konumuz açısından ilgi çekicidir. Fikret, bir süre sonra bu yolda daha da ileri giderek bütünüyle manzum “musahabe” ler de yazacaktır. Bunlardan ilkinde şair, “manzum musahabe” konusuna da değinir:

— Evet, musahabe bir nefha, bir nefes demedir; Nefes, hevâ. .. O nasıl kay ü zenne rabtolunur? Demem ki nazm ile sohbet lâtif olur, sevilir; Yazılmış olsa fakat şi’re hürmeten okunur.

Bugün ceridemizin belki her sütûnunda Ziyâde rağbete mazhar sütûn-ı şi’riyyet, N için?.. O hikmeti ben bilsem iftihar ederim; Fakat biraz düşünürsem - müdekkikane! - derim Ki şi’r eder yine elbette şerh-i şi’r-i hayat30.

27 Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl, e. 4, s. 17.

28 Yahya Kemal (Beyatlı), Siyasî ve Edebî Portreler, 21. 28 Tevfik Fikret, Servetifünun, e. 10, s. 17, 25 kanunusani 1311.

30 Servetifünun, e. 11, s. 277, 20 haziran 1312. (Bu sayıyı izleyen 278. sayıda da Fikret’in

(11)

MEHMET DELÎGÖNÜL 11

Fikret, özgür olması gereken musahabeyi, şiirin dar kuralları içine sı­ kıştırmanın güçlüğünden söz ederken, “ııazm ile sohbetin latif olup sevil­ meyeceğim” belirterek, olsa olsa bunun “ziyade rağbete mazhar” olan

“şi’r”e hürmeten okunacağı sonucuna varmakta ve bu vesileden yararla­ narak şiire övgüler söylemektedir.

Bir süre sonra yazdığı bir başka musahabesinde şair, doğrudan doğruya şiir ve düzyası konusunu ele almış ve sorunu açık ve kesin olarak ortaya koymuştur. Bu musahabede31 * Fikret, bir okurundan aldığı mektupta ken­ disine yöneltildiğini bildirdiği “Nazım mı güçtür, nesir mi?” sorusunu ce­ vaplandırmaya çalışırken, “ ...güzel olmak şartıylc nesir şüphe yok ki nazımdan güçtür” yargısına vardıktan sonra bu konudaki görüşlerini geniş bir biçimde şöyle açıklar:

“ ...em in olunuz ki nesir nazımdan güçtür, ispatı pek kolay: Ken­ dinize bir zemin-i münasip intihap edin; onu bir kerre nazmen, sonrada neşren - fakat itina ile - ifade etmek isteyin; görürsünüz ki manzumeniz hal-i hazırı ile, bilâ-tashih ve ta’dil tab’mızı hoşnut ettiği halde makale-i mensureniz hoşunuza gitmek, vicdanınızı hakkıyle memnun etmek için daha birçok tayyü ilaveye, imha ve inbata muhtaçtır. . . nakıstır. Bazen o tagayyüratı da yaparsınız da noksanını yine ikmal etmiş olamazsınız.” “ . • .Nazmı kolayca sevdiren şey onu ilk nazarda güç zannettiren vezin ve kafiye külfetidir. Ne kadar basit bir sebep! Nazmın fikre ait birçok ne- vakısı bu güçlükler sayesinde karin-i afv ii mazeret olur. Nesirde haşiv na­ mı vererek sözlerimizin arasından tart etmeğe kalkıştığımız fazalatın emsalini nazımda - bittabi iyi tertip edilmiş olmak şartıyle - levazm ve mütemmimat-ı kelâmdan addile ipka ve muhafazaya çalışırsınız ve bunu tabiatınızın şevkiyle bilâ-teemmül ve gayr-ı ihtiyarî bir surette yaparsınız.” “Hasılı ruh-nüvaz bir aheng-i tabiî ile zevk ve hissi mahzuz edebile­ cek dereceye gelmek için nazımdan pek az dikkat ve külfete muhtaç olma­ yan nesir - vüs’at ve mükemmeliyet-i miiedda ihtiyacı da nazar-ı itibara alınınca - öyle zannolunduğu kadar kolay görülmez. Kalemlerine itinaları olanlar bunu pek güzel takdir ederler.”

Fikret, musahabesinin ilk paragrafında, düzyazının şiirden güç olduğu yolundaki kanısını ispat etmek için okurlarına, “Alın elinize kalemi, dene­ yin! Aynı konuyu hem manzum, hem de mensur olarak yazın!” dercesine, bu konuda ilgi çekici bir öneride bulunmakta ve hemen arkasından da, “ . . . görürsünüz ki manzumeniz hal-i hazırı ile, bilâ-tashilı ve-ta’dil tab’ı- mzı hoşnut ettiği halde makale-i mensureniz hoşunuza gitmek, vicdanınızı hakkıyle memnun etmek için daha birçok tayy ii ilaveye, imha ve inbata m uhtaçtır... nakıstır.” biçiminde, kendisince varılacak sonucu, önceden

31 Tevfik Fikret, “Nazım mı Güçtür, Nesir mi?”, Servelifümn, c. 12, s." 303, 19 kanunu­ evvel 1312.

(12)

12 FİK R ET’TE ŞİİR - DÜZYAZI İLİŞKİLERİ

ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu durum, şairin, şiir ve düzyazı yazmaktaki yeteneğini, uygulamalardan vardığı sonuçlarla, kendi ağzından açıkça belirlemesi bakımından, üzerinde dikkatle durulması gereken bir noktadır. Öte yandan şairin, şiirin güç sanılmasının “vezin ve kafiye külfeti”nden ileri geldiği yolundaki görüşünün yanında, nesir için “haşiv” sayılan “fa- zalâtm emsali”nin şiirde “levazım ü mütemmimat-ı kelâmdan” sayılarak ipka ve muhafazaya çalışması biçimindeki görüşü de - konumuzla yakın­ dan ilişkisi bulunmasa da - ilgi çekicidir.

Fikret’in, şiiri gerçekten kolay yazdığı konusunda, Ruşen Eşref (Ünay- dm [1892-1959] )’de önemli birtakım ipuçları vermektedir. Yazar, Fik­ ret’in “ . . . şiirlerinden birçoğunu güçlük çekerek küçücük kâğıt parçala­ rına beyit beyit, mısra mısra yazıp sildiğini” belirttiği gibi, ayrıca şairin esin zenginliğinden de söz ederek, sözgelimi, “Tarih-i Kadîm i bir gecede yazdığını32, “La Dans Serpantin” ! bir sirk dönüşü gece yarısından sonra3', “Zavallı Evet”i bir akşamda34, “ Kendi Kendime”yi bir, bir buçuk saatlik süre içinde35, “Flemşirem İçin” i bir gecede36 37 yazdığını, “Millet Şarkısı”mn ise, kendisinden istenildikten iki üç akşam sonra hazır olduğunu , şairden duyduğunu anlatır.

Şiirde biçim konusunda alabildiğine titiz olduğu bilinen l1 ikret in bu niteliğiyle bir bakıma çelişir gibi görünen bu durumu, aslında onun şiirdeki ustalığının bir başka kanıtı saymak gerekir.

Bütün bunlarda bir abartma payı bulunduğu düşünülse bile, bu durum, düzyazının güçlüğünü ileri süren Fikret’in, şiirine ölçüde kolay yazdığı gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır.

Fikret’in, şiir ve düzyazı konusunda sürüp giden bu çabalarının son halkası olarak, onun, Servetifiinun’da serbest müstezada nasıl geçildiğini anlatan “Müstezatlarımız38” başlıklı musahabesini de gözden geçirmek gerekir:

Fikret, “zarafet-i tabiatlarına pek ziyade itimat ettiği” iki arkada- şıyle şiir üzerine sohbet etmektedir. Sohbet sırasında, “ . . . artık kat iyyen karar vermiştik ki şiirlerimize ekseri o tabit-güdaz, o yek-avaz değirmen ahengini veren şey vezinlerimizdir.” yargısına vardıklarını belirterek “musahabe”ye girer.

Şair, o günlerden dört yıl önce, konuyle ilgili bir yazı yazmış, ama uğrayacağını kestirdiği saldırıları göze alamadığı için bunu

yayımlamamış-32 Ruşen Eşref (Ünaydın), Tevfik Fikret (Hayatına Dair Hatıralar), İst. 1919, s. 98-99. 23 Ruşen Eşref (Ünaydın), a. g. y., s. 6-7.

34 Ruşen Eşref (Ünaydm), a. g. y., s. 102-103. 33 Ruşen Eşref (Ünaydın), a. g. y., s. 104. 33 Ruşen Eşref (Ünaydın), a. g. y., s. 110. 37 Ruşen Eşref (Ünaydm), a. g. y., s. 115.

(13)

MEHMET DELÎGÖNÜL 13

tır. Arkadaşları yle sohbete kapı açan da söz konusu bu yazı olmuştur. Yazı “ . ..evzan-ı aruzdan birkaçı istisna edilince diğerlerinin pek fazla bir ahenk ile nakıse-dar olduğuna, bunlarla okuyanları usandırmayacak uzunca bir şiir yazmak mümkün olamayacağına dair”dir.

Fikret, bu yazıyı yayımlamamasına bir başka önemli gerekçe daha göstermektedir: “İnsan bu gibi efkârını birtakım mukaddimelerle önceden serd ve izah etmektense bila-mukaddime tatbikatına girişip lâzım geldiği halde sonra müdafaa etmek daha doğru olur.”

Bu sırada Asır kütüphanesinin haftalık risalesi için kendisinden bir manzume istenmiştir, işte bu yolda, serbest müstezat yolunda ilk uygu­ lamayı Fikret, bu manzume ile yapmak ister:

“ . . .Bir vezin intihap ederim ki - diyorum-lüzumundanziyade müte­ m m im olmasın, yalnız bir selâset-i nesriyye ile samia-ııüvaz olsun kâfi.” “Derhal bildiğim vezinleri birer mısra, birer beyit zihnimden geçir­ meye başladım; hiç birini beğenmiyordum; nihayet:

Geldim baba, açın kapıyı. ..

— Vay gözüm Nejad, Gel sohbetiyle hâtırı şâdân eden çocuk!

beyti bir lem’a-i deha-kâr gibi hafızamı aydınlattı. Mevzuu çoktan beri tasmim-kerde-i hayalim olan manzumenin veznini de intihap etmiştim; yazmağa başladım: Bir parça, iki parça... üç parça. .. Dördüncüsünde bir kafiyenin icbar-ı nagehanıyle biraz tevakkuf etmek lâzım geldi. Yukardan beri yazdıklarımı gözden geçireyim, dedim. Heyhât! Manzumenin bir hafta evvel karaladığım “Ey yâr-ı nagam-kâr!” teranesinden ahenkçe far­ kı yok gibiydi. Elfazın bu selâset-i zaidesinden kurtulmak için bir çare teem­ mül ediyordum: Her iki veya üç mısrada bir kere vezinden hariç bir iki kelime koymak, meselâ bir küçük mısra yazmak ki vezni evvelkilerin vez­ nine uymasın. Bununla bir dereceye kadar maksat hasıl olabilecekti. Yal­ nız bir küçük mısra için nasıl bir vezin intihap etmeli ki manzumeyi it- tırad-ı ahenkten kurtarmakla beraber çiğ düşmesin? Orasını sevk-i tabiata bıraktım. Yazmış olduğum kıtaları birer birer alarak bu iki fikr-i ta’dile göre ıslaha koyuldum, ilk parça:

Feyz-i bahârdır deheninden uçan ziyâ; Bekler çiçek açılmak için ibtisâmmı, Bekler Hubûb içün o seheı-hîz olan sabâ

Bir hırâmını

şekline girince son iki lafzının başka bir ahenkle okunabilmesi imkânı beni memnun etti.

(14)

14 FİK RET’TE ŞİİR - DÜZYAZI İLİŞK İLERİ Eııvâr-ı ismetinle tecellî edince sen

Enzâr-ı aşk önünde olur mâil-i sücûd; Bulmuş kadar lâtifsin, ey gonce-pîrehen,

Rûhtan viicûd!

Rahmet biter, bulut dağılır, mihr-i nev-bahâr Âfâka lem’a-rîz oluyorkcn hazin lıazîn, Eyler çiçeklerin biri bir hande âşikâr...

Sen o handesin!

kıtalarını yazıp tekrar okuduğum zaman me’mûlümün fevkinde bir selâset-i nesriyye ile meşhun bularak sevindim. Birkaç gün sonra da man­ zumem. . . âlem-i neşriyata çıktı.”

Fikret, edebiyatımızda, sonraları “serbest müstezat” diye anılacak biçime bir örnek olan “Ey Kız” başlıklı bu şiirinin39 serüvenini bütün ev­ releriyle anlattıktan sonra, aradan bir süre geçince İsmail Safa (1867-1901)’ nın “Hazan” , Cenap Şelıabettin’in “Ztibde-i M acera40” , daha sonra Menemenlizade Tahir (1863-1903)’in “Tesadüf” başlıklı manzumelerini yayımladıklarını bildirir. Bütün bu şiirlerde Fikret’in yaptığı çıkıştan da yüreklenilerek - müstezadın alışılmış biçimini aşan bir anlayışın, Fikret’in arkasından, serbest müstezada doğru yol aldığı görülür41. Fikret’e göre “ . . .bu tarz-ı müstezat nazmımız için şayan-ı ehemmiyet bir kazanç­ tır.”

*

Sonuç olarak, Fikret’te şiir ve düzyazı konusunda saptanan görüşleri, özetlemekte yarar vardır:

Fikret, daha şiire merak sardığı ilk gençlik yıllarından başlayarak -bilinçli ya da bilinçsiz- şiir üzerinde birtakım arayışlara yönelmiştir. Recep Vahyi’nin gazeline yazdığı nazire, Tevhit’in değişik nitelikleri, bunun ilginç örnekleridir. Giderek, bir yenilik edebiyatının şiirde öncüsü olmak gibi, bağlı bulunduğu topluluk içinde önemli bir işlevi de yüklenen Fikret’in bu eğilimi, şiir üzerinde bilinçli çalışmalara dönüşmüştür. Da­ ha çok, şiiri düzyazıya yaklaştırma niteliğini taşıyan bu hareketin oluş­ masında, Fikret’in şiir yolunda bilinen yeteneği ve ustalığı önemli rol oy­ nadığı gibi, düzyazıdaki başarısızlığı da etken olmuştur.

Düzyazı, daha çok fikrin anlatım aracıdır. Fikret’in, fikir yükü bakı­ mından güçlü olduğunu söylemek ise, kolay değildir. Dolayısıyle onun düzyazıdaki başarısızlığı, belli bir ölçüde buna bağlanabilir. Başarısızlı­ ğının, “Nesir nazımdan güçtür.” diyen Fikret’in kendisi de farkındadır. Us­

39 liübdb-ı Şikeste, İstanbul 1326, s. 380. 40 Haztne-i Fünun, c. 2, s. 12, 15 eylül 1310.

41 Daha önce de sözünü ettiğimiz üzere, Fıtnat, Sümbülzade Vehbi, Enderunî Fazıl gibi divan şairlerinin müstezat konusunda yaptıkları atılımlar, bir bakıma, edebiyatımızda serbest müsteza­ dın ilk örnekleri sayılabilir. Ne var ki bunlarla, Edebiyat-ı Gedide’de görülen bu son hareket ara­ sında bir bağlantı kurulabileceğini sanmıyoruz.

(15)

MEHMET DELİ GÖNÜL 15

ta bir “nâzım” olan şair, düzyazı ile yapılması gerekeni şiirle yapmağa kal­ kışmış, sevilmeyeceğim bile bile, manzum musahabeler, manzum hikâye­ ler yazmış, başı sıkıştıkça kolay yazdığı şiirin kanatları altına sığınmıştır. Şairin, bu yoldaki gençlik çalışmalarının arkasından, giderek şiire yeni ola­ naklar kazandırma çabalarına dönüşen çalışmalarının nedenleri arasında, bunların önemli yeri vardır.

Özellikle vezinler üzerindeki uğraşıları onu, aruzun tekdüze, kendi anlatımıyle, “değirmen ahcngi”ni değiştirecek çareler aramağa yönelt­ miştir. Fikret’e göre aruzun en büyük kusuru, fazla ahenkli oluşudur. Bu ahengi kırarak şiire bir “nesir selâseti” getirmek gerekir.

Bütün bu düşünceler, şairi, vezinde bir değişiklik yapmağa itmiş ve bunun sonucu olarak da edebiyatımızda serbest müstezat gelişip yaygın­ laşmıştır. Bu yeniliği oluştururken Fikret’in, özellikle o dönem edebiyatı­ mızın geniş ölçüde örnek edindiği Fransız edebiyatından, bu edebiyatta Victor Hugo ile başlatıldığı bilinen “serbest nazım” hareketinden ne ölçüde etkilenip yararlandığı, ayrı bir araştırma konusu olabilir.

Bütün bunları göz önünde bulundurarak Fikret’in, şiirimize getirdiği öteki yeniliklerin yanında, şiir-düzyazı ilişkileri konusundaki çabalarını, özellikle şiirin geleneksel çemberlerini kırarak şiirimize serbest müstezadın oluşumunu sağlamasını Türk şiirinin gelişim süreci içinde bir devrim hare­ keti olarak değerlendirmek yerinde olur.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

“doctoral health control belief ” and lower “negative beliefs regarding surgical pain and narcotics analgesics” tended to use non-pharmacological pain coping strategies

As the meaningful units are taught later on in SBSM, joining up letters (sounds) initially lead pupils to problems with reading skills and mistakes. Therefore the units learned

Preoperatif ve postoperatif trombosit agregasyonu epinefrin testi için grafik Preoperatif dönemdeki ristosetin ile yapılan agregasyon testi sonuçlarında gruplar arasında anlamlı

Çalışma sonucunda, (1) öğretmenlerinin okul müdürlerine güvenmelerinin; öğretmenlerin okul müdürünün, yeterli, etik davranan ve öğretmene destek davranışı

Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra GÖNENÇ SOLSUN‟un “Aksaray Üniversitesi

[r]

Öbür Anadolu İllerinde olduğu gibi Konya'da da gece hayatı yok denilecek kadar sönüktü, eğlence yeri olarak bir belediye sineması vardı.. Yabancı bekârların

Somyada kımıltısız yatan ka­ fa ninenindi: «Padişahımız ikin di divanından sonra Belgrad’a dönmüştü. Odanın içinde bir boydan öbür boya konsol denli