• Sonuç bulunamadı

Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir

Değerlendirme

Contemporary Myth Production in Mass Media: A Theoretical Evaluation

Öz

Söylenler, iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve meşrulaştırılması ile toplumsal bir iletişim gerçekleşmesine hala kaynaklık etmektedir. Bu amaçla çalışmada, kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoriter öznelerin oluşturulma süreci üzerinde durulmuştur. Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu çalışmanın incelemek istediği temel sorundur. Bu doğrultuda, kitle iletişim ve mitoloji arasında kavramsal ilişki kurarak mitolojinin meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerinde aranmıştır. Kitle iletişim araçları ile dolayımlanan iletişim biçimleri ile söylenlerin oluşturulduğunu ve bu söylenlerin iktidar ilişkileri içerisinde bir meşrulaştırma işlevini yerine getirdiği savunulmuştur. Bu savunu doğrultusunda, kullanılan propaganda teknikleri ile özellikle politik liderlerin kahramanlaştırılmasında etkin bir söylen kullanımının varlığı amaçlı örneklem yöntemi ile seçilen örnekler üzerinden tartışılmıştır. Böylelikle, medya ve söylen üretimi arasındaki bağ kurulmak istenmiştir. Özellikle, kahramanlık mitinin haber dilinde ideolojik belirlenimle üretilmesi sürecinde örtük bir çabanın varlığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak, kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoritenin dönemsel iktidar ilişkileri içersinde en çok rıza gösterilen sistemik bir efsane insan haline geldiği açıklanmıştır.

Abstract

Myths are still sources for realization of a social communication with the rationalization and legitimization of the political power practices. With this design, building process of charismatic authority subjects created over myths which are mediated with the mass media is emphasized in this study. The claim of fake naturalness of mass media’s falsifying the reality of a society is the main problem which this study aims to investigate. In this direction, traces of the legitimization function of the mythology are studied within the mass media processes by establishing a theoretical relation between mass media and mythology. It is justified that the myths are created with the communication types which are mediated with the mass media and these myths carry out a legitimization function within the relations of political power. In the direction of this argument, presence of an effective myth use especially on heroizing of the political leaders with the help of several propagate techniques is discussed thorough selected samples with the purposeful sampling method. Thus, it is desired that media and myth production are correlated. Especially, presence of an implicit attempt of heroic myth is detected in production process of news speech with ideological determination. As a result, it is explained that the charismatic authority created with the myths which are mediated with the mass media becomes a most consented systemic hero man within the periodical relations of political power.

Birol DEMİRCAN, Uzm., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, birol.demircan@gazi.edu.tr

Anahtar Kelimeler: Söylen, Mitoloji, Kahramanlık, İdeoloji, Medya. Keywords: Myth, Mythology, Heroism, Ideology, Media.

(2)

Giriş

Mitolojinin günümüz toplumlarında meşrulaştırma ve rasyonelleştirme işleviyle yeniden bir toplumsal pratik haline gelmesi, Eleştirel Kuram’ın önce özgün bir gerçekliğe sahip olan, sonra da bu gerçekliğin bir tür komik taklidi haline gelen olgular için belirttiği o ünlü tarih formülüne uygun bir örnek niteliğindedir. Mitolojinin iktidar ilişkilerini düzenleyen ve meşrulaştıran yönü göz önüne alındığında, Antik Yunan Mitolojisi’ndeki insan görünümlü tanrıların aksine günümüz toplumlarında, kitle iletişimi ile dolayımlanan, biçimlenen ve böylelikle efsaneleştirmek istenen insanların iktidar ilişkileri içerisinde toplumsal bir işlevi olduğu görülmektedir. İnsanların efsaneleştirilmelerindeki amaç ise karizmatik bir otorite ile iktidarın meşruiyetini sağlamaktır. Benzer bir anlatıyı benimseyen Levi-Strauss, söylenlerin (myth) işlevini, özgül bir topumda benimsenen tüm olası ikil karşıtlıkların özgül birleşimi için haklılaşma sağlamak olarak tanımlamaktadır (Vernant, 1996: 235-242). Yanlış bilincin oluşmasında önemli işlevleri olan söylenlerin birey-toplum çelişkisinde bir yanılsama olarak yeniden etkin şekilde toplumsal işlev gördüğü açık bir gerçektir. Kitle iletişim araçlarında üretilen söylenin de çelişkilerin üstesinden gelinmek için kullanılan bir güç olduğu belirtilmelidir. O halde, mitolojinin meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerindearamak mümkündür.

Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu çalışmanın incelemek istediği temel sorundur. Kitle iletişim araçları kullanılarak üretilen ve haklılaştırma rolünü oynayan söylenlerin oluşumunda kullanılan dil ve anlatı motifleri bu sorunun incelenmesi bakımından önemlidir. Eleştirel Kuram’ın yanlış bilinç diye ifade ettiği ideolojinin etkin işlerliği için kullanılan söylenlerin sorgulanmasında sorulan “İnsanlar daha fazlasını hak ettiklerini bildikleri halde nasıl olurda hak ettiklerinden fazlasını almak için eylemde bulunmazlar?” şeklindeki rıza üretim süreçlerini sorgulayan temel soru ideoloji, söylen ve kitle iletişimi bağlamında ele alındığında; haberlerde kullanılan dilin simgesel olduğu, simgesel dilin ise efsane insan yaratmak amacıyla oluşturulduğu, böylelikle toplumsal, ekonomik ve kültürel çelişkilerin haklılaştırıldığı yönünde bir yaklaşım bulunmaktadır (Habermas, 1997: 309-329; Hall, 1994: 79-94). Kültürel incelemeler bağlamında yapılan tartışmalar ile bu çalışmanın ortaya koyduğu görüş bakımından söylenlerin medya ile ilgili yönü tarihsel kimlikler üzerinden değerlendirilebilir. Söylenler günümüzde güncel politik konulardaki eleştirileri değersizleştirmek ve politik sorunların tartışılmadan iktidarın istediği gibi çözülmesini sağlamak için kullanılmaktadır. Kitle iletişim araçları (KİA) ve söylen kavramları arasındaki epistemolojik bağ bu bakımdan değerlendirildiğinde; KİA ve söylenlerin tarihten günümüze toplumsal işlev bakımından özünü koruduğu ve kitle iletişimin teknolojik gelişmelerle biçimsel değişimine bağlı olarak dönüştüğü görülmektedir. Artık söylenler, KİA’da propaganda teknikleriyle üretilen birer gerçeklik haline dönüşmüştür.

Tüm bu tespitlerden hareketle; dikkatleri KİA’nın söylen üretimindeki rolüne çekmek amacıyla hazırlanan bu çalışmada, kahramanlık söyleninin propaganda teknikleriyle medyada nasıl oluştuğu, çizilen teorik çerçeveyle incelenecektir. Yapılacak incelemede, Antik Yunan söylenleri ile haberlerde yer alan öykülemeler arasında benzer motiflerin olup olmadığı amaçlı örneklem ile seçilen politik olaylar üzerinden tartışılacaktır.

(3)

“Söylen”, “Mit” ya da “Mythos” Kavramlarında Anlam Bulanıklığı

Türkçede “mit” ya da “mitos” sözcükleri ile de karşılanan söylen teriminin, karmakarışık bir anlam tarihi bulunmaktadır. Terim tarihte ilk kez, Homeros tarafından Yunanca mythos sözcüğünü karşılayan “anlatı” sözcüğüne eş değer bir anlamda kullanılmıştır (Necatigil, 2002: 13). Daha sonraki zamanlarda mitos sözcüğü anlam genişlemesine uğramış “kurmaca” anlamında da kullanılmıştır. Platon, mitosu bütünüyle doğruluktan yoksun olmayan ama önemli oranda kurgulanmış öykü olarak tanımlamıştır (Armstrong, 2006: 125). “Mitoloji” kelimesi Yunanca masal ve hikaye demek olan “Mythos” ile söz anlamına gelen “Logos” kelimelerinden üretilmiştir. Söylen (mit, myth)1 içeriği doğal, doğa üstü ya da kültürel fenomenlerin kökenleri veya yaratılışları

ile ilgili olan kutsal ya da dinsel hikayeler için kullanılan bir terimdir (Can, 1997: 1; Marshall, 2003: 506). Mitoslar, ilkel insan topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa olaylarını kişiselleştirerek yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri yaşamın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam kolaylığına bağlamak gereksiniminden doğmuş öykülerdir. Doğaüstü ve fizikötesi güçler yanı sıra, doğa güçleri ile savaşa girmiş kişilerin betimlenmesi ile mitoslar, eposlara yani destanlara konulur ve onları oluştururlar. İlk çağların insanlarında doğa güçlerinin fizik ve etik etkilerini yansıtan mitoslar, batıl dinlerin de başlangıcıdır. İlkel insanların fizik davranışlarının yanı sıra metafizik ve ruhsal davranışlarını da kültürel belleğe kaydederler (Necatigil, 13-14).

Kavram için kapsayıcı bir tanıma ihtiyaç vardır. Söylen, eskiçağ toplumlarında insanların belli dersler çıkarmaları, yaşamlarına belli bir yön çizmeleri amacıyla yaratılmış, yüzyıllar boyunca dilden dile aktarılarak taşınan, ait olduğu toplumun ortak kültürel kalıtı olarak varlığını sürdüren öykü sözdür (Cevizci, 2004: 1340). Söylenlerin bu tanımı, toplumsal hayatı biçimlendiren ve insanların nasıl bir toplumsal düzen sürdürmeleri gerektiği konusunu temel sorun olarak belirleyen, günümüz anayasal metinlerine benzer bir nitelik taşımaktadır. Daha açık bir ifade ile iktidarın insanlardan uymasını beklediği sözlü kurallardır. İnsanlar doğa ve içinde yaşadığı topluluklar ile nasıl iletişim kuracaklarını öyküleştirilmiş bu kurallara göre belirlemektedirler. Kavram bu anlamı ile iktidar ilişkilerine ve kitle iletişimine göndermede bulunmaktadır.

Toplumda yer alan anlatıların bir söylen biçiminde toplumsal işlevi yerine getirmesi için kendine özgü niteliklerinin olması gerekmektedir. Söylenlerin hemen hemen hepsinde, belli bir insanlık durumunun, evrenle ilgili bir konunun, insanın evrendeki yeri ile ilintili bir sorunun, eğreltinmiş bir dille ve simgeler ile öykülenerek anlatıldığı görülmektedir (Can, 1997: 138-145). Bu bakımdan söylenleri, duyguların yoğun bir şekilde ifade edildiği, aklın temsile dayalı anlatım gücüne karşı imgelemin ağırlıklı olarak kullanıldığı deyişler olarak değerlendirmek mümkündür (155). Söylenler, uslamlamalara ya da ussal nedenler göstererek temellendirmelere dayalı olmaktan çok, doğrudan inanca ve duygulara seslenen bir yapı sergilemektedirler. Söz gelimi dünyanın Tanrı’nın gözyaşlarından oluştuğu düşüncesi ya da gök gürültüsü gibi bir doğa olayının Zeus’un kızgınlığı olarak sunulması açıkça usdışı açıklamalar olmalarına karşın, insanda uyandırdıkları ve sezdirdikleriyle çok büyük bir ikna gücü taşıdıkları kuşku götürmez bir 1 “Mit”, “Myhtos” ve “Söylen” kelimeleri etimolojik olarak birbirleri yerine kullanılmaktadır. Anlam itibariyle aynı gerçekliği imlemekle birlikte, “söylen” kavramı literatürde sıkça kullanılmaktadır. Bu nedenle çalışmada “söylen” kavramı tercih edilmiştir.

(4)

gerçektir (Grimal, 2005: 129-139).

Bu bakımdan “olağanüstülük” ile “çarpıcılık” söylenlerin en belirgin özellikleri arasında yer almaktadır (Uzun ve Uzun, 2002: 1342). Olağanüstü bir öyküdeki çarpıcı bir dil ile insanların inanmasını bekleyerek etkin bir toplumsal iletişimi sağlayan söylenlerin günümüz toplumlarında da daha önceden olduğu gibi iktidar tarafından gerçeği çarpıtarak, insanı ve toplumu yönlendirme aracı olarak kullanıldığı konusunda genel bir oydaşma bulunmaktadır. Söylenler, iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve meşrulaştırılması ile toplumsal bir iletişim gerçekleşmesine hala kaynaklık etmektedir. Söylenin ne olduğu günümüzdeki anlamının ve yansımalarının neler olduğu konusunda farklı yaklaşımlar söz konusu olsa da burada söylenlerin yeniden toplum yaşamında etkin bir şekilde yer bulduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu kabul ile yola çıkıldığında, söylenlerin nasıl doğduğu, günümüz toplumlarının birey-toplum iletişimin gerçekleştiği alanlarda ne gibi işlevleri yerine getirdiği konusunu ele alan görüşler üzerinde durulması gerekmektedir.

Söylen Kavramının Doğuşu

Söylenler, sözlü tarihin kaynakları olması, toplumun egemen değerlerinin ipuçlarını taşıması ve toplumsal yönetmelik olması nedeniyle birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir (Marshall, 2003: 506). İncelemelerde söylenlerin nasıl doğdukları konusunda farklı fikirler ortaya konulmuş olsa da söylenlerin birer toplumsal yasa olarak toplumu iyiye yöneltmek amacıyla çeşitli yaptırımlar için üretildiği yönünde genel bir kabulün varlığı konunun ilgilileri tarafından belirtilmektedir (Can, 1997: 3-4). Toplumsal bakımdan söylenleri, üretilen hikayelerin toplumsal yaşamda gerçeklik haline gelmiş biçimleri olarak değerlendirmek gerekir. Artık, bu hikayeler toplumsal yaşamı ve bireyin davranışlarını belirleyen gerçekten bile daha gerçektirler. İktidar ve toplum bağlamında söylenler ele alındığında söylenlerin toplumu yönetmek için üretilen birer toplumsal norm metinleri olduğu açık bir gerçektir. Güç istenci ile topluma hakim olma ve yönetme isteğinin sonucunda ortaya çıkan söylenler, ilk dönemlerdeki insanın bilgisizliği nedeniyle görülen doğa olaylarından korkması ve bu korkuları ile başa çıkabilmek için hayaller kurması nedeniyle ortaya çıkmıştır (Can, 1997: 2-3; Vernant, 1996: 224-235). Rüzgarın nasıl estiği, gök yüzünün neden gürlediği, yağmurun neden yağdığı ilkel insan için birer bilmecedir. Bu bilmecenin cevabını ise hayal gücü ile yarattığı insana benzeyen ama insandan üstün olan ölümsüz tanrılar ile verilmektedir. Bu bakımdan Tanrılar dünyası adı verilen, gözle görünmeyen ama daha güçlü bu gerçekliğe inanış, mitolojinin temelidir. Modernizm öncesinde bütün toplumlardaki mitoloji, töre ve toplumsal düzenlemeler hakkında bilgi vermesi ve günümüzde daha geleneksel toplumları etkilemeyi sürdürmesi nedeniyle “kalıcı felsefe” adını da alır. Kalıcı felsefeye göre, bu dünyada yaşanan her şeyin, işittiğimiz ve gördüğümüz ne varsa hepsinin, bizimkinden çok daha zengin, güçlü ve daha dayanaklı olan tanrılar dünyasında mutlaka bir sureti vardır (Armstrong, 2006: 9). Söylenler, insanların sezgileriyle algıladıkları bir gerçeğe belirgin bir biçim ve kalıp verirler. Mitoloji günümüzdeki anlamıyla teolojiyle değil insan yaşamıyla ilgilidir. İnsan yaşamındaki sorunlu durumla baş edebilmesine yardım etmek üzere kurgulanmıştır.

(5)

Üretilen öyküler ile iktidarın uygulamalarına rıza kazanmak amacıyla söylenlerin kullanılması aynı zamanda bilgiden yoksun insanların bilinmezliği anlamlandırma çabasının bir ürünü olduğunu belirtmek gerekir. İktidar ve toplum bağlamında yöneten ve yönetilenler bakımından ortak bir ihtiyaca cevap verdiği açıktır. Efendi-köle diyalektiğinin başka bir görünümü olarak yöneten ve yönetilen karşıtlığını mitoloji ve iktidar bağlamında değerlendirmek mümkündür. Günümüz söylenlerinin de yönetilmek-yönetmek ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığını ele almak için ilk toplulukların söylen biçimleri ve özelliklerini aktarmak gerekmektedir.2

İlk toplulukların yaşadığı bu çağın ismi Paleolitik çağdır. Bu dönemde tarım henüz yapılmamakta, insanoğlu avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdürebilmektedir. Simgesel ve söylensel düşünmenin etkin şekilde yaşandığı bu dönemde “düşler alemi”nin bu dünyadan daha gerçek olduğuna inanılmaktadır. Sıradan yaşamdan daha üstün olan “düşler alemi”nde ölüm-yaşam çelişkisi ile biçimlenen yaşamda sonu gelmez bir mücadele vardır ve sonu olmayan bir döngü söz konusudur. Bu dünyada güçlü, arketipal (ilk-örneksel) varlıklar olan atalar yaşamaktadır. Avcılık, savaş, seks, dokumacılık ve sepetçilik gibi beceriler söz konudur. Etkinlikler kutsal oldukları için yapılmaktadır. Bir iş olarak görülmemektedir. İlk olan atalarla davranışlar benzetilmeye çalışılır. Böylelikle yaşam düşler alemi ile kurulan gizemli birliğe bağlı olarak anlam kazanır. Ruhlar dünyası, doğal ortamda yaşayan insanların gözünde bir zamanlar insanoğlunun daha kolay erişebildiği yakın ve zorlayıcı bir gerçekliktir (Armstrong, 2006: 15-31).

Günümüzdeki din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması konusu, ilk çağın simgesel ve söylensem düşünce yapısını taşıyan paleolitik insanlar için anlaşılmaz bir konudur. Bu dönemde görülen ve anlaşılan her şey tanrılar dünyasının bir parçası olarak algılanmaktadır. Dünyadaki her şey içinde kutsallığı barındırmaktadır. Yapılan her iş tanrılarla iletişime geçildiğinin göstergesidir. Günümüzde de benzer bir anlayış devam etmektedir. Bu anlayışa göre dünya tanrının tamamen bir yansımasıdır. Ancak geçmişten günümüze gelindiğinde önemli bir fark ortaya çıkmaktadır. Modern insanın yaşamında, dinin ait olduğu özel alan ile toplumsal yaşamı sürdürdüğü kamusal alan arasında bir sınır çizilmiş, toplumsal yaşam bu ayrım ile devam etmiştir.

Ancak dikkat edilecek olunursa en erken söylenler, insanlara elle tutulur dünyaya bakarak başka bir şey temsil eder gibi görünen gerçekliği öğretmişlerdir. “Başka bir şey temsil eder gibi görünen gerçeklik” aslında bizim şu anda yaşadığımız sanal gerçeklik (virtual reality) ya da kitle iletişimi ile dolayımlanan gerçekliğe daha çok benzemektedir. Sanal gerçeklik, “insansal varlığın yapay bir dünyaya girmiş olduğu ya da bu varlığın fiziksel dünyada uzak bir mekanda hazır bulunduğu yanılsamasını yaratan yeni bir teknoloji” olarak tanımlanmaktadır (Mutlu, 1994: 189). İlk söylenler ile günümüzdeki iletişim biçimleri bir arada düşünüldüğünde, zaman içerisinde değişerek dönüşen iletişim 2 Söylenlerin ortaya çıkışı ile ilgili olarak tarihsel gelişimi şu şekilde bir ayrım ile ortaya konulmaktadır: Paleolitik Çağ: Avcı Toplumların Söylenleri (MÖ yaklaşık 20.000-8.000), Neolitik Çağ: Tarım Toplumlarının Söylenleri, (MÖ yaklaşık 8.000-4.000), İlk Uygarlıklar (MÖ yaklaşık 4.000-800), Eksenel Çağ (MÖ yaklaşık 800-200), Eksenel Çağ Sonrası (MÖ yaklaşık 200-MS yaklaşık 1500), Büyük Batı Dönüşümü (MS yaklaşık 1500-2000) (Armstrong, 2006). Armstrong, yaptığı bu ayrım ile mitolojiler ve toplumsal gelişim arasında bir bağ kurmaktadır. Mitolojinin tarihsel gelişimi konusunda yapılan bu ayrım aynı zamanda logos ve mitosun bir karşıtlık ilişkisi içerisinde gelişiminin kısa bir tarihi niteliğindedir.

(6)

biçimlerinin ilk insanların bilme ihtiyaçlarına benzer bir şekilde yine hayal dünyasını kullanarak yeni bir mecrada hayat bulduğu görülür. Yeni iletişim biçimindeki değişimin ve dönüşümün logos ve mythos ayrımından yola çıkılarak bir kitle iletişim değerlendirilmesi ile daha anlaşılır olacaktır.

Logos ve Mitos Karşıtlığında Kitle İletişimini Yeniden Düşünmek

Mitoloji kavramı, eski Yunanca’da “söylen” anlamına gelen mythos sözcüğü ile “us”, “söz”, “konuşma”, “bilgi” gibi anlamlar taşıyan logos sözcüğünün birleştirilmesiyle oluşturulan kavramdır (Necatigil, 2002: 13). Logos, mythos’un tersine nesnel gerçekliğe karşılık gelmektedir. Söylenlere dayalı düşünceden çok farklı olan logos, dış dünya ile ilgili akıl yoluyla ulaşılan bilgileri konu edinir. Logos, sürekli yeni bilgiler edinmek, buluşlar yapmak ve doğayı kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Myhtos ise insanlara tam bir insan olmak isteniyor ise ne yapılması gerektiğini anlatır. Yaşamın bir döneminde kahraman olmanın yollarını gösterilir. Her şeyden vazgeçilerek kahraman olmanın erdemi anlatılır. Karşılaşılan bilinmezliklerin üstesinden gelinmesi için kahramanlık söyleni yol göstericidir. Bu anlamda, mythos bilinmeyeni anlamlandırma çabası olarak ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir anlam çıkarmak için duygusal taklide gereksinim duyan mythos, gerçekliği hayal gücünün oluşturduğu öykülere dayalı olarak kurmaktadır (Gezgin vd., 2004: 9-26; Vernant, 1996: 193-212).

Söylenbilgisi (mitoloji), belli bir toplumun söylenlerini derli toplu bir biçimde bir araya getirmeye çalışan ya da derlenmiş söylenler üstüne araştırmalar yapan kişilerin çalışma alanı olarak tanımlanmaktadır (Vernant, 1996: 193). Söylenbilgisi, günümüze kadar üç farklı açıdan çalışılmıştır. İlk olarak söylenbilgisinin tümüyle ortadan kaldırılmak istendiği ve aklın önplana geçirilmek istendiği “Eski Yunan Felsefesi Dönemi”. İkinci olarak, söylenbilgisinin yabanıl düşüncenin anlaşılmasında tarihi bir öneme dikkat çekilen ve bir bilim olarak ele alınan “Modern Düşünce Dönemi”. Üçüncü olarak aydınlanmanın usçuluğuna tepki olarak doğan “Modern Usdışıcılık Dönemi” söz konusudur (Necatigil, 2002: 3). Ayrımda dikkat çeken yön, bilimin tarihsel gelişiminin logos ve mythos karşıtlığı ile ortaya konulmak istenmesidir. Aydınlanma ile birlikte bilim ile dinsel bilginin yolları birbirinden ayrılmıştır.

Francis Bacon bilimi mitoloji zincirinden kurtarmak adına bağımsızlığını ilan etmiştir. Ona göre, gerçekler kanıtlanmalıydı ve bilim deneye dayalı bir yöntem ile yapılmalıydı. Bunun dışındaki gerçeklik ancak söylen olarak tanımlanırdı. Modernleşme ile birlikte söylen ve logos birbirinden koptu. Artık bilimsel logos ile söylen birbirleriyle bağdaşmamaktadır. Gerçek, gözle görülebilir ve gösterilebilir olmalıdır. 1882’de Nietzsche, tanrının öldüğünü duyururken söylen, kült, kuttörensel ve ahlaki yaşayış olmaksızın kutsal kavramının ölmesi tartışılıyordu. Söylenbilgisel düşünce ve uygulama insanların tükenme ve hiçlik olgusuyla yüzleşmelerine, bir ölçüye kadar bu gerçeği kabullenmelerine yardımcı olmuştur (Armstrong, 2006: 83-101).

Günümüzde söylen sözcüğü genellikle gerçek olmayan bir şeyi tanımlamak üzere kullanılmaktadır. Yeryüzüne inen tanrılardan ve mezar taşlarının üzerinde yürüyen

(7)

ölülerden söz edildiğinde, bu öykülere inanılmamakta, uydurma diye kulak arkası edilmektedir. Oysa günümüzde de söylenler farklı biçimlerde de olsa toplumsal bir işlev görmektedir. Önceden olduğu gibi neler olup bittiğini anlamadığımızda yine söylenler üreterek belirsizliğin üstesinden gelinmek istenmektedir. Evrende dünyadan başka insan benzeri gelişmiş canlıların olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi olmadığı halde UFO’ların varlığı ile ilgili tartışmalar yapılabilmektedir. Söylen bu anlamda eskiden yaşanmış ve hala yaşanan bir olay olarak değerlendirilmelidir.

Söylenbilgisi tarihin ötesinde insanın varoluşundaki zamansızlığa işaret eden, gelişigüzel olayların çapraşık akışından çıkıp gerçeğin özüne göz atmamızı sağlayan bir sanat biçimidir (Armstrong, 2006; Grimal, 2005: 129-139). Roman, opera ya da tiyatro gibi ya da kitle iletişiminde kullanılan reklam, sinema ve diğer medya içeriklerine yalandan inanılır; parçalanmış, trajik dünyamızı yücelten, haklılaştıran anlam bu medya içerikleri ile daha yaşanılır kılınmaktadır. Öyleyse söylen, gerçeklere dayalı bilgi verdiği için değil, etkili olduğu için gerçektir. Ancak, eğer hayatın derin anlamına yepyeni bir ışık tutmuyorsa, başarısız olmuş demektir. Yok, eğer işe yararsa, zihnimizden ve gönlümüzden geçenleri değiştirmemize zorlar, yeni bir umut verir ve bizi daha dolu yaşamaya iteklerse, demek ki, geçerli bir söylendir. Bir söylenin kalıplaşmış tek bir uyarlaması bulunmaz. Koşullar değiştikçe sonsuz gerçeği ortaya çıkarmak adına öykülerimizi başka türlü dile getirmemiz gerekir.

Söylenin yukarıdaki değerlendirilmesi ile kitle iletişim süreçleri bir arada düşünüldüğünde iletişim sürecinde hegemonik söylenlerin kullanıldığı açık bir gerçektir. Kitle iletişimin toplumsal fonksiyonlarını haber verme, eğitme, eğlendirme, dış dünyayı görmemizi sağlama, kültürün nesilden nesile geçişini sağlama, eşya ve hizmetlerin tanıtılmasına, satılmasına yardım etme ve sosyal hareketlerde genel rızaya ulaşma arasında bağ kurulmasına yardım etme şeklinde sıralanmaktadır (Mcquail, 2010: 79-80). Bu fonksiyonları ile medya, toplumun bilinmezlikler karşısında aklından çok hayal gücünü kullanan yönüne hitap eden egemen öyküler sunmaktadır. Medya içerikleri birer kültür ürünü olarak ele alındığında, ağırlıklı olarak bilinmeyeni anlamlandıran, gerçekliği hayal gücünün oluşturduğu öykülere dayalı olarak kuran bir mythos ajanı gibi görev yapmaktadır. Kitle iletişim araçları, mitlerin üretiminde ve taşınmasında ve yaşamasında etkin bir role bürünmektedir. Gelişmiş kapitalist toplumlarda, iletişim araçlarının genellikle, egemen yapıyı yeniden üreten ve yaygınlaştıran etkili araçlar olarak görülmektedir (Eagleton, 1996: 61). Kitle iletişimi ve mitoloji kavramsal olarak bir arada ele alırken Antik Yunan Tanrısı ve Zeus’un habercisi Hermes’i anmak gerekmektedir.

Hermes’in Gölgesinde KİA’nın Toplumsal Rolüne Bir Yaklaşım Denemesi Mitolojilere iletişim cephesinden bakıldığında Zeus’un habercisi olan oğlu

Hermes, karşımıza çıkmaktadır. Yetenekli ve başarılı bir çocuk olan Hermes’in Antik Yunan Tanrısı olan Zeus ile Yağmur Tanrısı Maia’nın oğlu olarak bir mağarada dünyaya geldiğine inanılır. Hermes’in teyzeleri tarafından sıkıca kundaklandığı, kundağından sıyrılarak abisi Apollon’un ineklerini çaldığı ve yolda giderken bir kaplumbağayı yakalayıp öldürdüğü, kaplumbağanın içini boşaldıktan sonra kabuğundan ve ineklerin

(8)

bağırsaklarından bir müzik aleti olan liri yaptığı bu öykünün olağanüstü anlatısının ilk parçasıdır. Anlatının devamı şöyledir: İnekleri çaldığı anlaşılınca Hermes, abisine, bu liri hediye ederek Zeus’un beğenisini kazanır ve abisinden de af diler. Daha sonra bir pan-flüt yapar ve abisi Apollon’u ikna ederek onun geleceği bilme (kehanet) becerisini öğretmesi karşılığında flütü ona hediye eder. Apollon’un altın asasını alan Hermes, Zeus tarafından takdir edilir ve Zeus, Hepaise bir çift altın sandalet ve bir şapka yapmasını söyler. Zeus yetenekli oğlunu takdir etmek için yaptırdığı şapkayı ve sandaletleri Hermes’e hediye eder. Hediyeyi ona verirken oğluna onu, kendisinin habercisi yaptığını söyler. Zeus oğluna bu sandaleti verirken “Bu sandaletler seni denizin ve sonsuz toprağın üzerinde yel kadar hızlı taşıyacak” der. Ayrıca Zeus, “Şapka seni güneşin sıcağından koruyacak hem de diğer insanların düşüncelerini okuyabileceksin. Apollon’dan aldığın altın asa ile insanların gözlerini büyüleyecek, onları derin bir uykuya daldırabilecek ya da yeniden uyandırabileceksin. Görevin ise benim özel habercim olmaktır. Emirlerimi diğer tanrılara ve insanlara ileteceksin. Başkalarının haberlerini iletmek yok. Benim dışımda sadece ölüler dünyasının Hedes ve eşi Persephone’ye hizmet edeceksin” der. Sandaletlerin kenarlarında küçük kanatlar vardır (Atan, 2007; Özbudun, 2004).

Son dönemde medya ve toplum bağlamında yapılan tartışmalar düşünüldüğünde Hermes, elinde asası, sandaleti ve şapkasıyla bir medya binasında hala yayın kararlarını alan bir kişi olarak düşünülebilir. Tanrıların habercisi olarak daha nice işler yapan Hermes günümüzde ne yapmaktadır sorusu sorulduğunda şu sorular da arkasından sorulabilir. Hala hırsızlara geceleri yol gösteriyor mu? Tacirlere bol kazançlı işlerinde yardım ediyor mu? Tam da bu soruların işaret ettiği alanlar kitle iletişim sahipliği bakımından tartışılan konular arasında yer almaktadır. O halde, Hermes’e ait sandalet, asa ve şapkadan oluşan üç sembolü kitle iletişimi üzerine yapılan tartışmalar bağlamında değerlendirilmek anlamlı olacaktır.

Sandaletin kanatçıkları sembolik anlam taşımakla birlikte haber ve hız konusuna bir gönderme olarak izah edilebilir. KİA’nın içeriklerinin hızla alıcıya iletilmesi günümüzde de benzer bir anlam taşımaktadır. Haberin her dönemde zaman ile yarışan bir yönü olmuştur. Hız ise teknolojik gelişmelere bağlıdır. Hermes’in bir diğer sembolü olan asa ise günümüzde kitle iletişimini yürütenlerin öngörü yetisini simgelemektedir. Günümüz medya çalışanlarının öngörülü olmak zorunda olduğu ve kitlenin bu öngörüler ile yönlendirdiği konusunda medya eleştirilmektedir. Özellikle seçim dönemlerinde kamuoyu araştırmalarının sonuçlarının çarpıtılarak kamuoyuna sunulması öngörünün çıkar amaçlı kullanılmasına açık bir örnektir. Ayrıca, asanın diğer insanları gözlerini büyülemek, onları derin bir uykuya daldırmak ya da uyandırmak gibi özellikleri de bulunmaktadır. Günümüz medyası açısından bu sihirli asanın hala işlevsel olduğu açık bir gerçektir. Tekelleşme, tecimselleşme ve yabancılaşma insanların tüketim süreçlerinde edilgenleşmesi gibi tartışma konuları düşünüldüğünde dahi medyanın toplumsal rolünün tartışmalı alanlar arasında yer aldığını belirtmek gerekir.

Postman’ın televizyonun toplumsal işlevlerine eleştirel yaklaştığı eserinde benzer bir eleştiri getirilmektedir. Postman’a göre, artık bireyler pasif birer tüketici haline dönüşmüştür (2012). Medyanın söylen üretme kapasitesi de izlerkitlenin medya bağımlılığıyla doğru orantılıdır. Medyanın tecimselleşmesinieleştirel rasyonel müzakerenin önünde bir engel

(9)

olarak gören Habermas da bu bakımdan önemli bir noktayı ele almaktadır. Günümüzde gerçeklik, tecimselleşme uğrunda harcanan değersiz bir mala dönüşmüştür (Habermas, 1997: 309-329). Kitle iletişim araçları ile yapılan iletişim insanların yönlendirilmesi için ve hatta yanlış bilincin üretimi için devletin ideolojik bir aygıtı olarak işlev görmektedir. Medyanın ideolojik bir aygıt olduğunu Louis Althusser ortaya koymuştur (Althusser, 2003). Althusser’in ideolojik aygıt kavramı, biçimsel olarak devletin dışında duran, ama bir toplumda kurumlardan etkilenen bireyleri çağırmak ve düzeni muhafaza etmek, her şeyden önce kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üretmek üzere, fiilen devletin değerlerini taşımaya hizmet eden eğitim, kilise, aile, medya, sendikalar ve hukuk gibi kurumları anlatmak için geliştirdiği bir kavramdır. Medyanın mevcut hegemonik ideolojiyi yeniden ürettiği ve hakim kılmak için toplumsal, kültürel ve ekonomik çelişkileri gizlediği görüşü eleştirel okulun benimsediği bir görüştür.3

Günümüzde söylenler de nerdeyse ideoloji ile eş değer bir kavram olarak değerlendirilmektedir. Kitle iletişim teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak toplumsal iletişim biçimleri de dönüşmektedir. Gerçeklik yukarıda ele alınan logos ve mitos kavramlarının karşıtlığı ve ideoloji kavramının toplumsal iletişimde gördüğü işlev düşünüldüğünde, kitle iletişiminin mitos üretiminde önemli bir araç olarak kullanıldığını belirtmek gerekir. Başka bir anlatımla, medya logos ile yani usun eleştirel yönü ile elde edilen bilgilerden çok toplumsal yaşamda söylenlerin üretilmesine aracılık etmektedir. Kitle iletişim süreçlerinin bu önemli özelliği “dolayımlama” kavramı ile ortaya konulabilir. Kavram, bir olay ile bu olayın bir izler-kitleye iletişim aracıyla iletilmesi arasındaki yorumlama-biçimleme, seçme, düzenleme, bazı yönlerini vurgulama, öne çıkarma; bazı yönlerini ise geçiştirme, atlama veya savsaklama- süreci olarak tanımlanmaktadır (Mutlu, 1994: 47-48). Bir kaynak iletisini kitle eletişim araçları ilettiğinde aracın niteliğine bağlı olarak iletinin anlamı değişmektedir. Kitle iletişimin eşik bekçileri olarak tanımlanan bu kişiler iletişimin aracılaşmasında kendi bakış açılarına göre biçimlendirmeleri nedeniyle etki etmektedirler. Bu kişiler muhabir, editör, genel yayın yönetmeni ya da bir programdaki analist veya bir gazetede yazan köşe yazarıdır. Söylen üretiminin adeta birer ajanı olarak görev yapan bu kişiler, ister bilinçli olarak ister farkında olmadan hakim düşüncenin hegemonyasının oluşması için görev yapmaktadırlar. Özellikle gazete yazarları ve programlardaki analistler çeşitli propaganda tekniklerini kullanarak söylen üretiminde etkin rol almaktadırlar. Bu durum söylenlerin üretilmesinde derin bir anlamın varlığının ve açıklanmasının ihtiyacını gerektirmektedir. Eğer kitle iletişim araçları, egemen düşüncenin gizlenmiş ideolojilerini söylem ile yeniden üreterek kitlelerin rızalarını kazanmaya aracılık ediyorsa bu durum nasıl analiz edilebilir? Bu sorunun cevabını söylen üretiminin analizini yapan ve göstergebilimi üzerinde duran yapısalcı ve post yapısalcı düşünürler tarafından verilmeye çalışılmaktadır.

3 Giz kelimesi aynı zamanda mythos kelimesinin anlamlarından birisi olması medyanın ideolojik yönünün ele alınması bakımından önemlidir. İdeoloji teriminin uzun, karmaşık ve olağanüstü derecede zengin bir tarihi olsa da burada ideoloji, eleştirel kuramın kullandığı anlamıyla egemen sınıfın gizlenmiş görüşleri olarak değerlendirilmektedir.

(10)

Söylenden Arındırma Yöntemi ile Sanal Gerçekliği Açıklamak

Kendi içinde bir takım amaçları ve duyarlılıkları bulunan post-yapısalcı düşüncenin benimsediği yöntem ile üstü örtülen bir takım gerçekleri ortaya çıkarmak istenmektedir. Özellikle, iktidar tarafından doğruluk, hakikat, iyi, nesnellik ve us gibi göklere çıkartılarak söylensel bir hava kazandırılan değerlerin maskeleri, bu yöntem ile düşürüleceği iddia edilmektedir.Nietzsche, bütün değer söykütüklerinde, iyi ile kötü ayrımı temelinde göklere çıkartılan oldum olası baş tacı edilen en yüce değerlerin dahi gerçekte erk istencinin birer dışavurumu olduklarını göstermeye çalışmıştır. Nietzsche’nin yolundan giden ve farklı uygulamalarla bu düşünceyi geliştiren Foucault ise, özellikle bilgi iktidar ilişkisinin altında gizlenenleri tek tek ortaya dökerek, değişik epistemelerde geçerli olan söylen bilgilerini deşifre etmek amacıyla farklı kazı bilim tekniklerini kullanmıştır. Wittgenstein ise dilde kullanılan birçok sözcüğe olmadık yerde söylensel değerler yüklendiğini bu değerlerle kafa karışıklığı yaratıldığını savunmuştur. Özel dil uslamlanması olarak tanımladığı bu durumu Derida ise benimsediği yapı-sökümcü yöntemle ölümcül karşıtlıkları kullanarak varsayımları çökertmeyi amaçlamaktadır (Uzun ve Uzun, 2002: 1346).

Bu bağlamda bir diğer düşünür Cloude Levi-Strauss’tur. Levi-Strauss’un XX. yüzyılda insanbilim alanında yaptığı çalışmalar ise söylenlere yalnızca onları anlatanlar ile dinleyenlerin bağlı olduğu toplumsal ve ekonomik ilişkileri soyutlamaksızın eğildiği için değil, söylen bilgilerinin kendisine gelinene dek fark edilmeyen önemli özelliklerini geniş bir bağlama yerleştirerek tek tek ortaya serdiği için de büyük bir değer taşımaktadır. Levi-Strauss, hemen bütün söylenlerin bütünlüklü bir yapıda olduğu ve doğdukları toplumun yapısında bulunan ikili karşıtlıklar üzerine yapılandıkları sonucuna varmıştır. Söylenlerde bu karşıtlıklar, ya uzlaştırılmakta ya da çökertilmektedir. Bu bağlamda söylenin başlıca işlevi, yerleşik toplumsal normların gözünde kesinlikle uygunsuzluk olarak görülen, hoş görülmesi kesinlikle olanaklı olmayan kimi davranışlara, hem düşünsel hem de toplumsal bakımdan daha bir hoşgörüyle bakılmasını sağlamak olmuştur (Uzun ve Uzun: 2002: 889).

Roland Barthes, dile yakın bir takım ideolojileri analiz etmiştir. Çağdaş Söylenler kitabında ele aldığı söylenler Marx’taki ideoloji kavramına yakındır. Barthes’a göre ideoloji gerçekten bir cemaatin kendini aldatmak için başvurduğu görünüşte tutarlı, çözümlemelere uğratılınca uyduruk özellikleri ortaya çıkan isteklerden oluşmaktadır. Barthes’a göre, küçük burjuva sınıfı, tarihi bilmezlikten gelmekte, kendi özelliklerini ve değerlerini “her zaman aynı kalacak özler” olarak görmektedir. Bu tamamen kendi sınıf çıkarlarını korumak için yapılan ve kendisini edebiyen var olacağını var sayan bir düşüncedir. “Efsane, söz konusu ettiği nesneyi tarihten yoksun kılar” cümlesi bu tutumu açıklamaktadır. Barthes, toplumdaki yanılsamaların çözümlemesini göstergebilim ile yapmaktadır. Ona göre, dilbilim yapıyı incelemeli ve bütün bilimlere örnek olmadır.

Barthes, Saussure’un habercisi olduğu göstergebilimin bir uygulayıcısıdır. İdeoloji sorunu, Barthes için hep dilbilime ilişkin tartışmalarla birlikte görünür olmuştur. Bu nedenle, gösterge kavramına ilişkin tartışmalara verdiği önem, bir yandan da onun, ideoloji konusundaki düşüncelerinin ayrılmaz bir parçası olarak görülebilir. Barthes

(11)

olan bir göstergesel zincirden yola çıkılarak kurulmasından ileri gelir”; söylenler “ikincil bir göstergesel dizgedir” (1990: 159). Söylenlerde iki gösterge dizgesi vardır: biri nesne-dil diğeri ise üst nesne-dildir. Nesne nesne-dil doğallaşmış, uzlaşımsal anlamların düzlemidir, üst nesne-dil ise ideolojinin kurulduğu ve işlediği düzlemdir. İlk dizge düzanlama, ikincisi ise yananlama ilişkindir. Bu yapılaşmayı örneklerken Barthes Paris-Match dergisinin kapağında gördüğü Fransız üniforması giymiş bir “zenci” askerin fotoğrafını çözümler. Çağdaş söylenlerde yananlam ve düzanlam iki ayrı düzeydir. Yananlamı mümkün kılan aslında düzanlamdır. Yukarıda söylenden arındırma yöntemini kullanan ve bu yöntemin gelişmesine katkıda bulunan düşünürlerin görüşlerine yer verilirken günümüzde söylen üretiminin biçimsel farklara rağmen devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla özellikle ideolojik bir aygıt olan medya aracılığıyla üretildiğini belirtilmiş olmaktadır.4 Barthes’in gösteren,

gösterilen ve gösterge dizgesi ile medya içeriklerini ele alması ve derin anlamı ortaya koyarak iktidarın o giz halindeki söylenini açık etmesi bu çalışma bakımından da kabul edilen geçerli bir görüştür. Bu görüş doğrultusunda aşağıda yer alan analiz yapılacaktır.

Kahramanlık Mitinin Propaganda Teknikleriyle Politik Tarihte İnşası

Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu çalışmanın incelemek istediği temel sorun olduğu daha önce belirtilmişti. Bu amaçla kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoriter öznelerin yaratılma süreci üzerine KİA içeriklerinde yer alan birçok örnek bulunmaktadır. Günümüz toplumlarında bahse konu kullanılan teknikler totaliter rejimlerin aksine gizli anlatılar olarak KİA içeriklerinde yer almaktadır. Kitle iletişim araçları kullanılarak üretilen ve haklılaştırma rolünü oynayan söylenler ele alınırken kullanılan dil ve anlatı motifleri ve özellikle derin anlamlar üzerinde durulmalıdır. Çalışmada amaca yönelik seçilen örnek olaylar üzerinden kahramanlık mitlerinin KİA’da yer alış biçimleri ve derin anlamları incelenecektir. İncelemede, kahramanlık söyleni ve propaganda teknikleri arasında örtük bir bağın varlığı önkabul olarak tartışılmamıştır.5

4 İdeoloji kavramı, Marksist yaklaşımın yanlış bilinç kavramlaştırması ile başlayan ve birçok tartışmanın bu temelde şekillendiği geniş bir alana ve köklü bir geçmişe sahiptir. Ekonomik belirlenime eleştirel yaklaşan ve ideolojinin kültürel düzeyde yeniden ele alan Gramsci ve Althusser, medya dolayımı ile üretilen iletişimdeki ideolojik boyutunun ortaya konmasına yardımcı olan kuramsal açıklamalar getirmişlerdir. Özellikle, İngiliz Kültürel Çalışmaları ile medya dolayımıyla gerçekleşen iletişimde hakim ideolojinin yeniden üretildiği üzerine çalışmalar yapılmıştır. Barthes’ın ‘paylaşılan bir ideoloji’nin toplumsal yaşamın olası her alanına işlediği tezi, tarzlar ve yaşam biçimlerini halkla ilişkiler, sinema filmleri ve reklamlar gibi iletişim biçimleri ile çağdaş kültürün yüzeysel görüntüsünü gözler önüne serme konusunda önemli olmuştur (Batı, 2005: 180). Bu anlamda medyada egemen ideoloji yeniden üretilmektedir.

5 Propaganda, totaliter rejimlere özgü tek yönlü olarak işleyen bir süreç olmasının yanı sıra özellikle soğuk savaş yıllarında uygulanan bir iletişim yöntemidir. Günümüz demokratik toplumlarına biçimsel olarak dönüşerek uyum gösteren propaganda, artık egemen yöneticilerin ve egemen üreticilerin kamuyu mistifike etmek ya da maniple etmek için kullanılmaktadır. Açıktan uygulanmasının toplumda tepkilerle karşılanması ve yasal yaptırımların olması bile uygulanan bu iletişim tekniğinin varlığını hala etkin bir şekilde korumasını engelleyememiştir. Propaganda teknikleri olarak yukarıda bahsi geçen ve adlandırılan teknikler, sıkça kullanılması bakımından herkesçe bilinen tekniklerdir. Bu bakımdan kullanılan tekniklerin kavramsal tartışmasına çalışma kapsamında yer verilmemiştir. Propaganda kavramı ile ilgili daha fazla bilgi için bakınız (Özsoy, 2008; Devran, 2003). Yararlanılan propaganda tekniklerinden birisi “ad takma” tekniğidir. Bir düşünce ya da gruba kötü nitelendirici bir isim takma olarak da bilinen teknik ile söz konusu düşünce ya da grup hiç dinlenmeksizin reddedilmektedir. Ad takma daha çok siyasal kampanyalarda görülür. Söz gelimi bir taraf için “özgürlük savaşçısı” olan bir grup, bir başka taraf için “asiler” ya

(12)

Bu bağlamda yapılan incelemeye, kahramanlık söyleninin ne olduğuyla başlanacak, ardından politik tarihte yer alan örnekler ile kahraman söyleninin oluşumundaki etkenler ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Kahramanlık anlatılarında ortak temalar söz konudur. İnsanüstü bir görevi yerine getirmek için yola çıkan bireyin, bu süreçte karşılaştığı zorlukların ve sınavların üstesinden gelerek insanüstü bir gerçeklik ile tekrar toplumun içine dönmesi ve böylelikle toplum önünde elde ettiği ayrıcalıklı konum bu öykünün en temel ortak temasını oluşturur (Campbell, 2000). Öykülerde kahramanın kahramanlaşma süreci aşamalara bölünebilir. Doğaüstü güçlerin yardımıyla da olsa eylemlerinin sorumluluğunu ve sonuçlarının yükünü kendi üzerine almaya başlayan insan, var oluşunu çevreleyen öğeleri tanımaya, tanımlamaya, denetim altında tutmaya yeltenmektedir (Toktay, 2000). Bu çalışma açısından da incelenmeye değer görülen aşama da bu aşamadır. Kahraman insanın artık toplumu yönettiği ve diğer insanların da kahramanın üstün yönlerine itiraz etmediği ve yapıp-etmelerine rıza gösterdiği bir dönem söz konusudur. Bu dönemde kahraman kendi doğrularını topluma öğretmeye çalışır.

Yukarıda yer alan genel tema ile oluşturulan kahramanlık söyleni modernizmle birlikte sorgulanmaya başlanmıştır. Aydınlanmayla birlikte bilimin sınanabilir ve gözlenebilir önermeler şeklinde sınırlandırılması sonucunda söylenlerin bilgisi ötelenmiştir. Oysa, toplumsal hayatın bir gerçekliği olarak kahramanlık söyleni toplumsal işlevini yerine getirmeye kitlelerin yönetiminde etkin bir şekilde kullanılmaya devam etmiştir. Özellikle politik liderlerin siyasi biyografilerinde kahramanlık öykülerinin bulunması bir rastlantı değildir. Yanlış anlaşılmaların önünü almak için belirtilmelidir ki bazı eylemler hayal gücünü zorlayacak nitelikte sonuçlara neden olmuştur. Bu anlamıyla kahramanlık söylenlerinin tamamen reddi mümkün değildir ve bir gerçekliğe denk düşmediği söylenemez. Ancak, bu tartışmada kahramanlık söyleninin uygulanan propaganda teknikleri ile yaratılması ve üretilmesi durumu için geçerli bir tartışmadır. Kişilerin eylemlerinin sonuçlarının insanüstü bir nitelikte olması bu kişilerinde insanüstü olduğu anlamını taşımaz. Yanılgı buradan kaynaklanmaktadır.

KİA’larda sıkça rastlanan kahraman insanların toplumsal lider olmasında tarihsel olaylar ne kadar önemli olursa olsun mitsel modele yakın değilse popüler bellekte kalıcı olmamaktadırlar. Tarihi şahsiyeti olan ve milyonlarca insanı yönlendiren bu efsanevi insanların politik yaşamlarında ölümle yüz yüze gelerek nerdeyse “ölümsüzleşme” yönünde bir deneyim yaşadıkları topluma sıkça anlatılır. Hitlerin, bir suikast sonucu Böylelikle söz konusu şeyi kanıtları gözden geçirmeksizin kabullendirme amacı taşır. Reklamcılık alanında yoğun olarak kullanılır. “Transfer” tekniği ise bir şeyi saygı duyulan ya da olumlu kabul edilen sembol, simge ya da sözcük gibi bir başka şeye transfer ederek anlatma anlamına gelir. Transfer tekniği çağrışım yoluyla işler. Transfer bazen iki insanın birlikte fotoğraf çektirmesi yoluyla da işler; ünlü bir kişiyle bir resim, film, beste aracılığıyla geniş kitlelere ulaşılabilir ve olumlu çağrışımlar yoluyla propaganda başarıya ulaşabilir. Bir diğer teknik “tanıklık”tır. Toplumda itibarlı kişilerin desteğini kullanmak anlamına gelen teknik, hem reklamcılık hem de siyasi kampanyalarda sıklıkla kullanılan bir tekniktir. “Halktan biri” tekniği siyasi lider için kullanılan bir tekniktir ve izleyicilerle aynı gruptan olan bir bireyin ortalama insanlara yakınlığını ve benzer özelliklerini vurgulamak şeklinde tanımlanır. Özellikle siyasi kampanyalarda parti liderinin toplumu yeterince tanıdığını anlatmak için yararlanılır. “Destek için gerçeklik oluşturma” şeklinde adlandırılan propaganda tekniği ikna etmede en önemli tekniklerden bir tanesidir. Modernizm ile birlikte bilimsel verileri belli amaçlar doğrultusunda kullanmak insanları ikna etmenin en önemli yolu olmuştur. Teknik, bir düşünce ya da tezin doğruluğunu anlatmak için onu destekleyen görüş ve uygulamalara yer verme şeklinde açıklanabilir.

(13)

ölümden kurtulması ve o anda patlayan bombanın diğerlerini öldürdüğü halde Hitlerin bu suikasttan sağ olarak kurtulması bu anlamda bir liderin ölümsüzleşmesine etki eden bir olaydır. Valkyrie operasyonu olarak bilinen suikast, 20 Temmuz 1944’te gerçekleşmiştir. Yine, Lenin’in Ekim devrimini gerçekleştirirken yolunu kaybederek buz kaplı bir gölü geçerek ölümle yüzleşmesi gibi söylenler bir kahramanlık söyleninin oluşmasında kullanılan öykü temalar arasında yer almaktadır. Adnan Menderes’in uçak kazasından kurtulması yine benzer bir olayın yaşanmasına hatta Menderes’in kendisine olan güveninin üst seviyelere çıkmasına neden olduğu tarihçiler tarafından belirtilmektedir (Cumhuriyet, 18 Şubat 1959). Yakın tarihimiz düşünüldüğünde Turgut Özal, suikasta uğramasının ardından yaptığı konuşmada “Allah’ın verdiği ömrü, O’nun isteğinden başka alacak yoktur, biz de O’na teslim olmuşuzdur” derken totaliter rejimlerde olduğu gibi liderlere özgü insanüstülüğünü vurgulamak yerine bir lider olarak insanın ölümlü olmasına dikkat çekmiştir (Cumhuriyet, 19 Haziran 1988). Her ne kadar Özal, kahramanlık yönünde kendisini üstünlükten soyutlamış ise de düşmanlar üzerinden bir karşıtlık doğal olarak kurulmuş ve Özal’ın taraftarları bu kez de bu konuşmayı efsaneleştirmişlerdir.6

Ölümsüzlük ve insanüstülük yönünde yaşanan gelişmelere farklı örnekler verilebilir ancak, yaşanan bu olaylar ardından yapılan haberler tam da yukarıda bahsedildiği “ad takma” şeklindeki propaganda tekniğine uygun bir süreç ile desteklenmiştir. Milliyet Gazetesi, Menderes’in uçak kazasını “Feci Bir uçak kazasından, İngiliz Başvekili McMillan’ın tabiriyle ‘Mucize Kabilinden’ kurtulan Başvekil Adnan Menderes…” şeklinde duyurmuştur (19 Şubat 1959). Menderes’in kurtuluşunun mucize olarak sunulması ile özellikle tanık olarak gösterilen başka bir ülkenin başbakanının sözlerine yapılan vurgu kullanılan propaganda tekniklerinden ad takma ve tanıklık stratejilerini örneklemektedir. Peyami Sefa ise Milliyet Gazetesi’nde yer alan 19 Şubat 1959 tarihli köşe yazısında şunları belirtmektedir:

… Hürriyet ve cüzi irade ile mücehhez ve mübesşer bir yaratık olmanın yüksek mertebesine ulaşacağız. Bu günkü felaketimizi yarınki saadetlerimiz haline getirmenin yolunu arayacağız. Allah Menderes’i korudu. Allah bizi kordu. Böyle bir tarih anında Menderes’siz Türkiye, uskuru kopmuş bir uçak gibi parçalayıcı mecburi iniş yapmaya mahkum olabilirdi.

Peyami Sefa, bu sözleri ile Menderes’in kaderi ile Türkiye’nin kaderini eşdeğer görmekte, Menderes’in olmaması halinde Türkiye’nin de düşen uçak gibi, metaforik bir anlatımla, parçalanacağını belirtmektedir. Metne “gösterişli genelleme” anlayışının kendiliğinden yansıması söz konusudur. Kazanın, Kıbrıs görüşmelerine denk gelmesi, Kıbrıs’ta bir devlet kurulmasının arifesinde yaşanması kazaya farklı anlamlar yüklenmesine neden olmuştur. Tarihsel kişilik, söylensel modeldeki kahramanla savaş gibi mitsel eylemler kategorisiyle özdeşleştirilmektedir (Eliade, 1994). Dış etkenler ya da düşmanlar tarafından tehditlerin üstesinden gelinmesinde kahramanın vazgeçilmez özelliği ile sorunları çözmesi gerekir. İnsanın toplumsal yaşamında yararlandığı yardımcı 6 Totaliter yönetimlerin liderleri ile Turgut Özal’ın aynı metin içerisinde bulunmasının nedeni, kahramanlık mitinin yaratılmasında demokratik bir ülkedeki liderin, üstelik olayla ilgili kendisini kahraman olarak yorumlamayan bir lider, konumu ile otoriter karakterdeki liderlerin konumu arasındaki farkı belirtmektir. Kahramanlık söyleninin yaratılmasındaki fark ise otoriter liderler kendi kahramanlıklarını yaratmak için sistemli bir süreç yürütürken, demokratik toplumlarda ise kahramanlık söyleni genellikle halk tarafından kendiliğinden oluşan bir süreçtir. Daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse Turgut Özal’ı totaliter bir rejimin otoriter bir lideri olarak değerlendirmek mümkün değildir.

(14)

öğeler ve insanların izole edilmiş olması dikkat çeken bir başka durumdur. Menderes’in uçağının düşmesi ve dış düşmanlar Kıbrıs sorunu arasında yer alan ilgi imalı bir şekilde aktarılmaktadır. Dolaylı yoldan dahi olsa dış düşman vurgusu ve kahramanın zorluğu aşarak çözüm için çaba sarf etmesi motifi öykülemeye paralel bir anlatı niteliğindedir.

Kahraman söyleninde insanüstülüğün vurgulanmasında iki yön söz konusudur; biri insansı değerlerin ve özelliklerin birer zaaf olarak temsili, ikincisi ise insanüstü eylemlerin varlığıdır. İnsanüstü değerler ve özellikler, propaganda teknikleri yoluyla oluşturulmuştur. Kahraman insan figürünü evrensel anlatılar üzerinden incelemek modernizmin getirdiği bütün değerleri elden geçirerek mitsel olanı bilimsel olan ile açıklama gayretine bir örnektir. Özellikle politik liderleri niteleyen kitle iletişiminde etkin olarak kullanılan siyasal parti kampanyalarında “halktan biri” nitelemesi sıkça kullanılan nitelemelerden bir tanesidir. Sol ideolojilerin sıkça kullandığı “halktan biri” nitelemesi kahramanlık söyleninin üretiminde önemli bir öğe olarak sunulmaktadır. Ancak günümüzde halktan biri nitelemesini sağ-muhafazakar görüş tarafından da kullanılmaktadır. 1974 Kıbrıs Harekatı’nın karar vericisi olan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit de kendisine yönelik kahraman söyleninin oluşturulması sürecinde bu türden sıfatlar ile nitelendirilmiştir. Özellikle “Kara oğlan” ve “Halkçı Ecevit” gibi sloganlar ile bir kahramanlık söyleninin oluşturulmak istendiği açıktır. Dönemin Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan’ın da “Mücahit” olarak nitelenmesi yine bu dönemin kahramanlık söylenleri arasında yer almaktadır (Kahraman, 2014).

Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ilk olarak Kocaeli’ne giden Bülent Ecevit’in gezisi medyada geniş yer bulmuştur. Haberde Ecevit’in binlerce kişi tarafından karşılandığı, halkın ilgisinin çok büyük olduğu belirtilmiştir (Milliyet, 29 Ağustos 1974). Haberin devamında Ecevit’i dinleyenlerin dövizlerindeki yazılar aktarılmıştır: “Barışın güvercini, savaşın kartalı Başbakan Ecevit”, “Onurlu ulusun onurlu Başbakanı”, “Üçüncü adam hoş geldin”, “Kıbrıs’ta insanca hakça bir düzen”. Haberin devamında bir vatandaşın “Sen ikinci Atatürk’sün” şeklindeki sözlerine yer verilmiştir. Bu sözü herkesin alkışladığını, bunun üzerine Ecevit’in “Bu benim için çok değerli bir sözdür. Ancak ben ikinci Atatürk değilim. Atatürk tektir. Bu benim hakkım değildir. Atatürk kurduğu devlette ve açtığı yolda yürümekle çok Mustafa Kemaller yetiştiğini söylemişti” şeklinde konuşmuştur. Bunun üzerine haberde, bir grup dinleyici Ecevit’in sözünü kestiği “halkçı Ecevit” sloganını attığı belirtilmiştir (Milliyet, 29 Ağustos 1974).

Haberin kurgusu bile kahraman mitinin inşası için araçsallaşan bir dil biçimini almaktadır. Dövizlerdeki “kartal” sözcüğü Ecevit’in bir kahraman olarak savaşçı özelliğine göndermede bulunan bir eğretileme olarak değerlendirilebilir. Kahramanlık destanlarında yer alan kahramanın sınav başarısı ve olağanüstülük özelliği, sloganlarda yer alan kartal kelimesi ile simgelenmiştir. Ecevit’in ikinci Atatürk olarak değerlendirilmesi ise tarihi kimliği daha güçlü olan Kahraman Lider’e benzetilmesine bir örnektir. Ancak, Ecevit’in bu benzetmeyi kabul etmemesi üzerine “Halkçı Ecevit” sloganları bu kez de farklı yönden yeniden bir kahramanlık mitini ürettikleri anlamına gelmektedir. Kahraman liderin halk arasında olduğunun vurgulaması yine üstün insanın halk arasında olmasının erdemine yapılan bir vurgu olarak değerlendirmek gerekir. Atatürk benzetmesi ise liderin kahramanlaştırılmasında yine tarih içerisinde başka bir kahraman liderin deneyimleri

(15)

ile karşılaştırılması sonucu destek için gerçeklik oluşturma denilecek bir durumu ifade etmektedir.

Ayrıca, yapılan haberde Ecevit’in konuşmasına yer verilmiştir. Bülent Ecevit’in konuşmasında kahramanlığın paydaşlarına değindiği görülmektedir.

…Kıbrıs harekatı bir fetih değildi, bir milli ödevdi. Onunda ötesinde bir insanlık ödevi idi. Bir tarihsel görevdi. Kahraman ve mert ordumuz, kahramanlığı insanlıkla bir tutan ordumuz, Kıbrıs’ta kazanmak için savaşmadı, kurtarmak için savaştı. Türk ordusunu, onu vücut veren yüce ulusumuzun huzurunda bir kez daha kutlarım. Yüce Türk ulusunu kutlarım. Kıbrıslı Türkleri, aziz soydaşlarımızı kutlarım. Dış politikadaki başarısı için, değerli hemşehrimiz Sayın Turan Güneş’i ve çalışma arkadaşlarını kutlarım (Milliyet, 29 Ağustos 1974).

Önemli bir zaferin ardından yapılan bu konuşma ile kolektif bir başarının altını çizen Ecevit, Türk ordusunun kahramanlığını vurgulamıştır. Konuşmada başarının öykülendiğini ve aktörlerinin kimler olduğu Ecevit tarafından sıralanmakla birlikte haber metninin bütünü düşünüldüğünde kahraman söyleninin üretiminde sembolik dilin kullanıldığı ve propaganda amaçlı bir haber inşasının olduğunu belirtmek gerekir.

Kahraman mitinin oluşmasında kullanılan “destek için bir gerçeklik oluşturma” diye tanımlanan bir yöntem söz konusudur. Yöntem ile bilgi kutsanarak bilgi ile lider kişilikleri güçlendirilmek istenmektedir. Kişilikler tarihsel süreç içerisinde farklı dönemlerde farklı amaçlar uğruna farklı yorumlanmışlardır. Kahramanlık mitinin politik güç dengelerine bağlı olarak dönemsel olduğunu belirtmek gerekir. Belli dönemin kahraman liderleri tarih içinde güç dengelerinin değişmesiyle birlikte, birer diktatöre veya vatan hainine dönüştürülebilmektedir. Tarihte olumsuz bir kişilik olarak anılan kimselerin tam tersi bir yorumlama ile kahramanlaştırılmaları da mümkündür. Tarihi kişilikler üzerinden yapılan tartışmalar dönemsel olmakla birlikte tarihin ve gerçekliğin iktidar ilişkileri ile yeniden inşa edilebileceğinin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. II. Abdülhamit üzerine yapılan tartışmalar hatırlanacak olunur ise Abdülhamit’i otoriter bir lider olarak tanımlayanlar kadar Osmanlı topraklarını üstün bir politika ile uzunca süre bir arada tutan siyasi bir deha olarak kabul edenler bulunmaktadır (Deringil, 2002). Nail Güreli, Milliyetteki köşesinde dönemin hükümetini eleştirirken, şunları söylüyor:

Abdülhamit’in sansürünü, Menderes’in baskı yasalarını anımsatıp ‘öcü göstermece’ yapıyorlar. Aslında Abdülhamit ve Menderes’i bu işin içine katmakla onlara haksızlık ediyorlar. Bugünün rezaletleri, onların dönemlerinde olup bitenlerle kıyaslanamayacak kadar ağır, onların yanlışları, bugünkülerin yanında kıyaslanmayacak kadar ağır. Onların yanlışları, bugünkülerin yanında ‘masum’ kalıyor. Abdülhamit’in sansürünü 24 Temmuz 1908’de gazeteciler kendi elleriyle kaldırmışlardı. Menderes’in baskı yasalarına tepki ve direniş beyaz çıkan gazete sütunlarıyla filizlenmişti. (Milliyet, 22 Aralık 1996).

Yazılan metnin içeriğinden de anlaşılacağı üzerine tersten bir anti kahraman yaratma çabası söz konusu. Dönemin dinamikleri düşünüldüğünde hükümeti tarihi kişilikler üzerinden eleştirilmek istendiği gözlenmektedir. II. Abdülhamit’in 95. ölüm yıldönümünde mezarı başında anma törenini konu edinen başka bir haberde, bir konuşmacının sözleri aynen şu şekilde aktarılıyor:

(16)

Hayatını inancı uğruna adamış bir insan, şefkatli bir baba, halkını din, dil, ırk farkı gözetmeden huzurunun temini için mücadele eden, dış siyasette ise devletlerarası dengeyi ülkenin menfaatleri doğrultusunda en iyi şekilde devlet adamlığı dehasıyla Osmanlı Devleti’nin son dönemine damgasını vuran yüce bir şahsiyettir (Zaman, 11 Şubat 2013).

II. Abdülhamit’in tarihi bir kahraman olarak betimlenmesini konuşma içerisinde görmek mümkün. Ancak, haber içerikleri kadar haberlere yer verilip verilmemesi de kahraman söyleni oluşturmada medyanın tercihlerinin önemli olduğunun açık bir ifadesidir. Bu bakımdan düşünüldüğünde iki örnekte de kullanılan dil propaganda tekniklerinde kullanılan taktiklere ve dile benzer bir niteliktedir. Liderlik karizması yaratılmıştır. Çevrelerinde olumlu bir efsane oluşturulmuştur. Propaganda da kullanılacak simgeler, sloganlar, kalıplaşmış tutumlar saptanmıştır. Karşı propaganda kaynakları hakkında güvensizlik yaygınlaştırılmıştır. İki örnek olayda da kahraman yaratma söylenlerinin sıkça kullanıldığı açıktır. Bu bakımdan, haber dilinin söylen üretiminde propaganda tekniklerini ve genel söylen motiflerini kullandığını açıklamak aynı zamanda medyanın ideolojisini de anlamak ve açıklamak bakımından önemlidir.

Sonuç

Medya aracılığıyla yaratılan anlamlar insanların anlam dünyalarını etkiler. Medyanın egemen söylenleri yeniden aktaran işlevi düşünüldüğünde kahraman söyleninin yaratılmasında önemli bir etkide bulunduğu görülür. İnsanoğlu tarihin başlangıcından beri sorduğu soruları cevaplarken söylenleri oluşturmuş ve ürettiği söylene yine kendisi inanmıştır. Ancak, günümüzde söylenler medya aracılığıyla üretilmektedir. Kahramanlık mitinin oluşmasında haberlerde kullanılan dile yukarıda örnekler verilmiştir. Örneklerden de anlaşılacağı üzere efsaneleşen liderler dokunulabilecek kadar gerçek ama erişilmez kadar da uzaktırlar. Tarihi kişilikler, iktidar ilişkilerindeki dönemselliğe bağlı olarak yeniden yorumlanmaktadır. Güç dengelerine bağlı olarak kimi zaman göklere çıkarılan kimi zaman eleştirilen liderlerin efsanelik sihrini sağlayan kuşkusuz kitle iletişim araçlarıdır. Tarihte bu sihri sağlayan farklı mecralar hep olmuştur. Örneğin, Antik Yunan’da yeni yıl şölenleri simgesel ayinler bir piyesti, her iyi tiyatro etkinliği gibi zaman ve mekan engellerini kaldırır, izleyenlerde katılanların etkisine alarak dünyadaki uğraşlarından uzaklaştırırdı. Kutsal bir kandırmaca oyunuydu bu. Yakaranlar günlük yaşantılarına temel olan sonsuz tanrılar dünyasına girdiklerini hissederlerdi. Elden ayaktan düşmüş can çekişen yılı geçersiz kılmak için günah keçisi öldürülür, böylece hükümdarın aşağılandığı ve yerine karnaval kralının tahta geçirildiği temsil olarak sahnelenirdi. Benzer bir törensel havada günümüz kitle iletişim araçları ile gerçekleşmektedir. Kitle iletişim araçları kendi kahramanlarını, canavarlarını ve efsane insanlarını yaratmaktadır. Yaratılan gerçeklik ise bütün toplumsal ve dış dünyanın olumsuzluklardan izole edilen gerçekliktir. Yukarıda verilen örnek haberlerde ya da anlatılarda benzer bir durum söz konusudur. II. Abdülhamit örneği bunun açık bir kanıtıdır. II. Abdülhamit tarihi misyonunu tamamlamış ve yapıp ettikleri ile tarihe mal olmuştur. Ancak, günümüz iktidar ilişkileri içerisinde tarihsel bir gerçeklik yeniden yorumlanmıştır. Böylelikle ya kahramanlaştırma ya da anti-kahramanlaştırma söz konusudur. Yine aynı şekilde örnek haberlerde,

(17)

liderlerin karşıtlıkları ile var olduğu görülmektedir. Karşıtlıklar oluşturulurken var olan gerçekliğin olumsuzluklarının tamamen öteki olan düşman, doğa ya da soyut bir varlıktan kaynaklandığı belirtilmektedir. Dünya görüşünüz ne olursa olsun iktidarda iseniz, tarihsel bir gerçekliği değiştirmeniz mümkündür. Gerçeği değiştirmek ve inandırmak insanın hayal gücüyle ilgili bir durumdur. İşte bu nedenle sıradan bir insanın nasıl siyasi lider olarak bir söylen kahramanına dönüştüğünü yine hayal dünyamızın sınırları içinde açıklamak zorundayız. Gerçekliğin sürekli değiştiği bir dünyada hayal gücümüz bilinmezlikleri sürekli yorumlamaktadır. KİA’lar da bu bilinmezlikleri bize hayal gücümüzün yansıttığı gerçeklikler olarak sundu ve sunmaya devam etmektedir. Böylelikle açıklayamadığımız her yeni ya da tarihi olayı, olguyu ya da kişiyi efsaneleştirmekteyiz ve efsaneleştirmeye de devam edeceğiz.

Kaynaklar

Althusser, Louis, (2003). Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul: İthaki Yayınları. Armstrong, Karen, (2006). Mitlerin Kısa Tarihi, İstanbul: Merkez Kitap Yayınları. Atan, Yaşar, (2007). Akdenizli Tanrılar, İstanbul: Evrensel Yayıncılık.

Barthes, Rolland, (1990). Çağdaş Söylenler, İstanbul: Metis Yayıncılık.

Batı, Uğur, (2005). “Bir Anlam Yaratma Süreci ve İdeolojik Yapı Olarak Reklamların

Göstergebilim Bir Bakış Açısıyla Çözümlenmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal

Bilimler Dergisi, Aralık 2005, Cilt: 29, No: 2, s. 175-190.

Campbell, James, (2000). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, İstanbul: Kabalcı Yayınları.

Can, Şefik, (1997). Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul: İnkılap Kitapevi.

Cevizci, Ahmet, (2004). Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul: Etik Yayınları. Cumhuriyet, 18 Şubat 1959.

Cumhuriyet, 19 Haziran 1988.

Deringil, Selim, (2002). İktidarın Sembolleri ve İdeoloji: II. Abdülhamit Dönemi (1876-1909), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Devran, Yusuf, (2003). Siyasal Kampanya Yöntemi: Mesaj, Strateji ve Taktikler, İstanbul: And Yayıncılık.

Eagleton, Terry, (2011). İdeoloji, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Fiske, John, (2006). Mitler ve Mitleri Yapanlar, İzmir: İlya Yayınevi.

Gezgin, İsmail, Gezgin, İlkay ve Çokişler, Nazım, (2004). Mitoloji (Mythos ve Logos): Hayatımıza Yön Veren Söylenceler, İstanbul: Güncel Yayıncılık.

(18)

Güreli, Nail, (1996). “Abdülhamit, Menderes ve Bizimkiler”, Milliyet, 22 Aralık. Habermas, Jürgen, (1997). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İstanbul: İletişim Yayınları.

Hall, Stuart, (1980). “Encoding and Decoding in the Television Discourse”. (In) Culture, Media, Language. (eds.):Sutuart Hall, et al. London: Hutchinson. Pp. 197-208).

Hall, Stuart, (1994). “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, s. 169-209, Medya İktidar İdeoloji, (çev. ve derl.) Mehmet Küçük, Ankara: Ark Yayınları.

Kahraman, Hasan Bülent, (2014). “Savaş için değil, barış için yapıldı”, Sabah, 20 Temmuz.

Marshall, Gordon, (2003). Sosyoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Mcquail, Denis, (2010). Kitle İletişim Çalışmalarında İletişim Modelleri, Ankara: İmge Kitapevi.

Milliyet, 19 Şubat 1959. Milliyet, 29 Ağustos 1974.

Mutlu, Erol, (1994). İletişim Sözlüğü, Ankara: Ark Yıyınevi.

Necatigil, Behçet, (2002). 100 Soruda Mitologya, İstanbul: Koç Kültür Sanat ve Tanıtım Yayınları.

Özbudun, Sibel, (2004). Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri, Ankara: Ütopya Yayınevi.

Özsoy, Osman, (2008). Politik Propaganda Teknikleri, İstanbul: Alfa Yayıncılık. Postman, Neil, (2012). Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Sefa, Peyami, (1959). “Faciaların Faciası”, Milliyet, 19 Şubat.

Toktay, M. Nefrin, (2014). “Perseus Kahramanlık Mitinin Arketipsel Sembollerle

İncelenmesi”, http://www.iticu.edu.tr/, Erişim Tarihi: 22.10.2014

Uzun, Erkan ve Uzun Serkan, (2002). Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Vernant, Jean-Pierre, (1996). Eski Yunan’da Söylen ve Toplum, Ankara: İmge Kitapevi.

Referanslar

Benzer Belgeler

fotoğraflarından oluşan dia gösterisini, Cevat Çapan, Konur Ertop, Ruksan Günaysu, Vedat Günyol, Aziz Nesin ve Tahsin Vücel'in katılacakları açıkoturum

Değerler eğitimi açısından Lutfiyye-i Vehbî (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Aşkın okunmaz kıyıları: Türk modernitesi ve mistik romans. Klasik Türk edebiyatında

Marmara bölgesinde larval chironomid faunası ile ilgili ilk kayıtlar Şahin (1987) tarafından Meriç Nehri’nden 39 tür, daha sonra Gala Gölü’nden Kırgız

Kırklareli Ġğneada bölgesinde yakalanan kemiricilerden ELISA testi ile antikor pozitifliği saptanan 20 örnekten 16’sında DOBV pozitifliği, birinde de PUUV

2001, Inverse eigenvalue problems for Sturm-Liouville equation with spectral parameter linearly contained in one of the boundary conditions. Inverse Problems,

Bu çalışmalar ışığında obstrüktif uyku bozuklu- ğuna neden olan hipertrofik adenotonsillerin uyku düzeni ve yapısını bozarak büyüme hormonu salınması- nı bozduğu,

Ermeniler Nahçıvan’a da saldırdı Cabbar SIKTAŞ İĞDIR/ MİL-HA “ 7 ZERBAYCAN’ın \ Dağlık Karabağ ____ bölgesinde Azeri-Ermeni çatışması hızla sürerken,

Dördüncü bölümde, genişletilmiş genel Hecke gruplarının kamutatör alt grupları incelenmiş ve üreteçleri bulunarak grup sunuşları elde edilmiştir.. Beşinci