Halit Ziyanın mecmua ve ga zete sütunlarında çıkmış hatırala rını ihtiva eden ( Kırk y ı l ) adlı eserin ikinci cildi de intişar etti. Büyük üstadımın aile hayatiyle içinde yaşadığı muhtelif muhitleri, bütün şahısları keskin hatlarla çizip göstererek yaşatan, fakat üstadın kendi içine ve mahremi yetine bizi maalesef pek sokma yan eser, her halde daha bir kaç cilt tutacak ve edebiyatımı- zin pek fakir olan hatırat nev’ine bu ciltler kıymet ve servet bahş edecektir. Lâkin kırk yıldan ötesi ni Halit Ziya anlatmıyacak mı ? Bu yazıların sonuncusu ( Aşkı Mem nu) müellifin Sultan Hamidin hal’i üzerine Mabeyin baş kitabetine getirmiş ve bu gelişi anlatan ya zının altına ( son ) sözü konmuştu. Niçin gizliyelim ki biz Halit Ziya nın çocukluk ve gençlik hatırala rında kendisini daha fazla g ö r mek, kendi hislerini ve kendi ha yatını - bu çok saygısız bir te menni olmakla beraber - kendi hayatını, doğrudan doğruya ken disini tanımak ve öğrenmek
iste-riz. Buna en fazla muvaffak ol duğumuzu sandığımız, üstadı bize en yakın zannettiğimiz zamanlar da da o resmî kalarak bizden sami miyetini, mahremiyetini esirge - mektedir.
Hatıralarının Dolmabahçe Sa rayının eşiğinde kesilmesine ise asla razı değiliz. O vakta kadar bizi İzmir rıhtımı boyuyla Reji idaresinde ve nihayet daha evvel edebiyatı cedidenin ikinci dere cedeki simaları tarafından anla tılmış hatıraları içinde yaşatan Halit Ziya 1909 dan itibaren çok mühim bir âlemin manzarasını edebiyatımıza zammedebilecek, ve Osman lı imparatorluğunun son yıllarından bir kaçını bin bir ro mana mevzu olabilecek zenginlik leriyle getirebilecektir. Üstadın bu yıllara ait hatıralarını bizden, e- debiyatımızdan ve tarihimizden e- sirgemiyeceğini, bu hatıraların ya zılmış olduğunu, sade güzel ve büyük ismini ateşi daha soğuma mış bir takım nizalara karıştır maktan çekinerek bunların neşrini heş on yıl ileriye bıraktığını uma
lım.
Her sabah, İstanbul gazeteleri ö- nünde elim ilkönce Cumhuriyete u- zamr, ve, aradığım, yazık ki nadiren bulur. Aranan şey, Halit Ziyanın bu gazete sütunlarında ve (Saray ve Ö- tesi) başlığı altında intişar eden ha tıralarıdır ve bu hatıralar maalesef
pek uzun fasılalarla çıkmaktadır. (Aşkı Memnu) müellifi hayatının kırkıncı senesine kadarki zamam (Kırk Yıl) serlevhasını taşıyan beş küçük ciltte neşretmişti. O zaman dan yani 1909 evailinden başlayan devreye ancak üç cilt tahsis ettiği ni haber veriyor. Şimdiye kadar yir mi sekiz yılı ihtiva eden ve daha pek uzun seneleri ihtiva eylemesi can - dan dilenen ve içinde Halit Ziyanın edebiyat tarihinden doğrudan doğ - rüya tarihe geçtiği yıllar bulunan bu devre için üç cilt, hem belki (Kırk Yıl) m narin ve zarif ciltleri gibi olacak üç cilt, bununla asla ik tifa edemiyeceğimizi üstada saygı i- le arzetmek isterim.
(Saray ve Ötesi) ciltlerinin onun eserleri arasında ve Türk edebiyatı tarihinde işgal edeceği )nevkiden bahsetmeğe ise henüz imkân yok - tur. Fakat her halde şu muhakkak ki, eğer bu ciltlerden Beşinci Sul - tan Mehmedin saray ve saltanatına ait olacak sahifeler Kardinal de Retz
ile Saint - Simon’nun bırakmış ol - dukları saray hatıralannm Fransız edebiyatma temin ettiği servetin e- şini edebiyatımıza vermiyecekse, keyfiyet, Halit Ziyanın onlar kadar ve hiç değilse İkincisi kadar kuvvet li olmamasından değil, lâkin onlar gibi ellerindeki kalemi ve önlerin - deki kâğıdı yakacak bir kin ve ih - tirasla yazmayışmdan, hattâ hemen her hatırladığım bir nezahat ve fa zilet nümunesi olarak tasvir edecek mertebede lütûfkâr, nazik ve müsa- mehâkar oluşundandır. Maamafih, bu temayül ve zaafın husule getirdi ği yumuşak, sakin hattâ yer yer sı kıcı havaya rağmen, bu hatıralarda gene cidden nefis ve eşsiz parçalar var. Meselâ, 31 Mart isyanına sebe
biyet vermekle ittiham edilmiş kim selerden ilk kafilenin darağaçlarına çekilecekleri sabahın gecesini ken disine Dolmabahçe sarayında geçirt mekten bir nevi kuvvet bekleyen ve idam hükümleri imzaya geleli her zamandan fazla namaz kılan ihtiyar hünkârın, gece, mabeyn dairesinden nihayet ayrılarak yarı karanlık deh lizlerden hareme gidişini; bu gidiş te hiç konuşmadan kendisini bera - ber götürdükten sonra, harem ka - pısmda, sade: (Ne olacak?) diye so
rup bir cevap istemeden ayrılışım, ve hükârın üzerine ağır kapılar ka panınca onun, Halit Ziyanın, ayni dehlizleri bir kaç adım başında bir fener söndürerek geçilmiş yolları arkalarında simsiyah eden bir ha - rem ağasile beraber katedip mabey ne dönüşünü, yatacağı ve uyuyamı- yacağı odaya girişini tesvir eden sa tırlar... Bu satırlarda üstad muvaf fakiyetin azâmisine erişmiştir.
Hatıraların şimdiye kadar intişar eden sahifelerinde en keskin hatlar- lar tasvir edilen çehre Beşinci Sul tan Reşat, ihtiyar, hastalıklı, zekâ
ve kabiliyeti esasen vasat, esaslı bir tahsilden mahrum büyütüldükten sonra amcası Abdülazizin saltanat müddetini atıl ve ağabeyisi Abdül - hamidi saninin otuz üç yıllık zamanı nı da mahpus geçirmiş ve bu mah - pusiyet devresi içinde fazla hodkâm, korkak ve biraz da münafik olmuş, fakat bazılarının tasvir ve iddia et tikleri gibi âdetâ ağzının salyaları akan bir ebleh, meselâ bir ikinci Mustafayi evvel olmaktan da pek u- zak kalmış bulunan o talisiz ve gü - nahsız padişahtır. Onun masum tu haflıklarım, meselâ zinde ve sakalı
boyalı Sultan Hamidden sonra bem beyaz sakalile fazla ihtiyar görün - mekten çekinerek s ak alanı ¿sarıya boyamak isteyip boyadan ne netice alınacağım anlamak üzere de türlü mukaddimeler ve iltifatlarla baş kâ tibine yani hatıratın muharririne boya kutuları göndermesini tarif e- den sahifalarda esen bir istihza ha - vasi var ki, insanı bir bahar serin liği gibi lâtif ve taze okşuyor. Ve böyle yerlerde, Halit Ziyanın duc de Saint - Simon gibi ihtiraslı, garezli ve kinli, ve ihtiraslarının istediği gi bi tatmin edilmeyişile yanıp köpü rerek hep zehirler saçan ve herkesi çamura sıvayan bir ruhu olmadığı na insan teşekkür etmiyor değil. Çünkü, dilemiş ve beklemiş oldu - ğu mansaplara erişemeden uzun yıl lar geçirdiği Versay sarayımn baş ta Güneş Kral On Dördüncü Louis olduğu halde bütün simalarım giz li defterlerinde her gece, gizli gizli, en kirli ayıplariyle ebediyet için teşhir etmekle avunmuş olan Fran sız asilzadesinin eserinde böyle yu muşak ve tatlı istihzalar, nevazişli tebessümler hemen yok gibidir...
Bilmiyorum, henüz gelmeyen Cumhuriyet gazetesinin bugünkü nüshasında (Saray ve Ötesi) nin ye ni bir parçası var mı?.
7
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi