Türk Edebiyatı
Mayıs/87
Türk Edebiyatı
T 7 - S b £ 9'%
Mayıs/87
MAKBER’DEN
JE
j
yvâh! Ne yer ne yâr kaldı
Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede, gelip ezelden
Ben gittim, o hâk-sâr kaldı
Bir gûşede târum âr kaldı.
Bâki o enis-i dilden eyvâh
Beyrut’ta bir m ezâr kaldı!
Öldünse de berhayât idin dün
Öldün, bana verme yok mu bir ün
Öldün, nasıl eyleyim tahammül?
Öldün, ölüm eyliyor teşekkül.
Öldün, sanadır bu ömr, düşkün
Kabrin nazarımda benden üstün.
Sen öldün ölüm güzel demektir.
Ölsem yaraşır gamınla her gün.
Meyhâne yıkıldı m est ayakta
Cemşid’i de kor bu iş merakta.
Ey bahr! kenâra sen getirdin.
Ey hâk, onu sen yedin bitirdin.
Lâyıktı o nûrdan yatakta
Tutsaydı şafak, derim, kucakta.
Yıldızlar! onu siz ettiniz defn
Durmuş ne bakarsınız uzakta!
Abdülhak Hâmid’den Şiirler
BİR ŞAİRİN HEZEYANI
Bildir, nereye uçar gülüşler?
Feryâdlara olur mu bir yer?
Zâhir neye böyle ye’stir hep!
Bâtın neden öyle hande-ber-leb?
Ben zâir, sen defin-i makber
Gel bir soralım bunu berâber:
Çıktın mı huzûr-ı Kibriyâ’ya
Bildin mi nedir o Tıfl-ı Ekber?
Yerden bite gayri mehlikaalar
Taşlıkları okşasın sabâlar.
Yâ Rab! bana ıztırâb lâzım
Her şeyde bir inkılâb lâzım.
Gökten yere düşmeli duâlar
Baştan başa yağmalı belâlar,
İhl&l-i sükût için savâik
Heykeller, ilâheler hüdâlar.
Sen Halikımızsın ettik İ’mân,
Bir sende bulur bu ye’s pâyân.
Sen varken olur mu âhiret yok!
Yok şüphe ki sende mağfiret çok.
Duydum, seni istiyor bu vicdân,
Bildim, sana vâsıl oldu cânân.
Tekrâr buyur fakat hayâtın,
Can ver ona vermedinse derman.
Ey yâr! şu nevbahâr sensin,
Ben anlıyorum ki yâr sensin.
Ettikçe nigâh bahr u berre
Birden sanırım ki bâzı kerre
Meşçerdeki rüzgâr sensin.
Ağlar, derim eşkbâr sensin.
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedâr sensin.
Merhaba ey harap makbereler,
Sâfiline küşâde pencereler!
Nezdinizde karârı pek severim.
Bence hep şi’rdir bu m eşcereler,
Şu bayırlar, harabeler, dereler.
*
Bu esen rüzgârı pek severim.
Batırdan levhime gelir safvet,
Sa-.vet-i lehv o en güzel sanat.
Ebrden kalbime iner rikkat,
Rikkat-i kalb, o en büyük hikmet.
Ben hazan u bahan pek severim.
Fikrimi âsmân eder terfi’,
Şi’rimi ahterân eder tarsi;
Her kim eylerse eylesin teşni’,
Bana lâzım değil beyan u bedi!
Köydeki çeşm esân pek severim.
Dilemem şeyh u şâbdan irşâd,
Encümenden hiç istemem imdâd,
Bana üstâd-ı Sun’dur üstad, ,
Bunu cehlimden eyle istişhâd.
Cehl ile iftihan pek severim.
Servden istikamet öğrendim,
Senge baktım imtânet öğrendim,
Sâyelerden himâyet öğrendim.
Akıbet bir muhabbet öğrendim.
Ben bu nakş u nigân pek severim.
Müteharrik çemen belâgatten,
Dem urur tâirân fasâhattan,
Gonca bir ders açar letâfetten,
Beni âgâh eder selâsetten.
Reviş-i cûybârı pek severim.
Yetişir âsmân önümde kitab
Bana mektep gelir şu penbe sehâb.
Encümen cânişidir girdâb,
Ne hoş urmuş bu merkade mehtâb.
Şu gelen ihtiyan pek severim.
Eder ilka hayalime ziynet,
Hande ettikçe her seher Kudret,
Görürüm her tarafta bin ibret,
Tek ü tenha önünde ey Vahdet,
Ettiğim âh u zân pek severim.
Olmadım sarf u nahve ben âgâh,
Gramerden de anlamam billah,
Ulemâ benden etsin istikrâh,
Hiç vazifemde olmaz, ey hemrâh,
Çünkü Perverdigâr’ı pek severim.
Batmasın pâyına sakın bu çiçek,
Bir melek geldi söyledi gülerek,
Burdan sevdiğim güzâr edecek,
Ben onun da esiriyim gerçek,
Ben o merdüm-şikân pek severim.
Vechi mir’at-ı hüsn-i sirettir,
Zülfü meşşate-i tabiattır,
Çeşmi hemreng-i sermediyyettir,
O da bir derstir, fazilettir.
Severim, yâdgân pek severim.
(Hep yahut Hiç, s.89-91)
Türk Edebiyatı
_________
Mayıs/87
Konuşan: İsa
Al i
İnci Enginün ile “ Şâir-i
Âzam” a Dâir Sohbet
T.EDEBİYATI : - Hocam, Tanzi mat'tan sonraki Türk edebiyatında Ha- mid’in yeri nedir? Nesiller var, edebi yat akımlan var. Hamid’i bunlardan bi- risiqin içine sokabilir miyiz?
İNCİ ENGİNÜN :
-H
âmid Tanzimat’tan sonraki ikin ci neslin şairlerinden. İlk nesil Na mık Kemal, Ziya Paşa ve arkadaşları. İkinci nesil ise Abdülhâk Hamid, Re- câizâde Ekrem ve Samipaşazâde Sezâi. Hâmid’in iki ustası var. Biri kendinden önceki nesilden,- biri kendi neslinden: N. kemal ve Ekrem. Namık Kemal’e üstâd-ı evvel, Ekrem ’e üstâd-ı sâni di yor.Hâmid her dakika patlayan bir mi zaca sahip. Çok sıkı bir eğitim görmü yor. Adeta volkanik patlamalar var bü tün hayatında. Hem davranışlarına, hem de eserlerine aksediyor bu. Onun bu durumu daha sonraları uzun uzun tenkit ediliyor. Bir yol açıcı herşeyden evvel. Gelenekten gelen ne varsa her- şeyi altüst ediyor. Bu bakımdan hem nesli içinde çok övülüyor, hem de de rin bir şekilde hissediliyor. Onun asıl değerini Servet-i Fünûncular farkedi- yor. Fikret’in şiirini hatırlarsanız eğer, onda tezatların çarpıştığı bir dünyayı buluyor. Bu huzursuz, modern insan adeta Hâmid’le başlıyor bizde. Fikret de bir düzen getiriyor. Çok düzenli bir insan. Servet-i Fünûncular’da düzen Fikri var. Fakat onlar da şiiri manzu meden ibaret sayıyorlar, nesre yaklaş tırıyorlar. Aşıl şiir bütün bu deneme lerden sonra Yahyâ Kemâl’de kıvamı nı buluyor ve asıl mâhiyeti ortaya çıkı yor. Hatta Y.Kemal’in bir sözü var, bu bana çok tesir etmiştir: “ Eskiden bir şi irimiz vardı. O zaman “ Biz nasıl şiir is tiyoruz? sorusu sorulmazdı.” diyor. Gerçekten de öyle. Hepsi bir şiir arayı şı içinde. Şiir nasıl olmalı? Hepsi bir şiir söyler, yazar. Şiir böyle olur gibi teo rilere lüzum yok. Şâirin işi bu değil. Şa ir kendini yazdığı şiirlerle gösterir.
Hâmid, şiirimize, Y.Kemal
tenkitle-Hâmld her dakika
patlayan bir mizaca
sahip, çok sıkı bir
eğitim görmüyor.
Adeta volkanik
patlamalar var bütün
hayatında. Hem
davranışlarına,
hem de eserlerine
aksediyor bu.
rini yöneltmeye başlayınca, tamamıy la estetik açıdan bakıyor. Divan şiirin de mutlak güzellikleri buluyor. Oysa Tanzimat’tan sonra güzellik yok olmuş. Şiir denen şey yok ortada. Y.Kemâl’in çevresine yaptığı tesir Hâmid’e yeni bir gözle bakılmasını sağlıyor. A.Hamdi Tanpınar ve N.Ataç adeta iki kampa ayrılıyor. Hamid’in eserlerini iyice oku madan yüceltenler var. öylesine tuhaf yüceltmeler var ki: “ Siz inerken Tanrı iniyor gördüm” falan diyorlar. Bu ola cak şey değil!
T.EDEBİYATI : - Hocam, siz daha önce Dergah Yayınları arasında Ha- mid'in şiirlerini yayınladınız. Bunları yayınlarken İlmî bir endişeniz vardı. “ Hamid ve eserleri karanlıkta kalma sın, araştıranlar faydalansın” diye. Acaba Hâmid’i yayınlarken bugünün sanatkarına da bazı şeyler vereceğini düşündünüz mü?
İNCİ ENGİNÜN :
-H
erşeyden evvel şunu belirteyim: Bizde çok eksik birşey var. Bu da külliyat neşri. Bir yazarın ne yazmışsa, hatasıyla sevabıyla ortada olması lâzım. Maalesef hiç bir yazarımızın bütün eserleri külliyat halinde çıkmış değil. T .EDEBİYATI : - Yahya Kemal iş te, şans eseri...İNCİ ENGİNÜN :
-E
vet Y.Kemal şanslı, ama onun dı şında yok. Kaldı ki, biliyorsunuz onda bile eksiklikler var. Birşey orta ya çıkmalı ki eksiklikler de görülsün, ve tamamlansın. Avrupa’da kitapçı dükkanlarını dolaşırken bende sonsuz kıskançlık uyandıran birşey var. Kıs kançlık diyorum, çünkü gerçekten bu nu hissediyorum, “ Niye bizde yok” di ye. Orada değerli değersiz her yazarın külliyatına ulaşabilmemiz mümkün. Hem de değerlilerin külliyatları birkaç yayınevi tarafından basılmıştır. Lüks baskıları vardır, kâğıt kapak baskıla rı vardır. Daha ziyade öğrenciler için hazırlanmış ucuz baskılar vşrdır. Biz de nasıl? Biz kesinlikle okumuyoruz. Ben bu gibi genellemelerden hoşlanmı yorum aslında, ama okumadığımız bir vakıa.Hâmid’in kendi hayatta iken yeni harflerle basılan tek kitabı var: Hakan. Onun dışında bütün kitapları eski harf lerde kalmıştır. Şu halde bunları eski harflerden bugünün harflerine naklet mek lâzım.
Burada yine külliyat neşirleri sözko- nusu olunca bir yanlış anlama ile kar şılaşıyoruz. Efendim bunlar anlaşılmaz, sadeleştirelim. Kimin için sadeleştirece ğiz. Bugün sadece 500 kelime ile konu şan kitleler var. Bu 500 kelimeye indire nleyiz Hâmid’i. Çünkü bir yazar bir ke limeyi kullandığı zaman ona orada can lılık veriyor, hayat veriyor. Şimdiki filmleri düşünün. Dekoru tam tayin et mek için herşeyine, sakalına, bıyığına, kılık-kıyafetine dikkat ediyoruz, ondan sonra o şahsın kültürümüze hediye et tiği kelimeyi kullanmaktan kaçıyoruz. Şunu unutmamak lazım, sahne eseri ve ya popüler neşriyat olunca iş değişiyor. Ama önce onları popüler hale getirebi lecek kişilere kaynağı hazırlamak lazım. Hâmid’i neşretmeden önce çok dü şündüm. Hâmid’in keyfî bir lügat kul lanması işimi zorlaştırıyordu. Belki far kındasınız, okuyamamış olduğum bir
Türk Edebiyatı.
___________ Mayıs/87
kaç kelime de kaldı. Eski kültürümüzle âşinâ pekçok kişiyle temas ettim, bu kelimeleri tespit edemedik. Ama belki bir gün'birisi çözer. Belki kendimiz çö- zeriz.
Hâmid’in bir sürü müsveddesi var. İlmî çalışma yapınca diyoruz ki bütün müsveddeler de elimizin altında olsun, onlarla da mukayese edelim. Müsved delerle çalışmak son derece önemlidir. Ama düşünün ki şimdi eğer ben bir de buna kalkışsaydım, hiç yapamazdım. Çünkü müsveddeler benim bildiğim ka darıyla şu anda Aşiyan Müzesi’ nde, Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde, Millî Kütüpha- ne’de ve bir de özel ellerde var. Hele özel ellere ulaşmamız mümkün değil. Bir kitap bir defter üzerine bakıyorsu nuz, üzerinde Sahra yazıyor ama için de Garam da var. Yani hepsine birden bakıp eksiksiz birşey yapmak zor .Çün kü insan ömrü sınırlı.
T.EDEBİYATI : - Bu şartlarda mümkün değil...
İNCİ ENGİNÜN :
-E
vet, mümkün değil. Hâmid’in eserlerinin sadece basılı olanlarını bir- biriyle mukayese ederek, zaman içinde yaptığı değişiklikleri dikkate alarak bunları neşredeyim dedim. Bu bir ilk çalışma, bu çalışmaya dayanılarak bir çok şeyler yapılabilir. Mesela mektup larında farklı bir durum var. Şimdiye kadar yayınlanmamış bazı mektupları buldum. İnşallah onları neşretme im kanımız olur.T.EDEBİVATI : - İnşallah efendim, ^iraz önce Avrupa’da yazarların külli yatlarının basılmasından bahsetmiştik. Bizim elimizde bir alfabe zorluğu var. Bunu aşmak pek mümkün olmuyor. İNCİ ENGİNÜN :
-E
vet, lüzumsuz da yani. Kalkıp da bu insanlar eski harfleri öğrensin ler de bunu okusunlar. Zaten dil zor. Onu lügat yardımıyla hallederiz. Son-' ra harfler meselesi var. Burada kütüp hanelerin durumu ortaya çıkıyor. İste diğiniz saatte açık bulamazsınız. T.EDEBİYATI : - Sistemli değil son ra...İNCİ ENGİNÜN :
-E
vet bir sürü problemi var. O zaman bu kültür unutulsun demekle eştir bence. Bu külliyat neşri fikrinin pek yaygın olmadığını görüyorum. Bu ba na çok üzüntü veriyor. Çünkü insan lar zaman içinde değişmişler, farklı şey ler söylemişler. Neden biz bunların hep sini neşretmeyelim? İyisi, kötüsü birHâmid’in o kadar güzel
beyitleri var ki, pekâla
onlar verilebilir. Yahyâ
Kemâl diyor ki
"Makber'l yeniden
okuduğum zaman
burada bambaşka
birisiyle karşılaştım,
insanı buldum.
arada olmalı. İnsan bir bütündür. Sem pati duyduğumuz bir yazarın bazı ya zılarını yayımlamak istemiyoruz. Bunu fazla genelleştirmek istemiyorum. Bir başkası da çıkıyor, o yazarın bizim ya yımlamak istemediğimiz yazılarını ya yımlıyor. Böylece yayınlar sıhhatli ol muyor. O neşrin bütününe de gölge dü şüyor.
T.EDEBİYATI : - Herkes işine ge len tarafı yayımlıyor yani...
İNCİ ENGİNÜN :
-E
lbette... Bir insan yazmış, neşretmiş. Ondan sonra artık değişik yo rumlara uğrayacaktır. Bu düşünce ha yatı için kaçınılmaz bir şeydir. Bir çok yazarımızda ayni durumla karşılaşıyo ruz. Bu beni gerçekten üzüyor. T.EDEBİYATI : - Hocam, Hâmid’ in tiyatro eserleri sahnelenmeye pek el verişli değil. Siz Kültür ve Turizm Ba kanlığı Yayınları'ndan çıkan eseriniz de, Hâmid’in opera ve balenin tesiri al tında kalmasının bu durumu yarattığı nı söylüyorsunuz. Diyorsunuz ki: “ Ti yatro seyretmiş olsaydı, dilini biraz da ha nizama sokabilirdi. Zira tiyatro dil de keyfiliğe izin vermez.” Ama, Hâ mid’in şiirlerinde de aynı keyfilik var. Bu durum, biraz da onun mizacına bağ lanamaz mı?İNCİ ENGİNÜN :
-V
ar, evet. Kesinlikle bir kaç sebebe bağlanabilir. “ Ben yaptım,-oldu” diyor. Mektupları Töyle değil. Mektup ları son derece şirin, konuşma diliyle .yazılmış. Buna karşılık ilk eserleri de konuşma dilini çok güzel aksettiriyor. Demek ki böyle bir dili vardı. Ama dil meselesi üzerinde durmamış. Anlataca ğı şeyler var. Onları anlatmak için dili canının istediği gibi kullanıyor. Yalnız tiyatronun şartları farklı. Şiirde okuyu cu metinle karşı karşıyadır. Kendinicezbeden bir metnin çıkardığı zorluk ları tekrar tekrar okuyarak aşar. Tiyat roda öyle değildir. Tiyatroda sahne var dır. Bir defa söylenir, seyirci onu kaçı rırsa söylenen gider. Tiyatro tür olarak roman, hikâye ve şiirden farklıdır, key filiğe hiçbir şekilde cevaz vermez. Ya ni dilini yakalaması lâzım. Ama zanne diyorum, ppera ve balenin tesirinde kal mış. Bazı eserleri sadece bale veya ope ra şartları düşünülerek hazırlanmış.
I EDEBİYATI : - Hocam Hâmid’i yeni nesillere nasıl ses direbiliriz? Siz bir çalışma yapmışsınız. Eserleri var. Bu eserleriyle beraber dil engeli aşılarak Hâmid seni nesillere nasıl ses dirilebi lir?
İNCİ EftGİNÜN :
-H
âmid’in o kadar güzel beyitleri var ki, pekâla onlar verilebilir. Yahyâ Kemâl diyor ki “ Makber’i ye niden okuduğum zaman burada bam başka birisiyle karşılaştım. İnsanı bul dum t-ğer günün birinde Makber’den hır derleme yapılacak olursa, belki kü çük, fakat ebedî bir eser ortaya çıkar. Belki Hârnid’i bu açıdan gözden geçir mek lâzım. Bunu yapabilmek için eser lerinin mutlaka ortada olması lâzım. Şi ir zevki olan, bugünün meselelerine açık, bugünle dün arasında bağlantı ku rabilecek kişilerin Hamid’den bugüne aktaracakları şeyler bulacağını zanne.- diyorum. Meselâ düşünün: Para mâ- bed, bankalar mâbud” diyor. Buyrun işte bugünün gerçeği. Onun eserlerin de günümüzün robotları var, uyduları var, ama dili o kadar karışık ki, onu aşıp da arkasına ulaşamıyoruz. T.EDEBİYATI : - Tiyatro eserlerini yeniden işleyecek yazarlarımız çıksa, Hâmid'in konularını alsa, onların sah nelenmesini sağlasa... bu da bir yol ola maz mı Hâmid’i sevdirmek için? İNCİ ENGİNÜN :-E
vet, öyle zannediyorum ki, Devlet Tiyatrosu’nun, Şehir Tiyatroları’- nın görevidir de.T.EDEBİYATI : - Nasıl olsa Avru pa yazarlarından adapteler yapıyorlar. İNCİ ENGİNÜN :
-T
abiî, ancak bunu yaparken aman Hâmid’e fazla zarar vermeyelim diye düşünmemek lâzım. Belki biraz serbest bir uygulama ile sahneye getir mek lâzım. Bundan yıllar önce Finten piyesini Devlet Tiyatrosu sahneye koy muştu. Birinci perdenin sonunda meş hur Davalaciro’nun Finten’i kucağınaTürk Edebiyatı
Mayıs/87
A bdülhak H âm id
MERKAD-I FÂTİH-İ ZİYARETKEN
Her kûşesinde dehrin nâm-ı bekaa nisânn
Şâyestedir denilse âlem senin m ezânn,
Kaldın cihanda bir ân, her ânın oldu bir devr
Mülk-i ezeldi gûya tahtında hemcivânn,
Şensin ol Pâdişeh ki bu ümmet-i necibe'
Em sâr bahşişindir, ebhâr yâdigârın.
Bir dem yüzün gülünce âlem bahâr olurdu,
Misl-i küsûf her câ, zâhirdi iğbirânn.
Bir yıldırımdı nizen peyvestc ka’r-ı hâke
Bir bürc-i Hak-nümâdır, ermiş göğe minânn.
Her dem sana açıktır ebvâb-ı arş-ı Rahmet
Türbendir en azimi fethettiğin diyânn.
İster idim ki olsun düşmenle yâr yekdil
Devrân idi rakibin, Allah idi nigânn.
Açtı sana cenâhın cânan-ı sermediyyet
Etti anı derâğuş cân-ı cihansipânn!
Methinde şâirâna ilhâmlar gerektir
Târifi yerde bitmez arşa çıkan kibânn.
(İlham ı Vatan)
____________________ __________ _______________________
salıp fırtınalı denize atladığı sahne... O sahneye kadar herkes ilgi ile seyretti. Gerçekten çok başarılı bir sahne idi. Fa kat ondan sonra sahne açısından eser bitmiş oluyor. İkinci perdede ölmüş ol ması gereken Davalaciro ile Finten or taya çıkınca herkes gülmeye başladı. Bu demektir ki Finten orada bitecekti. Fa kat bu benim kafamda bir şey uyandır dı: “ Hâmid neden eserine devam etti, orada kesmedi. “ Bu soruyu ben uzun yıllar içimde taşıdım. Ve galiba ceva bını buldum. Çünkü eseri medeniyet ile vahşi tabiat güçlerinin çatışması olarak alırsan tabiatın vahşi güçleri hep aynı sahnede toplanıyor, sahne bitiyor. Da ha sonra Victoria devri İngiltere’sini okuyunca bunda birtakım semboller olacağını düşündüm. Davalaciro ile Finten sömürgelerden gelen yeni güç lerdir. İngiliz sosyetesi tehdit eder ve onlardan olma bir çocuk vardır... Ucu be, adı olmayan. Bu Ucube İngiliz ce- miyetindedir, asiller arasında kalmıştır. Onun oradan alınması lâzım. Çünkü Hâmid İngiltere ve Hindistan’ı gördük ten sonra sömürgelerle, sömürgecilerin birbirinden tamamıyle ayrı olduğunu, sömürgelerin İngiltere’ye zarar verme sinin mümkün olmayacağına kanaat getiriyor. Onun için adeta İngiliz sos yetesini çatlatacak olan bir bombaya benzeyen bu Ucube’yi geri alması lâ zım. Adeta sömürgedeki güçler birbir lerine düşüyor. Hâmid diplomat oldu ğu için o devrin politik meselelerine bel ki bu açıdan bakıyordu.
T.EDEBİYATI : - Hocam, Kültür ve Turizm Bakanlığı ndan çıkan eseriniz Tanpınar’ın “ Hâmid’e zengin bir mâ dene dönülür gibi her zaman dönülecektir’’ mealinde bir cümlesi ile bitiyor. Acaba bugünün şartlarında bu nu mümkün görüyor musunuz? Tanpı- nar ayni cümleyi bu şartlarda da - kül tür hayatımızı kastediyorum - söyleye bilir miydi?
İNCİ ENGİNÜN :
-T
anpmar’m Hâmid’e bakışını iki yönden ele almak lâzım. Biliyorsu nuz Tanpınar ( ■ Yahyâ Kemâl’ in yakınındadır. Onun şiir anlayışının tesirindedir. Bu açıdan bakınca Hâ mid’e pek müspet yaklaşmıyor.Ama, X IX . Asır Türk Edebiyatı Ta- rihi’ni yazarken karşımızda bambaşka bir Tanpınar vardır. Hâmid’e artık ede biyat tarihinin sürekliliği açısından ba kıyor. Ondan öncekileri, onların eser lerinin özelliklerini incelerken Hâmid’in kendisinden evvelkilerden farkım görü yor. Eserlerindeki yenilikleri görüyor. Anlıyor ki Hâmid Türk edebiyatında
46
yeni bir sestir. O zaman bu cümleyi söy lüyor, bu hükmü veriyor.
Tabiî Tanpınar kendi kültürüne ve kültür çevresine dayanarak bu sözü söy lüyor. Bugün için —daha önceki bö
lümlerde de söyledim— çok zor. Kar şımızda okumayan ve kelime hâzinesi çok az olan bir kitle var.
T.EDEBİYATI : - Hocam, verdiği niz bilgiler için teşekkür ederim.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi