• Sonuç bulunamadı

Cengiz Aytmatov’un Kassandra Damgası Romanında Kötülük ve Gelecek Kurgusu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cengiz Aytmatov’un Kassandra Damgası Romanında Kötülük ve Gelecek Kurgusu"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cafer Gariper

*

- Yasemin Küçükcoşkun

**

THE CONCEPT OF EVIL AND DYSTOPIAN FUTURE IN CENGİZ AYTMATOV’S KASSANDRA DAMGASI

ÖZ: Cengiz Aytmatov, Kassandra Damgası adlı romanında Yunan mitolojisinde yer alan Kassandra mitinden hareketle kötülük problemi üzerinde durur. Yazar, kurguladığı roman kişileri aracılığıyla dünyanın içine sürüklendiği olumsuzlukları dikkatlere sunar. Romanın kurmaca dünyasında savaş, silahlanma, hızlı nüfus artışı, baskıcı ve totaliter rejimler, çıkar çevreleri, politik oyunlar, hava kirliliği, ekolojik dengenin bozulması gibi insanlığı yakın gelecekte bekleyen tehlikeler sergilenir. 20. yüzyılın sonlarında insanlığın içine sürüklendiği olumsuzlukların bazı sinyalleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Balinalar topluca karaya vurarak intihar etmekte, anne rahminden bazı embriyolar yeryüzüne gelmek istemediklerini ifade eden sinyaller göndermekte, Türkiye’de insanlar bir otelde yakılmakta, Rusya’da işlerini kaybetmemek için gösteri yapan işçilere şiddet ve baskı uygulanmaktadır. Bütün bunları uzaydaki araştırma istasyonunda üç yıllık çalışma sürecinde gözlemleyen ve değerlendiren bilim adamı Filofey, yeryüzündeki insanları uyarmak ister. Onun buluşuna ve görüşlerine iki kişinin dışında inanan olmaz. Politik ihtiraslara bağlı hayat anlayışı içindeki yöneticiler, problemlere gereğince eğilmez, geniş insan kitleleri duyarsız kalır. Sonunda problemi gören ve gösteren bilim adamlarından Robert Bork, öfkeli kalabalıklar tarafından linç edilir. Filofey intiharı seçer. Bu romanıyla Aytmatov, bireyden insanlığa doğru genişleyen kötüyle iyinin, yanlışla doğrunun karşılaşmasından doğan çatışmalar ağını sergileme yoluna gider. Anahtar Kelimeler: Cengiz Aytmatov, Kassandra Damgası, roman, kötülük, mit.

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 10, Ekim 2014, s. 35-57.

* Yrd. Doç. Dr., SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

(2)

ABSTRACT: Cengiz Aytmatov focuses on the problem of evil, alluding to the Cas-sandra myth in Greek mythology, in his novel called KasCas-sandra Damgası. The writer highlights the negativities dragged into the world through the people he fictionalizes in the novel. In the fictional world of the novel, dangers awaiting humanity in near future such as war, armament, rapid population growth, repressive and totalitarian regimes, interest group, politic games, air pollution and corruption of ecological balance are depicted. At the end of the twentieth century, some signals of negativities also dragged into humanity started to appear. Whales are collectively committing suicide by washing ashore; some embryos are sending signals expressing wishing not to be born; people set fire to a hotel in Turkey; violence and pressure is being carried out to workers who are demonstrating. The scientist Filofey, during three years of study observing and evaluating at the research station in space, wants to warn people on earth. Nobody believes in his words except for merely two people. Those who are concerned ambitiously with political power are indifferent to these social problems. Large groups of people remain unresponsive. At the end, Robert Bork is lynched by angry crowds. Filofey chooses to commit suicide. Aytmatov shows conflicts arising from encounters with bad of good, wrong of right expanding from individual to humanity thanks to his novel.

Keywords: Cengiz Aytmatov, Kassandra Damgası, novel, evil, myth. ...

Giriş

İyinin zıttı olarak anlamlandırabileceğimiz kötü, kötü olma durumu, fenalık şeklinde tanımlanabilir. Kötü ve kötülük insanın varoluşuyla birlikte düşünülmeye müsaittir. İyilik gibi o da insanın yeryüzünde var olmasından itibaren anlam kazanır. Felsefi anlamda in-san, bir bakıma iyi ile kötünün çatışmasından ve birleşiminden ortaya çıkar. Onda ne tam kötülükten ne de tam iyilikten söz edilebilir. İçinde bulunulan şartlara, ekonomik düzene, sosyal ve siyasi olgulara bağlı olarak iyiliğin yahut kötülüğün öne çıktığı durumlarla karşılaşılır. İrade sahibi varlık olarak insan için iyiliğin veya kötülüğün tercihinde istek ve arzuları rol oynar. İyilik ve kötülük, durumlar karşısında verilen tercihlerde belirir. Kökensel olarak saldırgan insan kendini kültür alanında var eder, bu içgüdüsünü diğer varlıklara zarar vermeden karşılar. Karar ve eylemleri aklı ve iradesi tarafından kontrol ediliyor olsa da kötülük, kimi zaman insanın karar ve iradesini aşan boyutta karşımıza çıkar. Kötü kavramı ve kötülük problemi üzerinde çeşitli filozoflar, ahlâkçılar, düşünür-ler durmuş, kimi görüşdüşünür-ler getirmişdüşünür-lerdir. Sözlükte kötü, “istenilen, beğenilen nitelikte olmayan, fena; iyi karşıtı (...); zararlı, tehlikeli”1 şeklinde tanımlanır. Kötülük ise “kötü

(3)

olma durumu (...); zarar verecek davranış veya söz”2 anlamına gelir. Bununla birlikte

felsefi ve kavramsal çerçevede kötülük, insanı da aşan boyutta yaratılış olgusuyla ve evrenle ilişkilendirilebilir. Nitekim kimi filozoflar metafizik kötülük çerçevesinde problemi felsefi düzlemde tartışmaya açar. İmmanuel Kant’a göre “iyi veya kötü, aslında eylemin kendisiyle ilgilidirler, kişinin duyum alma durumuyla değil. Ve bir şey, kayıtsız şartsız (her bakımdan ve başka bir koşul gerektirmeden) iyi ya da kötü olacaksa, ya da öyle sayılacaksa, bu, bir eylem tarzından, istemenin maksiminden başka bir şey olamaz; dolayısıyla iyi ya da kötü diye adlandırılabilecek olan, bir nesne değil, eylemde bulunan kişinin kendisidir: ona iyi ya da kötü insan denir.”3

Kötülük, genellikle metafizik kötülük, doğal kötülük ve moral (ahlâki) kötülük olmak üzere üç madde altında toplanır. Metafizik kötülük, insanı aşan boyutta, evre-nin ve insanın yaratılış olgusuyla varlıkların sonlu oluşunu ifade eder. Doğal kötülük hastalık, sel, deprem, volkan, felâket gibi insan arzu ve isteklerinin dışındaki durum-lara verilen addır.4 İnsan, istese de doğal kötülüğü önleyemez. Çünkü onun karar ve

eylemlerinin dışındadır, ondan etkilenendir. Kötülük problemi üzerinde duranların önemli bir kısmı tarafından fizikî kötülük de doğal kötülüğün içerisinde değerlendirilir.5

Leibniz’in köklerini metafizik kötülükte aradığı moral (ahlâki) kötülük6 ise daha çok

insan eylemleri çerçevesinde anlam kazanır.

“Metafizik kötülük, bazı düşünürlerce doğal kötülükle bir tutulmuş; kötülük sı-nıflandırılırken metafizik kötülük üçüncü bir alan oluşturmamıştır. Metafizik kötülük, genel olarak, evrende kötülüğün ortaya çıkması için gereken ortamı ve koşulları yaratan eksikliklerin olması durumudur. Aslında kötülüğün kaynağının sorgulanmasına en elverişli olan bu alan, somut veriler sunan doğal ve ahlâki kötülük kadar tartışılmamış; zaman zaman da bu iki sınıfın içinde ele alınmıştır.”7 Kötülük problemi üzerinde duran

Leibniz, varlıkların eksik oluşlarını, yetkin olmayışlarını metafizik kötülük olarak de-ğerlendirir.8 “Yani metafizik kötülük, bir anlamda kötülüğün ilahi veya insani kökenlere

dayanıp dayanmadığından ziyade bir olgu olarak onun evrendeki varlığına ve ortaya çıktığı koşullara yönelir. Bu bakımdan sözgelimi kötülükle ilgili yapılan sorgulamaların tamamı akıl yürütme esasınca metafizik kötülükle ilgilidir.”9

Daha çok insan ilişkileri çevresinde şekillenen ahlâki kötülük, insanın ahlâki

2 a.g.e.

3 Immanuel Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Kurumu, 3. bs., 1989, s. 67.

4 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları, 6. bs., 2005, s. 1028-1029.

5 Ürün Şen, Türk Romanında Kötülük Başlangıçtan 1950’ye, Denizli: Pamukkale Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2012, s. 5.

6 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 3. bs., 1974, s. 330. 7 Ürün Şen, a.g.e., s. 5.

8 Macit Gökberk, a.g.e., s. 330-331. 9 Ürün Şen, a.g.e., s. 5.

(4)

ödevlerini yerine getirmemesinden doğar. “Kant insanın doğuştan gelen kötülük eğilimi olarak algıladığı şeyi adlandırmak için ‘radikal kötülük’ deyimini” kullanır.10

O, insanın doğuştan kötülük eğilimiyle yeryüzüne geldiği düşüncesini taşır. Kötülük, “McCloskey’in tanımına göre, ‘basit bir ifadeyle ahlâksızlıktır (immorality)-bencillik, kıskançlık, aç gözlülük, aldatma, acımasızlık, sertlik, korkaklık gibi kötülüklerdir.’”11

Soykırım, işkence, cinayet gibi bilinçli insan eylemlerini içine alır. İnsan tarafından istenen ve yapılan bütün kötülükler bu kapsamda değerlendirilir. Kötülük, ahlâkın olmaması veya eksikliği anlamına gelir. Bu görüşe göre iyi olan ahlâktır. Ahlâkın eksikliği yahut yokluğu kötülüğün ortaya çıkmasına yol açar. İnsan, hür iradesiyle var olur. O, hür iradesine bağlı olarak kötülüğü ya da iyiliği seçer ve bunu eyleme dönüş-türür. “Kötülük kendini ahlâk, etik ve siyaset alanında açığa vurur. İnsan hayatının her yönünde kötülük içeren ayrımlar, kırılmalar ve yarılmalar” yaşanır.12 Çünkü Hegel’in

de belirttiği gibi, insandaki kötülük duygusu tamamen sökülüp atılamaz.13 Bununla

birlikte diğer canlılara zarar vermeyecek şekilde ikame edilebilir.

Felsefi çerçevede düşünürlerin sorgulamaları metafizik ve doğal kötülük üzerin-de yoğunlaşır. Ahlâki kötülük felsefeyle birlikte daha çok sosyolojinin, psikolojinin ve psikanalizin üzerinde yoğunlaştığı bir yapı gösterir. Kötülük, özellikle de ahlâki kötülük mitlerden başlayarak çeşitli sanat eserlerinin, sanat eserleri arasında da öze-likle 18. yüzyıldan itibaren kimi romanların üzerinde durduğu, 20. yüzyılın üzerinde yoğunlaştığı, izleğe dönüştürdüğü bir görünüm sergiler.

Cengiz Aytmatov’un 1995’te yayımlanan Kassandra Damgası adlı anlatısı, kötülük izleği üzerine kurulan bir romandır. Roman, mitopoetik bir kurgu özelliği taşır. Yunan mitolojisinde yer alan Kassandra mitinde Kassandra’nın kehanetlerine inanılmadığı için insanların başlarına çeşitli felâketler gelir. Romanın kurmaca dünyasında, Kassandra mitinde olduğu gibi, insanlığı bekleyen yıkımları ve felâketleri haber veren, onları uyaran, çağdaş Kassandra14 görünümüyle beliren bilim adamının da sözüne inanılmaz.

Oysa yeryüzünde insanlar, birçok problemle karşı karşıya kalıp, hızla olumsuzluğa doğru sürüklenmektedirler. Bu bakımdan Kassandra Damgası romanı, insandaki vurdumduymazlığı, yıkıcılığı ve kötülüğü dikkatlere sunan bir roman olması yönüyle üzerinde durmaya değer görünmektedir.

10 Richard Bernstein, Radikal Kötülük Bir Felsefi Sorgulama, (çev. N. Erdoğan, F. Deniztekin), İstanbul: Varlık Yayınları, 2002, s. 16.

11 Cafer Sadık Yaran, Kötülük ve Teodise, Ankara: Vadi Yayınları, 1997, s. 30. 12 Richard Bernstein, a.g.e., s. 97.

13 a.g.e., a. y.

14 Ali İhsan Kolcu, “Cengiz Aytmatov’dan Bir Kıyamet Senaryosu: Kassandra Damgası”, bilig, S. 22,

(5)

Kötülüğün güçleri ve gelecek korkusu

Kassandra Damgası, yaşanan zamanın olumsuzluklarının anlatımı yanında gelecek

korkusunun romanıdır. Bazı anti-ütopik özellikler gösteren roman, eskataoloji mitle-rinden15 de kimi izler taşır. Yunan mitolojisinde Kassandra, “[g]eleceği görme gücüyle

yıkımları önlemeye çalışan, ama sözünü geçiremediği için başına gelen belalardan iki misli etkilenip üzülen bilicinin dramını simgeler.”16 Kassandra miti, nasıl geçmiş

dönemin olumsuzluklarını ifadeye yarıyorsa, yaşanan zamanda ortaya çıkan olaylar da, dünyanın yakın gelecekte karşılaşacağı olumsuzlukların habercisi durumundadır. Bu durum, genetik bilimcisi Filofey’in araştırmaları ve gelecek bilimci (fütürolog) Robert Bork’un keşif ve gözlemleri aracılığıyla dikkatlere sunulur.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği içinde yetişen genetik bilimci Andrey Kriltsov, yeni bir kimlik inşası çerçevesinde kendisine Uzay Rahibi Filofey adını vererek insanlığın yararına çalışmaya koyulur. Daha önce insanlığa zarar verebilecek çalışmalara katılan Kriltsov Andrey Andreyeviç’in yeni bir adla kendisini göstermesi, ontolojik bağlamda yeni bir kişilik olarak varlık kazanması arzusuyla ilişkilendirile-bilir. İç dünyasında değişim ve dönüşüm yaşama sürecine giren insan, arınmakta ve kendini yeniden tanımlamaktadır. Metnin derin yapısına dikkat edildiğinde değişim ve dönüşümünü tamamlayarak arınan, kendini yeniden tanımlayan Filofey’in, insanlığa kendisi gibi değişim ve dönüşüm yaşamasını, arınmasını önermekte olduğu anlamı çıkarılabilir. Üstelik Tanrıtanımaz bir sistemin içinden gelen, pozitif bilim alanında çalışan Filofey, bir bakıma yeni adına rahip sıfatını ekleyerek kendi varlık alanının eksiltili/boşta kalan yanını (ontolojik boşluğu) tamamlamaya çalışır. Bir tarafıyla kendi kişiliğinde ontolojik yarımı tamamlayarak bütünlüğe erişmeye çalışırken, diğer taraf-tan bilimin katı gerçekliğiyle inanç sisteminin yumuşak kapsayıcılığını aynı bünyede bütünleme uğraşına girişir. Aynı zamanda bu, felsefi bağlamda metafiziğe yükselme eylemidir. Uzay aracıyla göreceli olarak dünyanın üstüne çıkan Filofey, rahip sıfatıyla metafizik bağlamda da dünyayı aşan bir alana yükselir. Onun uzay çalışmaları yeni sıfatıyla uygunluk gösterir. Böylece o, uzaydaki üç yıllık laboratuvar çalışmalarıyla hem bilimsel araştırmalarını yapar hem de geriye dönüşle felsefi-ontolojik bağlamda kendini sorgulama, onarma, gelişimini tamamlama çabası içine girer. Kendini felse-fi-ontolojik olarak tanımlama ve tamamlama uğraşına giren, bilim adamı kimliğiyle insanlığın geleceği için çaba harcayan genetik bilimci Filofey’in dünyaya yolladığı ışınlara Kassandra embriyoları gittikçe artan sinyallerle cevap verir. Bu da dünyanın gittikçe daha olumsuz bir yaşama alanına doğru sürüklendiği anlamına gelir. Nitekim Filofey’in mektubunda yer alan şu satırlar bunu gösterir:

15 Dünyanın ve evrenin sonuyla ilgili mitler. Bunlar kıyamet öngörüsünde bulunan, kıyamet senaryolarıyla anlam kazanan mitlerdir.

(6)

“Belki de bugün tehlike işareti veren Kassandra embriyonlarından herhangi birisi dünyaya geldikten sonra en azılı katil olacak. Çok insana, tüm topluma acı ve felaket getirecek, her şeyin dışında, sadece genetik intikam duygularıyla, onu iradesi dışında doğurdukları için cinayetler işleyecek. Büyük bir ihtimalle, sonraları o, ana rahmindeki trajik başlan-gıcı hatırlayamayacak, fakat intikam kompleksi tehlikeli filizler verecek. Eğer şanslıysa, bu Kassandra çocuğu onun olumsuz genetik kodunu ayıklayacak, nötralize edecek bir ortamda yetişecek. Başka bir durumda ise kötülüğün gelişmesi için hiçbir çaba harcamak gerekmeyecek. Dağdan yuvarlanan ve giderek hızlanan kaya gibi, her şey kendi kendi-liğinden oluşacak.

Kassandra embriyonlarının sinyallerini gözlerken onların istikbalini düşünüyor ve onlara acıyorum. (...) Sürekli işlediğimiz günahlar gittikçe artan tehlike sinyallerine dönmüştür. Bunun için de Kassandra embriyonlarının sesi olan bu sinyaller dünyada işitilmeli, bu çağrıların manası ise anlayışla karşılanmalıdır.” (s. 36).

Filofey’in, dünyalıların Kassandra embriyosunun sinyallerinden endişe duyacakları konusunda şüphesi vardır. Tahminde bulunmaktan da korkar:

“Dünyalılar Kassandra embriyonunun sinyallerinden endişe duyacaklar mı; onları genetik çöküşün ve dolayısıyla tüm insanlığın çöküşünün habercisi olarak görecekler mi? Bir tahminde bulunmaya korkuyorum şüphe ve endişelerin her bir ferdî olayla sınırlana-cağından ve her bir Kassandra damgasının ayrı bir sonuç, ayrı bir final doğurasınırlana-cağından korkuyorum.

Kadınların büyük çoğunluğunun çabucak bu sıra dışı yavrudan kurtulmaya çalışacağından ve kocalarının da onları engellemeyeceklerinden korkuyorum. Onların aklına gelecek ilk şey, radikal bir yöntem olan kürtaj olacak. Bunun manevi mazereti de hiç şüphesiz şu olacak: Mutsuz olacağı ileriden belli insanlar doğurmanın bir anlamı yoktur. Yeryüzünde böyleleri zaten yeterince var. Ve kürtaja başvurmalarını kim kınayabilir? Kim? Toplum mu? Tarih mi? Ahlâk mı? Genetik korkunun kalıntıları olan kötülük kaynağı, toplum tarihimizin bizzat içindedir; ahlâk ise gerçeğin küstahça baskıları karşısında o kadar sık sık yön değiştiriyor ki...” (s. 37).

Filofey, yukarıda yer alan cümlelerde de görüldüğü üzere, meslekî formasyonuna bağlı olarak insanın geleceğini genetik şifre çerçevesinde anlamlandırır. “Dünyalılar Kassandra embriyonunun sinyallerinden endişe duyacaklar mı; onları genetik çökü-şün ve dolayısıyla tüm insanlığın çöküçökü-şünün habercisi olarak görecekler mi?” (s. 37) cümleleri bunu gösterir. Bununla da kalmaz. Romanın kurmaca dünyasında genetikle kaderin özdeşleştirildiği yapıyla karşılaşılır. Dünyanın geleceği konusunda Filofey’le benzer kaygıları taşıyan gelecek bilimci Robert Bork, “[g]enetik kodlamaya tecavüz edilmez. Bu, müdahale edilmesi yasak olan programlanmış kaderdir.” (s. 80) derken insanın yazgısının merkezi olarak genetiği gördüğünü ifade eder.

Papaya yazdığı mektupta insanların yapabileceği kötülüklerin ne denli ileriye varabileceğini örnekleriyle göstermek isteyen Filofey, “ceset tuzakları”nı anlatır. Buna göre Afganistan’ı işgal eden Sovyet askerlerinin ceset tuzakları şöyledir:

(7)

“Düşmanın cesedini köyüne yakın, yol kenarındaki görünen bir yere atıyor ve altına da patlamaya hazır özel bir mayın yerleştiriyorlardı. ‘Sınırlı askerî güç’tekilerin kendileri ise olacakları görüntülemek için bir kamerayla saklanıyordu. Ölüyü defnetmek için almaya gelenler cesede dokunur dokunmaz patlama oluyor ve bunlar da ölüyordu. Bu son dehşet anları çok titizlikle filme alınıyordu... İşte katledilmiş Afgan’ın yanına karısı koşuyor. Komşuları onu tutmaya çalışıyorlar, fakat o, gözyaşları içinde bağırarak kocasının cesedine sarılıyor ve güçlü patlama onu ve onunla gelenleri sarıyor. Ve insanlar yok oluyor. Ve her şey filme alınıyor. Başka bir sahnede korkmuş çocuklar var. Onlar ağlayarak, babalarının yere serilmiş cesedine koşuyorlar ve yine bir patlama kanlı vücutları etrafa dağıtıyor... Yol kenarındaki ölünün yanından kayıtsızca geçemeyen bir yolcu... Attan iniyor, kim olduğunu öğrenmek için cesedi omzundan tutarak ters çeviriyor ve yine dehşetli bir patlama... Yine de ölüm. Ve kafası parçalanmış at, tuhaf bir kaçışla oradan uzaklaşıyor, sonra düşüyor, hırıltılı sesler çıkararak kasınıyor. Ve tüm bunlar filme alınıyor. Böylece ‘ceset tuzakları’ operasyonlarının en ilginçleri filme alınıyordu.” (s. 28).

Diğer yandan Sicilya’da mafya, yargıca suikast düzenlemekte, insanlar sokakta toplu yürüyüş yapmakta, polis önlem almaya uğraşmaktadır. Bütün bunlar, uzaydaki laboratuvarından uydu kanalı aracılığıyla gelişmeleri seyredebilen Filofey’in insanla-rın yeryüzünde yaşadığı karmaşa hakkındaki düşüncelerini ve kanaatlerini pekiştirir. Mektubunda bildiği ve şahit olduğu kötücül bazı hayat sahnelerine yer vermekle Fi-lofey, insanların başka insanları öldürmekte ne gibi taktik geliştirebileceklerini, nasıl sadistçe davranışlara ve uygulamalara gidebildiklerini/gidebileceklerini dikkatlere sunmak ister. Filofey’in üzerinde durduğu bu kötülüğün kaynağı aslında fantazmik zevk almadır, sadist ötekine ait arzuyu ortaya koyar. Bunu belli bir sisteme körü körüne inanlar yapar. Altında Kantçı hazzın yattığı bu sadistçe17 davranışlarla o, insandaki

yıkıcılığa, kötülüğe dikkat çekmek arzusundadır. Arno Gruen’ün tespitiyle toplum içerisinde dolaşan şizofren kişiler, normalmiş gibi davranırlar. “Bu insanlar, kendi içlerindeki karmaşa, öfke ve boşlukla yüzleşemediklerinden” başkaları için tehlike yaratırlar. Bu tür insanlar için “ezici iç karmaşalarına ve iç yıkımlarına karşı tek direniş yolu iktidar peşinde koşmaktır. Boşluğun kendi iç boşlukları olduğunu kabul etmek zorunda kalmamak için çevrelerinde boşluk ve yıkım yaratırlar. Şizofrenin ikilemi, kendi iç çekirdeğini saklayarak korunmaya çalışmasındadır. Benlik, ancak canlı bir alış veriş içinde yaşayabileceğinden bu başarısızlığa uğramaya mahkûmdur ve bu yüzden şizofren, bu girişimin bedelini çoğunlukla akıl, mantık ve iletişimini tümüyle yitirerek öder.”18 Filofey’in uzaydaki istasyonun televizyon kanallarından seyrettiği dünya,

bu tür şizofrenik yıkımların, kötülüklerin yaşandığı dünyadır. Sadist veya şizofren ötekinin arzusunu dışarı vurur. Hâlbuki normal insan, kanunu uygulayacağım diye arzusunu saklar. Romanda normal kabul edilen insanlar, normal bir sistemin kurallarını

17 Slavoj Žižek, “Kant ve Sade: İdeal Çift”, Cogito, 3. bs., 2012, S. 41-42, s. 182-183.

18 Arno Gruen, Normalliğin Deliliği Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram,

(8)

önemserler, zevki karşılamak için fantazmik yollara başvururlar.

“Çocukken bırakılmış, yetim yuvasında büyümüş” (s. 40) olan Filofey de aslın-da bir Kassandra embriyosudur. Kant’ın radikal kötülük anlayışına uygun biçimde “yalnız her ferdin, bütün toplumun, bütün insan neslinin kendi içindeki kötülük ve günahları temizlemesiyle hayat perspektifi yenilenebilir” (s. 38) görüşünde olan Fi-lofey, düşüncesinin ütopik tarafının olduğunun farkındadır. Fakat başka çıkar yolun olmadığını da bilir.

İyiliğin de kötülüğün de insanın içinde olduğu düşüncesini dile getiren Filofey, insandaki kötülük yok edilmedikçe yeryüzünde kötülüğün süreceği görüşünü taşır. Bu da insanın özüyle ilgili bir problem alanını önümüze açar. İnsan, içindeki kötülüğü söküp atmadıkça mutlu bir yaşama alanı kurulamayacaktır. Hegel, insandaki kötülüğün yok edilemeyeceği görüşündedir.19 Bu da Filofey’in düşüncesinin felsefi ve teorik zemine

oturduğunu gösterir. Uzaydan, bir başka söyleyişle uzaktan bakışla insanlığın içinde bulunduğu açmazları açık bir şekilde gören Filofey’in uzaydan gönderdiği mektup ve canlı yayın bağlantısı ilahi dinlerin kaynağı durumundaki vahyi çağrıştırır. Dinler de vahiy yoluyla insanın içindeki kötülüğün geriletilmesini, yok edilmesini ister.

Uzaydaki laboratuvarında Kassandra embriyoları üzerinde çalışmalarını yürüten ve insanlığı bekleyen felaketleri haber veren Filofey’in yeryüzündeki bir benzeri gelecek bilimcisi Robert Bork’tur. O da yaptığı araştırma ve gözlemlere bağlı olarak insanların yeryüzündeki tahribatla sonunu hazırladığı kanaatindedir. Onun böyle bir düşünceye varmasında rol oynayan etkenlerin başında balinaların topluca karaya vurarak intiharı seçmeleri gelir. Çevreye duyarlı bir kimlikle beliren Bork, rüyasında gökyüzünde iki güneşin olduğunu fark etmesiyle ve denizin aşırı ısınarak balinaların ölümüne yol açacağı korkusuna kapılmasıyla daha baştan bilinçdışı bazı endişeleri taşıdığının bilgisini verir.

Robert Bork, bilim çalışmalarının açıklık getiremediği “balinaların grup intiharını dünyadaki olaylara tepki olarak” değerlendirir (s. 49). Ona göre;

“Balinalar okyanuslardaki canlı radarlardır. Onlar okyanusun meçhul sinyallerini alıyorlar. Belki de ilk onlar yanardağın ne zaman püsküreceğini hissediyor ve dünya enerjisinin baskısıyla sessizce bağırıyorlar. Fakat, en büyük gemilerin bile zor dayandığı şiddetli fırtına ve tufanlara karşı koyabilen bu güçlü hayvanlar için en trajik, en tehlikeli şey dünya ruhunda bizim anlayamadığımız dengesizlik yaratan insan felâketleri, insan kötülükleri sinyallerinin alınmasıdır. Galiba onlar için en azaplı şey de budur. Bu, senin de bildiğin, hakkında pek çok yazılar yazılmış, dağda yaşayanların psikolojisini bozan Alp rüzgârına benziyor. Bir yanardağ ne kadar tehlikeli olsa bile, eninde sonunda lâv püskürtecek, sa-kinleşecek ve sönecek. İnsan kötülüklerinin rüzgârı ise sönmez.” (s. 51).

(9)

Robert Bork’un değerlendirmesiyle “dünya şuuru çökme, kendi kendini yok etme, yani sonsuzluğa gömülme, mahvolma tehlikesi geçiriyor. Ve bu dünyanın sonu her türlü dilsiz canlıyı korkutuyor. Canlılar bundan sezgisel olarak korkuyorlar.” (s. 52). Çünkü “[d]ünya şuurunun taşıyıcıları olan insanların menhus ihtiraslarının durmadan artmasına tahammül etmek onlar için çok zordur.” (s. 52). Gittikçe kozmik adalet bozulmakta, hayatın ahengi tahrip olmakta, işte o zaman balinalar dayanamamakta, sahile yüzüp topluca ölüme atılmaktadır.

Görüldüğü gibi yukarıda yer alan cümlelerde romantiklerin bakışına yaklaşan, fakat onlardan farklı bir düzlemde evrene bilinç ve adalet yüklenmektedir. Bu bilinç ve

adalet, inanç sistemlerinin getirdiği mutlak bilgi ve bilinçten farklıdır. Adalet

düşünce-sini hatırlatmakla birlikte, kaynağını Tanrı merkezlilikten çıkarıp evrene bağlamasıyla ondan ayrılır. Böyle bir kurgu, bilincin ve adalet fikrinin evrende merkezileştirilmesi, insan evren ilişkisini düzenlemede yazgıcı/teslimiyetçi anlayış karşısında insana rol yüklemesiyle belirginlik kazanır. Bilinç insanı edilgen bir varlık, nesne olmaktan çıkarıp özne yapmaya yönelik anlam taşır. Sonuçta dünyada yaşanan tahribatı insan kendi elleriyle yapmaktadır. Bunu önleyebilecek güç de yine kendisindedir.

Romanın kurmaca dünyasında anlatıcı, insanın karşısına balinaları, baykuşu ve diğer canlıları koymakla insan davranışlarının daha belirginleşmesine zemin hazırlar. Hayvanların yaklaşan tehlikeyi sezme özelliğinin yanında metinden çıkan mesaj, in-sanlığın dünya hayatını olumsuzluğa sürüklemekte olduğu, bunun bilincine hayvanların varmasına rağmen insanların henüz varamadığıdır.

Romanda dikkatten kaçmaması gereken olgulardan biri, ontolojik bağlamda “ru-hun biyopsikolojik doğuşu”na yer verilmiş olmasıdır. Başkan adayı Oliver Ordok ile telefon konuşması yapan gelecek bilimci Robert Bork, Kassandra embriyoları üzerinde görüş alış verişinde bulunurken,

“eğer bu gerçekten de böyleyse ve ruhun biyopsikolojik doğuşu ile, embriyonun sezgileri ile ve benim ‘Filofey kompleksi’ [olarak] adlandırdığım korku kompleksiyle ilgili görül-medik bir buluş gerçekleşmişse, o zaman bu olay insan hayatında irade ve korku, ölüm ve doğum kadar önemli bir yer işgal edecek.” (s. 63-64).

sözleri biyoloji yanında, hatta ondan da çok teolojiyi ve ontolojiyi ilgilendirecek, insanın psikolojik doğumunu ele alacak bir problem olarak anlam kazanır. Bu bakışla anne rahmindeki embriyonun ilk birkaç haftasıyla birlikte biyolojik insanın yanında psikolojik insanın da doğum süreci başlamaktadır. Fakat burada söz konusu edilen konu, biyolojik ve aynı zamanda psikolojik olarak yeryüzüne gelecek insanın yaşama alanının daralması, olumsuz bir dünyaya doğması problemidir.

İçinde fantastik yapılar barındıran roman, kimi zaman hayaletlere yer verir. Krem-lin sarayının bahçesinde gece uçuşuna çıkan baykuşun zaman zaman iki görünmez

(10)

varlığın konuşma ve tartışmalarına şahit olması bu çerçevede anlam kazanır. Konuşan “hayalet”lerin birbirleri arasındaki çekişmeleri, onların Lenin ile Stalin’in hayaleti ol-dukları izlenimini uyandırır (s. 76-77). İnsanın ölümlü olduğuna inanan hayaletlerden biri, kendisi için mozole yapılmış olmasına karşıdır. Hatta doğmuş olmasından dolayı hoşnut bile değildir. Kendini “mozolenin tutsağı” olarak niteleyen hayalete (Lenin) karşılık, elinde piposu ebediyen sönmüş olan diğer hayalet (Stalin), bunun partinin isteği olduğunu, ideolojik yarar sağlamak için böyle bir yola gittiklerini ifade eder. Metnin dünyasında yeryüzüne gelmek istemeyen hayalet (Lenin)’in konuşmalarından bir Kassandra embriyosu olduğu sonucuna varmak mümkündür.

Filofey’in mektubundan sonra insanlar bundan etkilenir, kimi karışıklıklar çıkmaya başlar. “Söylentiye göre hukuk bölümünden bir kız öğrenci derste aynaya bakmış ve bağırarak anfiden dışarı fırlamış. Onun da alnında aynı leke-Kassandra işareti varmış.” (s. 80). Diğer yandan “trafik kazası yapan kadın aynaya baktığını itiraf etmiş”tir (s. 80). Bork, düşünceli ve tedirgindir. Müzisyen eşi Cessi provaya gitmek istemez (s. 79-80). Görüldüğü gibi roman kişileri Kassandra embriyosunun yarattığı endişeyle bilinçdışına sürüklenirler. Gustave Le Bon’un ifade ettiği gibi, telkin altına alınabilen kitleler20 bilinçdışıyla hareket eder.21 Kitle psikolojisiyle bilinçsizce sürüklenen

ka-labalıklar, içlerindeki radikal kötülüğe bağlı olarak yıkıcı olabilir. Çünkü çoğunlukla “terör, keyfin dayanılmaz baskısıdır.”22 Nitekim başkan adayı Oliver Ordok’un kapalı

spor salonunda seçmenlere yaptığı konuşmada iş çığırından çıkar. Salonda bulunan seçmenler, Filofey’in görüşleri hakkında sert bir dille eleştiride bulunur. Salondaki kalabalığın içerisinden kimisi bunu, özel hayata müdahale olarak değerlendirirken kimileri de Filofey’in açıklamalarını kışkırtıcı bulur. Robert Bork’a göreyse “Filofey kışkırtıcı değil, o, bir uzay peygamberidir...” (s. 119). Ordok’un genç danışmanı Entoni Yunger dışında herkes Filofey’e karşı tavır alır. Topluluğun içinde bulunduğu ruh hâlini kavramakta gecikmeyen Ordok, şeytan anlamına gelen adına uygun tarzda, onların yanında yer almayı seçer ve sınıf arkadaşı Bork’u, Filofey’in buluşuna yakın görüşte olması sebebiyle, hedef göstererek kızgın kalabalığın öfkesini ona doğru yönlendirir. Televizyonda canlı yayınlanan toplantı, insanlar arasında tepki yaratmakta gecikmez. Alman filozofu Hegel’in “kötü bir insan, gerçek olmayan bir insandır (...) yani kendi kavramına ya da belirlenimine uygun biçimde davranmayan insandır”23 tanımlamasına

uygun şekilde pragmatik felsefeye bağlı olan başkan adayı Oliver Ordok’un konuya yaklaşımı, politik yarar noktasında toplanır. Sonuçta o, ilkel toplumlarda öfkelenen tanrıları yatıştırmak için kurban sunmaya benzer tarzda, politik geleceği için kızgın

20 Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, İstanbul: Hayat Yayınları, 2001, s. 27. 21 a.g.e., s. 21.

22 Slavoj Žižek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, İstanbul: Metis Yayınları, 4. bs., 2011, s. 56. 23 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 8. bs., 1993, s. 225.

(11)

kalabalıklara arkadaşı Robert Bork’u kurban vermekten çekinmez. Nitekim fahişeler-den dinî gruplara kadar bütün toplum katmanlarının tepkisi Filofey’le Bork’un üzerine yönelir. Uzayda olması dolayısıyla Filofey’in üzerinde uygulama alanı bulamayan şiddet, öfkesini Robert Bork’un üzerinde dener. Bu durum “[k]işi[nin], kendi kanını ya da bir başkasının kanını akıtarak, yaşam gücüyle ilişkide bulun”ması anlamına gelir.24

Freud’un ifade ettiği üzere “[k]oşullar elverişli olduğunda, kendisini normalde ketleyen karşıt ruhsal güçler ortadan kalktığında, saldırganlık kendiliğinden ortaya çıkıverir; insanı, kendi türüne karşı merhamet nedir bilmeyen vahşi bir canavar olarak ortaya çıkarır.”25 Kassandra Damgası’nda da linç girişimi bundan farklı değildir. Kendi varlık

alanlarının tehdit altında olduğu duyusuyla hareket eden kalabalıklar öfkesini Robert Bork’a yöneltir. Oysa “[i]yi dememiz gereken şey, her akıl sahibi insanın yargısında arzulama yetisinin bir nesnesi, kötü de herkesin gözünde nefretin bir nesnesi olma-lıdır; dolayısıyla bu konuda yargıda bulunma, duyudan başka akıl gerektirir.”26 Kitle

psikolojisiyle hareket eden kalabalıklar, aklı askıya almış görünmektedir. Tehlikeyi haber vereni ortadan kaldırmakla tehlikeyi ortadan kaldırdığı yanılsamasını yaşarlar.

Kassandra Damgası romanının kurmaca dünyası önemli bir tarafıyla iyi-kötü

karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Anlatıcı, yeryüzünün çeşitli bölgelerinde yaşanan iyi hayat sahnelerinden daha çok kötülüğün çeşitli görünümlerini dikkatlere sunar. Onun bu tutumu kötülüğün ve hiçliğin öncelenmesi ilkesi üzerine değil, ötelenmesi üzerine oturur. Bunlar arasında Sicilya’da mafya tarafından savcının ardından yargıca suikast düzenlenmesi (s. 35), Türkiye’nin bir şehrinde otelde insanların yakılması (s. 144), Moskova’da Kızıl Meydan’da gösteri yapan biri silahlanma taraftarlarından, diğeri silahsızlanma taraftarlarından oluşan iki karşıt gruptan birinin diğer gruptan iki genci dövmesi ve bir kızı yakması (s. 127-128) gibi olaylar sayılabilir.

Robert Bork’un “tüm belâların biz insanlardan kaynaklandığını kimse anlamak istemiyor.” (s. 117) ve “yeryüzünde biz insanlar dışında kötülük kaynağı yoktur.” (s. 117) yargısı, insanlığın dünya üzerindeki kötücül öge olduğunu göstermeye yönelik anlam taşır. Romanın dikkat çekmek istediği olgu, bu yargıda gizlidir. Kötülük olgu-suna bağlı olarak romanda ele alınan temel düşünce “insanların kendi sonlarını yine kendi elleriyle hazırlıyor olmalarıdır.”27

Romanın ilgi çeken yanlarından biri, kötülüğün kaynağı olarak insandaki genetik

24 Erich Fromm, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri II, 2. bs. (çev. Şükrü Alpagut), İstanbul: Payel Yayınları, 1995, s. 9.

25 Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, (çev. Haluk Barışcan), İstanbul: Metis Yayınları, 2013, s.

69.

26 Immanuel Kant, a.g.e., s. 68.

27 İbrahim Tüzer, “Kassandra Damgası’nın Eksiltilen Mesajı: Tevârüs Eden Kötülük ve Yeniden Doğan

İnsan: ‘Uzay Rahibi Filofey’”, Cengiz Aytmatov, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2009, s. 319.

(12)

mirası göstermesidir. Genetik bilimci Filofey’in “[b]izim içimizde baş kaldıran kötülük-lerin yok edilmez genetik kalıntılarının kaynağı olan bu insanlar nereden gelmişler?” (s. 29) sorusu bu anlama gelir. Bir başka yerde “[b]ir kişi tarafından yapılmış kötülük onun ölümüyle fizikî olarak yok olmuyor, zaman ayarlı bomba gibi, genetik ormandaki mukadder tohum misali kendi iks saatini bekliyor.” (s. 27) ile “[k]an ve hâkimiyet! İşte ebediyen kötülük tohumlarının yetiştiği humus... Bir kötülüğün yerine diğer bir kötü-lük geçiyor ve başka bir kötükötü-lük için de tohum bırakıyor...” (s. 29) cümleleri, Kant’ın radikal kötülük şeklinde ifade ettiği insanlığın içinde bulunduğu olumsuzlukları ve kötülüğü genetik mirasa bağlamaya yönelik ifadeler olarak anlam kazanır. Kötülüğün insanlık tarihindeki kaynağını sorgulayan Uzay Rahibi Filofey, “[b]elki canlı canlı mağaraya kapatılanları yakan ilkel atalardan; belki boğduğu kurbandan kendi patoloji sadizminin acısını çıkaran şehvetperest manyaktan; belki de başka birisinden. Bin yıllar boyunca bu karanlık ve vahşetin iblisane uçurumunda biriken az mı şey var?” (s. 29) diyerek buna açıklık getirmeye çalışır. Genetik çalışmaları, Filofey’in yargısını destekleyecek şekilde, kötülük geninden söz eder. Yapılan bilimsel araştırmalara göre “‘be[a]d behaviour’ kötü davranış geninin, beyinde serotonini azalttığı”, duygusal ihmal, çocukluk travmalarıyla aktif hâle geçtiği, anne sevgisi, güven ve benimseme ile de bu genin olumsuz etkilerinin azaldığı tespit edilmiştir.28

Kötülük ve rüyaların dili

Psikanalistler rüyaları, bilinçdışının metaforik ve metonimik dili, şifreleri ola-rak görür. Rüyalar, bastırılmış duyguların, ifade edilememiş arzuların belirginlik kazandığı alandır. Kimi kez rüyalar, geleceğin anlamını da içinde taşıyan öze sahip olarak değerlendirilegelmişlerdir. “Rüyadaki resimler, bilinçli gerçekteki kavramlara ve yaşantılara oranla, belirgin şekilde daha sanatkârane ve canlıdırlar. Bu kısmen, sözü edilen kavramların bilinçdışı değerlerinin rüyada ortaya çıkışından ötürüdür.”29

Kassandra Damgası romanında gelecekbilimci Robert Bork’un gördüğü rüyalar onu

gelecekte bekleyen sonu haber veren özellik taşır.

Romanın kurmaca dünyasında rüyalar, kimi felâket ve kötülük problemi çerçeve-sinde ilgi çekici bir kurgu içeriçerçeve-sinde karşımıza çıkar. Gelecekbilimci Robert Bork’un zaman zaman gördüğü rüyaların metnin bütünlüğü içerisinde anlamlandırılmasına ihtiyaç vardır. Bork, kimi zaman rüyalarında balinalarla yüzdüğünü görür. Bu rüyalar zaman zaman kâbusa dönüşür, onun günlük yaşayışı içerisine karışır. Hâkim anlatıcının

28 Nevzat Tarhan, İnanç Psikolojisi Ruh, Beyin ve Akıl Üçgeninde İnsanoğlu, İstanbul: Timaş Yayınları,

6. bs., 2012, s. 70.

(13)

kurmaca dünyanın daha başlarında söylediği “[b]alinaların başına gelecekler, onun da başına gelecekti, ikisi birbirine bağlıydı. (...) onlar boşuna rüyalarına girmiyordu. Hayır, bu hiç de tesadüf değildi.” (s. 16-17) sözleri, Bork’un yazgısıyla balinalar ve rüyalar arasındaki ilişkiler ağının ileride alabileceği görünümü dikkatlere sunmaya yöneliktir. Anlatının ilerleyen sayfalarında şu ifadelere yer verilir:

“Yine rüyasında balinaları görüyordu. Onların arasında okyanusta yüzüyordu. O, balinala-rın dalgalar içindeki gözlerine bakıyor ve bu gözlerdeki ifadeyi anlıyordu. Kendisi de bir balinaydı. Ve o zaman, uçaktan gördüğü gibi, ok şeklinde yüzüyorlardı. Bilinmeyen bir güç –sanki orada onları bir şeyler bekliyormuş gibi- onları ileriye, ufuk çizgisine doğru çekiyordu. Ufuk uzaklaşıyor, onlar ise muazzam vücutlarıyla dalgaları yararak hep yü-züyorlardı. Okyanusun suları giderek daha da ısınıyordu. Dalgalar yakıyordu. İlerledikçe kızgın dalgalarda yüzmek daha zor ve korkunç oluyordu. Ansızın o, bir şeyler gördü ve okyanusun niçin böyle kaynadığını anladı. Gökyüzünde iki güneş parlıyordu. Koyu kırmızı renkli iki ateş kütlesi, bir çift projektör gibi, sıcak sıcak gökyüzünde yüzüyordu. Hangi güneşin gerçek, ebedî, hangi güneşin ise yolunu kaybetmiş ve belki de gerçekle rekabete girişen olduğunu anlamak mümkün değildi. O, çok korkmuştu. Ve yanı başında yüzen balinalara bağırmaya başladı: ‘Balinalar, kardeşlerim, bakın, bakın! Gökte iki güneş var! İki güneş bir arada! Duyuyor musunuz?! Bu çok kötü! Okyanus kaynayacak ve biz mahvolacağız! İki güneşin olması çok korkunçtur!’

Robert Bork köpüren okyanusta, çırpınan balinaların arasında uzun süre bağırdı ve kan ter içinde, şiddetli çarpan kalbinin sesinin kulaklarında yansımasıyla uykudan uyandı. Ve kendine gelene kadar tüm bunların bir rüya olduğuna bir türlü inanamadı. Okyanus üzerinde göz kamaştırarak yüzen iki güneş sanki gerçekten görülmüş gibi hafızasına nakşolmuştu. Rüyasında balinaları defalarca görmüştü, fakat böylesini, gökte yakan iki güneşi asla! Çok korkunçtu, çok!” (s. 40-41).

Robert Bork, “[a]nîden rüyasındaki ikinci güneşin nereden çıktığını” anlar. “He-yecanlı ve açık bir şekilde kafasına dank” eder (s. 41). Fakat ne anladığı ifade edil-meden kalır.

Bir başka rüyasında ise kendini golf oynarken görür. Vurduğu toplar yerinden kı-pırdamaz. Bunun üzerine beliren “eski bölüm arkadaşı merhum profesör Maks Frayd”, onu aya uçmaya davet eder. Ayda “çok güzel golf sahaları” olduğunu, orada oynaya-bileceklerini söyler. Bu rüya üzerine şöyle bir yorum getirilir: “Belki de Maks’ın ruhu öbür dünyada bir şeyler hissetmiş, olumsuz astrolojik faktörün –o, muhakkak böyle söylerdi– yaklaştığını algılamış ve arkadaşını bu kötü olaydan kurtarmak için aya uçmaya davet ediyormuş. Rüyasına girmesinde amaç onu önceden uyarmak imiş.” (s. 133).

Robert Bork’un gördüğü rüyalar, kaygı rüyalarıdır. Onun gelecekte karşılaşacağı olumsuz gelişmelerin sinyalleri olma özelliğini taşır. Nitekim Bork, rüyalarda karşı-laşılan olumsuzlukların daha ağırıyla hayatında karşılaşır. Psikanalitik bakış açısıyla yaklaşıldığında rüyaların simgesel dilini anlamlandırmak olasıdır. Robert Bork’un şamanik kişiliği romanda rüya ile ortaya çıkan mit göstergelerini anlamlı kılar.

(14)

Rüya-sında gördüğü iki güneş Yunan mitolojisinde Kassandra’yı cezalandıran güneş tanrısı Apollon’a göndermedir. Kassandra’nın laneti ona ve Filofey’e de bulaşır. Bork’un rüyaları mitik düzlemde gelişen yapıda içinde yaşanılan hayata ışık tutacak niteliktedir, fakat onun kaygılarını geniş kitleler anlamaz.

Ahlâki kötülük ve gelecek kurgusu

Kassandra Damgası, ahlâki kötülükle ilgili olarak ideolojik ve politik içerikli

gelecek kurgusunun çeşitli görünümlerini dikkatlere sunar. Geleceğe yönelik kurgu-nun değişik şekillerde karşımıza çıkmasında farklı güç odaklarının ve kişilerin dünya üzerinde yapmayı arzuladıkları uygulamalar etkili olur. Bunlardan biri, Sovyetler Birliği’nde geliştirilen “X Fertler” projesidir. Bir diğeri ise daha iyi ve mutlu bir gelecek için Uzay Rahibi Filofey’in insanlığı bekleyen tehlikeyi gösterme ve önlem alınmasını sağlama yolundaki çabalarıdır. Robert Bork’un başkalarıyla paylaşamadığı geleceğe yönelik düşünceleri de bu çerçevede anlam kazanır. Filofey’i desteklemeye karar veren Robert Bork ve onun yanında yer almayı tercih eden Entoni Yunger’ın çabaları sonuçsuz kalır. Filofey ve Robert Bork, bilim adamı kimliği ile belirir. Entoni Yunger ise genç ve akılcı bir politika danışmanıdır.

Ahlâki kötülüğün geliştiği zeminlerden biri siyasi nitelik taşır. “Mutlak olarak irade, niyet, plan esasına dayanan; bu zeminde gelişen örneklerin hemen tamamı erki elinde bulunduran gruplar tarafından uygulanır; bu gruplar zaman zaman kötülüğü eyleme yetkilerini yasalardan aldıkları gibi zaman zaman gücü yasal olmayan yollar-la ve zoryollar-la kabul ettirerek de kötülüğü eyleme dökebilir. Kitlesel yıkımyollar-lara yol açan savaşlar, ahlâki kötülüğün siyasi temellere dayanan en belirgin örnekleridir. Alain Badiou, siyaset ile kötülük arasındaki bağın tam da hem topluluğun –topluluklar te-matiğinin– hem de birlikte olmanın –mutabakat tematiği, ortak normlar tematiğinin ele alınma tarzının ürünü olduğunu söyler. Ona göre önemli olan, kötülüğün tekilliği, son tahlilde, bir siyasi düzenin tekilliğinden türer.”30Kassandra Damgası’nda kötülüğün

kaynaklarından biri, ideolojik ve politik zeminden beslenir. Politik bir gelecek tasarısı olarak X Fertler projesi ve Oliver Ordok’un politik geleceği için Robert Bork’u kurban vermesi buna uygunluk gösterir.

Genetik bilimci Kriltsov Andrey Andreyeviç’in Entoni Yunger’a yazdığı mektu-ba göre o, suni döllendirme yöntemiyle anonim çocuklar dünyaya getirme projesini geliştirmiştir. Buna göre Sovyetler Birliği’nde “Cinslerin Embriyonel Tanzimi” adını taşıyan projeye bağlı olarak “aile, sülâle, nesillerin genetik teselsülü anlamlarının tarihe karışacağı; kimden doğduğu ve kimi doğurduğu hakkında hiçbir fikri olmayan, aynı

(15)

anda hem başlangıç, hem son olan kişilerin ortaya çıkacağı”, ailenin görevlerini devletin üstleneceği (s. 211), dünyaya getirilen çocukların yetiştirme yurdunda büyütüleceği bir yeni insan modeli öngörülür. Bu, “insan işi biyolojinin keşifleri insan tabiatına ileriye yönelik bir müdahale” (s. 215) anlamına gelir. Andrey Andreyeviç’in genetik üzerine yaptığı çalışmalar siyasi otoriteler tarafından X Fertlerin yetiştirilmesi ve rejime hizmet etmesi şeklinde politik amaca uygun hâle getirilmek istenir. “Dünyayı anlamlı kılan değerlerden soyutlanarak köksüz ve anonim insanlar oluşturmak düşüncesi Krilstov ve onu yönlendirenler için başlangıçta yeni dünya düzeni ve yeni bir insan modeli düşüncesiyle kabul edilebilir olarak algılanır.”31 Merkez Kurulu Sekreteri Kanyuhanov,

ütopik düzlemde bu konuda şu değerlendirmeyi yapar:

“Döllenme ve doğumun sırrı artık idare edilecektir. Bunu kitlesel bir şekilde gerçekleşti-rebilir miyiz diye bir fikir akla geliyor. Bu şimdilik adı verilmemiş bir inkılâptır, insanın bir tür olarak üretimi, inkılâbı! Demek ki eğer bu süreci idare ve kontrol edebilirsek ve bu, toplum hayatında yeni bir etken ise, tarihi yönetmenin yeni kumanda kolu ise işte o zaman bu, politikacıların işi oluyor. (...) Bizim düşüncemize göre, parti meraklı bir seyirci olarak bir köşede durmamalı, bilâkis, zaman kaybetmeden bu işin başına geçerek onu top-lumumuz ve ideolojimizin amaçları, menfaatleri çerçevesinde yönlendirmelidir.” (s. 215).

Merkez Kurulu Sekreteri Kanyuhanov’un görüşleri doğrultusunda X Fertler yetiştirilerek bunların ideolojinin hizmetinde kullanılmasının yolu açılmak istenir. “Partinin üst yönetimi can çekişen dünya komünist ideolojisini canlandırma” ve ayağa kaldırma yolunu bunda görür (s. 210). X Fertler’in “XXI. yüzyılın fedakâr devrimcile-ri” olması beklenir. Çünkü laboratuvarda döllenmiş tüp bebek, her şeyin başlangıcını oluşturacak “yeni bir insan tipidir.” (s. 216). “(...) anonim doğan bu varlıklar her türlü ailevî, akrabalık ve nesil bağlarından özgür oldukları için avantajlı olacak ve sonuçta toplum[un] eskimiş ahlâk kurallarından kurtulacak. Politik açıdan ise bu çok büyük avantajdır. İksfertler kolektifçilik ve enternasyonellik örneği olacaklar. Onlar Komünist Enternasyoneli’nin vurucu gücü olacak ve Batı’ya son politik darbeyi vuracaklar!”dır (s. 217). Projenin başında bulunan Andrey Andreyeviç’in genetik alanındaki buluş-ları, X Fertler yetiştirilmesi için uygun şartları sağlamaktadır. Bu yolda ceza indirimi karşılığında mahkûm kadınlardan yararlanılması planlanır. Laboratuvarda döllenmiş embriyolar, “kuluçka aracı” (s. 221) olarak kullanılması düşünülen mahkûm kadınların rahmine yerleştirilerek X Fertlerin dünyaya gelmesi sağlanacaktır.

Bütün bunlar rejimin, rejime bağlı olarak arzu nesnesi insanlığın geleceği için insan varlığına müdahaledir. Slavoj Žižek’in ifade ettiği gibi “Amacın artık bu dürtü antagonizmasını yok etmek olmadığını söylemek yetmez, onu yok etme isteğinin tam da totaliter ayartının kaynağı olduğunu söylemek gerekir: En büyük kitlesel cinayetler

31 Muhammet Fatih Kanter, “Kendini Tüketen Birey(ler)in Öyküsü: Kassandra Damgası”, Cengiz

(16)

ve soykırımlar her zaman uyumlu-varlık-olarak-insan adına, antagonistik gerilimi olmayan bir Yeni İnsan adına işlenmiştir!”32 Anlaşılacağı üzere romanın kurmaca

dünyasında ideolojik devlet aygıtı olarak komünizm insanları baskılayan, kendi öğ-retisi doğrultusunda şekillendirmeye çalışan kötücül bir görünüm taşır. Bunu fantastik düzlemde baykuşun konuşmalarını dinlediği birer Kassandra embriyosu olan Lenin’le Stalin üzerinden de okumak mümkündür.

Bilim fetişizminden uzay rahipliğine

Romanın kurmaca dünyasında Andrey Andreyeviç, bilime inanan, yaptığı işten başka bir şey düşünmeyen, katı ve soğuk, aynı zamanda başarılı bir bilim adamı olarak karakterize edilir. O, çalışma hayatını merkeze alan, buluşlarının insanlar üzerinde ne gibi etkilere yol açabileceğini düşünmeyen bir bilim mistiği, bilim fetişistidir. Bu özellikleri ve hayat tarzıyla çalışma arkadaşlarının kendisinden çekindiği bir kişiye dönüşürken diğer yandan karısının kendisinden uzaklaşmasına ve ayrılmasına yol açar. X Fertlerin üretilmesi sürecinde taşıyıcı anne olarak kullanılmak istenen mahkûm ka-dınlardan birinin sözleri ve davranışları bilime inanmış, X Fertler dünyaya getirmekten ötesini düşünmeyen, aslında kendisi de yetiştirme yurdunun kapısına bırakılmış bir X Fert olmaktan öteye geçmeyen Andrey Andreyeviç’in iç dünyasında dönüşüm yaşa-maya başlamasına yol açar. Onda bu dönüşümün ortaya çıkması Runa Lopatina’yla karşılaşması üzerine başlar. Runa Lopatina, Andrey Andreyeviç’te baskılanmış ve ötelenmiş insani özün, bilinçdışında yatan duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasında hareket ettirici rolü oynar.

Runa Lopatina ile karşılaşmadan önce “Andrey Krılstov, işgalci bir Alman as-kerince, bir Rus kadının rahmine bırakılmış günah tohumudur. Daha sonra da annesi, ömür boyu taşıyamayacağı bu günah simgesini yetiştirme yurdunun önüne bırakmıştır. İşte X Fert projesini böylesine ‘bırakılmış’, terkedilmiş (metruk) bir kişilik yönlen-dirmektedir. Bu durum bir bakıma dünya zehrinin zorla bulaştırıldığı yaralı/hasta bir bilincin, hiç görmediği ama hep özlemini duyduğu –kendini terk etmiş– anne ve babasından, onun kimsesizliğini, bırakılmışlığını aşağılayan toplumdan ve daha üst bir düzeyde tüm bu felaketleri küresel boyuta yayan hastalıklı dünya bilincinin öznesi kon[u]mundaki insanlıktan öç alması olarak değerlendirilebilir.”33

Konuya Otto Rank’ın gündeme getirdiği Doğum Travması çerçevesinde yaklaş-mak mümkündür. Rank’ın bakışıyla doğum, travmatik bir tecrübedir. “Doğum, bebeği

32 Slavoj Žižek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, s. 21.

33 Ramazan Korkmaz, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri, Ankara: Türksoy

(17)

annenin rahat, güvenli rahminden alıp ansızın, düşmanca, rahatsız edici bir dünyaya fırlatır. Ona göre bütün kaygı nevrozları bu evrensel deneyimden kaynaklanır.”34 Çocuk,

anne rahminden ayrılarak yabancı bir âleme atılmıştır. “Bu atılışla birlikte güvensiz bir çevre ve tehlikelerle kuşatılmış olduğu izlenimine kapılır. Artık, annenin sıcak ve merhametli, ihtiyaçlarını karşılamak için çaba gerektirmeyen rahat dünyasından kopuş gerçekleşmiştir.”35 Rank’ın ifadesiyle insan doğum travmasını “normale yakın bir

şekilde atlatabilmek için uzun yıllara (yani çocukluk boyunca geçen süreye) ihtiyaç duymaktadır. Normal olarak her çocuğun kaygıları vardır ve bir bakıma ortalama sağlıklı bir yetişkinin konumundan bakarak çocukluğu bireyin normal nevrozu saymak yanlış olmaz. Sadece –çocuksu kalmış olan ya da öyle kaldıkları söylenen– nevrotik kişilerde bu durum ileri yaşlarda da devam eder.”36 Andrey Andreyeviç’in içinde bulunduğu

durum, Rank’ın görüşleriyle uygunluk gösterir. O, dünyaya gelmiş olmanın boşluğunu içinde hisseden, annesinin yetiştirme yurdunun önüne kendisini bıraktığı sırada karda yürürken ayaklarının çıkardığı sesi kulaklarında duyan, bunun acısını yaşayan biridir. Çalışmalarını öncelemesi, insanlardan uzak durması, sert ve disiplinli görünümü do-ğum travmasıyla birlikte yurtta yalnız yetişmesiyle ilgilidir. Çünkü “[i]nsan yavrusunun biyolojik doğumu ile bireyin psikolojik doğumu eşzamanlı değildir. Biyolojik doğum dramatik, gözlemlenebilir ve sınırları kesin olarak belirlenmiş bir olay, psikolojik do-ğumsa yavaş bir biçimde gelişen ruh içi bir süreçtir. (...) Bireyin psikolojik doğumuna, yani özellikle bebeğin kendi bedeninin deneyimleri ve deneyimlediği dünyanın başlıca temsilcisi olan birincil sevgi nesnesi açısından bir gerçeklik dünyasından ayrı ve onunla ilişkili olma duygusunun kurulması sürecine ayrılma-bireyleşme süreci adı”37 verilir.

Bütün “ruh içi süreçler gibi bu süreç de yaşam boyu yankılanır; hiç sona ermez, hep etkin kalır. Yaşamın yeni evrelerinde en eski süreçlerin yeni türevlerinin hâlâ faaliyette olduğu görülür.”38 Konuya insan yavrusunun psikolojik doğumu çerçevesinden

bakıl-dığında Andrey Andreyeviç’in birincil sevgi nesnesinden yoksun olduğu, sağlıklı bir

ayrılma-bireyleşme süreci yaşayamadığı görülür. Margaret S. Mahler’in ifade ettiği üzere, bütün ruh süreçleri gibi bu süreç onun iç dünyasında yankılanır. Zaman zaman

annesini düşünmesi, onu yetimhanenin önüne bırakırken ayaklarının karda çıkardığı sesi duyuyormuş gibi olması bununla ilgilidir.

Dünyaya geldikten kısa süre sonra bir yuvanın önüne bırakılmış olan Andrey

34 Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 2005, s. 222.

35 Cafer Gariper, “Sanatkârın Bir Genç Adam Olarak Portresi: Cahit Sıtkı Tarancı”, Doğumunun 100.

Yılında Uluslararası Cahit Sıtkı Tarancı Sempozyumu, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 2013, s. 143-144.

36 Otto Rank, Doğum Travması ve Psikanalizdeki Anlamı, (Çev. Sabir Yücesoy), İstanbul: Metis Yayınları,

2001, s. 32.

37 Margaret S. Mahler, İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu, (çev. Ali Nahit Babaoğlu ), İstanbul: Metis

Yayınları, 2003, s. 25. 38 a.g.e., a. y.

(18)

Krılstov, siyasi otoritenin öngördüğü şekilde X Fert yetiştirme programının başında olmasını iç dünyasında sorgulamak durumunda kalır. “Ben kaderin cilvesiyle bir iksfert örneği idim” (s. 219) diyen Andrey Krılstov, bir süre sonra projenin “uzun nesiller zincirinde eziyetle kazanılmış ebedî insanlık düzenine karşı bir komplo” (s. 219) olduğu şüphesine kapılır. Projedeki rolünü “babalık ve anneliğin celladı” (s. 220) şeklinde niteler. Buna rağmen verilen görevi yerine getirmeye devam eder. Fakat kısa zaman sonra Runa Lopatina ile karşılaşması onun hayatında kırılma noktasını oluşturur. Çünkü onunla karşılaşmasıyla birlikte durum değişmeye başlar. Sıra dışı bir kadın olan Runa Lopatina’nın aldırışsız davranışları, projeyi küçümseyici tavırları, Andrey Krılstov’a yönelttiği “[i]nsanların tabiat ve Tanrı tarafından belirlenen yöntemle mi veya şeytanın gösterdiği yöntemle mi çoğalmaları sizce problem değil mi?” (s. 228) sorusu, içine sürüklendiği tereddüdün derinleşmesine yol açar. Runa Lopatina’nın Andrey Andreyeviç’in isteği üzerine hapishaneden getirilirken kaçmaya kalkışması, kendini Moskova nehrine attığı sırada güvenlik görevlisi tarafından vurularak öldü-rülmesi, bir tür intihara kalkışması, onun öncülüğünü yaptığı projeden kopmasına ve Gorbaçov yönetimi sırasında laboratuvar çalışmasına katılmak üzere uzaya gitme fırsatını yakalamasına zemin hazırlar. Andrey Krılstov, uzay laboratuvarındaki üç yıllık çalışmanın sonunda bilim adamı kimliğiyle insani duyarlılığı birleştirmiş, ol-gunlaşmış bir kişilikle Uzay Rahibi Filofey olarak ortaya çıkar. Bu, kendi iradesinin dışında dünyaya gelen, annesiz ve babasız yetişen insanın ikinci doğumudur. Bu defaki doğuş, onun iradesine bağlıdır.

Andrey Krılstov’dan Uzay Rahibi Filofey’e geçmekle dönüşüm yaşayan, gerçek anlamda psikolojik doğumunu gerçekleştiren, bir bakıma ikinci kez evrene doğan Filofey, genetik çalışmalarını uzayda sürdürür. Fakat bu defa çalışmalarını, ideolojik devlet aygıtının direktifleri doğrultusunda insanlığın zararına değil de hür iradesine bağlı olarak insanlığın yararına olmak üzere yapmaya koyulur. Runa Lopatina ile karşılaşmasının getirdiği değişim doğrultusunda, bilimin insanlığın yararına olması gerektiği düşüncesine ulaşan Filofey, bilimin siyasi otorite elinde yıkıcı olması yerine bilim adamının elinde yapıcı olması gerektiği fikrine ulaşır. Bu aşamadan itibaren o, genetik çalışmalarını insanlığın yararına kullanmak için çaba harcar. Araştırmaları-nın sonunda, belki de insanlığın başlangıcından itibaren var olan bir tehlikeye dikkat çekmek için harekete geçer. Bu aşamadan sonra Filofey’in çalışmaları, kötülüğe karşı iyiliğin mücadelesi şeklinde anlam kazanmaya başlar. Daha iyi bir dünyaya ulaşmanın yolu kötülüğün kaynağını ortadan kaldırmakla mümkündür.

Uzay Rahibi Filofey’in kötülüğün üstesinden gelmek, iyi bir gelecek kurmak için genetik üzerinde çalışma yapılması gerektiği görüşü, romanın ana izleklerinden birine dönüşür. O, laboratuvar çalışmaları sonucunda Kassandra embriyosunu keşfederek ferdî planda kötülüğü önceden tespit etmenin yolunu bulmuş olur. Bu aşamadan sonra yapılacak iş, kötülüğün kaynağını insanlarla göstermek ve buna çözüm üretmektir. Eğer

(19)

çözüm üretilebilirse daha iyi bir dünyada yaşamak mümkün olacaktır. Uzay Rahibi Filofey’in ütopik özellikler taşıyan düşünceleri bu çerçevede şekillenir. Buluşunu Papa’ya yazdığı ve aynı zamanda Tribün gazetesine gönderdiği mektupla açıklayan Filofey’e Papa cevap vermez. Tribün gazetesinde yayımlanan mektup da insanlar arasında kaosa yol açar. “İsrail’de Yahudilerin genetik formunu yok etme girişimi, Rusya’da yeni bir Perestroyka hareketi, Çin’de ise demografik üstünlüklerini yok etme yöntemi olarak değerlendirilip fahişelerden mafya mensuplarına, uyuşturucu tacirlerin-den terörist örgütlere kadar her grup insan tarafından protesto edilir.”39 İnsanlık henüz

onun buluşlarını anlamaktan, teklifini akılcı bir yaklaşımla değerlendirmekten uzaktır. Filofey’in teklifi şu şekilde ifade edilebilir: Yeryüzüne gelmek istemeyen embri-yoların sinyalleri değerlendirilmeli ve tedbir alınmalıdır. Yeryüzüne gelerek olumsuz bir yazgıyı yaşamalarından, insanlığa zararlı olmalarındansa hiç gelmemeleri daha doğru olur. Hamileliğin ilk haftalarında yapılacak müdahale ile Kassandra embriyo-larının dünyaya gelmesinin önüne geçilmelidir. Böylece yeryüzünde daha iyi bir hayat kurmak mümkün olacaktır.

Daha iyi bir gelecek arzusu ve dinler asamblesi

Romanın kurmaca dünyasında Robert Bork’un ahlaki kötülük karşısında dinler

asamblesi etrafında geliştirmeye çalıştığı düşünceler, dünyanın gelecek zamanına

yönelik hümanist bir tasarı olarak yorum değerine sahiptir. Robert Bork, insanlar arasındaki ayrılığı ve karşıtlığı inanç sistemi açısından şöyle yorumlar:

“Tanrı Tanrı’dır ve hatta Tanrı herkes için tektir; fakat kendimin olan kendimindir, yabancı olan ise yabancıdır; kendiminkiyle yabancı olan aynı şey olamaz. Çeşitli dinî öğretilerin gerçeğin sadece kendi tekellerinde olduğu yönündeki taraflı, kibirli ve bencil tutumları buradan kaynaklanıyor ve tüm bunlar da dünya ruhban teşkilâtlarının karşı karşıya gelme-sine, sonuç olarak ise inanan kitlelerin birbirlerinden nefret etmegelme-sine, yabancılaşmasına sebep oluyor.” (s. 92).

Anlaşılacağı üzere Bork’un yorumunda dinî öğretilerin gerçeğin sadece kendi el-lerinde olduğu düşüncesine sahip olmaları kibirli, taraflı ve bencil tutum takınmalarına yol açmakta, bu da ruhban teşkilatlarının karşı karşıya gelmesine, inanan kitlelerin birbirlerinden nefret etmesine ve yabancılaşmasına yol açmaktadır. “Kötülük yaban-cılaşmadır, kötü de yabancı”40 diyen Richard Kearney, tanınmayanın, ötekinin yabancı

diye algılandığını ve kötülüğün yüklendiğini dile getirir. Öyleyse insanlar arasında

39 İbrahim Tüzer, a.g.m., s. 321.

40 Richard Kearney, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar, (çev. Barış Özkul), İstanbul: Metis Yayınları,

(20)

ayrılığa ve çatışmaya yol açan temel etkenlerden biri, öteki inanç sistemleridir. Bu, ancak hümanist bir dünya anlayışıyla aşılabilir.41

Robert Bork, Filofey’in buluşunun farklı inanç sistemleri tarafından çıkarları doğ-rultusunda kullanılacağı şüphesini taşır. Ona göre “her bir dinin içerisinde Filofey’in buluşunu kendi çıkarları için kullanacak güçler bulunacak ve bunlar ya uzay rahibini aforoz ederek politik kapital toplayacak, ya da Kassandra damgası hakkındaki buluşu kendi doktrinlerine uydurarak kültlerinin sınırlarını genişletecek ve inananlar üzerindeki tesirlerini kuvvetlendirecekler”dir (s. 92). O, inanç sistemleri çerçevesinde geliştirdiği bazı fikirlerini insanlarla paylaşamayacağı düşüncesindedir:

“Eğer yeryüzündeki her bir insan dünyadaki tüm dinlere eşit olarak inanma hürriyetine sahip olabilseydi; her bir insan –eğer Tanrı’ya inanıyorsa– hiçbir kısıtlama getirilmeden, aynı dereceden ve aynı statü ile tüm dinlere ait olsaydı; tüm diğer dinleri reddeden özel bir tarikatın veya ayrı bir grubun değil de, dünya dinleri asamblesinin üyesi olsaydı ve herkes tarafından kayıtsız şartsız kabul edilseydi; aynı zamanda hem Hıristiyan, hem Müslüman, hem Musevî, hem Budist vs. olsaydı; tüm dinlere saygılı olarak onların tarikatçı ve bölücü fikirlerini değil de, insani, genel dinî fikirlerini kabul etseydi, o zaman acaba her bir ferdin hayatı hangi yönde değişirdi? Belki de o zaman insanlar arasındaki dinî seciyeli saklı ve açık engeller kalkar ve bu durum özellikle çeşitli dinlere ait insanların yaşadığı büyük şehirler ve kalabalık nüfuslu ülkeler için çok önemli olurdu. Belki de bu durum insan hayatını da çok rahatlatır, dengelerdi. Acaba tüm dünya dinlerinin birbirini iterek değil, el birliği ile insana doğru gideceği tarihî bir dönem gelmiş midir? O zaman yirminci yüzyıl sonunun insanı diğer nesillerden farklı olarak şunları söyleyecek: Tüm dinler benimdir; ben tüm dinlere tapıyorum ve tüm mabetlere, tapınaklara gidiyorum ve hepsinde arzu edilen bir ziyaretçiyim. Ben Hıristiyan olarak doğdum, haç suyuna çekildim, ama Kur’an ayetleriyle defnedileceğim; bugün Ortodokslar içinde bir Ortodoks’tum; dün Müslümanlar arasında bir Müslüman’dım; Japonya’da Buda’ya taptım, İsveç’te Lüter tezlerini okudum... Tanrı’ya inancımda kimseye yabancı değilim ve çeşitli dillerde yaratıcımıza dualar eden hiç kimse de bana yabancı değildir. Bu dualar hepimizi aynı derecede dinleyen, kötülüklerimizden aynı derecede azap çeken, zekâ ve iyiliklerimiz orantısında kâinat kapılarını hepimize aynı derecede açan yaradana yönelmiştir.

Dinî asamble mevcut dinlerin hiçbirinde Tanrı fikrini zayıflatmaz, tam tersi bunlara üniver-sellik, açıklık, dinamiklik kazandırır ve en önemlisi, başlangıçta dinlerin temelini oluşturan insan sevgisini güzel teorilerde değil, pratikte ortaya çıkarır.” (s. 92-93).

Robert Bork’un bu düşünceleri hâkim bakış açısına sahip anlatıcı tarafından “[b] u yol, Tanrı arayışlarında rakip dinlerin birbirinin önüne geçmek için ayrı ayrılıkta yaptıkları çaba değil, bir iş birliği yoluydu.” (s. 93) şeklinde değerlendirilir. “Ferdî çok dinlilik fikrinin dinî hiyerarşilerde nasıl bir hiddet, gürültü doğurabileceğini, za-vallı kafasına ne gibi taşların fırlatılacağını, hangi günahlarla, dine tahkirlerle, dünya dalaletiyle suçlanacağını iyi anlıyordu.” (s. 94) cümleleri de Robert Bork’un henüz

(21)

düşüncelerini ortaya koyabileceği ortamın oluşmadığını gösterir.

Romanın kurmaca dünyasında Robert Bork’un bu görüşleri, içinde yaşanılan olumsuzlukları aşma yolunda inanç sistemleri üzerinden geliştirilen düşünceler olarak anlam kazanır. İnsanların içinde bulunduğu açmazı hazırlayan ögelerden biri, inanç sistemlerine bağlı ayrımcılıktır. Öyleyse daha barışçı ve iyi yaşama biçimi ayrımcılığı yaratan ögeleri ortadan kaldırmakla mümkün olur. Bütün bu ütopik düşünceler, Robert Bork’un, zihnin kendini zehirlemesi42 demek olan hınç dolu kalabalıklar tarafından

linç edilerek öldürülmesi üzerine başkalarıyla paylaşılmadan kalır.

Filofey’in ve Bork’un görüşlerinin insanlar üzerinde beklenen etkiyi yapmama-sının, arzulananın tersine kendilerini ölüme mahkûm etmesinin çeşitli sebepleri ileri sürülebilir. Bunlardan başlıcalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

– insanların alışageldikleri hayatı sürdürme arzuları, vurdumduymazlıkları, – ekonomik ihtiyaçlar ve çıkarları,

– elde etmiş oldukları konfordan ve maddi imkânlardan vazgeçmek istememeleri, – bilime ve yeniliğe yeterince açık olmamaları,

– ideolojik, siyasi ve politik beklentilerle iktidar erki,

– Kassandra damgası buluşunu kendi varlık alanlarına müdahale olarak algılamaları, – Hegel’in de ifade ettiği gibi insandaki kötülük duygusunun sökülüp atılamaması, bu duygunun kitle psikolojisiyle birleşerek yıkıcı mahiyet kazanması.43

İnsani özü yansıtma gücüne sahip bu maddeler, romanın kurmaca dünyasını belirleyen ve yönlendiren nitelikte işlev üstlenir.

Sonuç

Cengiz Aytmatov’un Kassandra Damgası adlı romanı, insanlığın içinde bulunduğu silahlanma, savaş, ekolojik dengenin bozulması, tabiatın tahribi, kötülük gibi birçok olumsuzluğu dikkatlere sunan, bunu yaparken de mit, bilim ve inanç sistemlerinden gelen çeşitli ögeleri üst üste çakıştıran, insanların büyük kesiminin dikkatten kaçır-dığı yahut kanıksakaçır-dığı tehlikeleri göstermeye çalışan bir kurgu olarak varlık kazanır. Kurguladığı karakterlerle çağdaş dünyanın içine sürüklendiği tehlikenin büyüklüğüne dikkat çeker. İnsandaki kötülüğün yine insanın içinde olduğu, bunun böyle olduğu sürece yeryüzünde kötülüğün süreceği düşüncesini getirir. İnsan, içindeki radikal kötülüğü yok etmediği sürece mutlu yaşama alanı kuramayacaktır. Bunun yanında ideolojik devlet aygıtlarının ve yıkıcı, ayrımcı din öğretilerinin varlığını devam ettirdiği

42 Max Scheler, Hınç, (çev. Abdullah Yılmaz), İstanbul: Kanat Kitap, 2004, s. 7. 43 Richard Bernstein, a.g.e., s. 97.

(22)

sürece insanlık mutlu bir yaşama alanına çıkamayacaktır. Bu tarafıyla roman, ütopik bir dünya algısına doğru yönelmiş gibi görünür. Fakat ütopyaya dönüşmez. Çünkü yaşanan hayatın olumsuzlukları buna izin vermez.

KAYNAKLAR

Akalın, Şükrü Halûk, vd. Türkçe Sözlük, Ankara: TDK, 10. bs., 2005.

Aytmatov, Cengiz, Kassandra Damgası, (çev. Ahmet Pirverdioğlu), İstanbul: Ötüken Neşriyat A. Ş., 1997.

Bernstein, Richard, Radikal Kötülük Bir Felsefi Sorgulama, (çev. N. Erdoğan, F. Deniztekin), İstanbul: Varlık Yayınları, 2002.

Budak, Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 2005.

Cevizci, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları, 6. bs., 2005. Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 6. bs., 1996.

Freud, Sigmund, Uygarlığın Huzursuzluğu, (çev. Haluk Barışcan), İstanbul: Metis Yayınları, 2013.

Fromm, Erich, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri II, (2. bs.) (çev. Şükrü Alpagut), İstanbul: Payel Yayınları, 1995.

Gariper, Cafer, “Sanatkârın Bir Genç Adam Olarak Portresi: Cahit Sıtkı Tarancı”, Doğumunun

100. Yılında Uluslararası Cahit Sıtkı Tarancı Sempozyumu, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi

Yayını, 2013, s. 135-152.

Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 3. bs., 1974.

Gruen, Arno, Normalliğin Deliliği Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine

Bir Kuram, (5. bs.) (çev. İlknur İgan), İstanbul: Çitlembik Yayınları, 2005.

Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 8. bs., 1993. Jung, Carl G., İnsan ve Sembolleri, İstanbul: Okuyan Us, 2007.

Kant, Immanuel, Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Kurumu, 3. bs., 1989.

Kanter, Muhammet Fatih, “Kendini Tüketen Birey(ler)in Öyküsü: Kassandra Damgası”, Cengiz

Aytmatov, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2009, s. 311-315.

Kearney, Richard, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar, (çev. Barış Özkul), İstanbul: Metis Yayınları, 2012.

Kolcu, Ali İhsan, “Cengiz Aytmatov’dan Bir Kıyamet Senaryosu: Kassandra Damgası”, bilig, S. 22, Yaz 2002.

, Bozkırdaki Bilge Cengiz Aytmatov, Ankara: Akçağ Yayınları, 2002.

Korkmaz, Ramazan, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri, Ankara: Türksoy [Yayınları], 2004.

Le Bon, Gustave, Kitleler Psikolojisi, (çev. T. Sağlam), İstanbul: Hayat Yayınları, 2001. Mahler, Margaret S., İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu, (çev. Ali Nahit Babaoğlu), İstanbul:

Metis Yayınları, 2003.

Rank, Otto, Doğum Travması ve Psikanalizdeki Anlamı, (çev. Sabir Yücesoy), İstanbul: Metis Yayınları, 2001.

Scheler, Max, Hınç, (çev. Abdullah Yılmaz), İstanbul: Kanat Kitap, 2004.

Şen, Ürün, Türk Romanında Kötülük Başlangıçtan 1950’ye, Denizli: Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2012.

(23)

Tarhan, Nevzat, İnanç Psikolojisi Ruh, Beyin ve Akıl Üçgeninde İnsanoğlu, İstanbul: Timaş Yayınları, 6. bs., 2012.

Tüzer, İbrahim, “Kassandra Damgası’nın Eksiltilen Mesajı: Tevârüs Eden Kötülük ve Yeniden Doğan İnsan: ‘Uzay Rahibi Filofey’”, Cengiz Aytmatov, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2009, s. 317-329.

Yaran, Cafer Sadık, Kötülük ve Teodise, Ankara: Vadi Yayınları, 1997. Žižek, Slavoj, İdeolojinin Yüce Nesnesi, İstanbul: Metis Yayınları, 4. bs., 2011. , “Kant ve Sade: İdeal Çift”, Cogito, 3. bs., 2012, S. 41-42, s. 181-189.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ancak kadın ve erkeğin üreme ile ilgili hastalık yükleri incelendiğinde, kadınlar üreme sağlığı sorunlarını erkeklerden çok daha fazla yaşarlar ve bu duyarlılık

Çalışmamızda meyve, sebze ve bahçelerdeki böceklere karşı yaygın olarak kullanılan organoklorür bir pestisit olan MXC’nin (8) doz artışına bağlı

Veriler; öğrencilerin tanımlayıcı özelliklerini, araştırma bilgisi ve bilimsel aktivitelere yönelik bilgilerini içeren bir veri toplama ve “Hemşirelik

Ġnsülin direnci pozitif olan GDM‘li gebelerdeki leptin düzeyleri, insülin direnci olmayan GDM‘li gebelere oranla istatistiksel olarak anlamlı Ģekilde yüksek

Yine çalıĢmamızda, Ġnsülin direnci geliĢen ve insülin direnci geliĢmeyen sağlıklı gebelerdeki visfatin, obestatin, insülin, C-peptit ve HbA1c arasındaki

“ Sosyal bilgiler dersinde söz almak ve derse katılmak hoĢuma gidiyor, sosyal bilgiler dersinin çok önemli ve yararlı bir ders olduğuna inanıyorum, sosyal

Asgari Ücret Tesbit Komisyo- nu’nun dün yaptığı iki ayrı top­ la n tıd a n sonra Çalışm a ve Sosyal Güvenlik Bakanı Musta­ fa Kalemli, asgari ücretin komis­ yon

pozyumda, tarihsel ve modern Türk dili, Türk sözlü ve yaz›l› edebiyat›, Türk siyasi ve sosyo-kül- türel tarihi, Türk sanat tarihi ve arkeolojisi, tarih- sel ve modern