S
eçen gün R tfneli kıyısından otobüsle şehre inerken, Kuruçeşme İlerisinde ve bir yoi dö- ne-meclnde karşısına ç:ka» iram- vayla otobüsümüz arasında kü çük bir çarpışma oldu ve arka sa hanlığımızın bir camı jıarçaîaıı- ¿1. Ben sahanlığın kapı tarafında
olduğumdan üzerime cam parça ları gelmedi ama, yine bir saniye korktum, içerdeki yolculardan şişmanca bir bayan bayılır gibi ol du, çapı parçaları kısmen üzerine gelen ve yanımda duran genç bir kıs haklı olarak hayli telâşa ka pıldı. Tramvay ve otobüs bir ıısüd det hareket etmediler, gerek İram vayı ve gerek otobüsü yürütmek le ¿devi bulunanlar kabahati ©1- nasMhkiarma dair bir miktar pro paganda yaparak bazı şahadetler temin etmeğe gayret gösterdiler. Bayılır gibi olup yüzü ile göğsüne kolonyalar serpilen şişmanca ka dın kendine geldikten sonra da bu yan baygın hali nefsine yakış tırarak bir miktar nazlandı, üze rime camlar düşen genç kız geçir diği korkunun eseri bir müddet sinirli sinirli güldü, ve nihayet, hayat bu olayın üzerinden geçip eski seyrini alarak, arabamız Tak sime doğru yoluna revan oldu. İmdi, dün, parmağının kenarını ve burnunun ucunu çizmemek şar tile üzerine cam parçalan düş müş oian genç kıza otobüste tek rar rastladım. Pek samimi görün düğü bir delikanlıya geçen gün başından geçen müthiş kazayı hi kâye ediyordu. Otobüs de tram vay da zedelenmişler, müteaddit yolcular bayıîıüış, bütün camlar şangır şungur yerlere düşmüş ken öyle ciddî yaralanan olmayı şı büyük bir baht eseri imiş ama
kentlisinin, en tehiikeli yerde bu lunmasına rağmen, sapasağlam kurtuluşu mucizelerin mucizesi imiş. Seyriseier de hemen hemen iki saat durmuş.
Fakat ne çare kİ, hikâye yeni inkişaflara erişmek üzere iken, genç kızın gözü bana ilişti ve bel ki sözlerini müiebessim dinleyi şimden o glin tâ yanında 'bulunu şumu hatırlıya* \ ;, kazasının tâ bir caizse mürViv yetini daha çok göremedi, meselâ birdenbire ba yılarak kollarda bir eczaneye ta- şınıiışmı anlatamadı. Kaldı ki, biz zat şahsen de bn kiiçük çarpışma yı bir iki kere anlatırken olayı azıcık geliştirmediğimden ve hele gösterdiğim sükûneti biraz etraf lıca tarif edip tebrikât kabulüne teşebbüs etmediğimden şimdi e- min değilim.
Bu pek hakir hâdiseyi kayde- dişimse mevzu kıtlığından değil, tarih yazmak için mutlaka (gözü ile görmüş veya gözü ile göreni dinlemiş olana müracaat) usulü nün ne kadar tehlikeli bir hareket teşkil edebileceğine gündelik h a yatımızdan bir misal getiriver- mek arzusundan ileri geliyor. Ma- * salarının başıma geçince, seziş! kudrefile Miehelet gibi büyük mü-! verrihler geçmiş asrm sırlarım çözer, kahramanlarının ruhlarında belki onların da varamadıkları derinliklere erişirlerdi. Şimdi ise müverrih her vakayı anlatırken gözü ile görmüş veya bunu teyze sinden, yahut eniştesinin dedesin den duymuş kimsenin şahadetini aramak ve bu şahadete dayan mak mecburiyetinde. Halbuki iş te otobüsteki genç kız, iki giin geçmeden hâdiseyi tamamile baş ka bir şekle soktu, inşallah alt mışına vardığı zaman - şayet o vakte kadar hatırından çıkmaz sa - müsademede altı kişiyi telef)
ederek sağ kolunun üzerindeki çiçek aşisîm da ihtimal ki, kaza günü aldığı yaranın izi diye gös terecek !
Tarih hiç bir zaman mutlak! hakikati tekrar edemediğine gö re, müverrihin rolünü başkaları nın yalanlarını tekrar derekesine indirmiyeüm. Onun bizzat tertip edeceği yalanlar daha mantıki ve belki daha şairane olamaz mı?
VYU - V
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta ha To ro s Arşivi