• Sonuç bulunamadı

Boğaziçi'nde bir tedkik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Boğaziçi'nde bir tedkik"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

77 [¡?U! 9&'Lı

BOĞAZİÇİ'NDE

BÎR TEDKÎK

*

B oğaziçi, efsane de virlerinin bir ço k ri va y et le ri ni taşır. Bilinen tarihinin haşladığı Bizans i m ­ paratorluğunun 1058 senelik sahipliği zamanında ise buraları bakımsız - e hattâ Bizanslılığın t e ­ sirinden masun kalmış ve ancak, bize g eç tik te n sonradır ki orijinal bir karak ter alarak camiler, mescidler, saraylar, köşkler, çeşmeler, sebiller, korular, bahçeler, y al ıl a r ve ev le r le süslenmiştir.

Karad eniz le Mar marayı birairine akıtan bu dar g eç it, dünyanın an süslü t ab iat güzeli, m uh te­ şem v e eşsiz harikasıdır. Dö rt köseden kopup gelen turistlerin değil, İstanbulluların bile v a k i t bul­ dukça z iy a r et in e koştuğu h u dünya cennetinin tarihini bilenlere ha tırlatma yı, bilme yen lere de kıs aca olsun öğ r et m ey i fa y da lı bulduk.

Bu yazıda ba şlangıç olarak, mevki, ve ölç üle ri kısaca gözden g eç ird ikt en sonra eski ç a ğ l a r d a ­ ki ta r ih c iğ in i v e r ec e ğ iz . Sonra da Rumeli ve An ad olu sahillerindeki yerleri te ker t ek er gezecek, bilhassa ora ları haklımdaki bil gi le ri daha geniş çe sunacağız.

★ Ölçüler :

Boğaziçinin uzunluğu kuzeyde Karade­ niz kapısını teşkil eden Rumeli ve Anadolu fenerleri arasından Sarayburnu - Kızkulesi araşma kadar devam eder. Tam ortadan ge-^ çen çizgi (Talweg çizgisi) boyunca yirmi dokuz kilometre ve dokuz metredir.

Kıyılarının girinti ve çıkıntıları hesaba katılınca Rumeli tarafı kırk altı, Anadolu ciheti ise ptuz dört kilomere sürer. Genişli­ ği yer yer değişiktir. Meselâ Karadenizden girilirken fenerler arası 3,600 metre, Yeni- köy ile Çubuklu arası 1,480, Emirgânlâ Kanlıca 790 metredir. En dar yeri Rumeli ile Anadolu Hisarları arası 698 metre tutar.

Kıyılarının sert girinti çıkıntılı olması bazı yerlerine göl, bazı yerlerine de geniş deniz, hattâ bir nehir manzarası verir. Koy­ ları, körfez ve burunları ona değişik güzel­

likler kazandırır.

Boğaz sularının derinlikleri koylara doğru azalmakla beraber ortalama olarak elli ile yüz metre arasındadır. Dar yerlerin­ de sığlığı nadirdir. Akıntıları bakımından Boğazın bir hayli hususiyetleri vardır. Ka­ radenizden Marmaraya doğru aktığı ve dirseklerle burunlarda hızlandığı fark edi­ len akıntıdan başka bir de Mgrmaradan Karadenize doğru giden bir alt akıntısı var­ dır. İçlerinde tuz miktariyle sıcaklık derece­ si değişik olan bu ters akıntılar yer yer giı-- daplar yaparak suların gündüz manzarası­ nı ve gece seslerini çeşitlendirirler.

Toprağın siyahtan kırmızıya doğru de­ ğişen rengi, yamaçların nebatî örtüleri baş­ ka başkadır. Kıyılarını çınar, ıhlamur, çam, erguvan ve manolyalar süsler ve fıstık çamları da tepelerinin birer hususiyetidir.

(2)

Boğazdan umumi bir görünüş ( B i r asır ev v e l : Alüom’ dan )

Tarihcigi :

Boğaziçinin eski gaflardaki • adı “ Bosporos Thrakikos” dur. Bugünkü Avrupa dillerinde de adı bu Bosporos kelimesine ya­ kındır. Meselâ Almancada Bos­ porus, Fransızcada Bosphore, İngilizcede Bosphorus’dur.

Bofaz civarında eski çafııı ilk ederlerine, Kadıköyünün Kurbafılıdere vadisinde rast­ lanmıştır. Bunlar yontma taş âletler ve cam parçalarıdır. Bu­ rada çıkarılan arkeoloji mad­ deleri Neolitik devrine aittir

(Milâdan önce 2,500). Aynı de­ virde Sarayburnunun da mes­ kûn oldufu 1871 ve 1921 - 1923 kazılarında anlaşılmıştır. ,

Eski gaf tarihçilerine göre Bosporos sabilerinin en eski ahalisi Thraklar’dı. Fa­ kat bunlar hatıra bırakmamışlar, evvelâ Fenikeliler, sonra da Yunanlılar önünde ge­ ri çekilmişlerdir. Bu Thraklar çiftçi, avcı ve cenkçi bir kavimdi.

Fenikeliler de Milâddan önce 1,500 sıra­ larında Modaburnu ve Kadıköyünde kolo­ niler kurmuşlardır. İyi denizci olan bu kav­ inin Karadenize de açıldıkları tahmin olun­ maktadır.

Yunanlılar Bosporos. bölgesine yerleş­ meden çok evvel dahi, buranın Karadenize bir kapı olduğunu biliyorlardı. Onların bu bölgede yerleşmesi Milâddan Önce Yedinci yüz yılda başlar. Oldukça sonraki bir kayda göre, Milâddan Önce 685 sıralarında Ark- hias idaresindeki göçmenler' Khalkedon (Ka­ dıköy) e, yerleşmişler ve buralara Yunan medeniyeti getirmişlerdir. Az sonra, 658 sı­ ralarında ise bugünkü Sarayburnunda, eski Lygos yerinde, Dor veya Megarafılar tara­ fından Byzantion kurulmuştur.

Yunanlıların bu iki şehirde yerleşmesi Bosporos tarihinde mühim bir dönüm nok­ tasını teşkil eder. Bilhassa Byzantion’lular, bu arada Khalkedon'lular, Bosporos’un her iki yakasında bir çok liman ve tapmaklar yaparlar ve zamanla bunlar etrafında da meskûn yerler kurulur.

Eski çağlarda Bosporos sahillerindeki tapmak ve adak yerlerinin çokluğu meşhur­ dur. Bunun sebebi ise Karadeniz fırtınala­ rıdır. Çünkü eski çağ gemicileri bu fırtına­ lar sebebiyle tapınaklara uğrayıp kurban

kesmeden, adak adamadan sefere çıkmağa cesaret edemezlerdi. Bu hal de her mevki­ de bir tapmak yapılmasında âmil olmuştu.

Bosporos her devirde mühim bir geçit yeri olmak vasfını taşımıştır. Milâddan Ön­ ce Üçüncü bin yıl başlarından itibaren Ana­ dolu veya Eğe bölgesine geçen Avrupa ka- vimleıinin çoğu buradan geçmiştir. Hattâ Phryg’lerin Milâddan Önce 1,200 sıraların­ da Boğazdan geçmesi Bosporos efsaneleri­ ne karışmıştır. Bu göçler Byzantion kurul­ duktan sonra da devam etmiştir. O kadar ki. Byzantiyonlıılar, burayı geçit olarak kullanan Thrak, Thyn, Bithyn ve diğer ka- vimlerle savaşmak mecburiyetinde kalmış­ lardır. Iskitlere karşı harbe giden Dareios (Dârâ) da, kara ordusunu Rumeli Hisarı burnuna yapılan köprüden geçirerek Tuna- ya doğru yol almıştır.

Karadeniz sahillerindeki Yunan koloni­ leri ve Bosporos İmparatorluğu Yunanis- tanla, daha sonra Roma ile canlı ticaret mü­ nasebetleri kurmuşlardı. Ticaret gemiler: her iki istikamette Boğazdan geçerlerdi. Roma devrinde de Boğaz Roma Harb gemi­ leri için mühim bir geçiş yeri di.

Boğazın tarihi bizzat İstanbul şehriyle, yani Bizans, Konstantaniye şehriyle pek yakından ilgilidir. Oraya zaman zaman sa­ hih olan milletler Boğaza da sahib olarak hükmetmişlerdir. Milâddan Sonra 395 de Roma devletinin ikiye ayrılmasiyle burası, Şarki Roma İmparatorluğunun merkezi

(3)

oi-Hancı

B oğa zi çi haritası

muştur. 1453 tarihinde Fatihin burayı al- masiyle tarihe karışan Bizans İmparatorlu­ ğu, hele son zamanlarında - kalelerden

burnunu çıkaramaz ve Boğazlarda hükmü­ nü geçiremezdi.

Bizans zamanı Boğaz bakımsız ve he­ men hemen de ıssızdı.

OsmanlIlar fetihden çok önceleri, Sul­ tan Yıldırım Bayezid zamanında Anadolu yakasının bazı yerlerinde yerleşmişler ve Anadoluhisarım yapmışlardı. Fatih Rumeli- hisarım yaptıktan sonra da Rumeli yaka­ sı Ttirklerin koloniler teşkil ettiği bir sahil olmuştu. Fetihden sonra ilk önce ku­ rulan Tophane civarında (Şimdiki yerde)

toplanan Türkler, Beşiktaşda da On yedin­ ci yılda kalabalıklaşmışlardr. Sonraları Or- taköy, Kuruçeşme, Arnavutköye doğru yü­ rüyen Türk iskânı Rumelihisarı, Yeniköy ve Kalfaköye kadar ilerilemiş, Anadolu ya­ kası da kuzeye doğru bezenmeğe başla­ mıştır.

On sekizinci yüz yıl Boğazın her bakım­ dan altın çağını teşkil eder. Büyük imar ha­ reketleriyle yeni yeni semtler meydana gelir, eskileri de büyür.

On dokuzuncu yüz yılda ise imar ve is­ kân büsbütün gelişmiş ve Boğaz güzel veç­ hesini almıştır.

Saraylar, köşkler, yalılar, camiler, mes- cidler, mektebler, çeşmeler, hamamlarla be­ zenen Boğaziçi padişahlarla devlet ricalinin ve zenginlerin rağbeti sayesinde bir dünya cenneti haline gelmiştir.

On dokuzuncu yüz yılın yarısına gelin­ ceye kadar Boğazda nakliyat büyük, kü­ çük, zarif veya kullanışlı kayık ve pazar kayıklariyle yapılır, bunlar muntazam sa­ atlerde tek veya dolmuş olarak insan ve eş­

ya taşırlardı. 1850 de Büyük Fu-

ad Paşa ile Cevdet Paşa’nın himmetiyle Türkiyede ilk anonim şirket olan “ Şirketi Hayriye” kuruldu. Başta Aböülmecid olmak üzere devlet ricaliyle zenginlerin hisse al­ ması suretiyle teşekkül eden şirket, aldığı vapurlarla Boğazın iki yakasına muntazam postalar yapınca, Boğazın nakliyatı kolay­ laşmıştı. Bu sayede bir kat daha hız alan hücum bundan sonra Boğazı İstanbulun en mamur kısımlarından biri yapmıştır. Za­ manla mütenasib bir süratle günbegün geli­ şen ve bugün bütün dünyanın gıbtasım celb eden Boğaz, muhteşem bir pırlanta haline gelmiştir.

(Bundan sonraki yazılarımızda Rumeli sahiline Tophaneden başlıyarak yer yer taf­ silât vereceğiz.)

★ ★ ★

Tanzimat yürürlükte iken İzzet Mehmed Paşa 18Jfl de ikinci defa sadarete gelişinde yine eski devirlerin ahkâmım yürütmek istiyordu. Hıristiyanları İslâm tabaadan ayvrd

etmek için feslerine kurdeleden uzun ve eğrice nişanlar koymağa mecbur etmişti.

★ ★ ★

(4)

Boğaziçi’nde bir

tetkik

- / / * r ?

Boğaziçi, efsane devirlerinin bir çok rivayetlerini taşır. Bilinen tarihinin başladığı Bizans İm ­ paratorluğunun 1058 senelik sahipliği zamanında ise buraları bakımsız ve hattâ Bizanslılığın tösirinden masun kalmış ve ancak, bize geçtikten sonradır ki orijinal bir karakter alarak camiler, mescidler, saraylar, köşkler, çeşmeler, sebiller, korular, bahçeler, yalılar ve evlerle '.üslenmiştir. Karadentzle Marmarayı birbirine akıtan bu dar geçit, dünyanın en süslü tabiat ¿üzeli, muhteşem ve eşsiz harikasıdır. Dört köşeden kopup gelen turistlerin değil, İstanbul­ luların bile vakit buldukça ziyaretine koştuğu bu dünya cennetinin tarihini bilenlere hatır­

latmayı, bilmeyenlere de kısaca olsun öğretmeyi faydalı bulduk.

2

Bu sayıdan itibaren Boğaz’m Rumeli yakasından tedkik gezisine çıktık.

Boğaz’ın Rumeli yakasından tedki- kine, Galata’nın doğusundaki Karaköy’e bir göz atıp başlayalım. Burasının Bi­ zanslIlar zamanında adı Sykai: Incirlik’- di. Çünkü bu mevki incir ağaçlarıyla kaplıydı. Hristiyanlıktan evvele aid bir takım tapmakları vardı. Tenha ve sa­ kin bir mesireydi. Bol balık çıkan ağ atma yerleri ve istiridyelikleri mevcud- du.

Tophane: Buranın BizanslIlar za­

manındaki adı Motepon’du. Bir koru­

luktu, civarında bir Apollon mabedi var­ dı. Biraz ileride, bugünkü Salıpazarı ci­ varında da Megaralı göçmenlere aid ta­ pmaklar yapılmıştı. Şehre yakın olma­ larından dolayı Tophane ve Fındıklı fe­ tihten sonra ilk imar edilen ve devlet

ricalinin rağbetine mazhar olan yerler­ di.

Evliya Çelebi burası için baştan ba­ şa bağ ve bahçeli saraylar ve yalılarla dolu otuz mahalleden mürekkep ve mek­ tepler, hamamlar ve çeşmeler, tekkeler ve mesirelerle süslü olduğunu yazar. Sakinleri tamamen Müslümanlardan mü- rekkepdi.

İstanbul alınınca Fatih, tophaneyi burada kurmuştu. Tophane, Kanunî za­ manında inkişaf etmiş, sonra zaman za­ man tamir ettirilmiş, fakat Üçüncü Sul­ tan Selim zamanında bütün müştemilâ­ tıyla birlikte yeniden inşa ettirilmiştir. Burada top döküm günlerinde sadrıâ- zamlar ve bazan da padişahlar hazır bu­ lunurlardı. Top ve topçuluğa aid bütün levazımı imal eden bu müesseseyi topçu ve kumbaracı kışla ve talimhaneleri ile

(5)

Birbuçuk asır evvel Tophane meydanı ve çeşmesi (Allom’dan)

Birbuçuk asır evvel Tophane iskelesi (Allom’dan)

Topçubaşı sarayı tamamlar­ dı. Zamanla buraya Tophane nezareti binasıyla meydana bir de fabrika inşa edilmiş, eski top ve döküm yeri kul­ lanılmaz olmuştur. Son za­ manlarda yıkılan Nezaret bi­ nası eski döküm yerini mey­ dana çıkarmıştır. Buradaki Tophane ocağı mescidi Ka­ nunî tarafından yaptırılmış, fakat Üçüncü Mustafa dev­ rinde 1761 yangınından son­ ra yeniden inşa ettirilmiş­ tir.

Tophane camii, Kaptan

Kılıçali Paşa’nm 1580 de M i­ mar Sinan’a, Ayasofya tar­

zında yaptırdığı camidir.

Mektebi, medresesi, hamamı vardır (* ).

Bu caminin karşısında

ve yol kavşağında bulunan dört cepheli muazzam çeş­ me,. Üçüncü Sultan Ahmet ta­ rafından 1730 da Tophane’ye Bahçeköy’den su getirtilerek inşasına başlanmış ve vefatı üzerine Birinci Mahmud ta­ rafından 1733 de ikmal etti­ rilmiştir (Bu çeşme son za­ manlarda restore edilen çeş­

medir). Çeşme önündeki

meydan vaktiyle sık çınar ağaçlarıyla kaplı olup her bayramın ikinci günü eğlen­ ceye gelen ekâbir ile dolar­ dı. Ağaçlar altında düşman­ dan alınan ganimet topları diziliydi. 1793 de toplar kal­

dırılmış ve nizamı cedid askerlerine ta­ lim yeri olmuştu. Buranın sahilinde vak­ tiyle Boğaz’ın en büyük iskelesi olan Tophane iskelesi vardı. Meydan gemicK lerle doluydu.

Sağa rastlayıp yeniden restore e- dilen Nusratiye camii, ikinci Sultan Mahmud tarafından yeniçerilerin ilgası (Vak’ai Hayriye) ndan sonra ve bu vak’a hâtırası olmak üzere 1821-1822 de Roko­ ko stilinde inşa ettirmiştir. Mimarının Kirkor Balyan kalfa olduğunu bazı kay­

naklar yazmaktadır. Camiin yanındaki

sebil de yine aynı padişah tarafından,

Mehmed Emin Ağa’nın mimarbaşılığı za­ manında 1825 de yaptırılmıştır. Sultan Mecid ve Aziz devirlerinde her sene K a­ dir alaylarının içinde yapıldığı bu camiin yanında o zamanlar, top arabacıları kış­ lası bulunurdu. Cami bu kışla camiinin yerine yaptırılmıştır. Kubbesi yüksek olduğundan dolayı Ramazanda kurulan mahyaları gözükmediğinden minareleri bilâhare uzatılmıştır.

Tophanelin kuzey batısındaki Ci­ hangir camii eski, ehemmiyetli binalar­ dandır. Kanunî’nin genç yaşında vefat eden sevgili oğlu Cihangir adına 1559

(6)

1

da yaptırdığı bu cami üç defa yanmış 1307 (1889) da tekrar yaptırılmıştır. Ci­ hangir’den Ayaspaşa’ya kadar olan sa­ ha vaktiyle halkın rağbet ettiği güzel manzaralı bir mesire idi.

Salıpazan ve Fındıklı : Bugün Salı-

pazarı denilen mevkide Aiax mabedi

bulunduğu için Salıpazarı’na BizanslI­ lar Aianteion, Salıpazan camiinin bu­ lunduğu uca da Palinormikon derlerdi. Bunun yakınında bir mabed daha vardı.

Salıpazan, Tophane ile Fındıklı ara­ sında hudud itibar olunur. Vaktiyle her salı günü kurulan pazarından dolayı bu adı almıştır.

Burası eskiden Çivici limanı adlı iş­ lek bir liman ve pazar yeriydi. Hattâ çok eskiden bir tüccar misafirhanesi bi­ le vardı.

İstanbul’a yakınlığı dolayısıyla pa­ dişahlarla ricalin rağbetini celbeden bu semt birçok hususi ve umumi binalarla dolmuştu.

Onyedinci asırda müftü Ebussuud

Efendi, burada tepeden sahile uzanan bir bahçe yaptırmıştı. Köprülüzade’nin bi­ le beğendiği bu bahçe, portakal ağaçla­ rı, çiçekler, lâleler, fıskiyeli çeşme ve havuzlarla süslüydü.

Mahmud Çavuş adında birinin Çi­ vici limanı mescidi, deryabeylerinden Süheylî Bey’in Salıpazan camii, derya­ beylerinden Arap Ahmet Paşa’nm zevce­ si Perizad Hanım’m Hatuniye mescidi, çeşme ve tekkesi (Bunlar yıkılmıştır), Kazasker Mehmed Vusulî Efendi’nin Fındıklı camii, mektep ve hamamı, K o­ ca Yusuf Paşa’nm sebili, Sadrıâzam Bı­ yıklı Ali Paşa’nm mektep ve çeşmesi es­ ki imar faaliyetinin eseridir.

Bıyıklı A li Paşa’nın bitişiğinde in­ şa edilen ve Sultansarayı olan Sahilha- ne ise, birçok zevat elinde bulunduktan sonra 1593 de İngiliz elçisi de oturmuş, 1822 yangınında tekke ile birlikte yan­ mış ve tekkesi Hüsrev Mehmed Paşa tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Bu semte bilhassa ilmiye ricali rağ­ bet etmişler, Kadı Abdullah Efendi Piş­ maniye camiini, Kutub İbrahim Efendi Kadı mescidini, Seyyid Yahya Efendi kendi mahallesinde Emir imam mesci­ dini, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi de yalısını burada yaptırmışlardır.

Birbuçuk asırlık Nusratiye camii ve Top­ hane meydanı ile iskelesi (Allom’dan)

Fındıklı; adını Dereiçi mahallesinde eskiden mevcud fındık ağaçlarından al­ mıştır.

Fındıklı, bilhassa Onsekizinci asır başında Damad İbrahim Paşa’nın Emııâ- bâd sahilsarayım yaptırması üzerine par­ lamıştır.

Zevcesi Fatma Sultan’a temlik etti­ ği bu sarayın yerinde bilâhare İkinci Sultan Mahmud’un hemşiresi Adile Sul­ tan ile Cemile Sultan yalıları inşa edil­ miştir.

Cemile Sultan yalısı, Çırağan yangı­ nından sonra (1909) Meclis-i Mebusan’a tahsis edilmiştir. Bugün bu iki binada “ Güzel Sanatlar Akademisi” ile “ Atatürk Kız Lisesi” bulunmaktadır.

Vaktiyle birçok rical yetiştirmiş o- lan Fcyziye mektebi de bu semtte idi.

Kabataş: Buranın adı Thermastis’di.

Bu isimle kıyıya yakın bir kaya kaste­ diliyordu. Girid’e gitmekte olan İskit

(7)

Taurus’un gemileri burada demir atmış­ tı. Bu sahil eskidenberi dolmuş ve es­ ki coğrafî şeklini değiştirmiştir. İs­ kele ve civarının bulunduğu rıhtım, Sul­ tan Mecid’in eseridir (1852). Ve iskele­ de bu hâtıra için dikilen mermer sütun durmaktadır.

Kabataş, Fındıklı ile Dolmabahçe a- rasındaki mahallelerden teşekkül eder. Bu semt, şimdiki adını Köse Kethüda denmekle mâruf Mustafa Necib Çelebi (Ölümü 1824) nin buradaki yalısını ta­ mir ettirirken tesadüf edip etrafını yont­ turarak iskele haline koyduğu bir taş- dan (belki Thermastisten) almıştır. Bu iskele uzun zaman Kara Bâlî iskelesi a- dını taşımıştır. Osmanlı İmparatorluğu­ nun her sene Kâbe’ye gönderdiği Sur- ra-i Hümayun’un deve katarı araba va­

purlarına buradan binerek Üsküdar’a

geçerdi.

İstanbul’da ilk işleyen araba vapuru 1853 de bu iskeleden hareket etmiş ve büyük merasim yapılmıştır.

Kabataş, eskiden bağlık bahçelikti. Bilhassa Kara Bâlî’nin bahçeleri pek meşhurdu. Sonradan (1706) Elmas Meh- med Paşa mensuplarından bir kadın bir mescid, Nişancı Avni Ömer Efendi Ka­ bataş camiini, Hekimoğlu A li Paşa da 1729 da büyük bir çeşme yaptırmışlar­

dır (İskelenin tam karşı sırtında bulu­ nan bu çeşme sökülerek, yıkılan Tekel binasının yerine restore edilmiştir).

(* ) Bu, Kılıç A li Paşa (1496-1587), Barbaros ve Turgud’un yetiştirmelerin­ den Anadolulu bir zat olup, Lepanto- İnebahtı büyük deniz savaşında mahvo­ lan donanmamız içinden kendi gemile­ rini kurtararak ve üstelik birçok düşman gemilerini de batırarak muzaffer çıkan­ dır. Bunun üzerine ismi Uluç iken Üçün­ cü Sultan Murad tarafından K ılıç’a çev­ rilmiş ve kendisine Kaptamderya’lık ve­ rilmiştir. Sokollu’nun yardımıyla bir yıl içinde meydana getirilen kuvvetli donan­ ma ile Akdenizi yine Türk gölü haline sokmuştu. Beşiktaş’la Fındıklı arasında bir camisi daha vardır.

Tophane camii yerinin denizden dol­ ma olduğu hakkında bir rivayet vardır.

Gûya Paşa, cami yaptırmak için padi- şahdan yer isteyince, padişahın “ Derya padişahı değil mi, camiini deryada yap­ tırsın” demesi üzerine burayı doldurta­ rak yaptırtmış. Temelin tehlikeli olaca­ ğından bahsedenlere, mimarının “ Mih­ raba iki, giriş kapısına iki, iki taraf­ larına da birer düz sütun koydum, ca­ mi göçse bu sütunlar mukavemet eder” dediği de meşhurdur.

★ ★ ★

İSLÂM TARİHİNDE MÜHİM HÂDİSELER (580 inci sayfadan devam)

şâhı Nuşirevan, Müzdek’i öldürtmüş,

memleket içinde ekilmiş olan fesad to­ humlarını kökünden kazıtmıştı.

İşte halife Mehdi zamanında doğan Zındıklar mezhebi bu Müzdek mezhe­ biyle Mani felsefesinin karışmasıyla mey­ dana gelmişti. Batı İran ile İrak’a ya­ yılan bu mezhep, cemiyetin bütün bağ­ larını kırmış, ahlâkı hiçe saymış, büyük ölçüde insan ihtiraslarının yayılmasına elverişli bir muhit hazırlamıştı.

Zındıklar hakkında yapılan şikâyet­ lerden biri de, bunların sokaklarda rast­ ladıkları çocukları kaçırdıkları iddiası idi. Fakat zındıkların dinî inanışı yık­

tıkları, İslâm ahlâkını ayaklar altına al­ dıkları muhakkaktı.

İslâm halifesi, zındıkları yok etmek için büyük gayretler sarfetti. Hakların­ da amansız takiplerde bulundu. Heryer- de zındıklar yakalandı. Ahlâkın, niza­ mın, İçtimaî intizamın düşmanları diye hapislere atıldı.

Abbasî halifesi yalnız iç isyanlarla değil, dış harplerle de uğraştı. Abbasî- lerin en büyük düşmanı Bizanslılar’dı. Yedinci Yüzyıldan Onuncu Yüzyıla ka­ dar dört asır sürmüş olan İslâm - Bizans harpleri: Hülefayı raşidîn devri, Emevi- ler devri, Abbasîler devri, hudud vali­ leri devri olmak üzere dört devir geçir­ mişti.

★ ★ ★

(8)

Bebek’teNiHiimâyun âbâd» kasrı (Melling’den)

Boğaziçi'nde bir tetkik

Boğaziçi, efsane devirlerinin bir çok rivayetlerini taşır. Bilinen tarihinin başladığı Bizans İm­ paratorluğunun 1058 senelik sahipliği zamanında ise buraları bakımsız ve hatta Bizanslılığın tesirinden masun kalmış ve ancak, bize geçtikten sonradır kî orijinal bir karakter alarak camiler, meseidler, saraylar, köşkler, çeşmeler, sebiller, korular, bahçeler, yalılar ve evlerle süslenmiştir. Karadenizle Marmarayı birbirine akıtan bu dar geçit, dünyanın en süslü tabiat «üzeli, muhteşem ve eşsiz harikasıdır. Dört köşeden kopup gelen turistlerin değil, İstanbul­ luların bile vakit buldukça ziyaretine koştuğu bu dünya cennetinin tarihini bilenlere hatır­

latmayı, bilmeyenlere de kısaca olsun öğretmeyi faydalı bulduk.

— 5 —

Bebek : Eski adı Echele’di, Rumca

iskele mânasına gelir. Burada vaktiyle avcı ve balıkçıların hâmisi Artemis (Diyana) adak yeri vardı ve koy tema- men servi ağaçlarıyla kaplı idi.

Arnavutköyü ile Rumelihisar ara­

sındaki koyda bulunan Bebek’in Ku­ zey kısmına küçük Bebek ve güneyin­ de poyraz alan kısmına da Büyük Bebek denir. Bunlara eskiden Cici Bebek, Ka­ ka Bebek de denirdi.

Manzarası güzel, sâkin ve mahfuz olan bu koy adını, Fatih’in buraya tâyin ettiği «Bebek» lâkablı bölükbaşıdan al­ mıştır. Bu bölükbaşının burada güzel bahçeleri vardı. Sonraları hâs bahçeleı arasına katılan bu «Bağçe-i bölükbaşı» da Birinci Selim bir kısır yaptırmış ve zamanla harap olmuştur. Onyedinci asır ortalarında bu bahçenin ilerisinde yeni­ çeri ağası Haşan Halife ve daha ileride de. Girit fethinde yararlığı görülen 'Deli

(9)

Hüseyin Paşa birer bağ vücuda getiı- mişlerdi.

Civardaki köyler gibi buranın o a imarı düşünülerek Bebek bahçesine gü­ zel bir köşk ve bir cami yaptırılmış (bu ahşap cami 1912 de yıktırılarak ufakça bugünkü güzel câmi yaptı­

rılmıştır). Ve bu arada dük­ kânlar inşa ettirilmiştir. Y i­ ne buranın şenlenmesi gaye­ siyle kayalar ve Haşan Ha­ life yalısına kadar sahil ve yamaçlardaki arazi halkdan rağbet edenlere satılmış ve verilmiş, pek kısa bir zaman içinde güzel bir köy kurul­ muştur.

Bu hareket Sultan Üçün­ cü Ahmet devrine rastlar ve

yapılan köşke «Hümâyunu

âbâd» adı verildiğinden bu ad bu köye de âlem olmuş­ tur. Bu köşkü bilahare Kap­ tanı Derya Cezairli Haşan Paşa yeniden inşa ettirerek Sultan Birinci Abdülhamid’e takdim eylemiştir. Padişah buraya arasıra gelir ve bil­ hassa yazın Reisülküttab ile yabancı elçiler burada top­ lanarak müzakereler yapar-, lardı. Bazı yabancı yazarla­ rın eserlerinde buranın adı «Konferans köşkü» diye ge­ çer. Sultan Üçüncü Selim bu köşkü yeniden inşa ve tezyin

etmiş ve kardeşi Beyhan

Sultan’ın oturmasına tahsis eylemiştir. Sultan Abdülme- cid tarafından yıktırılıncaya kadar Hümâyunu âbâd adını

muhafaza eden bu köşkün

yerine yapılanı Bebek Köşkü, Bebek Kasrı diye tanındı.

Ondokuzuncu asır başla­ rında Bebekte Şeyhülislâm,

Kâhyabey ve diğer devlet

ricâlinin köşk ve sahilhaneleri vardı. Bu arada, Teşrifatçı İbrahim Paşa’nın baba­ sı Sâip Bey’in yalısı ile sonra Rauf Paşa’ya, Emin  li Paşa’ya ve nihayet Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın validesi E-

mine Hanımefendiye geçen Dürrîzade

yalısı ( ki bu bina yerine Mısır sefa­ reti binası olarak kullanılan ve bu­

gün mevcud olan büyük bina yaptırıl­ mıştır) ve Mısırlı Halim Paga’nın Büyük

Bebek’teki yalısı ve Küçük Bebek’de

Plekimbaşı Abdülhak Molla’nın iken sı­ rasıyla Mütercim Rüştü, Müverrih Cev­ det ve kurenadan Faik Paşa’lara intikal

Diirrîzâde Yalısı yerine yaptırılan Mısırlılara ait yalı

eden yalı zikredilebilir. Bu yalıyla köşk­ lere aid yerlerin bir kısmı bugün Robert Kolej arazisi içindedir.

Kayalar tarafındaki mesçid Dördün­ cü Mehmed devrinin nişancılarından Ah- med Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ya­

kınında Tavukçu Reisi diye meşhur

Reisülküttab Mustafa Efendi’nin bir

çeş-Bir buçuk asır evvelki Bebek (Ressamı Bartlett)

(10)

mesiyle geniş bahçeli bir yalısı vardı ki zamanının devlet ricâliyle bazı elçilerin sık ziyaret ettikleri bir yerdi. Yine mes- çid civarında ve içinde Oğlan Şeyh diye anılan İsmail Maşukî’nin mezarının bu­ lunduğu bir Kadiri dergâhı vardı. Bu dergâh ile Reisülküttabın köşkü arka­ sındaki sırtlarda bulunan Deli Hüseyin Paşa bağı da Robert K o lej’e geçmiş ara­ zi arasındadır.

Bu dergâh civarında Sultan İkinci Mahmud’un yaptırttığı bir yalı daha var­ dı ki adı Yılanlı Yalı idi. Kayalar me­ zarlığı yanındaki Durmuş Dede tekkesi meşhurdur. İstanbul’a gelen gemiler bu dervişe yiyecek ve adak getirirlerdi.

Bebek’in havası ve mehtabı, balık avı ve bilhassa lüferi meşhurdur. Koy kısmen sığ olup bir de feneri vardır.

Rumelihisarı : Eskiden burunda ve

şimdiki hisar içinde mevcud Hermes a- dak yerinden dolayı Hermaion adını ta­ şırdı.

Keza Boğazkesen mânasına yine Yu­ nanca Lemcopion ve dalgalarının gürül­ tüsü köpek havlamasına benzetilerek K ı­ zıl Köpek anlamına Pyrhias Kyon diye de anılırdı. Şimdiki hisarın yerinde bir ufak ve yayvan kale vardı ki Bizans im­ paratorlarının hapishanesi idi ve adına Unutulmuşlar kalesi denirdi.

Bu sahil, Bebek cihetinde Kayalar ve diğer cihette de Baltalimanı burunla­ rı arasındadır. Buraların akıntısı kuvvet­ lidir. Kayalar burunun’dan cereyan eden akıntıya «Rumelihisarı veya Kayalar A - kıntısı», Baltalimanı burnu önünden ge­ çerek akana da «Şeytan akıntısı» denir.

Bu akıntı, Arnavudköyü akıntısından

sonra en süratli ve çapraşık bir akıntı olup saatte 3,5 - 5 mil sürate mâliktir.

İran hükümdarı meşhur Dârâ, İskit- lere karşı harbe gitmek üzere yedi yüz binlik ordusunu Rumeli yakasına bura­ dan geçirmiş ve bunun için şimdiki A - nadolu ve Rumelihisarları mevkii ara­ sına bir köprü kurdurmuştur. Sisamlı Androkles’in sallar üzerine yaptığı bu

köprünün Kanlıca burnundan Hisara

doğru kurularak akıntıya aşağıya doğru uzattığını yazanlar da vardır. Dârâ şim­ diki Rumelihisarı mevkiinde bir kayanın oyulmasıyla meydana getirilen tahtına oturarak ordusunun geçişini seyretmiş­

tir. îskitlere mağlûp olarak dönüşünde

Dârâ ordusunun bakiyesi onbin asker

yine buradan geçirildiği gibi Haçlılar

ordusu dahi Anadolu’ya bu mevkiden

nakledilmiştir.

Fatih’in İstanbul’u zaptetmek mak­ sadıyla 1452 de burada yaptırdığı Ru­ melihisarı muhteşem bir âbide halinde ayaktadır ve son senelerde restore edil­ mesiyle büyük bir tarih yadigârı hara- bîden kurtarılmıştır. Bu hisar, bu satır­ lara sığamıyacak kadar azametlidir, ay­ rıca tedkik edilmek lâzımdır.

Rumelihisarı mahalleleri yanmış ve Sultan Birinci Mahmud zamanında 1746 da yeniden inşa edilmiştir, iskele mesci­ di Hacı Kemalettin, A li Dede mesçidi de A li Torlak taraflarından yaptırılmıştır. Muvakkithane Üçüncü Mustafa’nın kızı Beyhan Sultan’ın eseridir.

Sultan Dördüncü Mehmedin annesi­ nin yaptırdığı köşk, onsekizinci asır başlarında Matbah Emini Halil Efendi’- dinin bağı, müteakip asırda yapılan Şey­ hülislâm Mekkî Mehmed Efendi ile Sıt- kızâde Ahmed Reşid Efendinin sahilha- neleri eskiden burayı süleyen yerlerden­ di.

Rumelihisarının en yüksek tepesin­ de (140 metre yüksekliktedir) bulunan Nafi Babanın bektaşi tekkesi, Cumhuri­ yet devrinde kapatılmıştır. Civarındaki şehidlikte şöhretli zevattan birçokları medfundur.

Hisarın Saruca Paşa kalesinin dibin­ de meşhur Ahmed Vefik Paşa merhum’- un ikametgâhı vardı ki çok mühim ve kıymetli kütüphanesi sonradan maalesef parça parça satılmıştır. Büyük bir dev­ let ve siyaset adamı ve büyük bir âlim olan, tecellüdü ve kimseye minnet etme­ mesiyle de tanınan bu zat, Sultan A ziz’-

in hükümdarlığı zamanında bir saray

yapılmak üzere kalelerden birini yık­ mak düşünülünce «Burası ne padişahın malıdır, ne de Osmanlılığın.. Burası in­ sanlığın malıdır ve bir tarihî yadigâr­ dır. Ben de buranın bekçisiyim» diye a- yaklanmış ve bu işe mâni olmuştur.

Nâfi Dede tekkesi karşısındaki Ro­ bert Kolej, Robert adında Newyork’lu bir Amerikan tarafından 1862 tarihinde yapılmış ve zamanla büyümüştür.

(Devam edecek)

(11)

Küçüksu çeşme ve kasrı

Boğaziçi’nde bir tetkik

Boğaziçi, efsane devirlerinin bir çok rivayetlerini taşır. Bilinen tarihinin başladığı Bizans İm­ paratorluğunun 1058 senelik sahipliği zamanında ise buraları bakımsız ve hattâ Bizanslılığın tesirinden masun kalmış ve ancak, bize geçtikten sonradır ki orijinal bir karakter alarak camiler, mescidler, saraylar, köşkler, çeşmeler, sebiller, korular, bahçeler, yalılar ve evlerle süslenmiştir. Karadenizle Marmarayı birbirine akıtan bu dar geçit, dünyanın en süslü tabiat iüzeli, muhteşem ve eşsiz harikasıdır. Dört köşeden kopup gelen turistlerin değil, İstanbul­ luların bile vakit buldukça ziyaretine koştuğu bu dünya cennetinin tarihini bilenlere hatır­

latmayı, bilmeyenlere de kısaca olsun öğretmeyi faydalı bulduk.

9 — :

Paşabahçesi: Çubuklu koyunun şi­

malindeki burunda bol miktarda istirid­ ye avlandığı için Stridia diye anılırdı. Mevkiinin şimaligarbisinde vaktiyle bü­ yük bir incirlik bulunduğundan evvela İncirliköy diye anılan bir de kö-y var­ dı. Bu iki mevki Sultaniye’yi takip eden sayfiyelerdi. Burada bazı Reisülküttab ile kazaskerlerin yalıları mevçuddu. Hezarpare Ahmed Paşa’nın sarayı ,bu mevkide idi; “ Paşabahçesi” adı da bu­ radan gelmişti. Bir aralık İncirköyünde

çoğalan kahvehaneler ayak takımıyla

dolduğundan yıktırılmıştı. Yine burada

Bostancıbaşı Sinan ağanın yaptırıp son­ radan Dürzi Hüseyin ağa’nın bir mektep ilâve ettiği İncirköv camii mevcuddur.

încirköyün cenubunda bulunan Pa­ şabahçesi eskiden yalnız Hristiyanlar- la dolu iken Üçüncü Sultan Mustafa’nın burada çeşme, mektep, hamam, ve ca­ mi yaptırmasından sonra müslümanla- rın da rağbet ettikleri yer olmuş, devlet ricalinden birçoğu da bağ ve bahçeler vb yalılarla süslemişlerdir.

Faşabahçe'de eskiden mevcud şişe- hane bugün asri bir şişe fabrikası ha­ lindedir. Bundan başka İnhisarlar

(12)

sinin 1932 de kurduğu müskirat fabri­ kası da buradadır.

Paşabahçe, Köprü’ye dokuz mil me­ safededir. Lüfer zamanında koy, balık­ çıların rağbet ettiği mevkidir.

Faşabahçe’nin, yakınlarında çıkan Gümüşsüyü ve Madensuyu adlı iki su­ yu vardır.

Çubuklu : Eski adı Katangion’du ve Akim it’lerin . manastırı ile meşhur­ du. Çubuk lülesi yapıldığından dolayı bu adı aldığı zan olunur. Boğazın muh­ telif yerlerinde olduğu gibi burada da bir hasbahçe ve Bostancı ocağı kışlası vardı. Mesire civarında Çubuklu ocağı mescidi hâlen mevcuttur ve Bostancıba- şılardan Halil tarafından yapılmıştır.

Bu mevki Yavuz Sultan Selim’in

Mısır seferinden avdetinde imar gör­ müştür.

Sahilde Üçüncü Sultan Ahmed dev­ rinde veziri İbrahim Paşa tarafından bir köşk, havuz ve güzel bir çeşme yaptı­ rılmış ve Feyzâbâd adıyla bir mesire halini almıştır.

Çubuklu’da Keçecizade İzzet Molla'- ııın yaptırdığı çeşme hâlâ mevcuttur.

Mevkiin imar ve iskânı için Sultan

Mecid'in Maliye nazırlarından Rıfat

Paşa tarafından bir mahal­ le tesis edilmiş ve buranın şenlenmesine gayret edilmişe tir.

Tepede Mısır Hidivi Ab- bas Hilmi Paşa taraffndan yaptırılan Kuleli köşkün sa­ hile yakın bir elektrik san­ tralı ve ikisi arasında yap­ tırılmış bir şosesi vardır. Burası İstanbul Belediyesi tarafından satın alınmıştır. Santralın yanında hâlen Dal­ gıç Müessesesi mevcuttur ki yeni binaların güzel örnek­ lerindendir.

Eskiden burası bülbül­

leriyle meşhurdu. İlkbahar­ da zevk ehli insanlar kayık­ larla gelir bülbül dinlerler­ di.

Kanlıca : Uzun ve düz

sahilinin eski adı Phrixau Limen idi. A r- temis namına bir adak yeri vardı. Kan- lıca'nın adı Flnka idi ve

Chalkedon’lula-Çubııklu'da Hıdiv köşkü

ra aiddi. Anadoluhisar’ı ile körfez ara­ sındaki buruna Lembos derlerdi.

Türklerin Boğaziçine sahip

(13)

Amcazade Hüseyin Paşa yalısının kalan kısmı

Yalının kalan kısmındaki meşhur salonun eski bir resmi

rı devirdenberi sayfiye olarak çok rağ­ bet görmüş bir yerdi. Sonraları, Kanu­ nî devri ricalinden İskender Paşa bura­ da Mimar Sinan’a bir cami ve hamam yaptırmış, İbrahim Çelebi ve Emir Pa­ şa ve diğer rical de yalılarla süslemiş­ lerdir. Binikiyüz evli, bağlı ve bahçeli idi.

Sinan efendinin yaptırdığı mescid yerine inşa ettirilen mescidin çeşmesi hâlâ mevcuttur.

Kanlıca camiinin karşısında Rıfat Paşa’nm 1851 de yaptırdığı bir muvak- kithane vardır.

Siidü ve yoğurdu ile meşhur olan Kanlıca, Boğaz’m Anadolu yakasında en gözde yerlerindendir. Bir aralık rağbet­

ten düşen bu mevki şimdi yeniden şeıı- leıımektedir.

Kanlıcaya yakın Göztepe mevkiinde çıkan meşhur Güzel suyu kasabanın çeş­ melerine de getirilmiştir.

Kanlıca’da son asır ricalinin yalıla­ rı vardı. İkinci Sultan Hamid’in Harici­ ye Nâzın Saffet Paşa’nın yalısı bunla­ rın başında gelirdi. Zamanla bunlar yan­ mış ve yıkılmıştır.

Akıntısı ile meşhur Çakalburnıı’nda Sultan A ziz’in yaptırdığı bir Karakol binası vardır. Daha evvel burada bir de tabya bulunuyordu.

Kanlıca’nın Saffet Paşa Bağı ile Yazıcı çiftliklerinden başka en güzel mesireleri Kavacık ve Körfez’dir. Ka- vacık, Kazasker Haşan Tah­ sin Efendi tarafından tesis edilmiş bir çiftliktir, havuz ve çeşmesi de vardır. Sonra­ ları Mısır Hidivi İsmail Pa­

şa damadı Mahmud Sırrı

Paşa’ya intikal etmiştir. Bo- ğaz’ın en güzel yeri olan Körfez’e gelince, Bülbülde- resinin döküldüğü yer olan bu mevki, Dördüncü Sultan Mehmed tarafından Şeyhül­ islâm Mehmed Bahaeddin e- fendiye ihdâ edilmiş, bun­ dan dolayı Bahaî körfezi a- dını almıştı. Bülbülleri, mehtabı ve man­ zarası itibariyle fevkalâdeliğinden dola­ yı Boğazın bu en meşhur mevkiinde el­ çilere bile ziyafetler verilir, güzel yalı­ lar seyrettirilirdi.

Kanlıca’da Amcazade Hüseyin Pa­

şanın yalısı 1700 de Karlofça muahede­ sinin tasdiki münasebetiyle gelen Avus­ turya elçilerine verilen ziyafet dolayısıy- le meşhur olmuştur. Bu ziyarette İngil­ tere ve Hollanda elçileri de bulunmuş­ lardı. Yalının denize ilerlemiş ve kazık­ lara oturtulmuş salonu, zarif eski Türk tezyinatıyla ve havuzu ile nefis bir âbi­ dedir. Hâlen tâmi'r edilmiş halde durmak­ tadır.

Anadoluhisarı : Eski çağlarda Gök­

su vadisine Potamion (tatlı su) denilir­ di. Dere de Aretas adıyla mâruftu. Kü- çüksu’nun adı Napli ve körfezinin de Napli körfezi idi.

(14)

Bu mevki Göksu dere­ sinin Boğaz’a akdığı yerde ve kısmen de Göztepe ile Ka- vacık mailinin şark yamacı üzerindedir.

Burada Amasya’lı Sina- nüddin’in mescidi vardı. Os­ manlIlar devrinde Kazasker ve Şeyhülislâm mâzülleri bu kasabada ikamete memur e- dilirlerdi.

Gerek Göksu deresi ve çayırı, gerekse Küçüksu de­ resi eskiden olduğu gibi hâ­ len de mesireliğini muhafa­

za etmektedir. Bugün Kü-

çüksu’da güzel bir plâj var­ dır.

Göksu deresinin üzerin­ de eskiden bahçe ve değir­ menler vardı. 1909 taşmasın­ daki hasardan dolayı dere kenarına rağbet azalmıştır.

Dereden çıkarılan çamurla

yapılan testi ve saksıları meşhurdu. Hâlen yine iki i- malâthane vardır.

Anadoluhisarı. Venedik­ liler tarafından yaptırılmış ve Yıldırım Sultan Bayezid tâmir ve tevsi ederek hemen

yeniden yapılmış denecek

hâle getirmiştir. O zaman Karadeniz boğazından bu hi­

sara kadar Osmanlılar elindeydi. Ve Göksu mevkii BizanslIlar elinde bulunu­ yordu.

Sultan Birinci Mahmud'un rağbeti üzerine eski ahşab Bostancı köşkleri ye­ rine Sadrıâzam Devatdar Mehmed Paşa 1762 de güzel bir kasır inşa ettirdiği g i­ bi ayrıca cenubundaki tepeden su getirt­ miş ve bir havuz yaptırmıştı. Bu kasır, Üçüncü Sultan Selim ve İkinci Sultan Mahmud devirlerinde tâmir ettirildikten sonra Sultan Mecid devrinde 1857 tari­ hinde yeniden inşa olunmuş, Sultan A - ziz zamanında ise yeniden tâmir ettiril­ miştir. Küçüksu kasrı bugün dahi Bo- ğaz’ı süsleyen en güzel binalardan biri­ dir

Göksu deresi

Küçüksu plajı Anadolu hisarı

(15)

Boğaziçi’nde bir tetkik

Boğaziçi, efsane devirlerinin bir çok rivayetlerini taşır. Bilinen tarihinin başladığı Bizans im ­ paratorluğunun 1058 senelik sahipliği zamanında ise buraları bakımsız ve hattâ Bizanslılığm tesirinden masun kalmış ve ancak, bize geçtikten sonradır ki orijinal bir karakter alarak camiler, mescidler, saraylar, köşkler, çeşmeler, sebiller, korular, bahçeler, yalılar ve evlerle süslenmiştir. Karadenizle Marmarayı birbirine akıtan bu dar geçit, dünyanın en süslü tabiat ¿üzeli, muhteşem ve eşsiz harikasıdır. Dört köşeden kopup gelen turistlerin detil, İstanbul­ luların bile vakit buldukça ziyaretine koştuğu bu dünya cennetinin tarihini bilenlere hatır­

latmayı, bilmeyenlere de kısaca olsun öğretmeyi faydalı bulduk.

— 3 —

Dolmabahçe : Şimdiki Kabataş iske­

lesi mevkiinden Beşiktaş’a kadar olan kısımdır ki, eski hudutlara göre Kara Bâlî (Kara abalı) bahçeleriyle Beşiktaş bahçesi arasıdır.

Eremya çelebi Kömürcüyan’m ese­ rine göre burası Onyedinci asırda bey­ lik bostandır. Vaktiyle körfez iken 1614 de görülen lüzum üzerine Sultan Birin­

ci Ahmed’in emriyle sadrıâzam Nasuh

Paşa tarafından doldurulmağa başlan­ mıştır. Evliya Çelebi de, buranın küçük

servili bir bağ iken Sultan İkinci Os­

man zamanında bütün donanma gemile­ ri ve deniz vasıtalarının çalışmalarıyla doldurulup dörtyüz arşın büyüklüğünde bir meydan vücuda getirildiğini yazar ki, diğer kayıtlara nazaran bu doldurma evvelce başlıyan faaliyetin devamıdır. Bu meydanın cirit oyunu için hazırlan­ dığı da bâzı kaynaklardan anlaşılmak­ tadır.'

Biz evvelce kaldığımız Kabataş is­

kelesinden yürüyüşümüze devam ede­

lim. İskeleden saraya doğru giderken ye­ ni yapılan yol ve duvarı geçince solda

(16)

rastladığımız sebilin bânisi Sipahi ağa­ sı Mehmed Emin Ağadır ki, son vazifesi tersane eminliğidir. Rokoko stilinde 1740 (1153) de yaptırılan bu sebil İstanbul’un en güzel sebillerinden biridir. Şimdi yol zarureti bakımından sökülmektedir, bi­ raz geriye monte edilecektir. Mehmed Emin ağa da yanında medfundur.

Bunun yanında bulunup yıkılan ve temelleri hâlâ duran bina Sultan Me- cid’in inşa ettirdiği Saray jtiyatrosuydu. Buraya Avrupa’dan ecnebi artistler ge­ tirtilip temsiller verdirilirdi. Bir tenkid üzerine Sultan burasını kapatmıştı.

Sahildeki Dolmabahçe camii, Sultan Mecid’in validesi Bezmiâlem Sultan ta­ rafından inşasına başlatılmış, vefatından sonra (1853) da oğlu tarafından tamam- lattırılmıştır. Mimarı Balyan 'Serkis’dir.

Dolmabahçe sarayına gelince; dol­ durulan kısmın da katılmasıyla genişli- yen beylik bahçe, evvelce Sultan İkinci Selim zamanmdanberi mevcud olan köşk ve duvarları tamir edilerek Beşiktaş bahçelerine ilhak edilmişti. Sultan Birin­ ci Abdülhamid zamanında ise bu köşk, zeminden itibaren güzel çinilerle süslen­ mek suretiyle sanatkârane bir şekilde yeniden yapıldı.

Sonradan bunun yerine Sultan İkin­ ci Mahmud’un yaptırdığı sarayı da oğlu Sultan Meciri yıktırarak yerine bugün­ kü Dolmabahçe Sarayı’nı 1853 te yaptır­ mıştır. Mimarları Karabet Balyan ve Ni~ gogos Balyan ile Mahmud Paşa’dır. Beş milyon Osmanlı altınına malolduğu riva­

yet edilir. Barok ve Rönesans stilinde o- lan Dolmabahçe sarayı; mabeyin daire­ si, hünkâr dairesi, muayede salonu, ve- liahd dairesi ve harem dairesi olmak ü- zere beş büyük kısımdan mürekkeptir. Sarayın önündeki saat kulesi İkinci A b ­ dülhamid zamanı 1889 senelerinde yapıl­ mıştır.

Önceleri Dolmabahçenin arkasındaki tepelerde de serviler arasında bir köşk vardı ki adına Cihannüma ve Bayıldım derlerdi.

Sultan Birinci Abdülhamid, Dolma- bahçe’de bir iskele ile kayıkhaneler kur­ muştu. Zevcelerinden Hümaşah ta bir çeşme yaptırmıştı.

Yine Dolmabahçe’de Sultan Üçüncü Selim bir Tüfenkhânei âmire inşa ettir­ mişti. Burada padişahın yaptırttığı

tü-Sultan Mecid’in yaptırdığı bugünkü Dolmabahçe sarayı

Eski Çırağan sarayının İkinci Mahmud tarafından yapıldığı zamanki hali. Bu­ nun yerine sultan Aziz’in yaptırdığı Çırağan sarayı da 1910 da yanmıştır.

(17)

fenklerin menzili üçyüzelli adımdan bi­ ne çıkarılmıştı. Bu ihtiraın tecrübele­ rine kayıkla gelip bizzat katılırdı. Sul­ tan İkinci Mahmud bu imalâthaneyi yık­ tırarak yerine şimdi mevcut olan «iş ­ tahlı âmire = hâs ahırlar» binasını yap­ tırmıştır.

Beşiktaş: Evvelki isimleri Sergion ve lasonion’du. BizanslIlar Daphne de­ mişlerdi, Sonraları “ Diplokion = Çift sü­ tun” adını verdiler. Bu isim, Kabataş’ta dikilip buraya nakledilen bir âbideden geliyordu. Bu sütunlar sonraları Barba­ ros’un mezarında kullanılmıştır.

Buraya gemileri bağlamak için beş taş direk konmasından Beşiktaş adını çı­ karanlar olduğu gibi, vaktiyle beşik gibi insan şeklinde oyuk bir taşın bulunma­ sından dolayı da bu adı aldığını kayde­ denler vardır.

İstanbul alındıktan bir müddet son­ ra, Osmanlı donanmaları sefere çıkarken Kaptanpaşa’nm emri altında toplu ola­ rak burada birleşip hareket ederler­ di. Bunun için Kaptanpaşa’ların yalısı da burada bulunurdu. Sonraları adına Ca- galoğlu yalısı denilen bu bi­

na ikinci Bayezid devrinde padişahların emlâki arasına girmişti. Güzel köşklerle de süslenen bu mevki, padişah­ ların sık sık ziyaret edip va­ kit geçirdikleri yer olmuş ve

«Beşiktaş bahçesi» adını al­ mıştır.

Kanunî devrinin büyük a- mirallerinden Sinan Paşa’nm sahilde Mimar Sinan’ın eseri güzel bir camii vardır. Sinan Paşa Trablusgarb’ı îtalyan- lardan geri alan zattır. Üs­ küdar’da Mihrümah sultan camii haziresinde medfundur.

Büyük Türk amirali Bar­ baros Hayrettin Paşa (1471- 1546) nın türbesi de burada­ dır. Bu zâtın tarihlere sığmı- yan şanlı zaferleri malûmdur.

Beşiktaş’ın Maçka, Haseki tarlası, Yeni mahalle gibi bir çok mahalleleri de vardır. Evliya Çelebi’ye göre; o zaman­ ki halkı, Anadolu’dan gelen kibar insan­ lardı. Hayrettin iskelesi karşı karşıya sevkedilecek askerin geçeceği bir yer

olmak hasebiyle mühimdi ve bir de yol­ cu hanı vardı, iskele .ile Dolmabahçe Sa­ rayı arasında bir çok cami, ziyaretgâh, çeşme ve hamam mevcuttu. Camilerin sayısı kırka yakındı. Bunlar arasında Kazasker Vişnezade Mehmed Efendinin yaptırdığı mescid, Kılıçali Paşa iskele mescidi, Deli birader Gazâlî Mehmed E- fendi mescidi, Beşiktaş mevlevihane ve mescidi bulunmaktaydı.

Fatih devri ricalinden Fatih’in tuz- cubaşısı Tuzbaba ve Ekmekçibaşı mes­ cidini kuran A li Ağa Beşiktaş’ta med- fundurlar. Bektaşilerden Karaabalı Meh­ med Baba da Kanunî Sultan Süleyman’a

rica ederek Beşiktaşdaki Süleymaniye camiini yaptırmış ve Süleymaniye ma­ hallesiyle aşağıdaki Karabâli (Kraaba- lı) bahçelerini tesis etmiştir.

Beşiktaş’da meşhur olan yerlerin ba­ şında Yahya Efendi mesiresi gelir. K a­ nunî Sultan Süleyman’ın süt kardeşi ol­ duğu rivayet edilen Yahya Efendi, gör­ düğü bir rüya üzerine Beşiktaş tarafın­ da Hızırlık adını verdiği mahalde mes­ cid, medrese, hamam ve tekke inşa et­

miş, bu tekkede Üveysî tarikati pîri sı­ fatıyla şeyhlik etmiştir. Bu dergâhın bahçesine birçok şöhretli adamlar gö­ mülmüş, İkinci Sultan Hamid zamanla­ rına kadar saray ve devlet ricalinin zi­ yaret ettiği bir yer olmuştur.

İkinci Mahmud’un yaptırdığı Çırağan sa­ rayının Allom tarafından yapılmış

bir resmi.

(18)

Yüksek bir tarafta Darüssaade ağa­ sı Abbas A ğa’nın yaptırdığı köşkün yeri­ ne Sultan Birinci Ahmed’in inşa ettirdi­ ği Abbasağa köşkü, N efî’nin Dördüncü Murad’a bir hicviyesini okuyup tevbihe mâruz kaldığı köşktür.

Sultan Dördüncü Mehmed, 1678 de 625,000 akçe sarfıyla Beşiktaş’ta bir «Sa­ rayı dilküşa ve hâs oda önünde dahi lebi deryada» taş kemerler üzerine fevkalâ­ de güzel bir kasır bina ettirmiştir. Bu­ raları büyük bir gayret ve zevkle süs- liyen Birinci Mahmud ise yirmi iki sü- tunlu bir «Kasrı dilârâ» yaptırmıştır. Sultan üçüncü Selim de bu sahilsaray’a ilaveler yapmıştı ve yaz mevsimlerini burada geçirirdi. İkinci Mahmud devrin­ de ise, yine ilâveler ve tâdiller gördük­ ten sonra Dolmabahçe Sarayının inşa­ sıyla Beşiktaş Bahçe ve sahilsarayı ta­ rihe karıştı.

Bundan başka Beşiktaş’ta bir de Çı- rağan sarayı vardı. Burası evvelce Ka- zancıoğlu bahçesi iken Hâs bahçeler a- rasına girmiş ve Dördüncü Murad tara­ fından hemşiresi Melek Ahmed Paşa zevcesi Kaya Sultan’a hediye edilmişti. İçinde çırağan şenlikleri yapıldığından Çırağan yalısı adını almıştı. Sonraları Sultan Üçüncü Ahmed devrinde damadı İbrahim Paşa tarafından bir saray yap­ tırılarak zevcesi Fatma Sultana hediye edilmişti. Üçüncü Ahmed devrinin meş­ hur çırağan eğlenceleri burada yapılırdı. Babasının hal’inden ve kocasının katlin­ den sonra Fatma Sultan vefatına kadar burada oturmuştur.

Üçüncü Selim Çırağan sarayını 1804 de yeniden yaptırmış ve sonra da İkin­ ci Mahmud tarafından klasik bir cephe

ile zarif şekilde yenilenerek kendi ika­ metine tahsis etmiştir. Abdülmecid de burada bir müddet oturmuş ve Dolma­ bahçe sarayının inşasından sonra yeni­ den inşa ettirmek maksadı ile 1860 da yıktırmışsa da bir müddet sonra vefatı vukubulmuştur.

Sultan Aziz, cülûsunun ilk sene­ lerinde, yeniden bazı bina ve arsalar mii- bayaasıyla yerini genişleterek burada y e­ ni Çırağan sarayını yaptırdı. Kendisi bu­ rada az oturarak Dolmabahçe’ye naklet­ ti. Hal’inden sonra az bir müddet Topka- pı’da oturtulan Sultan Aziz, arzusu üze­ rine Çırağan’a nakledildi ve Beşiktaş’a en yakın kısmın birinci katının denize bakan tarafında damarlarını kesip inti­ har etti. Sultan Beşinci Murad da hal’- inden sonra öliinciye kadar burada mah- bus kaldı. Daha sonra Meclisi Mebusana tahsis edilen bu bina 1910 da kalorifer dairesinden çıkan bir yangınla yandı. Hâlen duvarları durmaktadır. Çok mü­ zeyyen, içi ve dışı fevkalâde bir bina idi. Sarayın plânını mimar Nikogos Balyan hazırlamış ve inşaatını Sergis ve Agop Balyan yapmışlardır. Dört milyon lira­ ya malolduğu rivayet edilir.

Çırağan sarayının arkasında ve Y ıl­ dız bahçesinin medhalindeki Mecidiye camii 1843 de yapılmıştır. Yıldız sarayı­ nın önünde de Sultan İkinci Abdülha- mid tarafından yaptırılan (1891) Hami- diye camii vardır. Sultan Hamid’e bom­ ba bir cuma selâmlığında burada atıl­ mıştır.

Beşiktaş’ın arkasında Hacı Hüseyin bağı denilen vadide Ihlamur kasrı m ev­ cuttur, padişahların sık sık ziyaret et­ tikleri yerdi.

★ ★ ★

Müverrih ve âlim Cevdet Paşa, Tanzimat devrinin üç mühim rüknü Reşid, Â li ve Fuad Paşaların her üçüyle de resmî ve hususî münasebeti olan bir zattı ve kendisinin bu üç mühim diplomatımız hakkmdaki hükmü şu idi: «Reşid Paşa, söylediğini yazmak, yazdığını söylemek iktidarmdadır. En özenerek yazdığı gibi söylerdi. Fuad Paşa yalnız güzel ve nükteli konuşurdu, lâkin inşâsı başkaydı. Â li Paşa ise pek güzel yazar, fakat kuvvei natıkası hiç yoktu.»

★ ★ ★ İ

Referanslar

Benzer Belgeler

Hızır ilyas Buda klı Sarıvel iler.. Karaas lankum ocağı Bape

Yapının karşılaştırması için İstanbul Yavuz Selim Camii’nin güncel rölöveleri kullanılarak biçimleniş özellikleri, mekân boyutları, kullanılan kemer tipleri

çeşmesi Galatada saray kapısı yakınında Darüssaade ağası çeşmesi Mevlane ka- pısında Vezirkâhyası Mehmed ağa çeş- mesi Maçkada miri bahçeye.. Tophane

Günümüzde Sultan Selim Camii (Selimiye Camii) olarak bilinen yapı kaynaklarda Câmi-i Cedîd, Câmi-i Şerîf-i Sultan Süleyman şeklinde kaydedilmiş, daha sonra

29 mayıs pazartesi akşamı An- karadan Istanbula hareket ede­ rek ertesi günü de uçakla Paris- teki Dışişleri Bakanları toplantı­ sında bulunmak üzere

Hayatta senden daha fazla merhamet ve şefkate muhtaç bir ikinci genç kız tasavvur edemediğim için aşkım, merhamet ve kederle inleyecek, son nefesime kadar

İntramüsküler enjeksiyon bölgelerinden ventrogluteal bölgenin tespit yönteminin güvenirliğinin ve ventrogluteal ile dorsogluteal bölgenin enjeksiyona

Üniversite bünyesindeki binalar›n hemen hemen hepsinde oldu¤u gibi ‹‹BF binas› için de, bina ve yerleflkenin di¤er bölgeleri ve yaya yollar› aras›ndaki dolafl›ma