• Sonuç bulunamadı

Kadınların erkek bilim dünyasına girebilmek için binlerce yıllık acılı mücadelesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kadınların erkek bilim dünyasına girebilmek için binlerce yıllık acılı mücadelesi"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bilim tarihçisi Marilyn B. Ogilvie, iki ciltlik dev eseri Bilim

Kadınlarının Biyografik Sözliiğii’nde, antik çağdan günümüze

kadar yaşamış olan yaklaşık 2500 bilimkadınının (mühendis,

fizikçi, matematikçi, botanikçi, zoolog, psikolog, antropolog..)

biyografilerine yer veriliyor.

Kadınlar, bilim yapmak için erkeklerin inanılmaz engellerini

aşmak zorunda kaldı. Yıllarca akademilere üye olarak alınmadı,

okuma olanakları kısıtlandı.. Bugün Association for Women in

Science (Bilimkadınları Derneği) ve Third World Organisation for

Women in Science (Bilimkadınları için Üçüncü Dünya Örgütü)

bilim kadınlarını destekliyor...

Selen Şahin

-İ. ki antropolog, Maragaret Mead ve

I Rhoda Métraux. 1957 senesinde Ame-

A rik a ’da lise öğrencileri arasında bili- minsanı imajının ne olduğu üzerine bir araştırma yaparlar.

Bu gençlere göre biliminsanı şöyle biri: Yaşlıca ya da orta yaşlı ve gözlüklü... sakallı da olabilir... ya da tıraşsız ve dağı­ nık... beyaz önlük giyen ve test tüpleri, şi­ şeler, gaz ocakları ve tuşlu garip makine­ ler gibi aletlerle dolu bir laboratuvarda çalışan adam.

Ve ayrıca, bilimden başka hiçbir il­ gi alanı olmayan, bedenini önemsemeyen ve elbette ki karısına ilgi göstermeyen ve çocuklarıyla oynamayan asosyal biri.

Marilyn B. Ogilvie, 1986 tarihli Wo­

men in Science (Bilimde Kadınlar) adlı kitabının önsözünde, 1973’te Portland Devlet Üniversitesinde bilim tarihi dersi verirken öğrencilerinden birinin araştır­ ma konusu olarak «bilimde kadınlar» baş- liğını seçtiğini ve fakat öğrencinin bir kaç günlük bir araştirmadan sonra sade­ ce bir bilimkadını hakkında bilgi bulabil­ miş olduğunu söylüyor: Marie Curie.

İKİ CİLTLİK DEV ESER

Ogilvie, 1986 tarihli bu kitabından sonra 1996’da Women and Science (Ka­ dınlar ve Bilim) ve 2000’de iki ciltlik The Biographical Dictionary of Women in Science (Bilimkadınları Biyografik Söz­ lüğü) adlı iki eser daha yayınladı. Bu iki ciltlik eserde antik çağdan günümüze ka­ dar yaşamış olan yaklaşık 2500 bilimka- dininin (mühendis, fizikçi, matematikçi, botanikçi, zoolog, psikolog, antropolog vs.) biyografilerine yer verildi.

Ogilvie dışında daha başka bir çok araştırmacı bu konu üzerinde çalışmalar yapmiş ve kadınları bilimsel alanda daha aktif hale getirmeyi hedefleyen ve bu ko­ nuda çalışanlara destek veren bir çok ku­ rum ortaya çıkmıştır. Association for Wo­ men in Science (Bilimkadınları Derneği)

ve Third World Organization for Women in Science (Bilimkadınları için Üçüncü Dünya Örgütü) bu kurumlardan ikisi.

Peki bunca yayın, kuruluş ve fen fakültelerindeki ve akademilerdeki onlar­ ca öğrenci ve öğretmen kafamızdaki bili- minsanı imajinm değişmesinde ne kadar etkili oldu acaba?

Güzel Sanatlar Akademisinden bir öğrencinin «Bilimle uğraşan kadın da mı varmış?» gibi bir söz söylediğini duydu­ ğumda sorumuza cevap bulmuş oldum.

Bilimsel faaliyetler dönem ve

toplu-mun yapısıyla orantılı olarak gerçekleşir. Kadınların bilime katılımlarını inceler­ ken de bunu gözönünde tutmak gerekir. Erkek egemen toplumlarda okuma yaz­ ma öğrenmesi bile tasvip edilmezken ka­ dınların şifre çözüp insanın ve evrenin sırlarına nail olmaları elbette ki söz ko­

nusu edilemezdi. Fakat gelin görün ki ta­ bular yıkılmak içindir...

ANTİKÇAĞ’DAN ORTAÇAĞ’A

Kimilerine göre ilk tabip bir kadın- di: Eski Mısır Tanrıçası Isis. Söylenceye göre diğer tanrılara ve insanlara iyileştir­ me sanatını öğreten de o olmuştur. İşin mitolojik yönünü bırakırsak Isis’in öne­ mi o dönem kadınlarının bu yolda onu takip etmeleridir. Tanrıça’yı örnek alan kadınlar erkeklerle birlikte tıp okullarına gitmişler ve hatta kendi tıp enstitülerini kurmuşlardı.

Antik Yunan’dan günümüze ula­ şan en popüler bilimkadını ise hiç şüphe­ siz İskenderiyeTi Hypatia’dir (370415). Sanırım onu hâlâ hatırlıyor olmamız, bi­ limsel başarılarından çok korkunç şekil­ de öldürülmesinin bir sonucu.

Mateıiıatikçi ve astronom İskende­ riyeli Theon’un kızı olan Hypatia, İsken­ deriye’deki Neoplatonik okulda yetişmiş ve daha sonrada bu okulda öğretmenlik yaptı. Ünü sadece kendi yaşadığı toprak­ larla sınırlı kalmadı, onun derslerine ka­ tılmak için başka ülkelerden öğrenciler İskenderiye’ye geldi. Verdiği dersler ma­ tematik, astronomi ve Platon ve Aristote­ les felsefeleri üzerine idi. Her ne kadar günümüze kadar ulaşmış olmasa da ka­ yıtlara göre matematik üzerine kitaplar yazmış ve mekanik aletler icat etmiştir.

Ölümüne gelir­ sek, kimilerine göre ra­ hip Cyril, Hypatia’nin ününden rahatsiz oldu­ ğu için; kimilerine göre ise Cyril’in Hypatia’ya hayran olan Roma vali­ si Orestes’le olan poli­ tik çekişmesinin bir so­ nucu olarak Hypatia İs­ kenderiyeliler tarafın­ dan parçalanmış ve parçaları ülkenin deği­ şik bölgelerine bırakıl­ mıştır.

MANTİNEA’LI

DİOTİMA

Hypatia dışında Antik Yunan’da bilimle uğraşan başka bir çok kadın yetişmiştir. Pla­ ton, Şölen adlı eserinde

Mantinea’h Diotima ad­

lı bir kadından, Sokrates’in hocası olarak bahseder. Kendi Akademi’sinde ise iki kadın öğrenci yetiştirdiğini iletiyor bize kaynaklar.

MantineaTi Lasthenia ve Philius’lu Axiothea yaptıkları işlerden çok Pla­

ton’un öğrencileri olarak ön plana çık­ mışlardı. Yine eski kaynaklardan Pytha­ goras okulunda yetişmiş birçok kadın ol­ duğunu öğreniyoruz. Hatta Pythago- ras’in, bu öğrencilerden biri olan Theano ile evli olduğu ve Theano’nun Pythago- ras’in ölümünden sonra okulun yönetici­ liğini yaptığı söylenmektedir.

Bingen’li Hildegarde (1098-1179)

ise Ortaçağ yapısına uygun bilimkadını için iyi bir örnek teşkil ediyor sanırım. Al­ manya’da bir manastırda eğitim alan Hil­ degarde 38 yaşında başrahibe olmuştu ve zaman içinde dini ve politik çevrelerin saygısını kazanmıştı. Üçü evrenin kökeni üzerine, ikisi bitkiler, hayvanlar ve mine­ raller ve bunların insan üzerindeki etki­ leri olmak üzere beş eser vermişti ve bunlar günümüze ulaştı. Çalışmalarında fiziki olayları, ahlaki gerçekleri ve mistik deneyimleri birarada sunmuştu.

Bunun dışında, kaynaklar, Ortaçağ İtalya’sında üniversitelere bağlı tıp okul­ larında ders veren ve hekimlik yapan ka­ dınlardan bahseder. 11. yüzyvlda Trotu-

la, 14. yüzyılda Abella, Rebecca Guama

ve Mercuriade Salemo’daki tıp okulunda çalışmışlardı. Fakat bu kadınlar üzerine henüz ayrıntılı bilgiler bulunamadı.

RÖNESANS VE AYDINLANMA

İtalya’da Ortaçağ’dan itibaren kadi- na verilen bu ayrıcalıklar uzun zaman devam etmişti. Avrupa’da ilk üniversite diploması alan kadın Venedikli Elena

Comaro Piscopia’dir. 1678 senesinde fel­

sefe derecesi almıştı.

İkinci olarak 1732’de Laura Bassi (1711-1778) Bolonya Üniversitesinden «felsefe doktoru» ünvanını almış ve yine aynı sene üniversitede anatomi kürsü­ sünde dersler vermeye başlamıştı. Bu­ nun yanında mekanik, hidrolik ve doğa tarihi çalışmalarına aynı okulda devam etmişti. Bassi kayıtlarda takip edebildiği­ miz ilk kadın üniversite hocasıdır. 1776’da ise kendisine Bilim Enstitüsün­ de (Istituto delle Scienze) deneysel fizik kürsüsü verilmişti. 1778’de öldüğünde bu kürsüdeki yeri aynı zamanda asistanı olan kocası Giuseppe Veratti’ye verilmiş­ tir.

1750’de bu sefer bir kadın matema­ tikçi, Maria Agnesi (1718-1799) Bolonya Üniversitesi matematik kürsüsüne atan- mişti. Varlıklı bir aileden gelen Agnesi, özel bir eğitim alarak kendini geliştirmiş, Bassi gibi üniversite eğitimi almamıştı. Papa 14. Benedict’in “eski çağlardan bu yana Bolonya sizin cinsiyetinizden insan­ lara toplumda bu tıp konumlar sunmuş­ tu. Bu onurlu geleneği devam ettirmek uygun olur ” sözleri üzerine Agnesi, ken­ disine üniversitede sunulan bu konumu kabul etmişti.

Dr. Safiye Ali 1921’de kadın ve doğum hastalıkları uzmanı olarak diploma aldı.

(2)

Üçüncü olarak 1760 senesinde An­ na Morandi Manzolini (1716-1774) Bo- lonya Üniversitesinde anatomi dersleri vermeye başlamıştır. Bu derslerin yanı sı­ ra Manzolini'nin diğer bir görevi de bal- mumundan anatomik modeller yapmaktı. Bu konudaki hüneri o dönemde tüm Av­ rupa'da duyulmuştu. Avusturya İmpara­ toru II. Joseph bazı modellerini satın al- miş ; Rus İmparatoriçesi Katerina’nın da­ vetlisi olarak Rusya’da ve daha sonra Londra’da konuşmalar yapmıştır.

KADINLARA KAPALI

İtalya’da durum bu iken ilerlemeci Avrupa’nin diğer kentlerinde üniversite­ ler ve bilim akademileri kadınlara kapa­ lıydı.

* 1662’de kurulan Londra Kraliyet Kurumunun (Royal Society of London) ilk kadın üyeleri, Marjory Stephenson ve

Kathleen Londsale 1945 senesinde;

* 1666’da kurulan ve Marie Cu- rie’nin bile üyeliğe kabul edilmediği Fran- siz Bilim Akademisi’nin (Académie des Sciences) ilk kadın üyesi Yvonne Choqu-

et-Bruhat 1979’da.

* 1700’de kurulan Berlin Bilim Akademisi’nin (Akademie der Wissensc­ haften) yazışmak da olsa ilk kadın üyesi

Lise Meitner 1949’da seçilmiştir.

* Bunun yanı sıra Berlin Akademisi bazı kadınlara onursal üyelikler sunmuş­ tur. Örneğin 1767’de dönemin Avrupa’si- nin en güçlü kişiliklerinden olan Rus İm­ paratoriçesi Katerina ve 1900 senesinde 1500000 marklık bir bağış yapan, döne­ min zenginlerinden Maria Wentzel.

KADINLAR KABUL EDİLMİYOR

Bu akademilerin yönetmeliklerinde kadın üye seçilip seçilmemesi üzerine bir madde olmamasına karşın başvuruda bu­ lunan kadınlar diğer üyelerce kabul edil­ memişlerdir.

Örneğin Maria Winkelmann Kirch (1670-1720) Berlin Akademisinin astro­ nomu olan kocası öldükten sonra bu gö­ reve getirilmek için talepte bulunmuştur.

Winkelmann genç yaşında özel ho­ calardan astronomi eğitimi almış ve ev­ lendikten sonra da kocasının asistanlığını yapmaya başlamıştır. Asistan olarak çalış­ malarını Akademi’de sürdürmüştür. Fa­ kat iş resmi olarak görev almaya gelince Akademi başkanı olan Leibniz’in arka çıkması bile etkili olmamış ve Winkel­ mann’a « ip eğirmeye » dönmesi salık ve­ rilerek görev başkasına verilmiştir.

Fransa’da da durum farklı değildi. Bilim Akademisinin yanı sıra kafelerde yapılan bilimsel tartışmalara bile kadınla- rin katılımı yasaktı. Dönemin en renkli ki­ şiliklerinden, matematik ve fizik üzerine çalışmalar yapan Châtelet Markizi ( 1706-

1749) bu yasağa tepki verenlerdendi. Voltaire’le olan arkadaşlığı sırasın­ da önce Nevvtonculuğu kabul etmiş, bir süre sonra da Leibnizci Samuel Kö- nig’deıı Leibniz’in felsefesini öğrenmiştir. 1740’da Descartes. Newton ve Leibniz’in fikirlerini uzlaştırmaya çalıştığı Instituti­ ons de physique (Fizik Kurumlan) adlı bir eser hazırlamış ve 1744 senesinde

Newton’un Principia’sını çevirmeye başla- miştır. Bir bölümü 1756’da. tamamı 1759’da yayınlanan bu açıklamalı çeviri Principia’nm Fransızca yapılmış ilk tercü­ mesidir.

Markiz 1734 senesinde ünlü mate­ matikçi Maupertius’u dinlemek için ko­ nuşmanın yapıldığı, biliminsanlarının ve felsefecilerin uğrak yeri olan Café Gra- dot’ya gittiğinde içeri girmesi kadın oldu­ ğu için engellenmiştir.

Ertesi hafta kafeye erkek kıyafetleri giyerek gitmiş ve içeri girebilmiştir. Ayni zamanda arkadaşi da olan Maupertius’un masasına geldiğinde masadakiler tarafın­ dan alkışlanmış ve kendisine bir tas kah­ ve ikram edilmiştir. Kafenin sahipleri ise muhtemelen müşterilerini kaçırmak iste­ mediklerinden olayın farkında değilmiş

gibi davranmışlar ve Markiz bundan son­ ra ki haftalarda da kafeye gitmeyi sürdür­ müştür. Tabi erkek kıyafetleriyle.

KİMLİĞİNİ SAKLAYAN KADIN

Kimliğini saklayan kadınlar arasın­ da Sophie Germain’i (1776-1831) de saya­ biliriz. Germain’in ailesi kızlarının mate­ matikle uğraşmasını onaylamamışlardı. Bu yüzden Sophie kendi eğitimini kendi başına yapmak zorunda kalmıştı. Önce babasının kitaplarını ve daha sonra gizli­ ce ele geçirdiği Politeknik Okulunun ders notlarını çalışarak sene sonunda di­ ğer öğrencilerin yaptığı gibi bir ödev ha­ zırlamış ve bunu okulun öğretmenlerin­ den ünlü matematikçi Joseph L. Lagran- ge’a M. LeBlanc adını kullanarak yolla- mişti. Lagrange bu çalişmayi halk arasın­ da övmüş ve yazarının gerçek kimliğini öğrendikten sonra Germain’in danışman­ lığını yapmıştı.

1804’te Gauss’un Disquisitiones Arithmeticae (Aritmetik Tartışmaları) adlı

eserini okuduktan sonra Germain yine ciddiye alınmamaktan çekindiği için M. LeBlanc imzası atarak ona bir yazı yolla­ mıştı. İkisinin yazışmaları 1804’ten 1809’a kadar devam etti.

Gauss, Germain’in bir kadın oldu­ ğunu ise ancak 1806’da yaşadığı kasaba Braunschweig Fransızların işgaline uğra- diği sırada öğrenmiştir. Germain matema­ tikçinin başına birşey gelmesinden kork­ tuğu için tanıdığı bir komutandan Ga- uss’u korumasını istemiştir. Bu yardım sayesinde Gauss sayılar teorisini tartıştığı mektup arkadaşının bir kadın olduğunu öğrenmiştir.

19. VE 20. YÜZYILLAR

Pozitivizm ve evrimciliğin etkili ola­ rak devreye girdiği 19. yüzyılda uluslara- rasi alanda başlayan bilim­ cilik ve buna paralel ola­ rak hız kazanan kadın ha­ reketleri kadınların bilim­ de daha aktif hale gelmele­ rine olanak sağladı. Ka­ dının eğitiminin tartışvlma- ya başlandığı bu dönemde, yüzyılın ikinci yarısından itibaren bazı Avrupa üni­ versiteleri kapılarını kadın öğrencilere açtı.

Bu dönemdeki deği­ şimleri en iyi yansıtan ül­ kelerden biri Rusya’dır. Rusya’da nihilist felsefe­ den etkilenen kadınlar do­ ğa bilimleri ve tıbba yönel­ mişlerdir. Rus kadınları matematik, fizyoloji, zoolo­ ji, kimya ve diğer bilimsel, alanlarda üniversite dere­ celeri alan ilk kadınlar ara­ sındadırlar.

İstatistiklere göre 1865-1872 seneleri arasın­ da Zürih Üniversitesinde 203 kadın öğrenci bulun­ maktaydı. Bunlardan 23’ü İngiliz, 10’u İsviçreli, 10’u Alman, 6’si AvusturyalI, 6’si Amerikalı ve 148’i Rus’tur.

1861 senesinde Saint-Peters- burg’daki Tıbbi-Cerrahi Akademi yarı-res- mi olarak kadın öğrencileri kabul etmeye başladı. Diploma alamasalar da kadınla­ rın sınava girme ve laboratuvarlarda ça­ lışma hakları vardı. Fakat resmi makam­ lar eğitim isteğinin devrim isteğiyle birleş­ tiğini anlayınca 1864’te üniversiteler ka­ dınlara kapatıldı.

DUVAR KAĞIDININ SIRRI

Tek istisna ise Varvara

Kaşevarova-Rudneva (1842-1899) oldu. Doktorluğu,

müslüman olan ve bir erkek tarafından tedavisi uygun görülmeyen Başkır halkı­ nın kadınlarını tedavi edebilmek için seç­ ti ve bu nedenle üniversitede kalıp diplo­ masını alabilmek için özel izin aldı. Rud- neva’nın dışında diğer birçokları eğitimle­ rini tamamlayabilmek için yurtdışına git­ mek zorunda kalmışlardı.

Rus bilimkadmlarının en tanınmış­ larından biri matematikçi Sofya

Kovalevs-kaya'dir (1850-1891). Sofya’nın bilimle tanışması amcası ve dayısı sayesinde ol­ du. Özel olarak matematikle tanışması ise odasındaki duvarkağıtları sayesinde.

Ailesi yeni evlerine taşındıklarında evi yeni duvar kâğıtlarıyla kaplamış fakat çocukların odası için yeterince kâğıt kal­ maması üzerine bu oda, Kovalevska- ya’nin babasına ait Ostrogradsky’nin dife­ ransiyel ve integral hesaplar üzerine not­ larıyla kaplanmıştı.

Günlerini bu yazıları deşifre etmeye çalışmakla geçiren Sofya, 15 yaşında ma­ tematik dersleri almaya başladığında ne­ den bahsedildiğini anlamakta güçlük çek­ memişti.

1874 yılında diferansiyel denklem­ ler üzerine yaptığı çalışmasıyla Göttingen Üniversitesinden doktor in absentia ünva- nini aldı ve 1885’te Stockholm Üniversi­ tesi matematik kürsüsüne getirildi ve böylece Avrupa’da 1760’dan bu yana üni­ versitede ders veren ilk kadın oldu.

Kovalevskaya’dan sonra yüksek okul eğitimi alan ve üniversitede ders ver­ meye başlayan birçok kadın ortaya çıktı ve kendilerini takip edecek daha birçokla- rini yetiştirdiler.

İKİ TÜRK KADIN BİLİMCİ

20. yüzyılın başlarında Türkiye’de de etkisini gösteren bilimciliğin, ve Cum- huriyet'in ilanından yarattığı ortamda Türk kadınının da bilimsel alanda katılım­ larına rastlamaya başlıyoruz.

Bu anlamda Ogilvie’nin biyografi sözlüğünde iki Türk ismine rastlıyoruz. Kitapta, yüzyıl başlarında yaşamış olan Safiye Ali ilk kadın doktorumuz olarak Tanıtıldı. Ali, İstanbul Üniversitesi Tıp Fa­

kültesinin kadınlara açılması ve iyi eği­ timli kadın doktorların yetişmesi için ça- J lışmalar yaptı.

Adı geçen ikinci kişi ise biyolog ve fizik antropolog Seniha T unakag’dır (1908). 1941 yılındâBerlin FredericlcWil- helm Üniversitesi'nden doktorasını alan Tunakan daha sonra da « Türklerde par­ mak izlerinin genetik ve antropolojik ba­ kımdan incelenmesi » konusunda bir tez hazırladı. Parmakizleri ve ikizler üzerine yaptığı çalışmalarıyla Tunakan, Türk hal- kinin genetik yapısı üzerine yapılan çalış­ malara öncülük etti.

20. yüzyılda her ne kadar kadınlar gitgide daha çok söz sahibi olmaya başla- miş olsalarda bu, bu konuda büyük bir teşvik olduğu anlamına gelmiyor. Max Planck’in da asistanlığını yapmış olan fi­ zik bilgini Lise Meitner (1878-1968) 1922’de Berlin Üniversitesinde « Kozmik Süreçlerde Radyoaktivitenin Önemi » ad­ li ilk konuşmasını yaptığında gazeteler bunu « Kozmetik S üreçler» olarak duyur­ muşlardı.

(*)seleninmey li@yahoo.com

Kaynakça :

History of Women in the Sciences, ed. Isis, The University of Chicago Press, 1999

Ogilvie, Marilyn B., Women in Science, MIT Press 1988

Ogilvie, Marilyn B„ The Biographical Dic­ tionary of Women in Science, Routledge, 2000

Schiebinger, Londa, Has Feminism Changed Science ?, London 1999

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Haddizatında Eukleides, Arkhimedes veya Ptolemaios gibi büyük ilim adamlarının mirasçıları olarak onların eserlerinin tetkik ve tedrisatını asla terk etmediler; kadim

boyunca elektrik ile ilgili pek çok önemli gelişme yaşanmıştır.1775 yılında pillere. yönelik ilk çalışma

• İlkçağ dönemi Çin uygarlığında bilimsel etkinlikler M.Ö.. 2500’lere

tanımaz. Böyle olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır konulamaz. Hatta, bu konular sayılamaz, sınıflandırılamaz.. Süreklilik: Bilimsel bilgi

Etkileşim merasimlerinin bu betimlemesinden sonra Collins’in bilim sosyolojisi teorisinin temel mefhumları olan kültürel sermaye, duygusal enerji, epistemik ağlar, tabakalaşmalar

yaptığımız panel sunumlarıyla birçok öğrenci arkadaşımıza bahsetme imkânı bulduk. Bu yazımda da elbette tüm İslam bilginlerinden söz etmek isterdim. Fakat

Eğer birinin üzerine yıldırım düşerse, diğerleri de onunla birlikte ölür.. Yan yana, göğüs göğüse, kafa kafaya duran kap- lanlar böylece ölüme birlikte gitme yemini

Khun’un farklı düşüncesi bilim tarihine bakmanın güçlü ve yeni yollarını göstermiş ve dönüm noktası olmuştur (Iliffe, 2016, s. Bu anlayışa göre bilimin gelişimin-