• Sonuç bulunamadı

İslamda Vakıf: Zağanus Paşa ve Zevcesi Nefise Hatun Vakfiyeleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İslamda Vakıf: Zağanus Paşa ve Zevcesi Nefise Hatun Vakfiyeleri"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İ S L Â M D A V A K I F

Zağanus Paşa ve Zevcesi Nefise Hatun Vakfiyeleri (*)

ALİ HİMMET BERKİ

Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivin­ de kayıtlı bulunan Zağanus Paşa ve Zevce­ si Nefise Hatun vakfiyelerinin fotoğraf isi­ ni ve tercemelerini neşrediyoruz. Bu gibi tarihî vesikaların neşri çok faydalı ve lü­ zumlu bir iştir. Etüd edeceğimiz bu vakfi­ yeler muhtelif neviden vakıf ve şartlan ih­ tiva etmektedir. İzahatımızın istinat ettiği hukukî esasların lâyıkiyle anlaşılabilmesi için burada Islâmda vakıf ve vakıf hukuku hakkında biraz malûmat vermeyi münasip bulduk.

• Yer yüzünde mevcut İ s l â m bel­ deleri bir çok vakıflarla malâmaldır. Her hangi bir islâm şehrine gidilse mescid, ca­ mi, medrese, mektep, hastahane, kütüpha­ ne, köprü, müsafirhane, kabristan gibi yer yer mâmur veya harap hayrı ve insanî mü­ esseselere ve bunları yaşatmak için muh­ telif vakıf akarlara rastlanır. Bunlar yalnız hukukî manada sahih vakıflar olmayıp vakıf akarlar arasında bütün nevileriyle

(•) V a k ı f l a r U m u m M ü d ü r l ü ğ ü zaman zaman ecdadımızm vakfiyeleri ve hayır e.serlei'1 hakkında dergiler neşretmekte ve fasıla ile neşriyatına devam etmektedir. Şimdiye kadar irfan kütüphanemize üç cilt ihda etmiştir ki, her cilt zengin, tarihi vesikalarla beraber vakıf mev­ zuu ve hâtıraları etrafında selâhiyetll kalemlerin pek faydalı yazılarım ihtiva etmektedir. V a-k ı f l a r U m u m M ü d ü r l ü ğ ü bu m e ş ­ kûr mes&isiyle eslftfın fazilet, feragat ve fedakâr­ lık gibi yüksek hasletlerini müstakbel nesillerimi­ zin nazar-ı gurur ve iftiharlarına arzederken aynı zamanda onlar için dünya ve ahiretde mucib-i saadet olacak imtisal nlhnuneleri vermiş oluyor.

Bu hususta durmadan g a l ı ş u ı sayın U m u m Müdür O r h a n Ç a p ç ı ile değerli mUteteb-bUmlz H a l i m B a k i K u n t e r'e. ve arka­ daşlarına devamlı muvaffakiyet dilerim.

Gösterilen teveccühe binaen bu defa neşredi­ lecek dergiye konmak üzere ben de Zağanus P a ş a merhumla zevcesi büyük Türk hanımı Nefise ha­ tunun vakfiyelerini intihap etmiş bulunuyorum. Ümit ederim ki, mücib-i ibret ve gayret olur.

irsadî vakıf denilen tahsisat nev'indcn va­ kıflar vardır.

Okuyanlara icmalen bir fikir verebil­ mek için evvelâ sahih vakıflarla tahsisat kabilinden olan vakıfları izah edelim.

Vakf-ı sahih : Bir malı müebbcdcn menfaati insanlara ait olmak üzere âmme milki hükmünde olarak temlik ve temellük­ ten men'eylemek diye târif olunur. Fıkıh kitaplarında âmme milki hükmü yerinde "Cenab-ı Hakkın milki hükmünde" ibaresi sevk olunur ki, âmme milki hükmünde de­ mektir.

Vakıfta Te'bid matlub olduğundan, vakfedilecek malın asıl olarak gayr-i men­ kul olması ve tasarrufun lüzumu bakanın­ dan vâkıfın milki bulunması şarttır. Ancak kitab vakfı gibi halk arasında vakfedilme-si mütearef olan menkullerle bir çiftlikte bulunan âlât ve edevat ve hayvanat gibi menkullerin gayr-i menkule tebean vakfi-yeti caizdir.

Vakfolunan mal intifa' itibariyle iki nevidir. Biri aynile intifa' olunan, diğeri vâridatiyle intifa' olunan mallardır. Mek­ tep, kütüphane, mescid ve cami, hastahane, müsafirhane, yol, köprü, çeşme, havuz, kuyu, kabristan gibi yerler aynile, asıl maksadı idameye hizmet eden han, ha­ mam, mağaza gibi musakkaf olan yerlerle arsa, mezrea, orman gibi musakkaf olma­ yan yerler, varidatı ile intifa olunan yer­ lerdir. Birinci nev'e âsar-i hayriye ve ikinci nev'e müsakkafat ve müstagallât-ı vakfiyye denir. İkinci nevi vakıf, asıl ga­ yeyi yaşatmak ve yardımı temin etmek içindir.

Fıkıh kitaplarında beyan olunduğu ve kadim eserlerden de anlaşıldığı üzere islâ-miyetten evvelki ümmetlerde dahi vakıf tasarrufu mevcuttu. Ancak esas ve hüküm­ leri tanzim edilmiş hukukî bir mevzu' ha­ linde değildi. Amme menfaatine tahsis

(2)

olu-20

ALÎ HİMMET BERKİ nan eserler ibadethane, han, köprü gibi di­

nî ve içtimaî ihtiyaçları temin için fert veya cemiyetler tarafından vücuda getirin len şeylerden ibaretti. Büyük islâm müçte-hitlerihden İ m a m - ı Ş a f i î fukara­ ya vakfın sırf islâmî olduğunu ve islâm şeriatı tarafından vaz'olunduğunu beyan eder.

Şu muhakkaktır ki: vakıf müessesesi beşer fıtratının temayülüne uygun manevî ve maddî bir ihtiyacın mevlûdudur, dene­ bilir ki vakıf müessesesi hukukî müessese­ ler arasında en faideli ve hayırlı olandır.

islâmiyet, ta bidayetten itibaren ulvî ve insanî gayeleri istihdaf eden bu hayır menbaını faideli ve güzel görerek teşrii sa­ hasına almıştır.

îslâmda vakfın meşruiyeti Kur'an, .«îünnct ve icma'la sabittir. Vakıf tasarrufu "Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayra nail olamazsınız" (Ali İmran suresi) "Allah adl-ü ihsanla emreder" (Nahi sure­ si) mealinde olan âyeti kerimelerin daire-i şümulünde olduğu gibi vakfın meşruiyeti Hazret-i Peygamber ve Hulefay-i Raşidin, ashab, tabiin ve asırlar boyunca millet-i islâmiycnin fiil ve amellcriyle sabittir.

Hazret-i Peygamber efendimiz vasiyet tarikiyle M c d i n e - i M ü n e v v e r e ' d e mâlik oldukları yedi kıt'a akarını vakıf ve süknasını fakir mü'minlere şart buyurduk­ ları gibi ^* VI -di^ OUVl ISI JÜj y <U ^İSÛ J ^ ) \ i^U- 4Îav» ^» dJî gibi hadis-i şerifleriyle üm- «ti JPJÜ

^U*

metini hayrî eserler vücuda getirme­ ğe teşvik buyurmuşlardır.

Hadis-i şerifin meâl ve tefsiri : İnsan vefat edince amelleri sona erip amel defte­ rine sevap kaydolunmaz. Fakat üç şeyden ameli münkati' olmaz. Bunlar sebebiyle ilel'ebet amel defterine sevap geçirilir. Bu üç şeyden birincisi kıyamete kadar bâki olan sadakadır ki, vakıf suretiyle meydana getirilen hayrî eserlerdir. İkincisi kendi­ siyle faidelenen ilimdir. Üçüncüsü ana ve babasının vefatından sonra onlara hayır dua eden salih evlâttır.

Vakfın cevaz ve meşruiyetinde ittifak vardır. Bazıları 1 m a m - 1 A z a m'm

vakfı caiz görmediğini söylerlerse de yan­ lıştır. 1 m a m-ı A z a m da vakfı caiz görür. Yalnız mescid ve cami vakfından gayrisini lâzım addetmez. İ m a m-ı A z a m'ın bu içtihadına göre hayatında vâkıf ve ölümünden sonra vârisleri vakıf-dan rucu' edebilirler. Şu kadar ki hâkim vakfın lüzumuna hükmederse bil-ittifak lâzım olur ve artık ondan dönülemez.

Hazz-ı maneviden mahrum bazı kim­ seler vakıf mallar tedavül etmediğinden vakıf müessesesinin iktisaden zararlı oldu­ ğunu iddia ederler. Halbuki vakıf mallar tedavül etmezse de ale'd-devam istiglâl olunur. Ve faide temin etmiyecek bir hala gelenler istibdâl edilir. Bir gayr-i menku ­ lün imarına inzimam eden sa'y ve amel ilo elde edilecek temettü' şüphe yöktur ki mübadelesinden husule gelecek temettü dan daha mühimdir. Binaenaleyh mahzur bir malin vakfedilmiş olmasında değil, on­ dan istifade yolları aranmamasmdadır. B i r gayr-i menkul imar ve ondan en menfaati i bir tarzda istifade edilmezse iktisaden za­ rarlı olur. Hususi mallarda da hal böyle-dir.Fakat hususi mallara müdahale edilme­ diği halde vazifelerini yapmayan mütevel­ liler ve diğer alâkalılar tecziye ve azil olu­ nur ve ihmali görülenler mes'ul odilorck kötü idarenin önüne geçilebilir.

Bazıları da vakıfların, vakıf dan mon-faatlenenleri atalete ve binnetico fakr u zarurete sevkettiğini iddia ederler. Vakıa mahalline masruf olmayan yardım atalel; ve meskenete sevkedebilir. Bu cümleden olarak akraba ve evlâda meşrut vakıflar­ da, tıbkı zengin bir babanın çocukları ara­ sında olduğu gibi cahillere, fakirlere, se­ fihlere tesadüf edilmemiş değildir. Bunun sebebini sui terbiyede, sui ahlâkda arama-hdır. Vakfın inkişafında bazı maksatlar arayanlar da olmuştur ki bunlara aşağıdn temas edeceğiz.

Vakıf kaideten caiz olmamak lâzım-gelirdi. Çünkü asıl vakıf gibi vâkıfın şart­ ları da muteberdir. Bu şartların ne gibi şeyler olduğu biraz sonra izah olunacak­ tır. Filhakika vâkıfın âmme milki sahasına geçirdiği bir mal üzerinde ilel'ebet irade ve arzusunu muteber tutmak, temliki ta­ sarruf ve ehliyet esaslarına uymaz. B u ci­ hetle vakıf kıyase muhaliftir.Faidesine ve

(3)

İSLÂMDA V A K I F

21

ihtiyaca mebni istihsanen meşru'

kılmmış-tır. Kitap ve sünnette vakfm meşruiyetini beyanla iktifa edilerek diğer mevzularda olduğu gibi teferruatı ümmetin içtihadına bırakmıştır. Ta ilk devirden itibaren büyük islâm âlim ve müçtehitleri teferruata ait hükümleri tesbit ve tedvin ederek müs­ takil eserler yazmışlardır. 254 hicrî tari­ hinde vefat eden H i l â l b i n Y a h-y a'nnı Ahkâmii'l-Valctf adlı eserih-yle 261 yılında vefat eden Bağdad Kadı'l-kuzatı H a s s a f lâkabiyle maruf zatin

"Ahkâ-mü'l- Evkafı zikre şayandır. I m a m - 1

Ş a f i.î'nin "Kitabü'l-Üm" adh eserinde vc diğer fıkıh kitaplarında hukukî mevzu­ lar meyanında bazan, sadaka, bazan "habs, ahbas" unvanları altında vakıf hakkındaki izahat'la zikri geçen müstakil eserler, mev­ zu' üzerinde nasıl çalışıldığını anlamak için kâfidir. Sonradan da bu mevzu'da müs­ takil bir çok eserler yazılmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçe olan bu

eserlerden"£?Z-is-af" ile asrımız Türk fukaha ve ulemasın­

dan ve Mecelle cemiyeti azasından Ö m e r H i l m i efendi merhumun

"Ahkâmü'l-Ev-kaft, A l i H a y d a r efendi merhumun

"A h k â m ü'l - V u k u f" u, muhterem âlim E 1 m a 1 1 1 1 merhum H a m d i efendinin "11 h afü'l - a h 1 â f ' ı bu cüm­ ledendir. Bu eserlerin hepsi matbudur.

îslâmî hükümlere itirazı âdet edinen bazı müsteşrikler ve onların mukallitleri evlâdiyye vakıflarda islâm veraset usulü­ nün aksü'l-amelini ve vakfın tevali ve inki­ şafında müsadere korkusunun tesirini gör­ mek isterler ve derler ki : "Cahilî devirde kadın ve kız çocuklara miras hakkı tanın­ mıyordu. İslâmiyet kadınlar için de teva­ rüs hakkı tanıdığından eski akîde ve itiyad şevkiyle kadınlara mal bırakmamak için vakıf yoluna başvurulmuştur. Bundan başka vakfın tevalî ve inkişafında müsade­ re korkusunun tesiri olmuştur." Bu iddia­ lar hiç bir delile dayanmaz. T a bidayetten . itibaren mazbut ve vesikaları mevcut va­

kıflardan böyle bir şey çıkarmağa ve sez­ meğe imkân yoktur. Bunlar tetkik edilince görülür ki hepsi ya mescid ya cami veya hastahane, mektep ve kütüphane veya ka­ saba ve köyün avarızı veya fukaraya y a ı -dım gibi münferit veya bir kaçı bir arada •hep hayrî ve insanî gayeler istihdaf olun­

muştur. Evlâda meşrut vakıflarda da inti­ fa' erkek evlâda hasredilmiş değildir. E k ­ seriyetle erkek ve kız evlâda yardım mak-sadiyle yapılmıştır. Tek tük hilâfında va­ kıflara tesadüf edilirse bunun sebebini mi-rasdan mahrum etmekte değil, başka mü­ lâhazalarda aramak lâzımdır. Hatta erkek, kız evlâda, mirasın aksine, müsavi hisse tahsis eden vakıflar vardır. Şu hale göre kızlardan mal kaçırmak düşüncesi varid de-ğildir-. Müsadere korkusuna gelince : 1 b-n u H a l d u b-n merhumub-n da izah ettiği gibi vakfın tevalî ve terakümünde böyle bir şey asla bahis mevzuu olamaz, hüküm­ dar, sultan, ümera ve vüzeradan olmayan kimselerin vakıflarında müsadere korkusu nasıl düşünülebilir.

Müsbet bir misali olmamakla beraber vüzera veya ümeradan bir kaç zat böyle bir endişe ile mallarını vakfetmişlerse, milyonlarca vakıf arasında bunlar nasıl tenkit vesilesi yapılır.

Bi'l-münasebe bu tenkitlere temasdan sonra tekrar mevzua dönüyoruz.

Yukarıda vakıfların asılları gibi şart­ ların da muteber olduğunu yazmıştık. Bu şartlar tevliyete, vakfolunan malların ret-i tasarruf ve idaresine, varidatın su-ret-i sarfına, hademe-i vakfın ücretlerine ve hizmetlerini nasıl ifa edeceklerine vo fukaraya yapılacak yardım mikdarına, vakıf malların istibdâl ve münakalesine, şartların tebdiline vesaireye müteallik ola­ bilir.

Vakıfta şart meselesi çok mühimdir. Her şartı muteber tutmak doğru olamaya­ cağı gibi hiç birini muteber tutmamak da doğru olamaz. Zira görülüyor ki vakıflar müteaddit ve muhtelif maksat ve gayeler­ le yapılmakta ve vâkıflar, vakıfları üze­ rinde iradelerinin bilânihaye devamını ar­ zu etmektedirler. Bu ruhî haleti anlamak için ileride vakfın mahiyet ve şartlarının -değiştirilmesi ihtimali karşısında vakfiye­ lerde izhar edilen acı korku, vc endişeleri hatırlamak kâfidir.

Gerçi vakıflar üzerinde vâkıfların ira­ delerinin istedikleri gibi hâkim olması hu­ kukî esaslarla kabil-i telif görülmez, fakat bunları kabul etmemek maslahat vc umu­ mî temayüllere uygun düşmez, çünkü bu

(4)

22 ALİ HÎM

halde vakıfların arkası kesilir, kimse va­ kıf yapmaz olur.

îşte bu cihetleri göz önünde tutan is­ lâm âlim ve müçtehitleri hem umumî te-majrüUeri, hem içtimaî ve hukukî nizamı tatmin ve muhafaza için meseleyi tasnife tabi tutarak hükümleri makul şekilde iç­ tihat ve tanzim etmişlerdir.

Şartları ihata müteazzir olduğundan hangilerinin muteber olup ve hangilerinin muteber olmadığını zabıtlar altına almak zaruri idi. Netekim öyle olmuş ve şu kai­ delere bağlanmıştır.

1 — Her şart ki, vakfın mahiyetine ve vakfın ve mevkufünaleyhlerin menfeatinc vc âmme nizamına muvafıktır, o şart mu­ teberdir. Buna mütevelli ve hatta hâkim dahi muhalefet edemez.

2 — Her şart ki, ahlâka ve âdaba mu­ gayirdir, batıldır,

3 — Her şart ki, vakfın mahiyetine müessir ve hükmünü muhildir, bu şart vakfın sihhatine manidir.

Meselâ, vakfedilen mal ileride satıla­ rak bedelinin, vâkıfın veya vârislerinin ih­ tiyaçlarına âarfedilmesi şart edilse bu va­ kıf sahih ve muteber olmaz.

4 — Her şart ki vakıf veya mevku­ fünaleyhlerin menfeatine muhaliftir, bu halde vakıf sahih ve şart lâgiydir.

Meselâ, vâkıf vakfının asla istibdal edilmemesini şart etse bu şart muteber değildir, çünkü zaruret halinde vakfı istib­ dal etmemek vakfın menfaatine muvafık düşmez. Binaenaleyh salâhiyeti! makam le-de'I-icap bu şarta muhalefetle vakfı istib­ dal edebilir.

Bunun gibi vâkıf, tayin eylediği müte­ vellinin asla azil olunmamasını şart etmiş olsa, bu şarta itibar olunmaz. Mütevellinin ehliyetsizliği veya hiyaneti sabit olursa az-lolunur.

Vakfın icar ve istiglâline teallûk eden hususlarda da hüküm böyledir.

Binaenaleyh vâkıf vakfettiği akarın bir seneden fazla müddetle icar olunma­ masını şart edüpte bir sene müddetle isti­ car© talip çıkmasa veya bir seneden fazla müddetle kiraya vermekte menfaat olsa, vâkıfın şartına bakılmayup fazla müddet­ le kiraya verilebilir.

MET BERKİ

Şu kısa izah bu mevzuda bir fikir ve­ rebilecek mahiyette olduğundan daha faz­ la tafsile ve misal vermeğe lüzum görme-dik.

Şu ciheti beyan ve ilâve edelim ki, şartlara riayetin lüzumu sahih vakıflar­ dadır. Tahsisat kabilinden olan vakıflar­ da şarta riayet mecburiyeti yoktur. Ülü'l-emr bu kabil gayr-i sahih vakıflarda ikti­ zasına göre şartlan tebdil ve tağyir edebi­ lir. Bu meselelere tahsisat kabilinden olan vakıfların izahında tekrar temas edeceğiz. Biraz evvel şartların, tevliyete yani vakıf malları kimin idare edeceğine ait olabileceğini yazmıştık, imdi vâkıf tevli­ yet hakkında bir şart dermeyan etmiş İBc, onunla amel olunur.

Tevliyeti nefsine şart etmiş ise, s a ğ oldukça bu vazife bi'l-ittifak kendisi tara­ fından ifa olunur. Tevliyet hakkında bir şart koymamış ise bir re'ye göre yine ölün­ ceye kadar vakfı kendi idare eder, diğer bir içtihada göre âmme makamınca bu vak­ fa bir mütevelli tayin olunur.

Vâkıf, tevliyeti evlâdından veya eca-nipden her hangi bir kimseye veya resmî makamlardan bir makama şart edebilir. Bu takdirde şart mucibince amel olunur.Vâkıf, tevliyeti bir şahsa şart ederken bir kayıt veya vasıfla takyid etmiş ise, bu kayıd mu­ teberdir.

Meselâ, vakfımın tevliyeti, ekber evlâ­ dım veya erşet ve aslah evlâdım tarafından ifa edilecektir demiş ise, tevliyet evlâdın­ dan ekber veya erşet ve aslah olana tevcih olunur. Erkek veya kadın olmak bu husus­ ta haiz-i tesir değildir. Evlât tabiri erkek ve kıza şamil olduğundan ekber veya er-şed kız ise, tevliyete o müstahik olur.

Vâkıf, tevliyet hakkında bir şart koy­ mayıp sükût etmiş ise, vefatından sonra mütevelli, salâhiyetli makam tarafından tayin olunur. Son zamanlara kadar salâhi­ yetli makam şer'î hâkimlerdi.

Vâkıfın şart ve tayin ettiği mütevelli­ ye mütevelli-i meşrut ve âmme makamı ta­ rafından tayin olunan mütevelliye müte­ velli-i mensup denir.

Mütevellinin emin ve müstakim, umur-u tevliyeti görmeğe muktedir olması

(5)

ÎSLAMDA V A K I F

23

jjinise küçük olmak gibi tevliyet işlerini

ifaya ehil ve muktedir değilse lâzım gelen vasıflar» elde edinciye kadar tevliyet ona niyabcten diğer bir kimseye ifa ettirilir.

Mütevelli gerek vâkıf tarafmdan ve gerek âmme makamı canibinden tayin olunsun ve kim olursa olsun devletin müra-kabcsi altında bulunur. Sene besene ve lü­ zum görüldükçe salahiyetli makama vak­ fın vc işlerinin hesabını verir, büyük ku­ sur vc hiyaneti görülen mütevelli azlolu-nur. Ne yazıktır ki bu mürakabe vazifesi hüsn-i ifa edilmemiş olduğundan vakıflar türlü sui istimallere uğramış ve vakıf akarlar şunun bunun yed-i gasbma geç­ miştir. Eslâfm vakıflarından bu gün elde kalan onda biri bile değildir. Murakabe va­ zifesi yapılmış olsa idi, bu akıbet olmıya-caktı. Nitekim mal memurları üzerindeki sıkı mürakabe sayesinde menkul ve gayr-i menkul emval-i umumiye masun ve mah­ fuz kalmıştır ve kalmaktadır.

Tahsisat kabilinden olan vakıflara ge­ lince : sahih vakfı tarif ederken vakfedi­ lecek malin menkul olsun, gayr-i menkul

olsun vâkıfın milki olması şart olduğunu söylemiştik. Arazi vakfı da böyledir. Vak-folunacak mal arsa veya hangi bir arz ise vâkıfın milki olması şarttır. Rakabesine mâlik olmayıp yalnız tasarruf hakkına mâ­ lik olduğu bir arsa veya araziyi mutasar­ rıfı vakf-ı sahih ile vakfedemez.

Evvelki hükümlere göre milk arazi şunlardı :

1 — Köy veya kasaba içinde bulunan veya kenarında olup da tetimme-i sükna ' itibar olunan yarım dönüm mikdarı yerler.

2 — Arazi-i öşriye " 3 — Arazi-i haraciye '

4 — Arazi-i mevattan iken milk ol­ mak üzere imar ve ihya olunan arazi *

5 — Arazi-i emiriyeden iken ^ mute­ ber bir şira ile satın alınan arazi.

İşte sahih vakıf ile ancak milk arazi Vakfolunabilirdi.

Miri (millî) arazinin sahih olarak vakfedilebilmesi cevaz-ı şer'iye binaen ha­ zineden milkiyeti satın almakla mümkün­ dü. Rakabesi hazineye ait arazinin alınıp

satılması hazinede müzayeka olmak vc arazinin varidatı masarifini korutmamak gibi müsevvigat-i şer'iyyenin yani satma­ ğa cevaz veren hallerin vücudlyle meşrut­ tu. Bununla beraber satışın scmcn-i misil ile olması ve temlikin âmme maslahatını ihlâl etmemesi şaı-ttı. Bu cihetle arazi-i emiriyeden bir kıt'amn mcccanen ahere temliki veya değer bedelinden noksanla sa­ tılması ve ordu vc halkın ihtiyaçları için muhafazası icabeden arazinin ahere temli­ ki muteber değildi. Şukadar ki muharebe­ de veya cemiyet ve devletin maddî ve ma­ nevî menfaatinde hizmeti görülenlere elden çıkarılmasında mahzuru olmayan arazinin meceanen temliki sahihti.

Hulâsa : arazi-i emiriye sahihan va­ kıf edilebilmek için rakabesinin devletten temellük edilmesi lâzımdır.

Manay-i hukukide vakıf olmadığı hal­ de vakıf denilen arazi vardır ki, buna irsa-dî ve tahsisat kabilinden vakıf denir ki üç nevidir.

1 — Tapu ile tasarruf olunan arazi-i emiriyenin öşür vc harcı ferağ gibi menafi ve rüsumu emir iyesinin bir cihete tahsisi. 2 — Mcnafi-i emiriye ile birlikte hu-kuk-i tasarrufiyesinin tahsisi,

3 — Yalnız hukuk-i tasarrufiycnin tahsisi,

Birinci halde menafi ve rüsumu emi­ riye ve ikinci surette hem menafi ve rü-sum-i emiriye hem hukuk-i tasarrufiyc ve

> Tctimme-i sükna : hayvan bağlamak, ftlât ve edevat koymak gibi ihtiyaçları vc bu suretle evden intifa'ı tamamlayan mahaldir.

' Htyn-i fetihle mUslUmanlara temlik olunan ve hasılatından öşür alman arazidir.

' Hiyn-1 fetihte gayr-i müslimler yedinde ip-*a olunan ve hasıl&tından haraç yani vergi alınan

* Bir kimsenin tasafrufunda olmayan ve aha-terk vc tahsis kılınmayan vc k ö y ve kasaba-'toa kenarlanndan y a n m saat mesafede bulunan

taşlık, kıraç, pimallık gibi hâli mahallerdir ki bu gibi yerleri tebadan her hangi bir kimse milki olmak veya lakabesi devletin olarak tasarruf hak­ kına mâlik olmak üzere alâkalı memurun izulle açup temellük ve tasarruf edebilirdi.

•> Arazi-i emiriye rakabe ve tasarrufu dev­ lete ait olup efrada tefviz suretiyle idare oluna gelen arazidir. E b u s s ıı ıı d Efendinin beyanı­ na göre K ü m e l i ve A n a d o l u arazisi arazi-i emiriyeden idi.

(6)

24

A L I HİMMET BERKİ üçüncü surette yalnız hukuk-i tasarrufiye

vakfedilmiş olur.

Hukuk-i tasarrufiye vakfedilmiş ol­ ması halinde bu yere vâkıf tasarruf eder. Bizzat tasarruf edebileceği gibi ahere icar­ la veya müzaraaya vermek gibi bir suret­ le tasarruf eder.

Bu nevi vakıf yani irsadî vakıf, Eme-vilerden V a l i d b i n A b d ü l m e l i k tarafından ihdas olunmuştur. Müşarüni­ leyh E m e v i y e C a m i i n i bina.ve mesalihine bazı mezraalar tahsis eylemiş­ ti».

Bu nevi tahsisler yukarıda da söyledi­ ğimiz gibi hakikatte vakıf olmayıp tü'l-male (hazineye) ait olan bir şeyin Bey-tü'l-malce bakılıp idame edilmesi lâzım olan

bir cihete tahsisden ibarettir.

Bu cihetle tahsis iki kısma ayrılır. Le­ hine tahsis yapılan cihet Beytü'l-malden temin edilmesi veya bakılması lâzım olan bir cihet ise bu tahsis sahih ve muteber­ dir. Binaenaleyh nakz ve iptali caiz olmaz. Buna tahsis-i sahih denir. Eğer tahsis olu­ nan cihet Beytü'l-malden görülüp gözetil­ mesi lâzım gelmeyen bir cihet ise iptal olu­ nur. Arazi-i emiriyenin aşâr ve rüsumunu Beytü'l-malden istihkakı olmayan bir şahsa tahsis gibi. Buna tahsis-i gayr-i sahih de­ nir. Ve iptali icabeder.

S u l t a n O r h a n'dan başlayarak Osmanlı padişahları, vezirler vesair ümerâ bil- çok vakıflar yapmışlardır. Bunların vakfiyelerinin bir çoğu V a k ı f l a r U m u m M ü d ü r l ü ğ ü ' n d e mahfuzdur. F â t i h merhumun vakfiyesi gibi bazıla­ rı tab ve neşrolunmuştur. Bu vakıfların nevileri hakkında ihtilâflar tehaddüs et­ miş, mahkeme ve hakemlerce muhtelif ka­ rarlar verilmiştir, izah ve tahlil etmek is­ tediğimiz vakfiyelerde de bu nevi vakıflar bulunduğundan bu meselelei- üzerinde dur­ mağı faldeli bulduk.

Bir vakfın mahiyetini düşünürken her şeyden evvel vakfolunan mallar'a vâkıfın milki olup olmadığını tetkik etmek icabe­ der. Çiinkü sahih veya irsadî vakıf olup ol­ madığını anlamak için bu cihetin bilinme­ sine ihtiyaç vardır. Sultanların, vezirlerin

o İJcdü'l-Cumauûa. bu husus hakkında tafsilât vardır.

ümerânın vakıflarında da böyledir. Vak­ folunan şey milkleri ise vakf-ı sahih, de­ ğilse irsadî vakıf nev'indendir.

irsadî vakfın sihhatinde şüphe yoktur. Aşağıya geçirdiğimiz fetvadan cia anlaşı­ lacağı üzere ötedenberi Şeyhü'l-Islâmlar tarafından bu nevi vakıfların meşruiyet vo sihhati hakkında fetvalar verilmiştir.

"Padişah-i islâm meddallahu zıllehu alâ mefarikı'l-enam hazretleri arazi-i emi-riyeden bir kıt'a-i muayyeneyi bir medre­ senin mesalihine vakıf etse, sahih olur mu? El-Cevab : olur." ( A l i E f e n d i ,

Fetava Mecmuası)

Bu fetvadaki sıhhatten maksat vakf-ı sahih demek değildir. Esasen vakf-ı sahi­ hin mahiyet ve hükmüne göre arazi-i emi­ riyenin bu suretle vakfı düşünülemez. Ak­ si halde mevkuf arazi âmmenin milkiyetin-den çıkıp âmme milki hükmünü alacakta­ ki, bundaki adem-i makuliyet izaha muhtaç değildir.

Şu halde fetvalardaki sıhhatten mak­ sat irşadın sihhatidir. Çünkü irşat kabilin­ den olan tahsislerin de sahih ve gayr-i sa­ hihi vardır. Nitekim biraz evvel söyledik.

Sultan ve vezirlerin ve ümeranın vakfiyelerinde yazılı vakıflar hangi nevi vakıfdandır?

Eğer vakfolunan' mallar milk "nevin­ den ise menkul olsun, arazi olsun vakf-ı sa­ hih nev'indendir. Eğer vakfolunan arazi vâkıfın milki olmayıp rakabesi devlete ait araziden ise tahsisat kabilinden olduğuna hüküm edilmek lâzım gelir. Bu takdirde tahsisatın hangi nev'inden olduğu tetkik olunur. Hangi neviden olduğu tasrih edil­ miş ise tereddüde mahal kalmaz. Sarahat veçhile amel olunur. Tasrih olunmamış ise hilâfına delil ve teamül olmadığı surette hem hukuku tasarrufiye, hem aşar ve l ü -sumu emiriye tahsis edilmiş demek olur. Aksine delil varsa delil mucebince amel olunur.

Meselâ, mevkuf arazi ötedenberi vâ­ kıf tarafından tasarruf edilmekte, aşaı- ve menafi-i emiriye hazine tarafından cibayet olunagelmekte ise yalnız hukuk-i tasar--rufiyenin mevkuf olduğu anlaşılır. Tasar­ ruf hakkı devlete ait okıp efrada tefviz olu­ nagelmekte ise aşar ve menafi-i emiriye­ nin mevkuf olduğu anlaşılır.

(7)

Zag-anua P a ş a Vakfiyesi ^^^^ 1 4 4te -af to « I

(8)

Nefise Hatun Vakfiyesi 2= ir I s-<2

2^-

VS

1^

i l

(9)

A. H. Berki

Res. 1 Zağamıs Paşa Cami'i

- 'J.

3>

Res. 2 — Zağamıs Pnşa Cami'i

(10)

Res. 3 — Zaganus Paşa Oami'i içten görUnüş

Res. 4 - Zaganus Paşa Cami'i içten göıüna?

(11)

İSLÂMDA V A K I F

25

S u 1 t an O r h a n'dan başlayarak

Osmanlı hükümdar ve vezirlerinin ve üme­ rasının vakfiyelerinde geçen ve milkleri ol­ mayan kura ve mezari'de ötedenberi vâkıf­ ları canibinden tasarruf edilegelmiş ve ek­ serisi icareteyne ve mukataaya bağlanmış­ tır. İcareteyn ve mükataa ancak gayr-i menkullerde tasarruf hakkına istinad eder. Aşar ve rüsum-i emiriye icareteyn ve mu­ kataaya mevzu, olamaz. Şunu da kayıt ve ilâve edelim ki zikri geçen ve benzeri va­ kıflar, tapu kayıtlarında nevi' hanesinde vakıf olarak kaydedilegelmiştir. Eğer aşar ve rüsum gibi yalnız menâfi-i emiriyenin tahsisinden ibaret olsaydı, bu hanede ara-zi-i emiriye olarak kaydolunmak ve mu-hassasat hanesinde aşar-ı şer'iyyeli veya bcdel-i öşür mukataalı denip bunun vakıf olduğu gösterilmek icabederdi. Şu fetva­ dan da anlaşılıyor ki kura ve mezari' vakıf­ larında tahsis olunan hukuk-i tasarrufiye-dir. Aşar ve menafi-i emiriyenin de birlik­ te vakfolunmuş olması mümkündür.

"Bir vakıf karye toprağında vaki ve kimsenin tapu ile tasarrufunda olmayan kışlak arsası vakf-ı mezkûr mütevellisi zapteder oldukta karye-i mezkûre ahalisi zaptettirmeyip bigayr-i hakkın kendileri zapta kadir olurlar mı? El-Cevap : olmaz­ lar"

(Behcetü'l-fetava, S. 256)

Burada şöyle bir sual hatıra gelir : Bir şeyin rakabesini vakıf ile hakk-ı tasar­ rufunu bir cihete tahsis arasında ne fark vardır? Şüphesiz fark vardır. Rakabeyi vakfetmek onu âmme milkiyeti hükmünde olmak üzere takyit ve bazı içtihada göre milkiyet hakkını âmme lehine Iskattır. Hakk-ı tasarrufu vakfetmek ise, yalnız bir tahsisten ibarettir. Bundan başka hakikî vakıflarda şer'î sebep olmaksızın şartların tebdili caiz olmadığı halde gerek aşar ve menafi-i emiriyenin ve gerek hukuk-i ta-sarrufiyyenin tahsisinde şartları tebdil caizdir. Fetvalarda ve fıkıh kitaplarında; galib-i evkafı kura ve mezari olan karye ve kasabada veliyyü'l-emir vakfın şartları'nı tebdil edebileceği yolunda görülen mesele bu esasa istinat eder.

Şimdi neşri sadedinde olduğumuz Za-t*nus Paşa vakfiyesini ele alalım: Arapça

olan vakfiyenin suretinin fotoğrafisi ya­ zının sonuna konacaktır. Buraya terceme-sini alıyoruz.

(Vakıflar Umum Müdürlüğünde 581 No. lu defterde kayıtlı Zağanus Paşaya ait evaili Cumade'l-ûla 866 tarihli vakfiyenin tercemesidir :

Mühürlenip imza olunan aslına muta­ bıktır. Müsecceldir. Kaza ve iftada mündericatı ile amel olunur. Allah'ın rahmetine muhtaç olan İstanbul K a ­ dısı Mehmed yazmış ve imzalamıştır. Hamd-ü sena ol Halik-i lem yezele mahsusdur ki, nev-i beşerî yaradıp ana esbabı hayr ihsan ve teshil ve bilmediğini beyan ve tâlim etti ve herkesin fena bula­ cağını haber verdi. Ve âlemde kumrular sayha-zen ve güvercinler nevha-saz olduk­ ça salat ve teslimât-ı cezile ile kesb-i imti­ yaz eden Nebiyy-i Haşimî'nin ve âl ve as-hab ve hulefa-yi kiramın üzerine olsun. Bu tahmidât ve teslimattan sonra bil ki dün-ya-yı deniyye beliyye ve musibbetle-rin cevelângâhidir, firar yeridir, karar yeri değildir. Baka ve sefası yok, eskidenberi meşakkat ve cefası çoktur. Bahar bulutları gibi seriuzzevaldir. Çölde parlayan serab gibi aldatır. Hiç bir nebi nübüvvetile ve hiç bir zalim cebir ve kuvvetiyle anda payidar kalamaz. İnsan dünyayı şimdiye kadar dar-i belâ görmüş ve yine öyle görecektir ve ticareti de iğne ucu kadar bir şeydir. Âkil olan kimse dünyanın bir geçit mahal­ li olarak yaratıldığını bilir (vellezine cahe-du...) ayet-i kerimesine kalp göziyle baka­ rak ve mazmununu nazar-ı dikkate alarak bütün evkat ve saatini ictihad-i tam ile taate kasr ve hamde hasreder ve şüphesiz gelecek olan mükâfat ve mücazât günü için zad ve zahire iddiharmda teşmir-i sak eder. Âkil için isabetli ve iyi bir şey amel­ lerini ıslah ve akibetini düşünerek hayra­ tın en mükemmelini ve hasenatın en güze­ lini yapmaktır. Bunlardan ilham alan za­ manın vezirlerinin mabihi'l-iftiharı, adil ve ihsanın naşiri, zaman ve devrin Âsafı, Ce-nab-ı Hakkın inayet-i mahsusasma maz-har bulunan merhum Z a ğ a n u s P a ş a -Cenab-ı Hak rahmetine müstağrak buyur­ sun- vaktaki insan yediğini bitirmiş ve giy­ diğini eskitmiş ve tasadduk ettiğini ibka etmiş olduğunu teyakkun edince gafur ve

(12)

26

A L t HİMMET B E R K i rahîm sıfatlariyle muttasıf olan Cenab-ı

Hakkın emr-i kadim ve ezelisine imtisal ve rızasını tahsil uğrunda halis mah ile B a-11 k e s i r içinde bir imarethane bina eyledi ve bu imarete mütevelli, nazır, şeyh, nakib

(müfettiş), ekmekçi, anbarcı, kayyim, kâ­ tip, nasb ve tayin eyledikten sonra hal-l hayatında tasarrufâtı nafiz olduğu bir ze-manda yed-i temellük ve taht-ı tasarrufun­ da olan ve S a r u h a n vilâyetinde bulu­ nan karyelerini vakıf ve habis ve tasadduk eyledi. Bu karyelerden birincisi pirinç zer'-inc mahsus çeltik nehriyile levahikinden bulunan Danişmendlu mahalli ve cemi-i hu-hud ve hukuku "Tumanlı" ile birlikte T a n b u r namı ile meşhur ve mütearef karyedir, ikincisi tâbii bulunan ve cemi-i hudud ve hukukiyle beraber T e s I i m a 11 u namile meşhur olan karyedir. Üçüncüsü bü­ tün levahiki ve hudud ve hukukiyle birlik­ te B ü y ü k M e d e r namiyle meşhur olan karyedir. Dördüncüsü cemi-i hudud ve hukukiyle beraber K ü ç ü k M e d e r karyesidir. Cem-i hudud ve hukuki ve için­ de bulunan on nefer köle ile birlikte K a-r a c a v i a-r a n kaa-ryesi K ü ç ü k m e d e a-r karyesine tâbidir. Beşincisi tevabiinden olan K a d a g 11 c ve içindeki yüz dört camus ve üç nefer köle ve B e b i k na­ miyle meşhur olan değirmen ile cemi-i hu­ dud ve hukukiyle dahilen ve haricen bü­ tün levahiki ile birlikte Y a y a k ö yü namile meşhur olan mezrea ile beraber N u m a n 1 u karyesidir. Bu karyeler sa­ hibinin ismi ile meşhur olduklarından hu-dudları zikredilmemiştir ve yine vâkıf-ı mumaileyh B a l ı k e s i r nahiyesinde iki karye daha vakfeyledi. Bunlardan biri­ si A t namile anılan karyedir, Demirci ile içindeki yirmi nefer köle ve cariye ve mev-cud edevatile iki değirmen ve bütün hudud ve hukukiyle mezkûr A t karyesine tâbi­ dir. İkincisi levahik ve tevabii ve hudud ve hukukiyle beraber T ü r k a n karyesi­ dir ve yine vâkıf-ı mumaileyh B a 11 k e-s i r içinde dokuz dükkân vakfeyledi. Bun­ lardan birisi başçı dükkânı demekle meş­ hurdur. Diğer sekiz dükkân buna muttasıl­ dır, ve yine vâkıf B a k ı r c ı l a r çar­ şısında dört dükkân ve ekinci mescidi kar­ şısında iki ve h e l v a c ı l a r çarşısında bir dükkân vakfeyledi, ve yine vâkıf

T u z c u l a r çarşısında dokuz dükkân vakfeyledi. Bunlardan birisi Tuz iddiharına mahsus mevzi olup diğer sekizi bir birine muttasıldır. Bunların cümlesini cemi-i hu-hud ve hukuk-ı levahik ve meraf ikiyle vak­ feyledi ve cümlesi sahibinin ismiyle meş­ hur ve başkalarına iltibasları olmadığın­ dan hududları zikredilmemiştir. Vâkıf şu mevkufatını gelip giden miskinler, fukara, ulema ve sulehaye vakfeyledi. Bu mcvkufa-tm envai istiglâlden her hangi bir şekil ile istiğlâl edilmesini vâkıf şart edip gaile ve hasılâtının yansını hakkı tevliyet olarak mütevelliye tayin eyledi, ve nâzıra yevmi­ ye yirmi dirhem ve şeyhe yevmiye beş dir­ hem ve nekîbe iki dirhem ve aşçıya iki dirhem ve ekmekçiye iki dirhem ve anbar-cıya iki dirhem tâyin eyledi. Kayyım, hâ-dim, Serrac bir şahıs olmak şartile iki dir­ hem ve kâtibe üç dirhem ve S a r u h a n vilâyetindeki karyeleri cibayet eden câbi-ye salarlık rüsumunu tâyin ve bundan faz­ lasına mutasarrıf olmamasını yani işbu rüsum üç kısma taksim edilerek iki kısmı­ nı câbiye ve bir kısmını da kâtibe tâyin eyledi. Ve mezkûr A t karyesini cibayet eden câbiye iki dirhem vâkıfın mesalihino yardımda bulunan belde kadısına yevmiye bir dirhem ve yetim çocukları okutan sıb-yan muallimine yevmiye beş dirhem tayin ve şöyle şart eyledi ki muallim olan kimse on nefer yetim çocuk okutup iki defa Ku­

ran okutacak ve sonra iki defa luğat öğ­

retecek ve tahsil-i ilme kabiliyyeti olmı-yan kimseleri kabul etmiyecektir, ve vâkı­ fın türbesi türbedârına bir dirhem tayin eyledi. Bu masraflardan artan fazlayı ima­ rette hergün sabah ve akşam kifayet mik-dan fukara ve miskinlere verilecek taama sarf edilmesini şart eyledi. Ve yine imare­ te gelen sâdat ve ulema üç gün kadar mi­ safir edilip hayvanlarının yeygilerinin ber-veçh-i mutad verilmesini şart eyledi. Ve keza B a l ı k e s i r içinde hamama, Ca-mi-i şerife ve imarete ve diğer mahallere; akan su mecralarının ve kendi imareti ve cami'inin tamir ve termimini ve B a l ı ­ k e s i r tevabiinden E f t e 1 y e karye­ si kurbündeki hamamın tâmirini ve G e r-m i y a n Vilâyetinde K u l a kasabası haricindeki su mecrasının meremmetini ve S o f y a beldesi yanındaki hamamın

(13)

ya-ÎSLÂMDA V A K I F 27 Biııdaki hamamın ve F i l i b e beldesin­

deki camiin tamir ve termimleri için lâzım gelen masarif kendilerine mahsus zevalde münhasır kalmayup nerede bulunursa bu­ lunsun bütün evkafın zevaidinden temin edilmesini şart eyledi. Ve yine vâkıf tami-I4tiçin M u h a m m e d i d i r h e m ol­ mak üzere sülüs malinden yüzbin dirhem vassiyet eyledi. Vâkıf vakfının tevliyetini oğlu M e h m e d Ç e 1 e b i'ye, sonra di­ ğer oğlu A l i Ç e 1 e b i'ye ve bunların ikisinden sonra bunların oğullarından bi­ rine ve sonra neslen bade neslin oğulları oğullarının aslahına şart eyledi. Bunların inkirazlanndan sonra bu ikisinin yani M e h m e d Ç e l e b i ve A l i Ç e l e -b inin kızlarından -birinin aslahına ve -bun­ ların da inkırazından sonra vâkıfın köle­ lerinin aslahına ve sonra bunların evlâdı­ nın aslahına bunlar da münkariz olursa tevliyet hususu memleketindeki sultan-ı âzâmm reyine mufavvaz olmasını şart eyle­

di. Vakfın nezaretini A b d u l l a h oğlu K a r a g ö z ve A b d ü s s a m e d oğlu A b d u l l a h B e y l e r e şart edip bun­ lardan biri vefat ederse, diğeri kendi his­ sesi ile nâzır olup vefat edenin hissesi ta­ sarruf olunur, her ikisinin de vefatlarında

bunların evlâdından dînen ve aklen aslah olanı nâzır olup evvelki iki nazırdan birine verilen hisseye mutasarrıf olmasını, bun­ lardan sonra vâkıfın kölelerinin asla­ hına sonra bunların evlâdının aslahı­ na, sonra vâkıfın evlâdının kölelerinin aslahına, sonra mevali ve evlâdı tena­ sül ve teakup ettikçe bu kölelerin ev­ lâdının aslahına, bunlardan sonra sul­ tanın tâyin edeceği kimseye şart eyledi. Ve yine vâkıf-ı mumaileyh şeyh, nakib, aş­ çı» ekmekçi, anbarcı, kayyım, kâtip, eâbi ve bütün hademe-i vakıf cihetleri vâkıfın kölelerinin aslahına, sonra bunların evlâdı­ nım aslahına sonra vâkıfın evlâdının köle­ lerinin aslahına ve tenasül ettikçe köleleri-lün evlâdının aslahına tertip dairesinde tevcih edilmesini, bunlar da münkariz

olur-sultanın reyine mufavvaz olmasını şart *yledı. Zikrolunan evkâfın cümlesini

kava-mârufe ve şerait-i mazbuta-i şer'iyye dairesinde bir vakıf oldu. Artık usul ve şu-lÜ^^ ^^^^^^ tağyir olunmaz, satılıp alın-^*2> rehin yapılmaz, kıyamet gününe ka­

dar kimseye miras kalmaz, geçmiş imam­ lardan vakfın sıhhat ve lüzumuna kail olanların içtihadı ile hâkim bu vakfın sıh­ hat ve lüzumuna hükmeyledi. İşbu vakfi-ye evail-i Cumade'i-ula sekiz yüz altmış al­ tı senesinde yazılıp hüküm olundu."

Z a ğ a n u s P a ş a ' F a t i i ı S u l t a n M e h m e d'in teveccüh vc iti­ madını kazanan ve İ s t a n b u l'un fet­ hinde ve diğer mücahedelerde pek büyük hizmet ve kahramanlıkları görülen değerli vezirlerindendir. S u l t a n M e h m e d'in Şehzadeliğinde onun yanında bulunmuş ve ilk saltanata geçişinde E d i r n e'ye bir­ likte gelmişti. Fakat tekrar saltanata av­ det eden i k i n c i M u r a d oğlunu he-vayi şeylere teşvik ediyor diye Z a ğ a-n u s u B a l ı k e s i r ' e a-nefyetmiştir. F a t i h tekrar saltanata geçince E d i r-n e'ye dör-nmüş ve t s t a r-n b u l'ur-n fet­ hinde büyük hizmetleri görülmüştür. Mu­ hasarada K a r a c a b e y ile birlikte B e y o ğ l u , G a l a t a ve K a s ı m ­ p a ş a taraflarını muhafazaya memur edilmiş, karadan H a l i c e gemi indir­ mek işinde canla başla çalışmıştır. Z a ğ a ­ n u s P a ş a T r a b z o n fethinde de hazır bulunmuştu. T r a b z o ndaki bir köp­ rü ve bir mahalle hâlâ Z a ğ a n us k ö p ­ r ü s ü ve m a h a l l e s i diye anılır ve bir kal'a kapısı Z a ğ a n u s k a p ı s ı diye yâd olunur. Muhasaradan evvel R u-m e 1 i h i s a rı'nın garb-i şiu-malî u- mün-tehasını teşkil eden yani B e b e k tara­ fına nazır olan köşedeki cesîm kulenin in­ şasına memur edilmişti. Kapısının üzerin­ de mahkûk olan

' Adına bakarak onu Rumdan ihLkla etmiş sananlar vavdır vc bazıları üa aslen Arnav\ıt ol-dutunvı söylerler. Halbuki "Zağanus" kelimesi öz türkçedir ve D o ğ a n nev'inden bir kuştur. Bundan da aslen Türk olduğu anlaşılıyor.

Zağanus : bir nevi Doğan ismidir. (Lûıjul-i

Çamtay ve Lûc/at-i Türkî Osmunî).

Zağanus : Yü'yU D o ğ a n {Lchcv-i Okviaiii) Zağanus - garp - isim, Doğanın bir nev'i, Moy-mul "Türk iMijati"

Paşanın babasının admin Abdullah olarak gösterilmesiyle somadan ihtida ettiğine istidlal olunarak ihtida ettiğine istidlal olunamas:, baba­

(14)

28

ALÎ HİMMET BERKİ

suretindeki kitabeden de anlaşıldığı üzre muayyen müddette ikmale muvaffak ol­ muştur.

İ s t a n b u l muhasarası esnasında F a t i h hazretlerinin riyasetinde topla­ nan harp meclisinde H a l i l P a ş a-nın. uzlaşma fikir ve mütalâasma karşı iradettiği heyecanlı hitabesi kendisinin şahsiyet ve kahramanlığı hakkında tam bir fikir verecek mahiyettedir °.

s Bu kitabe muhtelif eserlerde başka başka şekilde intişar etmiştir. Buraya aldığımız metin Ş. Erel'in okuyuşudur.

o Bu tarihi hitabeyi Endonezyalı Ahmet Salim Er-Reşidî "Essultan Mtûıammed Bl-FAtW adlı arapça eserinde şöyle nakleder : "muhasaranın sonlarına doğru S u l t a n M e h m e d ota­ ğında bir harp meclisi kurmuştu. H a l i ] P a-ş a düa-şüncesini izah ettikten sonra S u l t a n M e h m e d gülümseyerek Z a f a n u s P a ş a'dan fikıini sordu. Z a f a n u s P a g a h e -nUz gençliğinin olgunluk çağlarında idi. Azm-U irade sahibi olmakla beraber himmeti çok yük­ sekti. K o s t a n t a n i y e'yi İstilâ için surlar altında kazdınlan lâğımları idare ediyordu. Sul­ tan F â t i h fikrini sorar sormaz olduğu yer­ den doğrularak Arnavut lehçesiyle türkçe olarak şöyle bağırdı : Hâşa ve kellâ, padişahım ben H a l i l P a ş a'nın fikir ve mütalâalarım kat'iy-yen kabul edemem; biz buraya ölmeğe geldik, dönmeğe değil." Bu sözler mecliste bulunanlar üzerinde dehşetli bir tesir yaptı. Meclis tam bir sü­ kûn içinde idi. Z a ğ a n u s P a ş a sözlerine devamla; H a l i l P a ş a bu sözleriyle ha-miyyetinizi söndürmek, şecaatinizi kırmak istiyor. Fakat buna hiçbir vakit muvaffak olamıyacak, hüsrana uğrayacaktır. Malûmunuz olduğu üzre Y u n a n i s t a n'dan hareketle H i n d i s t a n'a yüıü,ycn B ü y ü k T s k e n d e r"in oı-dusu bi­ zim ordumuzdan büyük değildi. İ s k e n d e r bu ordusuyla A s y a'nın, o koca kıt'anın yarısını nıaglûb ve istilâ etmişti. O ordu, bu kadar geniş ve muazzam ülkeleri istilâya güç yetirdikten son-l a bizim ordumuz bu taş yığınson-larını geçmeğe güç yctiremiyecek midir?"

" H a l i l P a ş a , garp devletlerinin inti­ kam almalc için üzerimize yürüyeceğini söylüyor.

Vakfiyeler üzerinde tahlil ve mütalâa

Z a g a n u s P a ş a n ı n V a k ı f l a r ' U m u m M ü d ü r l ü ğ ü nde olan vak­ fiyesi vakfiyenin aslı değildir, suretidiı-. Tek tük istinsah sehivleri varsa da ehem­ miyetsizdir. Kolayca anlaşılmaktadır. Türkçe tercemesi yukarıda görüldüğü gi­ bidir.

Bâlâsındaki ibarede görüldüğü üzere vakfiyeyi tanzim edip imza eden İ s t a n -b u 1 kadısı olan M e h m e d ismindeki zat F â t i h hazretlerinin "zamanın E b u H a n i f e s i'dir" dediği İstanbul Kadısı M o l l a H u s r e v'dir. J s t a n-b u l'un ilk kadısı H ı z ı r B e y'dcn sonra makam-ı kazaya M o l l a H u s-r e V nasbolunmuştu. H ı z ı s-r B c y in infisah, vefatı tarihine ve vakfiyenin altın­ daki tarihe nazaran vakfiyeyi tanzim eden zatin M o l l a H u s r e v olduğu an­ laşılmaktadır.

Vakfiyenin metninde vâkıf Z a g a ­ n u s P a ş a merhum ve mağfur diye zikredilmektedir. Anlaşılıyor ki, bu vak­ fiye vefatından sonra tanzim ve vakfın sih-hatine vefatından sonra hükmedilmiştir. Filhakika tarihler Z a ğ a n u s P a ş a -nm M. 1460 tarihinde B a l ı k e s i r d e vefat ettiğini kaydederler ki, vakfiyenin tanziminden bir sene kadar evvele tesa­ düf eder. "' Vakıflar adlı eserimizde izah ettiğimiz veçhile bir vakfın sıhhat vc lüzu­ muna vâkıfın hayatında da, vefatından sonra da hükmedilebilir.

İslâm hukukunda vakıf yapmak şek­ li mahsusa tabi değildir. İrade izhariylo vücut bulur ve o tarihden itibaren

şahsi-Şimdi sorarım : Hangi garp devletleri? Latinler mi, yoksa korsanlık ve hırsızlıktan başka bir şey yapamayan A k d e n i z devletierl mi? Sulta­ nım madem ki fikrimi sormak lûtfunda bulundu­ nuz, mühim bir işe başladık, bitinneliyiz. Bundan başka mülatâaya muktedir değilim" (Es-Sullnn

Muhummed Bl-Fütih)

10 Türbesi Balıkesir'de yaptırmış olduğu oâıni yanında olup sandukası kavuk başlıklıdır. Türbe sonradan ahşap camekânh olarak tâmir ettiril­ miştir. Yanında refikası (Sitt!) hanım medfun zannediliyor. Türbenin kapısı üzerinde sijlüs yazı ile mahkûk kitabede (Fâtih Sultan Muhanımed hân hazretlerinin damâdı gâzi Zaganus Mehmet Paşanın türbe-i şerifidir. 865 yazılıdır. Karani

(15)

Mv-ÎSLÂMDA V A K I F

29

yet iktisap ve hükümleri cereyan eder. Hâ­

kime müracaatle vakfiye tanzim ettirilme­ si tevsik ve hükm-i hâkimle lüzum ifade et­ mek ve hayatında vâkıf ve ölümünden sonra vârisleri vakfm lüzumuna kail ol­ mayan müçtehitlerin içtihadına dayanarak vakıfdan rucu' edememek içindir.

Maahaza hâkim mutlaka lüzumla hükme mecbur değildir. Vaziyyete göre ya vakfın lüzumiyle hükmeder veya adem-i liiznmiyle hükmedip vakfı iptal eder.

Şu fetvalar bu esasa mübtenidir. "Zcyd sıhhatinde milk akarını vakıf vc tevliyet ve gailesini evlâdına ve evlâdı evlâdına vc bade'l-inkıraz gailesini fuka­ raya şart ettikten sonra teslim ile'l-müte-vcUi bir tescili şer'i bulunmadan zeyd fevt olup evlâdından ancak kızı Hindi vesair veresesini terk etmekle sair verese ol aka­ rı mirasa idhal edüp Hind ile hâkime mü-rafaa olduklarında hâkim İ m a m - ı Y u s u f kavli üzerine akarın vakfiyetine hükmetse sair verese razılar olmayıp aka­ rı mirasa idhale kadir olurlar mı? El-Ce-yap : olmazlar" (Ali Efendi, Feteva Mec­

muası.).

"Hind milk menzilini bir cihete vak-fodüp lâkin teslim ile'l-mütevelli ve tescil-i şer'i bulunmasa Hind fakire olmağla vak­ fından rücu edüp hâkime feshettirecek monzil-i mezkûru milkiyet üzere zapt ve bey'a kadir olur mu? El-Cevap : olur.

( A l i E f e n d i , Fetava Mecmuası). "Zeyd sihhatinde milk akarını bir ci­ hete vakfedüp badehu teslim ile'l-mütevelli ve tescil-i şer'i bulunmadan düyunu tere­ kesinden ezyed olduğu halde fevt olsa Zey-din dâyinleri vakfı hâkime fesh ettirerek

ol akarı kısmet-i guramaya idhale kadir olurlar mı? El-Cevap : olurlar" (adı geçen mecmua)

öyle anlaşılıyor ki, paşa sağlığında vakfiye tanzim ettirmeğe vakit bulama­

mış, ölümünden sonra vârislerinin müra­ caatı üzerine tanzim ve tescil olunmuştur. Hayatında mensubolduğu cemiyete yaptı­ ğı bunca hizmetlerin yanında ölümünden sonra insanlara ile'l-ebet faide temin ede­ cek böyle hayrî eserler bırakmak en kudsi mazhariyet sayılmağa lâyiktir. Allah Rah­ met etsin.

Vakfiye muhtelif fıkraları ihtiva edi­ yor.

İlk fıkra : Cenab-ı Hakka hamd ve Hazret-i Peygambere ve âl ve ashabına sa-lâtla selâmla başlar ki, bu kabil işlere hamd-ü sena ve saiât-ü selâmla başlamak âdab-ı islâmiyedendif. Hamd ve şükür zımnında uzun mukaddime ile başlayan müzehheb vakfiyeler vardır. Bunlardan bazıları Tapu ve Vakıflar dairelerinde mah­

fuzdur. Şüphesiz bu derece itina ve mas­ raf, dinî ve insanî elde edilen bir muvaf-fakiyyetin heyecanını aksettirmek ve aynı zamanda emr-i hayra başkalarım teşvik ve tergip etmek içindir.

Müteakip fıkra yaşatılması istenen hayrı cihetlerle bunları varidatı ile yaşata­ cak menkul ve gayr-i menkul vakıf malla­ ra dairdir. Mazmun bakımından ibarelerin medlûlleri sarih olup tefsir ve izaha muh­ taç değildir. Yalnız gayr-i menkullerin şöhretinden bahsile hudutlarının ve diğer gayr-i menkullerden ayıracak hususiyetle­ rinin yazılmaması tevsik cihetinden mu­ vafık olmamıştır. Gerçi şöhretine binaen tahdit ve tavsiften istiğna, vakfolunan gayr-i menkulün malûmiyeti ve vakfiye-tinin sihhati için kâfi isede vakıf akarların

asırlarca kalacağa düşünülerek mevkileri ile birlikte hudutları ve diğer yerlerden temyize medar olacak vasıf ve hususiyet­ leri söylenmek ve söylenmemiş olması ha­ linde hâkim bunları istizah ederek vakfi­ yede yazmak icabederdi. Çünkü sak ve ve­ sikada tam vuzuh olmak şarttır. Sak ilmi­ nin en esaslı kaidelerinden biri de budur. Bundan başka vakfiye merhumun vefatın­ dan sonra tanzim edilmiş olmasına göre, vakfiyede yazıldığı gibi vakıflar yaptığı­ nın ve vakfiyenin sonlarına doğru hikâye olunan vasıyyetinin ne ile sabit olduğunun beyanı iktiza ederdi. Y a bu cihetler tahkik edilerek zabıtnameye derç ile iktifa olun­ muş veya vakfiye aslından istinsah edilir­ ken noksan istinsah edilmiştir. Maahaza bunlar vesika tabririne ait olup vakıf me­ selelerine teallûk etmez. Yalnız mesele ba­ kımından üzerinde durulmağa değen hu­ suslar, vakfolunan gayr-i menkullerin ne-vilerile menkullerin vakfının ' cevaz ve adem-i cevazı meseleleridir.

(16)

30

ALÎ HİMMET BERKİ Bir çok vakfiyelerde hususiyle selâtin,

vüzera ve ümera vakfiyelerinde bir hayli köy ve mezraa vakıflanna tesadüf olun­ maktadır. Mukaddimede temas olunduğu üzere bu vakıfların nev'ini tayin cidden mühimdir. Bunun için ötedenberi bu mev­ zuda bir çok ihtilâflar olmuş ve halen ol­ makta bulunmuştur. Kütüb-i fıkhiyede de bu baptaki beyanat istenildiği kadar vâzıh değildir. Binaenaleyh evvelâ gayr-i menkul vakıflar üzerinde duracak ve sonra menkul vakıfları tetkik edeceğiz. Ümidederim ki, diğer vakfiyelerin tetkikinde mucib-i isti­ fade olur. Hiç olmazsa doğruyu ve hakika­ ti tetebbu' ve taharriye vesile teşkil eder.

Görüldüğü üzre vakfolunan mallar arasında imarethane, dükkân, değirmen, hamam gibi gayr-i menkuller vardır. Bun­ lar vâkıfın milki olduğunda ve bunların vakfiyeti sahih bulunduğunda şüphe yok­ tur. Köy ve mezraalara gelince : Merhum bunları ya milki olduğu halde vakfetmiş­ tir, ki mümkündür. ŞSyle ki devlete yap­ tığı fevkalâde hizmetler dolayisiyle bu yerlerin rakabe ve milkiyeti kendisine ik-ta' ve temlik olunmuş veya usul-i meşrua-sı dairesinde Beytü'l-mal'den veya mâlikin­ den satın alınmış olabilir. Bu halde vakıf, vakf-i sahih olur. Bu köy ve mezraalann aşar ve menafi-i emiriyesi ve hukuk-i ta-sarrufiyesi veya bunlardan biri ikta' edil­ miş olupta bunları veliyyü'l-emrin iznile vakfetmiş olabilir. Bu takdirde vakıf

tah-sia ve irsad nev'inden olur. Fakat bunlar

vakfiyeden anlaşılmamaktadır. Bulunabil­ se belki evrakı esasiyesinden anlaşılır. Fa­ kat buna ihtimal yok, şu halde ötedenberi bu yerler hakkında hangi nevi vakıf veya tahsis muamelesi yapılageldiği araştırıl­ mak ve o dairede amel olunmak lâzımge-lir.

Vakfiyede köy ve mezrealarm vakfi­ yeti beyan olunurken "halis milki olan ve taht-ı tasarrufunda bulunan" denmiş ise de, mücerret böyle denmiş olması, köy ve mezraalann rakabesi vâkıfın milki oldu­ ğuna delâlet etmez. Çünkü mükiyet ve ta­ sarruf menfaate de teallûk eder. Nitekim ümera ve vüzeraya verilmiş olan temlik-nameler vardır. Karine ve delil olmadıkça mücerrad "temlikname" denmiş olmasiyle rakabe temlik olunduğuna hükmolunamaz.

Vakfiyenin sonunda vakfın lüzumuna kail olan müçtehitlerin içtihatlarına muvafık olarak hükmedilmiş olduğu yolundaki be-yandan ve tahsisat kabilinden olan vakıf­ larda müçtehitler arasında ihtilâf maruf olmamasından istidlal suretiyle de vakfi­ yenin ihtiva ettiği vakıfların sahih vakıf olduğuna hükmedilemez. Zira hüküm, mevkufat arasında bir çok milk bulunmak itibarile tağlib suretiyle tevki edilmiş ola­ bilir.

Şimdi menkul vakıflara geçiyoruz. Görülüyor ki vakfolunan şeyler ara­ sında köle, cariye, hayvan gibi menkuller de vardır. Kıyas olan, mevkuf gayr-i men-kul, olmaktır. Çünkü vakıf bir man mücb-beden bahsetmektir, Müebmücb-beden habs ise gayr-i menkulde mümkündür. Menkul mü­

ebbeden habse müsait ve hele para gibi bazı menkulün ayni istihlâk olunmadıkça intifaa kabil olmadığından menkul vakf-ı sahih olmamak lâzım gelirse de, bazı âsar ve örfe mebni tecviz olunmuştur.

Mamulün-bih olan kavle göre, nass vârid olsun ol­ masın, bir menkulün vakfedilmesi hak­ kında örf ve âdet câri ise, o memlekette, o nevi menkulün vakfedilmesi sahihtir.

Meselâ, istirbah olunarak faidesi bir ciheti hayra sarfolunmak üzere para, mek­ tep, hastahane, misafirhane gibi hayrî mahallerde kullanılmak üzere eşya, velime cemiyetlerinde âriyet verilmek üzere hu-liyat ve fakir çiftçilere ödünç verilip son-. ra alınmak ve sonra diğerine verilmek üze­ re tohumluk buğday ve arpa gibi hububat ve okumak ve mütalâa etmek üzere Mns- •

haf-ı şerif ve kitap vakfı, müteamil olan

beldelerde sahihtir. Bunlar her hangi bir sebeple telef veya zayi' olur veya eskirse vakfı müsait ise yenileri alınır.

Vakfedilmesi mütearef olmayan men­ kul vakfolunamaz. Şu kadarki vakfı mü­ tearef olmayan menkullerin akara tebean vakf-ı sahihdir. Çünkü bizzat tecviz olun-. mayan, teb'an tecviz olunabilir.

Meselâ; bir çiftlik veya mezraa vakıf olundukta âlât-i ziraiye, tohum ve hayva­ nat gibi çiftlikle beraber istimal ve intifa' olunan ve ona tabi bulunan şeyler birliktf vakfedilince bunlar da vakfedilmiş olur. O memlekette bu gibi şeylerin müstakillen

(17)

ÎSLÂMDA V A K I P 33 izah etmekte olduğumuz vakfiyede böy­

le bir ibare yoktur.Yalnız "neslen hade «e.s-j ^ " tâbiri vardır. Bu tâbir tertibe değil, te'bide hamlolunur. Meğer ki istimal olun­ duğu memlekette batnen bade batnin ma­ nasında mütearef olsun. Karnen bade kar-tâbiri de böyledir, yani neslen bade nes-gibi te'bide mahmuldür. Meğerki tertip manasında mütearef olsun.

Zaman zaman örfler değişmiş, bu key­ fiyet vaktiyelerdeki tâbirleiri anlamak hu­ susunda ihtilâflara yol açmıştır. Bazan bir kelimenin lügat manası vazıh olur. Fakat bu manada istimal olunmaz, mecaz veya hakikat-i örfiye olarak başka bir manada

kullanılır.

Meselâ, ibn, ebnâ kelimelerinin lügat manaları malûmdur, ibn oğul, ebnâ cem'i olarak oğullar demektir. Vaktile tağlib ta­ rikiyle erkek ve kız manasında kullanılmış vc bu tai'ikle ebnâ ve ebnâi ebnâ tâbirinde -kızlar da dahil addedilmiştir. İ m a m-ı A z a m Hazretleri tâbirin kızlara ve kız çocukların kızlarına şâmil olmadığı reyin­ de'bulünmuştür.

Bu ihtilâf ilmî bir düşünceden neş'et etrneyîp istimal ve örf meselesinden neş'et etmiştir.

Vakfiyede meşrutunlehler arasında köleler vardır. Vehleten bu garip görünür. Fakat köleler üzerindeki milkiyet, eşya milkiycti gibi değildir. Bunlar üzerinde milkiyet salâhiyet ve hususiyet-i insaniye üzerinde müessir değildir. Bunun içindir ki .Vakfa ait kitaplarda mesele, mütevellinin hür olması şart değildir diye bir zabıta ile ifade olunur.

Şu izahattan sonra sıra hüküm fıkra­ sına gelmiş oluyor. Bu fıkra aynen

şöyle-ij «Jir. "Hâkim müçtehitlerden lüzumu vakfa

^kaii olan müçtehidin reyine binaen bu vak-fınlüzûmüna hükmetti".

Burada da ya bir ihmal veya istinsah ?°^sanı vardır. Çünkü sabık esaslara göre nükUrn için teşkil-i tarafeyn ve murafaaya jüzifm yârdır, Halbuki mezkûr fıkrada mü-•J^fâadan bahsolunmamaktadır.

.. .0 nçL e r H i l m i . Efendi merhumun

^^l^Hamp-Evhaf" a.dh eserinde ve

^^Fa-ft;^tr".pammdaki eserimizin birinci cil-]• Me, izah olunduğu veçhile vakfın

lüzu-miyle hüküm murafaaya mütevakkıftır. Murafaa yapmaksızm yalnız vâkıfın veya mütevelliden birinin müracaatı üzerine hâ­ kim, vakfın lüzumiyle hükmettim, diye­ mez. Etse muteber olmaz.

Diğer meselelerde hâkimler esahh-ı kavil ile hükme memur kıhndığı ve kaza salâhiyetleri bu veçhile takyid olunduğu halde vakıfta serbest bırakılmışlardır. İş­ te bu hüküm bu asla mübtenidir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi vaziyete göre hâ­ kimler vakfın lüzum veya adem-i lüzumuna hükmedebilirler. Burada kadı, lüzuma kail olan İ m a m-ı Y u s u f kavline binaen vakfın lüzûmile hükmü muvafık bulmuş­ tur. Yvıkanda da icmalen beyan olunduğu üzere İ m a m-ı Y u s u fun içtihadına göre vakıf, vâkıfın irade izhar etmesiyle lâzım olarak vücut bulur. Lüzumu, müte­ velliye teslime mütevakkıf olmadığı gibi tescile yani hâkimin hükmüne ifıütevakkıf değildir. Vakıf vücut bulunca vakfolunan maldan vâkıfın milki zail olur ve artıic bundan rücu olunamaz.

İ m a m-ı M u h a m m e d'e göre va­ kıf ibtidaen teberru' olduğundan mütevel­ li veya mevkufunaleyhe teslim edilmedik­ çe lüzûm ifade eylemez. Bu takdirde vâkıf, vakfından rücu' edebilir.

İ m a m-ı A z a m Hazretleri mescid ve cami vakfile lüzumuna hükmolunan va­ kıflardan maada vakıfları âriyet kabilin­ den addeder. Bu içtihada göre bu kabil va­ kıflardan hayatında vâkıf ve öldükten son­ ra vârisleri vakıf dan rücu' edebilirler.

Vakfiyenin tarihi Hicrî 866 dır. Tarih rakamla konmayıp yazı ile konmuştur. Hind rakamı tahrif ve tezvire müsait oldu­ ğundan ilâm ve vesikalarda tarihlerin yazı ile konması sâk kavaidi icabmdandır.

Z a ğ a n u s P a ş a nın bu vakıflar­ dan başka Cami'' ve medrese gibi vakıfla­ rı vardır. Fakat bunların kayıtlarına ıttıla' hasıl edilememitir. O tarihlere ait mahke­ me sicilleri muntazaman muhafaza edilmiş

> ' Zağanos Paşanın Balıkesir'deki câmiinin minberi pek san'atkâranedir. Minber kapı.sı üze­ rinde karşılıklı "Lâilâhe illallah" kelime-i tevlıidi ile ortasındaki "velekel hamdi ilfthi" ibaresi bil-hesap 865 tarihini gösterir ki • camiin ikmAli .sc-nesidif. Karası Me-^ahiri,

(18)

İSLÂMDA V A K I F 31 vakfedilmesi ister müteamil olsun, ister

olmasın.

Görüyoruz ki köylerden bazısı vakfe-dilirken içindeki hayvanlar, köle ve cari­ yeler, değirmenler vakfedilirken içindeki edevat teb'an vakfedilmiştir. Hayvan ve âlât ve edavatm, teb'an vakfedilmesine di­ yecek yoktur. Ancak köle ve cariye vakfı şayan-ı nazardır. Gerçi teb'an bunların da vakfedilebileceği hakkında fıkıh kitapla­ rından bazılarında içtihatlara tesadüf edil­ mekte ise de, bu içtihat hem fıkıh, hem de vakıf esaslarına mugayirdir. Evvelâ köle vc cariye vakfı mütearef değildir. B u ci­ hetle müstekillen vakfedilemez. Saniyen köy ve çiftlik, ve mezraalarla bunlar ara­ sında bir ittisal ve tabiiyet mevcut değil­ dir. Bundan başka menkul vakıf mallar hakkındaki hükümlerin köle ve cariyeler hakkında tatbikine de imkân yoktur. B i ­ naenaleyh bunların vakfedilmesini hizmet­ lerinin vakfa terki suretinde anlamak doğ­ ru olur. Vâkıf ve vârisleri her zaman bun­ dan rucu' edebilir ve bunları hürriyete ka-vuşturabilirler.

Üçüncü fıkra vâkıfın şartlarına tahsis edilmiştir.

Vakıfda şart meselesi mühim bir ba­ histir. Mukaddimede de beyan olunduğu üzere vakfın mahiyetine ve vakfın ve mev­ kufun aleyhlerin menfaatine ve âmme ni­ zamına ve ahlâk ve âdaba muhalif olmayan şart muteberdir. Binaenaleyh mucebince amel edilmek lâzımgelir."Şart-ı vâkıf nass-ı

şari' gibidir" vecizesinin mânası budm-. \ Uyulmakta şariin nassı gibidir' demektir.

Netekim Medenî Kanıma göre de böyledir. Kanuna, âmme nizamına mugayir olmayan şart muteberdir. Şarta riayetin sebep ve hükmünü yukarıda izah etmiştik.

Ancak zaruret ve ihtiyaç hallerinde şart-ı vâkıfa muhalefet oivmabilir. Zaten îslâm Hukukunda her mevzuda zaruret ve ihtiyaç nazara alınır. Ve hadiseler onlara göre hükümlendirilir. Meselâ, vâkıf tara­ fından vakfın masarifi ve hademenin ücret ve vazifeleri için tayin olunan mikdar vakt-ü hale nazaran kâfi gelmese salâhi-yetli makamın re'yi alınarak kifayet ede-i.cek mikdara iblâğ olunur. Bunun gibi bir

vakfın vâridatı masarifine kâfi gelmiye-^cek bir hale gelse, vâkıf tarafından tâyin

olunan mikdara bakılmayıp tasarruf cihe­ tine gidilir.

İzahı sadedinde bulunduğumuz vakfi­ yede tayin ve tadad olunan hayrî cihet ve şartlar arasında vakıf hükümlerine muha­ lif ve üzerinde durmağı lüzumlu kılacak bir cihet mevcut değildir.

Bu fıkranın birinci kısmının sonunda bu kısımda zikrolunan tamirât ve termi-mat için vâkıfın bir vasiyyeti münderiçtir.

Bu vasiyyet tarikile bir vakıf değil âdi va-sıyyettir ki, yüzbin d i r h e m-i M u-h a m m e d înin mezkûr tamirât ve termi-mâta sarfına dairdir. " M u h a m m e d i " S u l t a n F â t i h M e h m e d e nisbet-le anılan gümüş para demektir. Vasıyyet-lerin hangileri âdi vasiyyet, hangileri va­ siyyet suretiyle vakıf olduğunu ayırmak dikkate muhtaçtır. Mürekkep vasıyyetlcr-de mesele daha zordur. Misaller üzerinvasıyyetlcr-de izah külfetli ve noksan olacağından şöyle bir zabıta ile: bir vasiyyet ölüme muzaf va­ kıf mıdır, yoksa alel'âde vasıyyetmidir ic-malen beyan muvafık olur.

Eğer vasiyyet, vasiyyet olunan şeyden müebbeden intifa-ı hedef tutuyorsa vasiy­ yet tarikiyle vakıftır. Böyle değil de mü­ şabihin menfeat veya rakabesinin bir şah­ sa temlikini tazammun ediyorsa âdi vasıy-yettir. Meselâ, bir kimse hayatında : "ve­ fatımda malimden 10000 lira ayırarak mü­ tevelli marifetiyle istirbah olunup ribhi her sene mektebindeki fakir çocuklara tevzi olunsun diye vasiyyet etse l'OOOO li­ rayı vasiyyet suretiyle vakfetmiş olur. Amma vefatımdan sonra terekemden Kızı-laya lOOOÖ lira verilsin" diye vasiyyet et­ miş olsa, alelâde vasiyyet yapmış olur.

Vakfiyedeki vasiyyet, 100000 dirhe­ min bazı cihete sarfından ibaret olduğu ci­ hetle alelâde vasıyyettir. Vasiyyet tarikiy­ le vakıf ile âdi vasiyyet ibtidaen vasiyyet olmak itibarile aynı şartlara tabidir. An­ cak bazı hususlarda fark vardır. Meselemi­ ze teallûku olmadığından tafsilinden sarf-ı

nazar ediyoruz.

Üçüncü fıkranın ikinci kısmı tevliyet ve nazarete aitdir. Tevliyet, vakıf mallar üzerinde velâyet salâhiyetidir. Bu salâhı • yeti haiz olan şahsa mütevelli denir.

Vakfı üzerinde evvelâ velâyet vâkıfa aittir. Mütevelli olan kimse velâyet-i

Referanslar

Benzer Belgeler

GrafikEk11.1.Çalışan Engellilerin Çalışmak İsteme Nedenlerine Göre Dağılımları...73 GrafikEk11.2.Çalışan Engellilerin İş Ararken Karşılaştıkları

Yapılan araştırma çalışmalarının yanı sıra izlenmesi gereken süreçler ve yolları da ele alarak; çalışan refahını (iyi.. oluş), sosyal

İlk yazısı Tercüman-ı Hakikafte yayınla­ nan ve Ahmed Midhat Efendi’nin teşviki ile, mat­ buat hayatına atılan Ahmed Rasim, bir müddet sonra hem Ceride-i

Primary arsenic methylation index [PMI, defined as monomethylarsonic acid (MMA(V)) divided by (As(III)+As(V))] and secondary arsenic methylation index (SMI, defined as

Endometrioid karsinom olgularında LPA1 elde edilen H-skor değerlerinin histolojik derece ile olan ilişkisine bakıldığında LPA1’in derece 1 endometrioid karsinom olgularında

Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 31, Mart 2019 tasarruf açığının özel kesimin daha fazla yatırım yapmasından değil, daha az

Klasik Türk Ģiirini anlamlandırma çalıĢmaları çerçevesinde yeni birtakım bakıĢ açılarının ürünü olan yöntemler, bu edebiyat geleneğinin eserleri

a) Determination of the effectiveness of strawberry marketing organization in Mersin (determination of marketing services, channels and intermediaries involved in marketing). b)