CUMHURİYET
- { —
T A H M İ N L E R
K Â Mİ L AKD
«Tuhfetülhattatîn»i, «Gülzarı Sevab» ı «Davhatül Küttab» ı dolduran on binler ce hattat arasında Kâmil Akdikin teknik mevkiini tayin etmeyi bu işin p i- yasasile uğraşanlara bırakıyorum. Beş altı senedenheri yakından tanıdığım K â mil Akdik, bence hayatındaki ve ese rindeki istikrar, ahenk, muvazene, ol gunluk itibarile devrimizin bütün san atkârları arasında en büyük üstaddı. Bu hükmü verirken sadece eserinden bah- setmeyip Hayatını da karıştırmam soylu yaratıcılarda hayatın, tefekkür ve ifa denin birbirinden ayrı şeyler olmayı şındandır. Onun düşüncesindeki istik rar hem eserine hem de hayatına ak setmişti. Hayatı eserini ve eseri haya tını inkâr etmiyordu.
Her ne pahasına olursa olsun yeninin peşinde koşmak için maziyi, an’aneyi in kârla yola çıkan, kâh Bizansa veya İtal yan primitiflerine, kâh zenci, kâh Ok yanus san’atlarma hayran olan, cu - bisme’i icad ettikten sonra Yunan şahe serleri önünde eğilen ve altmış yaşın da hâlâ kendini bulamıyan Yirminci asır ressamının karşısında o bir ehram gibi metin ve muvazenelidir. Can sıkıntısın dan, acizden gelen kısır ihtilâlleri ak lından geçirmemiş ve sadece yaşayan an’anenin yeni bir filizi olmaya çalış mıştır.
* * *
Hakikî san’at, bir daha değiştirme mek üzere kabul edilen bir yaşama tarzı olduğu için, Kâmil Akdik san’atı bir din gibi benimsemişti. Onun için bir «hendesei ruhaniye» olan hüsnühat bü tün varlığıydı. Her şeyi bu gayeye hiz met edecek tarzda tanzim ediyor ve on dan başka bir ihtirasın dimağında ne fes almasına İmkân bırakmıyordu. Dün yada en çok kıymet verdiği şey gözleri ve elleriydi. Görme kabiliyetinin azal ması veyahud ellerinin titremesi onun için ölüm demekti. Zira ona niçin ya şadığını solsalar belki şu iki kelime ile cevab verecek*!' Yazmak için.
Yazmak için az yemek yiyor, kolu incinmesin diye elinde hiç bir şey ta şımıyor ve gözlerine ihtimam için de hıfzıssıhha kaidelerinin en basitine bile kayıdsız, şartsız itaat ediyordu. 87 se nelik ömrünün son aylarında göziük takmadan, dimdik gezip dolaşan üsta dın «Bütün hayatımda karnımın doy duğunu bilmiyorum!» demesi bu niza ma nasıl bağlandığını göstermeğe kâ fidir.
Yazan
-— ;— ı
Burhan
Toprak
)
Kâmil Akdikin eserlerinden: Celi kelimei tevhid
hummalı faaliyetin içinde kendisini bul maya çalışmıştır.
* * *
«Dehanın uzun bir sabır ve sebat ol duğunu», tabiatin bile mükemmel bir eser meydana getirmek için birçok tas laklar yaptığını unutanlar Kâmil A kdi kin çok aradıktan, çok yorulduktan son ra yazısını imza ettiğini bir kusur ola rak ileri sürerler. Hiç aramadan, hiç yorulmadan ortaya çıkarılan ölü doğ muş eserlerin son derece bollaştığı bu devirde, Kâmil Akdikin bu kusuru belki en büyük bir meziyettir. Çünkü yarat ma meselelerinde talih ve tesadüfü ber taraf etmek, teferrüatı esas kadar k ıy - metlendirebilmek için başka yol yoktur. Kâmil Akdikin en basit bir yazı için bazan bin müsvedde yapacak kadar kendisini işine ihtirasla vermesi onun müstesna şahsiyetini teşkil eden un surlardan biridir, ilham, yorgunluğu nu gizleyen san’atkârın bir cilvesi de ğilse, tembellikten ve aza razı olm ak tan başka ne olabilir? Virtuosite’ye ge lince o da ekseriya saman alevi kadar ömrü olan bir cambazlıktır.
gürültüsüne kulak vermesi mümkün müdür? * * * Kâmil Akdiki kaybettik. Dedikleri gibi onun aziz vücudile bir devri göm
dük. Bu, doğru olduğu gibi yeni bir devrin çoktan açıldığı da doğrudur. Lâ tin harflerinin kabulünden sonra hüs nühatım ölümü muhakkaktı. Fakat asıl onu öldüren amil, canlı varlıkları re sim ve heykel vasıtasile temsil etmeyi yasak eden bazı hadisleri, kelimesi ke limesine kabul eden softa zihniyetinin ortadan kalkması ve yarım asırdanberi devletin resim ve heykel tedrisini ele almasıdır.
Ortaçağda bizde hakikî mikyasile re sim ve heykel yapmaya İmkân yoktu.
İran müslüman olduktan sonra: «Peki ama artık hayvan resimleri yapmıyacak mıyım, san’atımı bırakacak m ıyım ?» di yen bir ressama: «Evet yapacaksm, lâ kin hayvanların kafalarını kesmelisin, canlı görünmesinler, gayret et k i çi çeklere benzesinler!» diye cevab veri liyordu. Ve bu zihniyet bütün İslâm ülkelerine hâkimdi. Plâstik san’atiar kapısı böylece kapanınca zaruret dola- yısile halı, çini, hat gibi tezyini san atlar hiç bir memlekette görülmemiş bir inkişafa nail oldu. Bu hal normal değildi. Nitekim devlet lâikleşince tabiî bir aksülâmelle resimle heykel tezyini san’atlarm yerini almaya başladı ve ya rım asır zarfında vücudile iftihar ede bileceğimiz bir resim mektebi doğdu. Şimdi bütün arzumuz bu daha beşeri olan san’atlarda Kâmil Akdik ayarında şahsiyetlerin yetişmesidir.
Burhan T O P R A K
Biliyordu ki san’at uzun, hayat k ı sadır. Intihab şarttır ve vakit kimya dır. Bunun için nesihle, celi ile, rık’a İle, sülüsle ve divanî celisile bir müd det uğraştıktan sonra, kendisini nesihe veıdi. Çünkü bu eski yazıyı yazmak ona en hakikî müşkülle çarpışmak gibi geliyordu. Kolaydan, zahmetsizce elde edilenden, kendi kendini aldatmaktan nefret ettiği için herhangi bir hileye gel- miyen, yazıp bozmaya, yalayıp silmeye, iğneleyip silkmeye müsaid olmıyan ve bir bakışta sahibinin kemal derecesini meydana veren nesih onun tab’ma en uygun bir yazıvdi. Küçücük bir derviş hücresinden farkı olmıyan ve atölye vazifesini gören yatak odasında, tam yarım asır bu çileyi yaşamış ve bu
Gururun, şahsiyet iddiasının, nahve- tin, egoisme’in, her türlü hased ve ki nin kaynaştığı, çarpıştığı güzel san’at iar muhitinde Kâmil A kdik bu dava lara dudaklarında asla kahkahaya in - kilâb etmiyen, ruhunun saffet ve be kâretini aksettiren daimî bir tebessüm le bakmıştır. Onun herhangi bir iddiada bulunduğu görülmediği için mütevazı olduğuna hükmedilebilir. Bununla b e raber ölünceye kadar yanından ayır madığı ve -benim hakikî hocam ve mek tebim- dediği eski ustaların eserlerin den mürekkeb koleksiyonuna daldığı va kit, kendisini Şeyh, Hafız Osman, Y e - dikuleli Abdullah. İğrikapılı Rasim gibi büyüklerin müsavisi ve muadili saydı ğından hiç şüphe yoktur. Nimilâhlarm meclisinde yaşayanların fanilerin kuru
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi