,
tr' i qo
y '3
j
9/4- u>
j
S a y f a ~M A G A Z İ N
mm
ARDINDAN...
■ LK mizah denemelerimi O’na var- | mistim. Daha Üniversitede öğrenci İken... «Tetkik edeyim» demişti, îkinci gidişimde «Çıkacak Akbaba’da» demişti. Üçüncü gidişimde «Çıkmadı mı?» demişti. Sanki çıkmadığım bllmi- yormuşcasına. Ama beni delikanlılık hevesi içinde kırmak istemediği için böyle konuştuğunu, yıllar sonra anla mıştım. Ve o yıllar sonra, karşısına tek rar gittiğimde «yazar» sıfatımı tanıyan bir eşitlik içinde konuşmuştu. Artık yazılarımı tetkik değil, takip ettiğini söylüyordu. Verdiğim yazılar için «Çık madı mı?» diye sormuyor, «Bu hafta çıkan yazınız» diye söze başlıyordu. Evet, yıllar beni de karınca, kaderince «yazar» yapmıştı. Ama insan, Yusuf Ziya Ortaç gibi ustalar ustası bir ka lem önünde hiç bir giln «okuyueu» o l maktan kurtulamazdı.
Kendisine «Akbabacı» denmesini pek sevdiğine dikkat etmiştim. Çünkü «Akbaba» en büyük sevgilisiydi. Ve her şey bir yana, hattâ sınırlar dışma çık sanız da, 45 yıl, evet yazıyla da «kırk beş yıl» bir mizah dergisini aralıksız yaşatmak. Yusuf Ziya Ortaç adım öl mezleştiren en büyük başarıydı.
Şairdi :
Dünyada silâh mı varı Kalem gibi, dil gibi? Döğüştüriir kardeşi Habil’le Kabü
gibi.-Tiirkçeyi en güzel kullanan, beyaz kâğıt üstünde siyah harfleri çeşitli renk lerle süsleyen yazardı Ortaç... Mizah gölünde yüzmeğe hazırlananlara «Müs tehcen olabilirsiniz ama, sakın müstek- reh olmayın» derdi. Yazı yazarken insa nın parmaklarının ucundan kalbine ka dar o yazıyla dolması gerektiğini en bü yük öğüt olarak tekrarlardı.
B ir tarihte «İkdam»da çalışırken bir Yusuf Ziya daha varmış gazetede... Ortaç’ın mektupları yanlışlıkla ötekine gider, o da açtıktan sonra getirirmiş kendisine... B ir gün, bu defa öteki Yu suf Ziya’ya gelmiş bir tas bal ile bir güzel kızı karşısında bulmuş. Hemen koşmuş öteki Yusuf Ziya’ya: «Bak ada- şun, demiş, mektuplar size, ballar, kız lar bana geliyor. Ama görüyorsunuz, ben hiçbirini ellemiyor, hiçbirini açmı yorum. Eğer mektuplarımı bana bırak mazsanız, haberiniz olsun, hepsinin ta dına bakacağım.»
Milletvekilliği de yapmıştı bir ara... O günleri sonradan gene dilin en güze liyle anlatmıştı: «Ankara’da karaya vur muş bir balıktım. Oltaya takılı balık, denizi bulmak için, her çırpınışta nasıl topraktan havalanıp toprağa düşerse ben de öyleydim... Meydan meydan, şehirde köyde nutuklar çekerek oy ço ğunluğunu sağlamıştık listemize. Ama artık usanç vermişti bu seçmen efendi lerimize dalkalvukluk... B ir yanlış iş yaptığımı anlamıştım: Politikanın için de, politikacılığın dışında olmalıydım.
Büyük Millet Meclisi değil, kuş’tu benim yerim...»
Ve bir gün hiç kimse tarafından doldurulamayacak o yerini bırakıp gö çüverdi Bizim Yokuş’tan...
Kaç gündür çıkarken dikkat