f * ' **
! <** L ' owM «• V.
rsabam, ranır neyin kuk
yaşının içinde iken ölümüne daima hayıflanır ve bu tez gelmiş ölümün slebcpleri a- rasmda da, bilmiyorum sa hili midir, Zühdü Paşa yeri ne Maarif Nazırlığım ihraz eden ve kendisiyle ğeçinemi- yefek onun Şûrayi Devlet â/.alığiyle Maariften çıkarıl masına sebep olan Celâl Bey (bilâhare Paşanın, ikinci meş rutiyette de Efendinin) kendi hakkında Padişaha takdim ettiği jurmıllan yazmağa me mur edildikçe, bunları kale me almaktan duyduğu kahır ve azabı zikreder dururdu.
Kaldı ki, babam bazan böy le hüzün ve keder içinde an dığı Menemenli zadeyi bazan da içine rikkat karışan bir neş’e içinde hatırlayın anar,1 buna da bir kahve fincanı h.- kâyesi sebep olurdu: Tabir Bey kahveye ifratla düşkün müş. Bu Cihette, her gelişin de kendisine kahve gayetle mini mini bir fincanla getiri lir, bunun » üzerine kendisi teessürü taklid eden bir eda takınıp buna babamla —var sa— diğer misafirler kıs-kıs gülerlermiş. Tahir Bey bu mi ni mini fincanı iki yudumda boşalttıktan bir dakika geç- j meden de kapı yeniden açı lır, hizmetçi veya uşak baş ka bir tepsi içinde ve hemen, hemen çay fincanı iriliğinde bir kahve fincaniyle göiünür, bııııuıı üzerine marhum bir sevinç sayhası yükseltir ve etraftan kahkahalar ffşkırır- mış.
Bu komedyayı pek lâtif
bulup bilmem kaç kere tek rar ettirmiş olan babamın bilmem kaç kore de —her se fer neşesine mutlaka rikkat karışmak şaı-liyle ve sanki ilk defa anlatıyormuş gibi can ve gönüldeni— tekrar et- ,
tiğini çok güzel hatırlarım. Taiıir Bevin haremiyle ak- rabalığımıza gelince^ bu 6nun ‘‘kayın valdesi. ve 1 . bak Da hiliye Nazıiı ve Mısır fevka lâde Komiseri Rauf Paşanın da haremi olan hanımefendi nin büyük annem Ayşe Sıdı- ka hanımla kardeş çocukları, diğer bir ifade ile bu hanım
efendinin Çerkeş Hafız Paşa kızı, büyük annemin ise ye ğeni olmalarından, dolayıy mış. Bu büyük teyzemin is mini şu esnada hatırlamıyor sam da kızının, yâni Tyhir Beyin hareminin adının id man hanım olduğunu hiç u- nutrnadım, sade ebeveynim a- rasmda talâk vukua gelinceye
kadar herhalde o da bize gi dip gelirdi amma maalesef onun çehresini de hafızamda bulamıyorum. Fakat annem
babamdan ayrıldıktan, ken
disi de Tahir Beyin ölümüy le genç yaşında dul kaldık tan sonra babama varmak
arzusu izhar ettiğini, bunu
öğrenen annemin de ziyade siyle kırılıp artık bir daha kendisiyle hiç görüşmediğini bir kaç kere duymuştum.
Lem'an hanımın Tahir bey
den aldanmıyorsam üç ço
cuğu olmuş ve bunlardan er keği galiba/-., elçiliğe yüksel miş, kızlardan birinin de he nüz yirmi yaşlarında iken bir gönül üzüntüsü yüzünden ken
ı
dine kıyarak ölüp gitmişti. Diğer kızı ise V. Murad ke rimelerinden Fehime Sultan dan ayrılmış olan eski Da- mad Galip Paşaya varmış,
Sultandan evlâdı dünyaya
gelmeyen bu zattan duydu ğuma göre bir erkek çocuğu olup öldüğünü, hanımın da
bilâhare bu zattan ayrılıp
(Hâristan ve Gülistan) müel lifi ve seki Hariciye Müste şarı Ahmed Hikmet Beye va rarak bilâhare ondan dul kal dığım duymuş ve hiç de uza ğım olmamalarına rağmen ‘ onları görmek hevesine düş memiştim. Buna mukabil de üvey annem olmak istediği teinin edilen hanımı daima merak edip dururdum. Üvey anne sözünün güzel hayaller
canlandırmayışına rağmen
kendimi çocukluğumdan iti baren şefkat ve alâkadan ta mamen müreffeh geçmiş
yıl-lar esnasında da öyle malı- 1
rum hissettiğim zamanlar ol- 1
muştur ki, pek kibar olması j icabeden, babası da iki dedesi vezir ve müşir olan bu ka-
dıfıda vazife şuurunun ku
sursuzluğu ile uğratılmış bu
lunduğum nice haksızlığa
müsaade etmiyeceğine ve
nice çöküntüyü önleyeceğine hükmederek babamın bu iz divaca yanaşmamış olmasına yıllar boyu hep acınıp durur dufn. Bu teessüfü artık orta
yaşlılığa girmiş sayılacağım
bir tarihte, yâni 1949 yazında
bir gün o derece kuvvetle
hissettim ki, o tarıme herıuz hayatta bulunan ve artık pek yaşlı olması icabeden bu ha nımefendinin nerede otur makta olduğunu tahkik edip
öğrendim. Ve Yeşilköyün
ismini ilk defa duyduğum bir sokağına müteveccihen 0 tarihte oturduğum Rume li hisarından ayrıldım, Sir keciden trene binip Yeşilkö- ye vardım ve bütün bir yol culuktan sonra, sora sora, a- raya araya o söylenen sokağı bulabildim...
j Yabani ollar bürümüş bir
bahçe ortasında iki katlı bü- ' yücek bir köşktü. Bahçeye 1 girip binanın kapısına var dım, zile bastım, hiç ses şa da gelmeyince, «acaba kapı açık mı, içeri girip seslen-! semseslen-!» diye kapının tokma ğım çevirmek istedim, kilitli idi ve ikinci zile de hiç bir mukabele olmadı. Köşkün ar ka tarafında ikinci bir kapı bulunabileceğini düşünerek dolandım. Hakikaten bu iâ- ' 1 rafta da bir hizmet kapisi
vardı ve bunun ziline basma ğa lüzum olmadı: Aralıktı. Küçük bir tereddütten sonra içeri girdim ve kendimi ta
rif edilmez bir perişanlık,
haitâ pislik içinde yüzen bir sahanlıkla buldum. Sağında ve solunda iki kapı, yanda dar bir merdiven ve ölede
büyük bir sofaya açılması ge reken bir camekân vardı. Bir kâğ kere seslendikten sonra soldaki kapı arkasından ka lın ve haşin bir kadın sesi: — Ne istiyorsunuz? diye sordu. ‘
Bu ses Leman hanım tey zenin sesi olamazdı. Genç değilse de öyle yaşlı da ol- raıyan, kırklık, kırk beşlik bir insan sesiydi. Kelimeleri telâffuz edişi, şivesi ve eda sı itibariyle soranın bir hiz metçi olmadığı da belliydi.
Maksadımı söyledim ve hüviyetim hakkında bir im- | İlhana maruz kaldım. Büyük annem Ayşe Sıdıka hanım dan ve L... hanımın babası Rauf ve dedeleri Osman ve Çerkeş Hafız Paşaları zikre- i dip aramızdaki hısımlığın Ra uf Paşanın Ayşe Sıdıka ha nımın dayı zadesine damad oluşundan ileri geldiğini soy- I ledikten, Ayşe Sıdıka hanı- ! nün iki kızından Melek İlanı mın Sırrı Beyden dünyâya gelmiş oğlu olduğumu ilâve t ettikten sonra teyzemi ¿ün- | ya gözile bir kere görmek is- ! ♦ediğimi, bunun için de ' Ru meli hisarından kalkıp gel miş olduğumu temin eilim. İmtihanda tam numara alıp muvaffak olmuştum. Bunun la beraber meramıma ereme dim. Ses aynı huşutr i' mu hafaza etmek şârliyle: «Ken disi bugün evde değil. Kora* şuya gitti.» dedi ve «çağıriı-lamazlar mı?» diye ihtirazla soruşum üzerine de: «Hayır, çağıramayjz. Başka bir gün gelin.» diye kesip âttı. Fâkât o gün hakkında herhangi bir teklifle bulunmaktan da çe kindi.
İçimden hiddetlenmiş ve garip bir hüzne düşmüştüm. «— Peki, bir başka gün geli rim.» dedim ve tarif edilmez bir perişanlık içinde bulu nan, kırık dökük eşya duran
sahanlıktan geri döndüm, bir kaç süprüntü tenekesinin sı ralanmış olduğu küçük mer diveni ipe^ek vahşî otlayın bürüdüğü bahçeden geçtim, sessiz ve ıssız sokağa çıkıp düşüne düşüne istasyona
gej-dlf- , , 1
Ses o kadar haşin, âdeta öfkeli ve haindi, ihtiyar ka dının misafirliğe gitmiş ol ması o derecede masala ben ziyordu ki her kimse bu ka dının ziyaretimden hazzetme miş olduğu besbelliydi. Bu o gün evin perişan bir halde bulunmasından dolayı idiyse başka bir gün iesbii edilebi lir, bana «falan gün gel.» de nebilirdi. Bu da denmediğine göre demek ki Laman hanı
mı bir akrabasının görmesini her kim ise bu kadın istemi- " yordu. İçimdeki iğbirar ya vaş yavaş bir endişe, hattâ t ir korku halini aldı. Acaba beni bir dakika dinlendirme den, «— Vah vah,, uzak yer den boşuna gelmiş oldunuz.» demek nezaketini de esirge- | yerek göndermiş olan bu ha- j sin ve hain sesin sahibesi o- lan, acaba Leman teyzeyi bu uzak yerde kapatarak ve ak- rabalariyle görüşmesine mâ ni olarak ölümünde elmasla rına ve belki yanında sakla- ^ d:ğı müh;mce bir paraya sa- i hip olmağa çalışan bir eski cariye, bir eski kâhya kadın mıydı? Oğlu kimbilir nerede elçiydi, hattâ kimbilir, adını
sanını duymadığıma göre
belki ölmüştü de, ihtimal kı zı da hayatta değildi. İnsan bütün ölüm haberlerini gaze telerde muntazaman takip e- demiyor ki! Zavallı babamı bir eski hizmetçinin, son günlerde eyvah ki zevceliğe yükselmiş, yükselişinden üç av sonra da dul kalıvermiş bir Rum hizmetçinin pençe sinden kurtarmamış olmanın vicdan azabı içimi birden
yakmağa başladı. Oğlunun sağsa nerede elçi olduğunu öğreneyim ve vaziyeti hemen
kendisine bildireyim, diye
düşündüm ve her zamanki
gevşekliğim, harekele geç
mekteki aczim buna mâni oldu.
«Bu kadının konuşması
böyle olacak. Emekdaı-lar ha şin olurlar. Vakıa konuşma sı muniazamdı amma uzun
senelerdir leyzenin yanında
bulunduğuna göre görgüsü artmış olacak. Lisanı da ta biî düzelmiştir.» diye düşün
düm ve çocukluğumdaki,
gençliğimdeki eski adamları mızdan hem haşin hem mun tazam konuşan eski emek- darları hafızamda bulmağa çalıştım.
Galiba bir yıl kadar sonfa da bir gün gazetede L... ha nımefendinin ölüm haberini Okudum. Bu münasebetle de elçi oğlunun da. Galip Paşa dan ayrılmış ve Ahmet Hik met Beyden dul kalmış kızı nın da hayatta bulundukları nı öğrendim, fakat herhalde kızı yanında değildi. Yoksa bahçe o derecede bakımsız, sahanlık öyle pis ve perişan Olamazdı. Ve teyzesinin elini öpmeğe gelmiş bir akraba öyle düriişt bir şekilde ve tâ Rumeli hisarından geldiğini söylemesine rağmen bir oda ya alınıp eline bir fincan yor günlük kahvesi pişirilip ve rilmeden koğulamazdı.
Bu satırları yazarken dün ya gözile L... hanım teyzemi bir kere göremediğime üzü lüyor ve düşüncelere dalıyo rum, «— kimbilir, belki de benim için müşfik bir anne olurdu, beni nice hatadan ko rur, beni iyi yetiştirir ve he le zavallı babamı son sene
lerdeki acılarından —anlat
mağa kalemimin hâl^ varma dığı acılardan— masun kı lardı.» diye hâlâ yanıyorum..
Ardımda bıraktığım sene ler arttıkça kaleminden çı kan ne kadar benzemezmişim bana ben...
Beytini gittikçe dâlıa ¿ble
sevip tekrar ettiğim Mene
menli Zade Tahir Beyin çeh resini bir türlü h^tırlıyamı- yorum. Halbuki, (Edebiyatı Cedide) devrinden önce ken dini tanıtmış olup Recaí Zade Ekremiıı etrafında toplanmış şâirlerden biri olan ve (El- han) isimli kitabına Ekrem Beyce (Takdiri Elhan) ismi- ie o kitap uzunluğunda bir eser yazılmış bulunan bu za tın ismi, hafızama ilk nak-
golmuş isimlerden biridir.
Maarif Nezaretinde hayli u- zün bir zaman mektupçuluk etmiş bulunan Babam Sırrı Beyin kalem müdürü olduğu, aynı zamanda mülkiye mek tebi arkadaşı bulunduğu için evimizin daimî müdavimle rinden idi. Ayrıca da hare miyle valdem yakın denebi lecek bir derecede, yâni iki kardeş çocuğunun kızları ol duklarından arada bir ailevî karabet mevcuttu. Ebevey nim arasında talâk vukua gel mesi ve .babamın Maarif roek tupçuluğundan Şûrayi Dev let Tanzimat Dairesi âzalığma geçmesi, ziyaretlerine son vermemiş ve Tahir Bey 1903 de, henüz genç yaşında bir kalb sektesi neticesinde ölün ceye kadar, Ihlamurdaki evi-« mizin bir müdavimi kalmıştı.