8 8 y ı l ı n
s e v i n ç l e r i
,ü z ü n t ü l e r i
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun
y a ş a m ı n d a n k e s i t l e r
MERİÇ VELİDEDEOĞLU’nun
yazı dizisi yarın Cumhuriyet’te
SAYFA CUMHURİYET
d iz i
‘Bolşevik öğrenciler' K onya sürgünü
Bugün 24 şubat, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun bir yıl önce aramızdan ayrıldığı gün. O günden bu yana
Velidedeoğlu’nun Prof. Sarıca gibi öğrenci dostları, Prof.
Cemalettin öner gibi doktor
dostlan da son yolculuklarına çıktılar.
Velidedeoğlu bu kayıplan duysaydı -kendi deyişiyle- uzun yaşamanın faturası olarak yine acılannı içine gömmenin ezikliğini yaşayacaktı. Ama, ‘yiğit dostum’ diye hitabettiği
Uğur Mumcu’nun kaybına
sanınm dayanamazdı... Son soluklanna dek ülkesinin esenliği için çırpman insanlann, hele bu uğurda yaşamla ölümü eş tutarak ölümü göğüsleyenlerin, hayatlanyla ilgili olaylann, olgulann yazılarak kalıcı bir duruma gelmesinin gerektiğine inananlardanım.
Bu inanca dayanarak kaleme alman bu yazıda,
Velidedeoğlu’nun sevinçleriyle, üzüntüleriyle oluşan yaşam yumağının kimi düğümlerini çözmeye çalıştım. Umarım bir gün yumağın tümü açılarak yazıya dönüşür.
★ ★ ★
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
“Benim yaşamımın ilk 15 yılı bir Osmanlı çocuğu, 4 yılı Milli Mücadele genci, geriye kalanı Cumhuriyet vatandaşı olarak geçti” diyerek, ömrünü
bölümlere ayırmıştı. Demek ki 24 Şubat 1992’ye dek, 69 yıl cumhuriyet vatandaşı olarak yaşadı.
Velidedeoğlu’nun bu bölümlemesini biraz açarsak, onun Milli Mücadele’nin sarsılmaz dayancından, “ulusal kükreyiş” diye nitelediği ‘Kuvayi Milliye Ruhu’ndan, ilk Meclis’in Kurtuluş Savaşı’nı veren inanmışlığından, İkinci Meclis’in devrimci gücünden aşama aşama geçerek, laik, çağdaş Türkiye’nin yurttaşı olmaya ulaştığını görürüz. İşte bu aşamaların Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini nasıl ördüklerini anlatmaya, bu kavramları öğretmeye, sonraki yıllarda da savunmaya bir ömür adadı Hıfzı Veldet Velidedeoğlu.
88 YILIN SEVİNÇLERİ,
HÜZÜNLERİ
MERİÇ VELİDEDEOĞLU
► Hıfzı Veldet V elidedeoğlu “ Benim yaşam ım ın ilk 15 yılı bir
O sm anlı çocuğu, 4 yılı Milli M ücadele genci, geriye kalanı
C um huriyet vatandaşı o larak geçti” diyerek, ö m rü n ü bölüm lere
ayırm ıştı. D em ek ki 24 Ş u b at 1992’ye dek, 69 yıl cum huriyet
vatandaşı o larak yaşadı.
► O günlerde her k o n u d a M eclis’e başvurulm ası olağandır. Milli
Eğitim B akam ’nın so ru n ların a ilgisiz kaldığından söz eden dilekçe.
R ıza N u r’un eline geçince kıyam et ko p ar.
Ankara Sultanisi’nin 787 nolu öğrencisi Mustafa Hıfzı
Milli Eğitim Bakanı Rıza Nur tarafından‘Bolşevik’ ilan edilen Konya sürgünleri. Yıl: 1920 (Veli dedeoğlu oturanların sağ başında)
1942’de
Profesör olan
Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu,
meslektaşı
Prof.Schwaz
ve öğrencisi
Muammer
Aksoy ile
Doğal olarak bu uzun adayış sürecinde, onu sevindiren, acı veren, üzen pek çok olayı da, savaşımlarıyla birlikte yaşayacaktır. “ 15 yıllık Osmanlı çocuğu” dediği dönemi bir yana bırakırsak, ilk büyük sevinci 23 Nisan 1920’de
yaşar. Bu yılın haziran ayında da ilk kez Atatürk ile karşılıklı konuşma heyecanını tadar. Memur olarak bulunduğu bu ilk Meclis’te, Atatürk ile ikinci konuşmasında, yüreğinin göğsünden fırlayacakmış gibi atışını, bu anısını her
anlattığında duyumsar. Ne var ki bu sevinçleri izleyen üzüntü hemen bcliriverir.
• 1920 yılının aralık ayı sonunda, Büyük Millet Meclisi’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur tarafından ‘Bolşevik’ olmakla
suçlanıp Konya’ya sürülmesi, Milli Mücadele yıllan üzüntülerinin en başta gelenidir.
Ankara Lisesi’nin oldukça dik başlı öğrencilerinden 787 no.lu Mustafa Hıfzı’nm okul yönetimi hakkında şikayetleri
vardır. Bunlan sekiz maddede toplayıp, bir dilekçe yazar. Kendisiyle birlikte on iki öğrencinin imzaladığı dilekçeyi, Milli Eğitim Bakanlığı'na götürür verir. Ne var ki istedikleri sonucu alamazlar, yeniden bir dilekçe düzenlenir, imza sayısı 50’ye yükselir. Dilekçenin verileceği makam bu kez Meclis Başkanlığı'dır. O günlerde her konuda “ Meclis’e
başvurulması olağandır. Milli Eğitim Bakanı’nm sorunlarına ilgisiz kaldığından söz eden dilekçe, Rıza Nur’un eline geçince kıyamet kopar. Okula hemen M aarif Müdürü gelir, elebaşı olarak görülen 12 öğrenciyi sorgulamak üzere alıp M aarif M üdürlüğü’ne getirir. Ellerine kağıt kalem verilen öğrencilere birtakım sorular yazdırır, soruların Rıza Nur tarafından düzenlendiğini, hepsine doğru yanıtlar vermelerini ister. Milli Eğitim Bakanı’nın özellikle kendisinin düzenlediği sorular ise: Sosyalizm nedir? Ne zamandan beri Bolşeviksiniz? Kimlerle toplantı yapıyorsunuz? Nerelerde toplanıyorsunuz? gibi konular doğrultusundadır.
Aradan üç gün geçer, bu kez okula Rıza Nur gelir.
Sorgulama sonucunda 12 öğrencinin ‘Bolşevik’ olduklarına karar vermiştir. Kararı öğrencilere kendisi okur: 12 Bolşevik öğrenciden altısı okuldan atılacak, içlerinde Velidedeoğlu’nun da bulunduğu öteki altı öğrenci de Konya’ya sürülecektir. Bakan Rıza Nur okulun tüm öğrencilerine de gözdağı verdikten sonra, okul yönetimince payton arabasına kadar geçirilerek uğurlanır.
SAYFA CUMHURİYET
12
DİZİ
H I F Z I
V E L D E T
V E L İ D E D E O Ğ L U
88 YILIN SEVİNÇLERİ,
HÜZÜNLERİ
MERİÇ VELİDEDEOĞLU16
yaşında savaşmak için
Kuvayi Milliye’ye yazıldı
-
2
-Velidedeoğlu’nun, Rıza Nur ile bu ilk çatışmasıdır. Daha sonraki yıllarda Rıza Nur’un Atatürk’e yönelttiği yalan dolu saldırılar, Atatürk karşıtlarınca zaman zaman ortalara döküldüğünde de bunlara ilk karşı çıkanlardan biri olacak, Rıza N ur’un nankörlüğünü olaylann içinde yaşayan canlı bir tanık olarak sergileyecektir.
• Yıl sonu okul tatilinde Ankara’ya gidip sürgünü geri aldırtan Velidedeoğlu, bu kez Meclis’te, A tatürk’e karşıt grupların oluşmasına son derece üzülecektir. Henüz daha pek genç ruhu-16yaşını sürmektedir- bu karşıtlığa isyan etmekte, öfkesini dışarıya vurma fırsatı aramaktadır. Bunu çok geçmeden ya kalayacaktır. ‘İkinci Grup’ diye adlandırılan bu karşıt
milletvekilleri kalpaklarını önlemesine, yani kalpağın sivri tarafları öne ve arkaya gelecek biçimde giymeye başlayınca, genç Hıfzı Veldet de 600 kuruşluk Meclis memurluğu maaşından ayırdığı parayla hemen kendisine siyah kuzu derisinden bir Kuvayi Milliye kalpağı satın alır. Bunu Mustafa Kemal’i destekleyen
Birinci Grup (Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu) milletvekillerinin giydi ği gibi yanlamasına, yani ilk Kuvayi Milliye biçiminde giyerek, onların yanında yer alır. Böylece tepkisini belirt mek, üzüntüsünü az da olsa hafifletir. Ne var ki bu uzun süreli olmaz.
• Çarpışmaların ilerlediği günlerde Ankara Lisesi’nin genç öğrencileri gönüllü olarak
Kuvayi Milliye’ye yazılıp, Demirci savaşlarına kaülmak
isterler. Yaşı henüz 16’yı bile doldurmamış olan Hıfzı Veldet ile kimi arkadaşlarının başvuruları geri çevrilir, ama kendinden iki yaş büyük sıra arkadaşı Ahısİcalı Tahsin ile üst sınıflardan yaşlan tutan öğrencileri gönüllü yazarlar.
Yerli kumaş kullanma zorunluluğu destekleme anısı (1924)
Ahıskalı T ahsin cepheye — gitmeden bir gün önce annesine yazdığı bir mektubu ve yüzüğünü cepheden geri dönmezse annesine teslim edilmek üzere sıra arkadaşı Mustafa Hıfzı’ya verir.
Öğrenci gönüllüler ancak okul tatillerinde çarpışmalara katılabiliyorlardı. Okul açıldığında cepheden
gönüllüler dönünce, aralarında Tahsin’in olmayışı
Velidedeoğlu’nun bir yaşam boyu yüreğinde taşıyacağı acılardan birini oluşturur.
Arkadaşının vasiyetini yerine getirmek için, mektubu ve yüzüğü Batum milletvekili Hoca Nuri Efendi’ye verip, Tahsin’in Ahıska’daki annesine ulaştırması için aracılık yapmasını rica eder. Batum milletvekilinden
mektu-yasasını Kuvayi Milliye kalpağı ile “ Bi- Kuvayi Milliye’ye “Gönüllü“ yazılma isteğinin anısı ( ayakta sol başta) rinci gurubun “ yanında yeraldı
► Yıl sonu okul tatilinde Ankara’ya gidip sürgünü geri
aldırtan Velidedeoğlu, bu kez Meclis’te, A tatürk’e karşıt
grupların oluşmasına son derece üzülecektir.
bun yerine ulaştığı haberi gelene kadar da yüreği çarpar durur.
• 1922 yılına gelindiğinde, Velidedeoğlu Trabzon’da lise son sımfıokumaktadır. O sırada Yunanlıların Averof adlı zırhlısının Samsun’u bombala dığı haberi okulda büyük bir heyecan yaraür: Hava
karardığında, yatılı öğrencilerle birlikte ilk protesto yürüyü şünü, o günkü adıyla ilk nümayişini yapar: Ellerinde fenerlerle, marşlar söyleyerek kentin içinde dolaşırlar. Okula
döndüklerinde herhangi bir so ruşturma açılmaz. Bu
Velidedeoğlu için çok önemlidir. Çünkü böyle bir durumla karşılaşsaydı bu onun ikinci soruşturması olacaktı, îlki din dersi hocası ile yaptığı bir tartışma sonucunda açılmıştı.
• Din dersleri
öğretmenlerinin günümüzde olduğu gibi, o yıllarda da bir sorun olduğu
Velidedeoğlu’nun bu anısından anlaşılmaktadır.
Trabzon Lisesi’nin din bilgisi
hocası, Oflu Recep Efendi’dir. Derslerin birinde Velidedeoğlu:
“Milli Mücadele bir cihat mıdır’’ diye sorunca, Hoca
Efendi kızgın bir biçimde: “Sen talebesin böyle şeylere karışma” diyerek onu yerine oturtur. Hoca bu tek
öğrencisine öfkelidir, öğrencisi de ona tutumundan dolayı içerlemektedir. Oflu Recep Efendi, 12’nci sınıfın din dersleri programına göre
‘Kitab-ün-nikah’ (Dini evlenme
ve boşanma) kurallarını anlattığı bir dersinde zifaf
bahsini de ele alır; önce bir takım Arapça dualar okuyarak konuya kutsal bir hava verir, daha sonra bir okulda sözü edilemeyecek o denli ay rıntılara girer ki, dayanamayan Velidedeoğlu, gözü kapalı olarak konuşan hocasından söz ister, duyuramayınca sıraya vurarak: “Affedersiniz Hocam, bu anlattıklarınız
Kuranı Kerim'de var mıdır” sorusuna “Vardır” yanıtını alınca, on sekiz yaşın körüklediği onca gerilim ve öfke ile ‘olamaz’ der, Hoca: “Ne biliyorsun” diye sorunca da: “Çünkü benim bildiğim kadar, Cenab-ı Hak böyle süfli işlerle uğraşmaz” yamtını verir.
SAYFA CUMHURİYET
D iz i
C u m h u riyet’m ila n ı v e b ir ü zü n tü
Çok öfkelenen Hoca Efendi onu sınıftan çıkarmak isterse de, Velidedeoğlu çıkmaz, o çıkar gider. Hemen “Dine, Kuran’a küfretmek, öğretmene karşı gelmek” suçlarından okuldan ‘müebbet olarak tard’ yani büsbütün kovulmasını . isteyen bir rapor yazar, Müdür
Ali Canip Bey’e verir. Ünlü , yazıncımız (edebiyatçımız) Ali
Canip Bey, işin içinde bir bityeniği olduğunu sezer, ' Velidedeoğlu’na yalnızca
'‘öğretmene karşı gelmek suçundan dört izinsiz” cezası vererek sonucu öğrencisi lehine çözümler. Böylece yaşam boyu sürecek bir üzüntünün ..oluşmasını önler.
• Başka bir olay olmadan Trabzon Lisesi’ni bitiren Velidedeoğlu, Meclis’te ikinci kez göreve başlamadan önce İstanbul’a gitmek ister. Trabzon’dan Samsun’a geçer, Osmanlı hükümetinin karasularımızda yolcu taşıma hakkını armağan ettiği, Fransızların ‘Friji’ vapuruyla İstanbul’a gelir. İstanbul’da ilk görmek istediği, ünlü ‘Caddei Kebir’den (İstiklal Caddesi), Adalar’dan, Boğaz’dan önce halkın ‘Bulgur Palas’ adını taktığı yapıdır.
1915-1919 yılları arasında
Yozgat Sultanisi’ndeyken adını duyduğu bu yapıyı çok merak etmektedir. Öğrenciler, açlığını içine bastıran Anadolu halkının ürettikleri buğdayların çuval çuval savaş ortağımız Almanlara gönderildiğini bilmektedir. Okulun
laboratuvar niteliğindeki doğa bilimleri dersliğinde,
Almanya’dan gönderilen bu bilimlerle ilgili birçok tablo, renk renk grafik, bir sürü araç gereç karşısında oyalanarak, ; başka bir dünyaya dalan
öğrenciler, halkın o büyük özverisini, bir bakıma gerekli gibi görürler.
Ama İstanbul’da, işgalcilerle işbirliği yapıp, halka dağıtılacak bulguru ele geçirerek karaborsada satan, bu karaparayla da o zamana göre böyle gösterişli binalar yaptıranlara karşı öğrenciler kin ve nefretle doluydular. İşte
‘Bulgur Palas’ı bu gibilerin bir
simgesi olarak algılayan 18 yaşındaki Hıfzı Veldet,
88 YILIN SEVİNÇLERİ,
HÜZÜNLERİ
MERİÇ VELİDEDEOĞLU
Trakya’da Lefeci Köyü’ndeki alayda emir eri Selim ile (1942)
İstanbul a varır varmaz bu yapıyı gider görür. Ne var ki yıllar sonra Velidedeoğlu, bu mütareke devri bulgurcularının ilk önce çocuklarının, sonra torunlarının, devlet
yönetiminin en üst düzeylerine ulaşma ve menfaat sağlama çabalan karşısında, bu küçük saraycığı yapanlara haksızlık ettiğini belirtecektir.
• Ote yandan kimi
üzüntülerini de Velidedeoğlu kendi yaratmaktadır. Örneğin, Meclis’te uzun uzun
tartışmalan yapılan ‘Yerli
Kumaş Kullanma Zorunluğu Yasası’nı içten desteklemekte,
tasanda yer alan: “ Büyük Millet Meclisi üyeleriyle, bütün
► Başka bir olay olmadan Trabzon Lisesi’ni bitiren Velidedeoğlu,
Meclis’te ikinci kez göreve başlamadan önce İstanbul’a gitmek ister.
Trabzon’dan Samsun’a geçer, Osmanlı hükümetinin karasularımızda
yolcu taşıma hakkını armağan ettiği, Fransızların ‘Friji’ vapuruyla
İstanbul’a gelir.
► Dışarı çıkınca top sesleri duyar, koşarak soluk soluğa Meclis’e ulaşır.
Ne var ki oturum dağılmaktadır, oysa cumhuriyet ilan edilmiş, Mustafa
Kemal Paşa oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçilmiştir. Genç Hıfzı Veldet
bu coşkulu anın ancak son dakikalarına yetişebilmiştir.
hükümet memurları ve görevlileri, jandarma, belediye başkan ve üyeleriyle, Genel Meclis üyeleri, okulların kadın ve erkek öğretmenler ve yatılı okul öğrencileri yerli kumaştan elbise giymek zorundadırlar” biçimindeki yaptırımının uygulanmasını yürekten istemektedir.
Tasan, Meclis’te tartışılırken kimi milletvekillerinin yerli dokumanın kaba saba olduğunu söylemelerine de adamakıllı içerlemiştir. Ama bir gün kendini rahatlatacak bir çözüm bulur. Yerli kumaştan bir takım elbise diktirir. Terzi, giysiyi genç Hıfzı Veldel’in üstünde pek güzel
duracak biçimde hazırlar. Böylece kendisini hem çok şık görmekte, hem de yasaya karşı gelen milletvekillerine yanıldıklannı kanıtlama olanağı elde ettiğine inanmaktadır. Tek olumsuz yön, her sabah pantolonu ütüleme zorunluğudur. Ne var ki, kısa bir süre sonra ona da bir çare bulur. Pantolon geceleri yatağın altına düzgün bir biçimde yatırılır, böylece birkaç gün süreyle ütülemeden giyilebilir. Velidedeoğlu bu giysiyle bir fotoğraf çektirmeyi
1928’de
Ankara
Hukuk
Fakülte
si’™
bitiren
“Hıfzı
İlhan”
Avrupa’
ya gide
bilmek
için kefil
olacak
birini
arar.
Çünkü
Adalet
Bakanlığı
bunu
koşul
olarak
one
sürer.
de unutmaz.• Şimdi sözü edilecek durum büyük bir şanssızlıktan kaynaklanır. Velidedeoğlu'nda öfkeye varacak bir üzüntüye neden olan bu olay, tarihsel bir sevince zamanında
yetişememekten doğar. 29 Ekim 1923 günü öğleden sonra amiri Velidedeoğlu’nu daha önce Meclis’ten
gönderildiği halde kaybolduğu anlaşılan çok önemli bir , yazışma hakkında bilgi almak için, İçişleri Bakanlığı’na gönderir. Arama işi uzun sürer.
Sonunda yazışma bulunur. Dışarı çıkınca top sesleri duyar, koşarak soluk soluğa Meclis’e ulaşır. Ne var ki oturum dağılmaktadır, oysa cumhuriyet ilan edilmiş, Mustafa Kemal Paşa oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçilmiştir. Genç Hıfzı Veldet bu coşkulu anın ancak son dakikalanna yetişebilmiştir. Velidedeoğlu bu anısını anlatırken o günkü üzüntüsünü hep aynı yoğunlukta yaşar ve bunu: “O gün Meclis’te, cumhuriyet ilan edileceğini daha önceden bilseydim, dünya yıkılsa ve beni görevimden alacaklarını bilsem, yine isyan eder, oradan ayrılmazdım” diyerek belirtirdi.
• Ne var ki, 1928 yılında bir başka içburukluğu kapıda beklemektedir. O yıl Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Hıfzı İlhan (o aralar bu adı da kullanmaktadır), yurtdışma öğrenci göndermek için devletçe açılan bir sınava girer. Sınav başarılı geçer, dahası, birinci olmuştur, yüreğini büyük bir sevinç kaplar. Ama kısa bir süre sonra bu sevinç, içini dağlayan bir acıya dönüşecektir. Çünkü sınavı açan Adalet Bakanlığı, yurtdışından dönüşte, bakanlığın göstereceği yerde çalışmadığı takdirde, harcadığı paranın iki katını geri
ödeyeceğine dair noterden onaylanmış bir belge ve bir de kefil istemektedir.
Velidedeoğlu bu durumu dostluk kurduğu
milletvekillerinden Necip Ali Bey’e açar. Necip Ali hemen kabul eder imzalarsa da geçerli sayılmaz. Çünkü bakanlık kefil olacak kişinin Ankara Ticaret Odası’na kayıtlı tüccar olma koşulunu arar.
SAYFA CUMHURİYET 27 ŞUBAT 1993 CUMARTESİ
12
H I F Z I
V E L D E T
■¿ r
* MV E L İ D E D E O Ğ L U
s* *j
88 YILIN SEVİNÇLERİ,
HÜZÜNLERİ
MERİÇ VELİDEDEOĞLU4
-Bunun üzerine Necip Ali Bey’le birlikte, Meclis’teki birçok tüccar milletvekiline başvururlar, hemen hepsinden de sözbirliği etmiş gibi: “Biz kefil olmamaya yeminliyiz” yanıtını alırlar.
Genç Hıfzı Veldct, bu milletvekillerinin kimilerinin Meclis kürsüsünde
konuşmalarını dinlerken, onları her yönleriyle kendine örnek olarak görmektedir. Şimdi bu değer yargılarıyla neredeyse yıkılmak üzeredir.
Milletvekillerine yaptıkları imza turlarından yorgun, küskün olarak Samanpazan’ndaki evine dönerken, alışveriş yaptıkları eczaneye uğrar, başının ağrısını biraz olsun dindirmek için bir aspirin almak ister. Durumunu gören dost eczacı Seyit Bey, ne olduğunu sorar, aldığı yanıt karşısında: “Bana niçin söylemediniz, ben odaya kayıtlıyım, verin imza edeyim” demesine bir türlü inanamaz, şaşkınlıkla kağıdı uzatır. Böylece üzüntüsü sevince dönüşür.
• Velidedeoğlu, İsviçre’de doktorasını verip, 1934 yılında Türkiye’ye döner, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doçent olarak göreve başlar. Bir yıl sonra,
1935’te üniversitelerin son sınıflarına yeni konulan “İnkılap Tarihi Derslcri”ni vermek üzere görevlendirilen doçentler arasında yer alır. Bu görev onu son derece mutlu eder. Çünkü coşkuyla içinde yaşadığı, tanık olduğu bir tarih dilimini, bu kez bilim adamının görüş ve yorumuyla öğrencilerine aktaracaktır.
1965 yılına dek 30 yıl sürecek olan bu görevinde amiri, tıpkı ilk
Meclis’te olduğu gibi, Sayın Recep Peker'dir. Başlangıçta, profesör unvanı ile kimi milletvekillerinin bu dersleri vermesi kararlaştırılmıştır. Hıfzı Veldet de işte bunlardan biri olan Recep Peker’in doçentidir. Velidedeoğlu, ilişkileri ilk Meclis’te olduğu gibi, sevgiyle, saygıyla sürdürmektedir. Recep Peker de doçentinden
memnundur, ta ki 1937 yılında aralarında şu konuşma geçinceye
► 1938 yılının sonlarına
doğru derin bir üzüntü
yalnız Velidedeoğlu’nu
değil bütün ulusu
kaplayacaktır. 10
Kasım’da A tatürk’ü
yitirmenin onulmaz
acısını, gençlik içine
gömememektedir.
Üniversitede A tatürk’ü
sonsuz yolculuğuna
uğurlarken yapılacak
konuşma için, Senato
Doç. Dr. Hıfzı Veldet’i
görevlendirir.
► Velidedeoğlu 1942
yılında profesör olur.
Ama profesör olmadan
önce de askere alın ır.
1940 yılından 1942 yılına
dek sürecek askerliğinin
türlü aşamalarıyla ilgili,
örneğin, yedek subay
okulundan
mezuniyetine, terhisine
ait belgeleri saklaması,
ileriki yıllarda kendisi
için pek yararlı olacaktır.
dek.
İnkılap Tarihi Dersleri sınavı dolayısıyla Ankara’ya gelen Velidedeoğlu, o tarihte Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel sekreterliğini yapan Recep Peker’le görüşürken, bir ara çevresine göz gezdirir. Sonra partinin genel merkezi olarak kullanılan bu ilk Meclis binasının özgünlüğünü, yani
1920’lerin havasım yitirmeye başladığını sezinlediğinden Recep Peker’e: “Efendim, bu bina tamamen değişmiş, halbuki eski haliyle muhafaza edilip müze haline getirilseydi daha iyi olmaz mıydı” diye sorduğunda, Recep Peker bundan hiç hoşlanmaz, “Bunları konuşmanın sırası değil; mevzumuza dönelim” diyerek, Velidedeoğlu’na bu işle uğraşmaması için bir bakıma
DİZİ
ilk M eclis binasının
m iize olm asını sağladı
Velidedeoğlu, dördüncü kuşak, torun çocukları Aslı ve Zeynep ile.
uyanda bulunur.
Her 23 Nisan günü içinde kabaran bu isteğinin
gerçekleşmesi için Velidedeoğlu, yazılanyla kamuoyu yaratmaya çalışarak, işin ucunu bırakmaz. Sonunda bina müze haline getirilir, böylece yıllar boyu süren içkınklığı yerini sevince bırakır.
• 1938 yılının sonlanna doğru derin bir üzüntü yalnız
Velidedeoğlu’nu değil bütün ulusu kaplayacaktır. 10
Kasım’da Atatürk’ü yitirmenin onulmaz acısını, gençlik içine gömememektedir. Üniversitede Atatürk’ü sonsuz yolculuğuna uğurlarken yapılacak konuşma için, Senato Doç. Dr. Hıfzı Veldet’i görevlendirir. Daha sonraki yıllarda Velidedeoğlu bu konuşma için: “Hayatımın en
acı, en zor, ama o oranda da en onurlu konuşmasıdır”
diyecektir.
•Velidedeoğlu 1942 yılında profesör olur. Ama profesör olmadan önce de askere alınır.
1940 yılından 1942 yılına dek sürecek askerliğinin türlü aşamalarıyla ilgili, örneğin, yedek subay okulundan mezuniyetine, terhisine ait belgeleri saklaması, ileriki yıllarda kendisi için pek yararlı olacaktır. Nedenine gelince; 1950’li yılların sonlanna doğru Demokrat Parti iktidarına yönelttiği ağır eleştirilere pek öfkelenen gerek iktidar partisi yanlısı basın, gerekse hükümetin baskısı altında kalan kurumlar, Velidedeoğlu’nu karalayacak bir yönünü bulmak için
uğraşmaktadırlar. Kendisi evde bulunmadığı zamanlarda eve edilen telefonlarla askerliğini yapıp yapmadığını, yaptıysa nerede yaptığım, ne kadar sürdüğünü sorup durmaktadırlar.
İş bu kadarla da kalmaz, İstanbul Üniversitesi
Rektörlüğü’ne, Beşiktaş Askerlik Şubesi Başkanlığı ’ndan
20.1.1960 tarih ve 6675 say ıh yazı ile Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, “askerliğe
duhul ve terhis tarihlerinin'’
bildirilmesini isterler. Verilen yanıttan sonra ses seda kesilir.
33. Tümen’in, 43. Topçu Alayı’nda muhabere takım komutanı, aynı zamanda alayın adli subayı olarak görev yapan Velidedeoğlu’na, ne Trakya’nın
ağır kış koşullarında yaptığı yorucu tatbikatlar, ne de akan çadın sıkıntı vermezde, boş zamanlarını istediği gibi değerlendirme özgürlüğünün olmaması onu üzmektedir. Alayda gazete okumak, ya da mektup yazmak serbesttir de, herhangi bir dilden çeviri yapmaya izin yoktur.
Velidedeoğlu’nun, Fritz Funk’tan yapmak istediği ‘Borçlar Yasası
Şerhi’ çevirme çalışmaları
başlamadan durdurulur. Bu isteğini Velidedeoğlu 1987’de 83 yaşındayken Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Refet Özdemir ile gerçekleştirir, böylece bir üzüntünün izleri geç de olsa silinir.
öte yandan askerlik süresinde onu mutlu eden anıları da vardır. Bunlardan birini anlatmak isterim. Askerliğinin ilk ay lannda bir gün Velidedeoğlu, tatbikattan yorgun argın döndüğü bir sırada tam atından inerken, “Asteğmen, asteğmen!” diye kendine seslenildiğini duyar. Sesin sertliğinden kendisine seslenenin üst rütbeli bir subay olduğunu anlayarak, atından inip hazırol duruşuna geçmek için, yüzünü kendine seslenene çevirince karşısında muzip muzip gülen öğrencisi Muammer Aksoy’u görür. Aksoy hemen: “Hocam” diye sardır, “Gelin ' benim barakaya gidelim, size sıcak bir çay yapayım” der. Muammer Aksoy, askerliğini bitirmek üzere olduğundan teğmen rütbesindedir böylece hocasından daha kıdemlidir. Bundan yararlanarak ona ufak bir şaka yapmıştır. Prof. Muammer Aksoy, Velidedeoğlu ile bir araya geldiklerinde bu anıyı, aynı ses ve hareketlerle tekrarlamaktan çok mutlu olur, Hocası da bunu gülerek karşılardı.
• Velidedeoğlu 1942 yılında profesör olmadan önce yeni bir uğraşıya da adımını atar. Sürekli okurlarının bildiği gibi, Cumhuriyet gazetesinde yazı yazmaya başlar.
SÜRECEK
POLİTİKA VE ÖTESİ
MEHMED KEMAL_____________
Hıfzı VeMet'in Anısına...
12 M art’lı günlerdi. Demokratik kurumlar yıkılıyor, ga zeteler el değiştiriyordu. Cum huriyet’ten Nadir Nadi ve arkadaşları ayrılmışlardı. 12 Mart rejimine uygun bir kadro işbaşına gelmişti. Akşam gazetesi de TÜRKİŞ'e geçmişti.
Ülkü Arman telefon etmişti, “ Bize köşe yazısı yazar mısın?” işsizdim,
“ imzasız yazarım ” dedim.
(X) rumuzuyla yazmaya başladım. Altan Öymen de karşı köşede yazıyordu. Yazılarımız o dönemde epeyce ilgi çekti.
Bir gün gazeteye yanında Muammer Aksoy’la Hıfzı Veldet Velidedeoğlu geldi, imzasını elbette biliyordum, ama kendini o gün tanıdım. Hoş beşten sonra yazmak istediğini söyledi. Cumhuriyet'teki sütunu istedi. İkinci sayfanın ortasını verdiler. Sanırım epeyce yazdı.
Dikkat ettim, Muammer Aksoy üstada aşırı bir saygı gösteriyordu. Hukuk fakültesinde öğrencisi ve asistanıy mış.
Bir süre sonra 12 Mart sıkıntısı sona erdi. Hoca yeni den Cumhuriyet'e geçti. Ben de Cumhuriyet’te yazıyor dum.
Titiz bir yazar olduğu gibi titiz bir okurdu da.. Beğendi ği yazılarım oldu mu övgülü iltifatlar ederdi. Sadece bana mı., öteki yazar arkadaşlara da... Birlikteliğim iz uzun yıllar sürdü. Son bölünmede canı çok sıkılmıştı. Birleşmeyi göremeden ayrıldı, ö le li bir yıl olmuş. Sıcak anıları önünde saygı ve sevgiyle eğiliriz.
Uzay otobüsleri________________________
Reşat Nuri Güntekin’in bir öyküsünde okumuştum, bi ze şoförlük de bankacılık da sonradan gelmiş, önce şaşırmıştım, sonra anladım, ö y le ya taksi, dolmuş, oto büs olacak ki şoför de olsun. Sırt sırta açılan bankalar olsun ki bankacı da olsun! Bizde ilkin OsmanlI Bankası açılmış, ondan önce banka yokmuş.
Otomobile gelince, Abdülhamit uzun yıllar gelmesini yasaklamış. Birisi otomobil getirmiş de kentte değil ada larda kullanabilmiş. Nede geç kalmamışız ki, bunlarda erken davranacağız!..
Benim çocukluğumda şoförlük ince meslekti; gaz, vi tes, freni bilen şoför olamazdı. Arabanın kırığından, çıkı ğından anlayacaksın, bozuldu mu altına yatıp onaracak sın. Şimdi öyle mi., birkaç ders alan, gaza, frene, vitese basmayı öğrenen direksiyona geçemezdi. Bunun için şoförlüğe ince meslek demişler. Kentin ilk şoförlerinden Deli Mehmet vardı; İstasyon-Samanpazarı arasında iş lerdi. Bir gün araba bozulur, Samanpazarı’ndan Istas- yon’a doğru ağırdan ağırdan inmeye başlar. Araba gider, Deli Mehmet ardından koşar, bir yandan yoldaki- lere seslenir:
“ Geliyor ha! Ananızı beller ha! Çiğner, çiğner geçer! Deli Mehmet demedi demeyin ha!..."
Ulus’la Hamamönü arasında da ‘kaptı kaçtı’lar işlerdi. Kaptıkaçtı dediğimiz, minibüsten küçük, taksiden biraz büyük taşıtlardı. Öne iki, ortaya üç, arkaya üç kişi alırdı.
Daha sonra hangi yılda anımsayamacağım, Rus oto büsleri geldi. Dil sadeleşmesi sırasında belediyeye 'uray' dedikleri için bu otobüslerin bir adı Rus, öteki adı Uray oldu. Bu da uzun sürmedi. Bir gün gördük ki Sıh- hiye’deki garaj tutuştu, otobüslerin tümü yandı.
Vali Nevzat dönemiydi, türlü söylentiler çıktı: “ Para yemişler de anlaşılmasın diye yakmışlar!"
Böylece ‘uray otobüsleri’ dönemi de kapandı. Yerine Italyan otobüsü olan 'troleybüsler' dönemi açıldı. Halkın, trolambos dediği bu otobüsler elektrikle işliyordu. Gün olur cereyan kesildi mi caddenin sağına bu troleybüsler sıram sıram dizilirdi. Cereyan gelene kadar beklenirdi.
Bu otobüslere sadece trolambos demezler, cereyanla işlediği için telli, arabayı cerayana bağlayan uzun çu buklarından ötürü ‘boynuzlu’ da derlerdi.
VI
SAYFA CUMHURİYET
VI
28 ŞUBATI 993 PAZAR
d iz i
Cum huriyet’te yazm ası eleştirildi
H I F Z I
V E I D E T
V E L İ D E D E O Ğ L U
•VrJt A
â F
r L
.
88 YILIN SEVİNÇLERİ,
HÜZÜNLERİ
MERİÇ VELİDEDEOĞLU► Fakültedeki öğretim görevlileri
gazetede yazmaya karşı çıkarlar.
Çünkü onlara göre hukuk gibi sosyal
konuları, sorunları halkın anlayacağı
bir dille anlatmak, yazmak, bilimsel
düzeyi düşürmek demektir.
Dolayısıyla
d a
Velidedeoğlu
gazetede yazmaktan vazgeçmelidir.
► Çağın gerektirdiği özgürlüklerin
büyük bölümünü içeren toplumcu,
demokratik bir yasa olan 1961
Anayasası’nı, yıllar sonra
eleştirenlerden birçoğunun nedense
en takıldıkları nokta, yasanın
Uludağ’da hazırlanmış
olmasıdır.
5
-İlk yazışırım çıktığı 3 Mayıs 1942 tarihinden sonra bu uğraşısının 50 yıl boyunca süreceğini söyleseler, belki o anda kendisi de gülerdi. Ote yandan bu sevinci gölgelendirecek olay kendini göstermekte gecikmez. Fakültedeki öğretim görevlileri gazetede yazmaya karşı çıkarlar. Çünkü onlara göre hukuk gibi sosyal konulan, sorunlan halkın anlayacağı bir dille anlatmak, yazmak, bilimsel düzeyi düşürmek demektir. Dolayısıyla Velidedeoğlu’nun bilim kariyeri, fakültedeki mevkii ve itiban tehlikeye düşebilir, gazetede yazmaktan vazgeçmelidir.
Velidedeoğlu bütün bunlara kulağını tıkar, “Hak bildiğim yoldan giderim” diyerek yazmayı sürdürür. 50 yıl boyunca binlerce makalesiyle Anadolu’ya yaydığı ışık, ona “Anadolu Aydınlanmacısı” nitemini kazandınr. Bu 1942 yılında yolunu kesmek isteyenlere tarihsel bir yanıttır.
• 1946 yılında özerkliğini kazanan üniversitenin ilk rektörü Prof. Sıddık Sami Onar, Hukuk Fak ültesi’nin ilk dekanı da Velidedeoğlu’dur. Birlikte çalışmalarından doğan sonuçlar, Velidedeoğlu'na hep sevinç vermiştir, özellikle, öğrencilere özgülenen altı büyük okuma odasının çabucak bitirilip, hizmete sunulmasını
Velidedeoğlu. görevine getirdiği öteki yönetsel düzenlemelerden daha üstün tutardı.
Üniversiteler arası kurula çağrı
Büyük bir coşkuyla vermeye çalıştığı bu ilk dekanlık sürecinde yine bir üzüncü olay
yaşayacaktır. Bu, Ankara Üniversitesi Dil,Tarih, Coğrafya Fakültesi’nin genç öğretim üyelerinden
Pertev Naili Boratav, Behice Boran, ve Niyazi Berkes’e yapılan haksız bir uygulamadır.
Toplumsal görüşlerinden dolayı bu üç bilim adamına karşı kamuoyunda yapay bir biçimde oluşturulan tepkiyi bahane eden, dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer, onların fakülteden atılmasını ister. Bunu sağlamak için üniversite rektörlerini, dekanlarını, yani üniversitelerarası kurulu toplantıya çağırır.
Toplantıda bu üç öğretim üyesinin aşın solcu olduklannı ileri süren bakan, bir polis raporu okuyarak bu suçlamasını kanıtlamaya çalışır. Raporda, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencilerinin bir pazar günü toplu olarak bu öğretim üyeleriyle birlikte Ankara Barajı’na gezintiye gittikleri, oradaki gazinoda dans ettikleri, birbirlerine “Rus usulü selam” verdikleri yazılıdır. Bu garip suçlamanın gülümsemeyle karşılanması üzerine, bakan bu üç doçentin kimi yazılannın
örnek ve kupürlerini kurul üyelerine uzatarak 'ouıûaTûuV.omtlmsı propagandası olduğunu
söyler. Kurul üyelerinin itirazı karşısında da onları dönemin Başbakanı Haşan Saka ile karşı karşıya getirir. Haşan Saka: “Bu işin öyle uzun uzun tahkikata tahammülü yok (...) Türkiye Büyük Millet Meclisi kaynıyor. Bu Meclis önünde durulmaz. Meclis isterse üniversite muhtariyetini de kaldırır. Bu sebeple işin çabuk neticeye bağlanması doğru olur” deyince Sıddık Sami Onar, onun gibi sert bir tonla: “Bizler buraya bize verilecek talimata uymak için gelmedik" diyerek ters bir yanıt verir.
Söz alan Velidedeoğlu da: “ ...Hukuka bağlı ve demokratik olduğunu ilan eden bir devlette her
Özerk İstanbul İ niversitesi’nin ilk senato üyeleri ‘Temmuz 1946' (Prof, Velidedeoğlu ön sırada sağ başta)
Hukuk Fakültesi’nde üç yıl birlikte okuyup, mezun olmuşlardır. Ayrıca, Esat Adil ile Nefı Demiroğlu yatılı okuduklarından arkadaşlıkları daha da ileridir.
H ukuk Fakültesi’tideki toplu fotoğraf
Velidedeoğlu adliyeye çağrı saatinden 35-40 dakika kadar erken gider. Mahkeme kurulu duruşma halindedir, başkatibi bulup çağrıyı gösterir, o da kendisine dosyayı getirir, sonra da şu açıklamayı yapar: "Bu dosyadaki gazetelerde Esat Adil Müstecaplıoğ/u’nunyazılan var. Bunlarda
y ermiattızm p ro p a g a n d a s ı ^ap fıû ıg ) gcrcfK çcsıyıc
hakkında kovuşturma açılmış ve yazar mahkemeye verilmiş. Bugünkü son duruşma onun. Bu yazılan burada tetkik edip bir rapor düzenleyecek ve fikrinizi bilirkişi sıfatıyla duruşma sırasında da belirteceksiniz. Sizden başka iki bilirkişi daha var. neredeyse gelirler" der ve gider.
Velidedeoğlu yalnız kalıp yazılan okurken, evinde çalışma odasında asılı duran Hukuk Fakültesi'nden toplu mezuniyet resmini anımsar. Bu resimde üçü aym sırada yan yanadırlar. Oysa az sonra, Nefı Demiroğlu yargıç kürsüsünde, Velidedeoğlu bilirkişi sandalyesinde oturacak, Esat Adil ise sanık yerinde dikilecektir. Daha
Uludağ’da gerçekleştirir. Yıllar boyu kaldığı otel odasında aylar süren birçalışmaile 1961 Anayasası’nı yazar, bitirir
Çağın gerektirdiği özgürlüklerin büyük bölümünü içeren, toplumcu demokratik bir yasa olan 1961 Anayasası’nı, yıllar sonra eleştirenlerden birçoğunun nedense en takıldıkları nokta, yasanın Uludağ’da hazırlanmış olmasıdır.
Bunu diline dolayanlar 1961 Anayasası’na
‘Uludağ Anayasası’ diye ad takacaklar,
utanmadan, sıkılmadan “Uludağ'ın sefahat âleminde hazırlandığından" sözedecckler daha sonraları: "Hıfzı Veldet'in bir 23 Nisan çocuğu Pcyecaniyia'ttîranaaiğı aııayasrrtnycmcrcraır.
Sözde 1961 Anayasası’nı eleştirir görünerek Velidedeoğlu’na düzeysiz bir biçemle (üslupla) çatmayı huy edinenler türeyecektir. Bunlardan pek çoğu da onun öğrencileridir.
işte bunlardan birinin yazısından küçük bir alıntı: “Sayın devrimci profesör benim hocam olmuştur, ama maalesef kendine hiç hürmet beslememekteyim", bir İkincisi: “Ben Hıfzı Veldet’i hiçbirzaman seviyeli bulmadım (,..)Ondan bir hocalık alacağım var” derken, Vclidedeoğlu’ndan ‘On numara’ aldıklarını daöğünerek belirtmeyi unutmazlar.
Doğal olarak bu yazıların başında yer aldığı
Velidedeoğlu 1923’te Yunus Nadi’nin Yeni-
gün gazetesi’nde de yazar Velidedeoğlu yargılama sonunda aklanır.1974 yılında Milliyetçi Hareket Partisi’nin lideri Alpaslan Türkeş tarafından mahkemeye verilen
muamelenin kanun dairesinde cereyan etmesi gerektiğini zatıalinizde pek iyi bilirsiniz. Çünkü siz 20 yıl önce Ankara Hukuk Fakültesi’nde bizim hocamızdınız” der demez. Başbakan sert bir sesle: “Hocanız olmuşsam ne olmuş” deyince de, Velidedeoğlu: "Hukuk profesörlüğü çok şeydir beyefendi. Her şeyden önce insana, kanunun emirlerine uyma prensibini öğretir. (...) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin selahiycti geniştir. Eğer buyurduğunuz gibi, Meclis bizim aldığımız karan beğenmezde bir kanunla üniversite muhtariyetini kaldınrsa bunun tarihi sorumluluğu kendisine ait oiur, bizlere değil" diyerek sözünü bitirir.
Üniversitelerarası kurul, bu öğretim üyelerinin üniversiteden çıkanlmayı gerektiren bir disiplin suçu işlemedikleri sonucuna vanr, gerekçeli raporda da bu belirtilir. Ne var ki, büyük bir olumsuzluğa doğru doludizgin koşan iktidar, Reşat Şemsettin Sirer’in isteğini Meclis aracılığı ile sağlayıp uygular.
Böylccc bu üzüntü, sevince dönüşemeden yıllar boyu sürer gider.
• 1950 seçimleriyle iktidar olan Demokrat Parti’nin getireceği umut edilen demokratik ortam ne yazık ki oluşmamış, aksine toplumcu görüş taşıyanlara “komünist” damgası vurma salgını ortalığı kasıp kavurmaya başlamıştır.
Velidedeoğlu’nun da içinde yer alacağı böyle bir damgalama olayı, İstanbul Birinci Ağır Ceza Mahkcmesi’nden bir çağrı almasıyla gelişir. Çağn, “bilirkişi tetkikatı" görevi dolayısıyla yapılmıştır. Mahkemenin başkanı Nefi Demiroğlu, suçlanan da
Esat Adil Müstecaplıoğlu'dur. Velidedeoğlu,
Demiroğlu, Müstecaplıoğlu, üçü de Ankara
sonraki yıllarda Velidedeoğlu bu anısını
anlatırken: “Benim yürüteceğim bir fikir. Nefi'nin vereceği bir karar, Esat Adil'i yıllarca kalın duvarlar ardında çürütebilecek ti. Y azgının bu üç* sınıf arkadaşına oynadığı bu acımasız oyuna ne demeliydi" diye sorar.
Velidedeoğlu ile öteki iki bilirkişi de yazılarda suç unsuru bulunmadığına karar verirler.
Duruşma sırasında da aynı doğrultuda konuşarak, tutanağı imzalarlar. Mahkeme kurulu müzakereye çekilir. Salona döndüklerinde, “Gerekçeli karar sonra yazılmak üzere, sanığın beraatine, başka bir suçtan tutuklu olmadığına göre tahliyesine karar verildiğini başkan Demiroğlu bildirir.
Esad Adil’in bakışını unutmam_______
İşte o anda Esat Adil’in, Nefı’ye ve bana bakışını hiç unutamam" derdi Velidedoğlu. Ayrıca Esat Adil’in: “Bu hükümet uçan kuştan, hatta uçan
sinekten bile kuşkulanıyor. Düzen o kadar adaletsiz ki, bu düzeni sürdürenlerin kendilerine bile emniyetleri yok. İki satır yazı ile devrilmekten korkar bunlar” deyişini de hep anımsardı.
• Demokrat Parti iktidarının, anayasa başta olmak üzere tüm yasaları ezip geçerek ilerleyen akıl almaz gidişi, sonunda, bilindiği gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nce durduruldu. 27 Mayısd 960 sabahı, İstanbul Üniversitesi’nin kimi öğretim üyeleriyle Ankara’ya götürülen Velidedeoğlu, 1961 Anayasası’nı, alman kararlar, ilkeler doğrultusunda yazmakla görevlendirilir. Bu çalışmayı da sessiz sakin bir ortam olarak 20 yıldır yaz aylarında tüm çalışmalarını sürdürdüğü
sırada, onlan kınayan yüzlerce mektupla Velidedeoğlu’nun üzüntüsünü paylaşan
öğrencileri de vardı. Bunlardan biri olan emekli bir yargıç hocasına şöyle seslenir: “Bu mektubu yazmamın sebebi, dünkü Tercüman gazetesinde çıkan öğrenciniz bir yazarın yazısıdır (...) Bu öğrencinizi tanımam)...) Hiçbir öğrenci hocası hakkında böyle yazmaz. Sizden bir Hocalık alacağı varmış. Hocaların daima talebesinden bir şey alacaklı olduğunu biliyorduk, öğrencilerin de hocalarından alacaklı olabileceklerini ilk defa bu zattan öğreniyoruz, onun nam ve hesabına sizden af diliyorum."
Ne var ki, Velidedeoğlu 1961 Anayasası'nı 88 yaşına dek hep savunacaktır.
• 1970yılının 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 50. yılı olarak kutlanacaktır. Anımsanacağı gibi o dönemde iki yasama organı vardır: Senato ve Meclis. Hükümet o gün yasama meclislerinde bir tören düzenlenmesine karar verir. Törene TBMM’nin Birinci Döncmi’nde memur olarak hizmet vermiş kişileri de davet eder. İki yasama Meclisi’nin başkanlannca ortak imzalı bir davetiye Velidedoğlu’na da gelir. Davetiyeyi alan Velidedeoğlu, bu çağrı karşısında, Ankara’ya gitme veya gitmeme konusunda ikilem içindedir. Bu kararsızlık iki nedenden dolayıdır.
Parlam ento işlemiyor
Velidedeoğlu ilkini şöyle belirtir: “Başta anayasa olmak üzere birçok yasamızın emredici kuralları hükümetçe uygulanmamakta: yargı
organlarının kararlan yerine getirilmemekte; krediler halk arasında adaletli biçimde
dağıtılmamakta; suiistimal iddiaİan gerektiği gibi kovuşturulmamaktadır. Bütün bunlar karşısında parlamento denetimi bir türlü işlemiyor; çünkü parlamentoda halkın çok büyük bir kitlesi temsil edilmiyor. İktidardaki parti en büyük din
istismarcılığı yaparak, Müslüman Türk halkının
kafasını yıkayıp bir kez çoğunluğu elde edince, onun başkanı, kendisini her türlü denetim dışında görmek istiyor. Bu durum karşısında meclisler, muvafık ve muhalifi ile bir yasama organı olarak denetim görevini tam birciddilik dairesinde
yapactnc yeme. mmetvcWttermm çoğunluğu Personel Yasası’nın hükümlerini kendileri için - hem de anayasaya aykırı olarak - uygulayıp zamlı maaş alma kaygısına düşüyorlar.
‘S o p a ’ demokrasisi
______________
Bir yandan bu uygunsuzluklar sürüp giderken öte yandan anayasanın toprak reformu kurallarının uygulanmasını isteyip eyleme geçen bilinçli köylü; sendika seçme özgürlüklerinin ellerinden alınmamasını isteyen bilinçli işçi; öğrenimde reform ve halk yararına bir öğretim sistemi isteyen bilinçli öğrenci, kısacası,
eylemleriyle politikacıları etkilemek isteyen bilinçli halk kitleleri, jandarmanın veya polisin dayağı altında inletiliyorsa, bu durum hukuka bağlı gerçek bir demokrasi değil, demokrasi ‘abası’nın
altında uygulanan ‘sopa’ demokrasisidir.”
1970'lerin Türkiyesi’ndeki görünümü çarpıcı bir biçimde gözler önüne koyan bu olumsuzluklar karşısında Velidedeoğlu, “Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 50. yılı kutlama töreninin bir anlamı
► D e m o k ra t P a rti iktidarının,
a n a y a sa b a şta o lm ak üzere tü m
yasaları ezip geçerek ilerleyen
akıl alm az gid y i, so n u n d a,
bilindiği gibi, T ü rk Silahlı
K u v v etleri’nce d u rd u ru ld u . 27
M ayıs 1960 sabahı, İsta n b u l
'
Ü niversitesi’nin kim i öğretim
üyeleriyle A n k a ra ’ya g ö tü rü len
V elidedeoğlu, 1961
A nayasası m, alm an k a ra rlar,
ilkeler d o ğ ru ltu s u n d a yazm ak la
görevlendirilir.
olur mu" diye kendi kendine sorar. Bu görünümün 1990’lannkiyle benzerliğine ilişkin görüşleri okuyucuya bırakarak, Velidedeoğlu’nun 50. yıl kutlamalarına katılıp katılmama kararsızlığının ikinci nedenine gelmek istiyorum:
1960 askeri hareketiyle iktidardan indirilen partinin siyasi kadrosu, 1969 seçimlerinden sonra siyasal haklan geri verilip aklandıklan için bu törene de davet edilirler.
Türkçe ezan
1950-1960 arasında iktidarda bulunan bu kadronun hükümetini, en başta anayasayı çiğneyip. Meclis içinde geniş yetkilerle bir ‘Meclis
Tahkikat Komisyonu’ kurarak ana muhalefet
partisini kapatma girişimlerine; böylece Meclis’in itibanna gölge düşürmesine; ana muhalefet lideri İsmet İnönü'ye karşı düzenlenen Uşak.Topkapı, Yeşilhisar saldırılanna; Türkçe ezanın
kaldırılmasına; imamların etimi kürsülerini politika pazarı haline getirmelerine; dinin siyasete bulaştırılıp oy toplamak için kaynak durumuna getirilmesine; laik Türkiye Cumhuriyeti Başbakatıı’nın hilafetin geri getirilebileceğine yol göstermesine; radyoda saatler boyu süren üye adı okumalarla oluşturulan ‘Vatan Cephesi’
zorbalıklarına; dahası, bu cepheye ölülerin adlarını da yazma kandtrmacalanha; halkı tabandan kalkındıracak Köy Enstitülerini kökünden yok etme girişimlerine neden olduğu için ağır biçimde eleştiren Velidedeoğlu, şimdi bütün bunları olmamış gibi kabul edip, o insanlarla birlikte, itibanna gölge düşürdükleri Meclis’te bulunmayı inançlanna ihanet gibi görür. Kutlamaya katılmama karan alır.
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
_____
Ölüm süzlerin Yıldönüm leri
Bir imam-hatip okulunda bir matematik öğretmeni, öğ rencilerine, nasıl olsa bunlar imam-hatip okulu öğrencisi diye matematikle ilgisi olmayan saçma sapan şeylerin fo tokopilerini dağıtıyormuş. Bir örneği bana da gönderildi.“Kumar, İskambil Kâğıdı, Domino, Zar, Tavla vb. Oyunlar"
adlı saçma sapan şeyle bakın neler deniyor:
“İnsanı Allah (CC)’dan, Hz. Muhammed’den, dinden imandan ve insanlıktan uzaklaştıran, anneve babasından,
aile efradından, en yakın dostundan ayıran, haneler cemi yetler yıkan bu mel'unu Müslüman tanımalıdır.
Biz bu tuzakları sizlere açıklıyoruz. İnşallah bildirim izi okuyunca şimdiye kadar oynadığınız bu oyunların günahı na b ir dahi oynamamak şartıyla tövbe istiğfar ederseniz inşallah yüce Rabbimiz affeder.
1- Tavla oyunu: 15 pul bir tarafta, 15 pul öbür tarafta, eder 30; iki de zar, 32. “Islamın şartı da 32.“Ey Müslüman, bu oyunu oynarken “Al Islamın şartını, ver imanın şartını, al
abdestin farzını, ver guslün farzını"diye oynuyorsun. Çok düşün, bunlar bir tuzaktır. Neden sayı 30 veya 35 olmamış?
2- Şeş, düşeş ve zar oyunu: 2 zarla oynanır, altı bir taraf ta, altı birtarafta, 12. Namazın farzı da 12. Alçak Yahudi seni namazın farzıyla oynatıyor. “ Altısı içinden, altısı dışından. " Dikkat.
3- Bir başka oyun çeşidi pişbirik: 52 kâğıtla oynanır. 2 de coker, yapar 54. islamda 54 farz var mıdır? Evet vardır. Bu oyunu oynayan “Al kızı ver papazı, al üçlüyü ver b irliy i”di ye oynarken 54 farzla oynarsınız. Uyarmak bizden, hidayet Allah (CC)'den.”
“Domino"oyununun başına gelen de daha kötü, bu ko nuda uyarılar şöyle:
“Domino Oyunu": (Yek=1) Allah, (Dü = 2) Teyemmümün
farzı, (Se= 3) Guslün farzı, (Cihar = 4) Abdestin farzı, (Penç = 5) Islamın şartı, (Şeş = 6) imanın şartı.
İyi düşün, bunlar asla tesadüf olamaz. Dinimiz bunları 1400 sene önce yasaklamış. Bakınız, Maide Suresi 90/91 ayet.
Elimdeki fotokopiler daha çok. Belli ki bunlar, halkın din sel inançlarını, duygularını sömürmeye yönelik şeyler.
Daha var: Namazı özürsüz kılmayanın gömütünde çeke ceği acılar çok ilginç. Birkaçı şöyle: “Kabir onu sıkar, ke
m ikleri birbirine geçer", "Kabri ateşle doldurulur, gece gündüz onu yakar".Allahü Teala mezarına çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına benzemez. Her gün, her na maz vaktinde onu sokar, bir an bırakmaz.
Kıyamette çekeceği azaplar daha çetin: “Cehenneme
sürükleyen azap m elekleri yanından ayrılmaz". “Allahü Teala onu kızgın olarak karşılar", “Hesabı çok çetin olup cehenneme atılır."
Matematik öğretmeninin, kendisi gerici de olsa, öğrenci lerine bunu dağıtmaya ne hakkı var? Okulun yöneticileri bununla ilgilenmezler mi? Yoksa, Abdurrahman Dilipak, TV'de Salman Rüşdü’yü üstü kapalı da olsa desteklediğine göre her yerde her şey yapılabilir mi? Müslümanlık bu mu?
Abdurrahman Dilipak, Türkiye’de ateşe tapanlar olduğu nu, onlara kimsenin dokunmadığını söyleyince Aziz Nesin ona^şu karşılığını vermişti:
- Af eş e tapanlar filan deniyor, onlar nasıl taparlar? Tür
kiye'de insanlar dinsiz olduklarını nüfus sayımlarında söy leyemeyecek kadar korkaktırlar ve öyle bir hava yaratıl mıştır. Bugün ramazanda, ben bile, bu karşıdakine saygı dan değil, za ten mecbur da değilim oruç tutana saygı duymaya; sokakta veya şurda burda şu içemezsiniz, cigara içemezsiniz, ne olursa olsun. Bugün fiilen, Ankara, İstan bul, İzmir dışında bütün lokantalarda Anadolu'da “aileye mahsus" diye yer vardır. Lokantalarda, kahvelerde hep böyledir. Ha, öldürme.. Yalnız Müslümanlar öldürülmedi ki. “Şeytan Ayetleri"ni Japoncaya çeviren Japon yazar öldü rüldü. Italyan yazar da; o da yaralandı, öldürülemedi. Yal nız Müslümanları öldürmüyorlar. Çünkü “ fetva" öyle, fet vayı böyle vermişler.
Ben şimdi eskiye dönmek istemiyorum, ne zaman başla mıştır, nasıl olmuştur; adım adım ve adım artık şimdi koşar adım hale geldi; bunun artık.. Yani aslında, saygı duyuyo rum inançlara, ama yalnız Müslümanlara değil; Hıristiya- na, taşa tapana.. Tapar insan, inanıyorsa, İnançlarında samimi ise inanıyorsa saygı duyuyorum. Ama bunların doğru olduğunu savunmuyorum. Aynı hoşgörüyü dinsizle re de tanımak gerekiyor. Bugün Türkiye hükümeti dinsizle re bu hakkı tanımaz. Dinsizlerin öldüğü zaman gideceği yer yoktur, mezar yoktur...
Ömer Asım Aksoy, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun ölüm süzlüğe kavuşmasının birinci yılı dolayısıyla, Meriç Velide deoğlu’na gönderdiği iletide, Baki’nin “Avâzeyi bu aleme
Dâvud gibi sal/Baki kalan bu kubbede bir hoş şada imiş"
dizelerini değiştirerek şöyle dedi:
“Saldın sadânı ülkede Dâvud gibi seni Baki kalan bu kub bede b ir gür sadâ im iş'
İstanbul'da Velidedeoğlu için düzenlenen toplantıyı izle dim.
Orhan Apaydın, 7 yıl önce ölümsüzlüğe kavuşmuştu, 28
şubatta. Eşi Gürsel Apaydın söyledi. 1 mart, Orhan Apay dın’m doğum günüymüş. Apaydın, doğum gününde, İstan b ul’da Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenecek toplantıda (yarın) saat 11.00’de anılacak. Orada olmayı çok isterdim. Şubatın sonlarına doğru ölümsüzlüğe kavuşanlar oncağız değil; Haşan A li Yücel, onun adaşı Haşan Hüseyin Kork- mazgil için de toplantılar düzenlendi. Adam Yayınları, “Ak- şit Göktürk"için "Akşit Göktürk'e Saygı" kitabınıyayımladı. Onlar toplumumuzun yüzaklarıydılar...
SAYFA CUMHURİYET
12
DİZİ
H I F Z
1
V E L D E T
, *V E L İ D E D E O Ğ L U
J
s L
88 YILIN SEVİNÇLERİ,
HÜZÜNLERİ
MERİÇ VELİDEDEOĞLUE m ekliye ayrıldığım radyo
haberlerinden öğrendi
-
6
-Daveti yapan Meclis Başkanı Sayın Bozbeyli’ye kararını ve nedenlerini açıklayan Velidede oğlu’nun mektubu, tarihsel bir belge niteliğindedir.
• Velidedeoğlu yarım yüzyıl boyunca sürdürdüğü ve birçok yapıtını ürettiği Uludağ yaz dinlencelerinden birini oldukça üzüntülü geçirmiştir.
1972 yılının haziranında Ulu dağ’a çıkan Velidedeoğlu’nun, kitap çalışmaları yanında özel likle gençlik olayları dolayısıyla üniversite yönetimini, senatoyu ağır eleştiren yazıları da Cum huriyet gazetesinde kesintisiz sürmektedir. Birkaç yıl önce başlayan olaylarda polisi üni versiteye davet eden, öğrenciyi toplum polisiyle karşı karşıya getiren yönetim için: ‘Bu Senato
Artık Çekilmelidir’ başlığı altın
da yazdığı yazı, üniversite çev relerince hiç de iyi karşılanma yacaktır. Ne var ki, Velidede oğlu tutumunu değiştirmez, gençliğe konuşma fırsatı, yöne time katılma fırsatı verilmesini isteyen yazılarını 1972 yılında da aynı eleştirel yoğunlukta ya yımlamaya devam ettirir.
Temmuz ayının ortalarında bir gün radyodan öğle haberle rinde emekliye ayrıldığını du yar. Spiker Üniversite Sena- tosu’nun son toplantısında aldığı bir kararla Velidede- oğlu’nu emekliye ayırdığını bil dirir. Ertesi günü karar gazete lerde iri başlıklarla yayımlanır.
O tarihte yürürlükte olan Üniversiteler Yasası’na göre Üniversite Senatosu her yıl 65 yaşını doldurmuş olan profe sörlerin durumunu inceler, bunlardan görev yapma gücün de olanlan üniversitede alıko- yar, görevini yapamayacak, yani ders veremeyecek, bilimsel konulan anlayıp inceleyemeye cek duruma gelmiş olanlan emekliye ayınrdı. Böylece öbür kamu görevlerinde olduğu gibi 65-70 yaş sının üniversite profe sörleri için değişik biçimde uy gulanabilirdi. 1972 tarihinde 75 hatta 79 yaşında olup görev ba
► Velidedeoğlu’nun emekli yaşamına
başlamasından önce, kendi yetiştirdiği
öğrencilerden savcı ve hâkimlerce
sorgulanıp, yargılanması da başına
gelecektir.
Velidedeoğlu, Üniversite Senatosu’nun kendisini emekliliğe ayırdığını
1972’de Uludağ’da radyodan duyar. Velidedeoğlu haksız emeklilik uygulamasına karşı açtığı davayı kazanır derslerine döner.
şında bırakılan profesörler var dı.
. Ayrıca bu kararın alındığı 13 Temmuz 1972 tarihli toplanü da çok ilginçtir. Büyükdere Or man Fakültesi’nin bahçesinde yıllık son geleneksel yemekli ve da toplantısında alınmıştır bu karar. Toplantıda Hukuk Fa kültesi’nin iki temsilcisi Prof. Kemal Oğuzman ile Prof. Hıfzı Timur hazır bulunmuşlar, Veli dedeoğlu’nun fakültedeki bi limsel, yönetsel görevini gereği gibi yerine getirdiği konusunda senato üyelerini uyarmışlardır. Buna karşılık başka fakülteden bir senato üyesi de Velidede oğlu’nun Cumhuriyet gazete sinde yazılar yayımlayarak hü kümeti ağır biçimde eleştirdiği ni söyler. Başka hiçbir konuş ma yapılmaz, oylamaya geçilir.
12’ye karşı 15 oyla emeklilik kararlaştırılır.
Bu karar ne demekti? “68 ya şındaki Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun zihin sel durumu onun ders vermesi ne, bilimsel etkinliklerde bulun masına, kavramasına artık en geldir, bunları yapamayacak hale gelmiştir!”
Oysa bu kararın alındığı sıra da Velidedeoğlu’nun düşünsel, bilimsel ürünleri, etkinlikleri genç öğretim üyelerini imrendi recek düzeydedir. O tarihten 24 Şubat 1992’ye dek bilimsel alanda 5 cilt, hukuk dışında araştırma, inceleme, deneme, çeviri olarak 16 cilt kitap yayın lar. 900’ü aşan makale yazar, pek çok bilimsel konferans ve rir. Velidedeoğlu’nun emekli olmasından yana oy kullanan
öğretim üyelerinin bugün ne gi bi düşünsel bir çaba gösterdik lerini, neler ürettiklerini sor mak istemem...
ö te yandan Velidedeoğlu, Senato’nun bu oldubitti kararı na yasal itiraz hakkını kullamr, ilk önce yürütmeyi durdurma karan alır daha sonra da açılan iptal davasını kazanarak göre vine döner.
Bu anısını anlattığında ona en hüzün veren yanın, 1972 sonbahannda kendi isteğiyle emekliye aynlmak karannda oluşudur. Bu kararından, ba ğışlayacağı kitaplanyla ilgili bir mektubunda, Ege Üniversitesi Rektörü’ne de söz eder.
Sanıyorum ki Velidedeoğlu’- nu bu olayda düşündüren bir nokta da, bu haksız emeklilik işleminden hemen sonra ne Hu
kuk Fakültesi ne de öbür fakül telerin organlannda hiçbir tep kinin görülmemesidir. Oysa ‘Senato’nun fakültelere danış madan verdiği bu karar, fakül telerin özerkliğine bir müdaha ledir” der Velidedeoğlu. Buna rağmen üniversite üyelerinden bir tepki gelmez. Halbuki, De mokrat Parti iktidarının son dönemlerinde İstanbul Üniver sitesi Senatosu’nun -hükümet baskısıyla- Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı’yı vekalet emrine almasımn hemen ertesi günü, Velidedeoğlu gazetelere demeç ler vererek, bunun düşünce öz gürlüğünü ve fakülte özerkliği ni yaralayan bir işlem olduğunu ayrıntılı bir biçimde bildirir, bu demeç birçok gazetede üst manşetlerle yayımlanır.
Evet görülüyor ki, üniversite
lerin başına YÖK tepeden in memiş, öğrencisinin kırdınlma- sına göz yuman, tepki göster meyen, haksız işlemlerle üyele rine bizzat kendisi kıyan, içten içe çökmeğe başlamış bir yöne timin davetiyle gelmiştir.
• 1974 yılının 24 ağustosun da Velidedeoğlu 70 yaşını dol durur, yasal emekliliğine bu ta rihten başlayarak adımını ata cak, böylece tüm zamanını ki taplarını, makalelerini yaz maya özgüleyecektir. Bu emek liliğini ilk kutlayanlar arasında yer alan sevgili bilge dostu, o zamanın Türk Dil Kurumu Ge
nel Yazmanı Ömer Asım Aksoy
şu dörtlüğü yazıp, kendisine gönderecektir:
“Hizmet-i Devlette erdin Hıf- zıya son rütbeye / Çok şükür hâlâ kafan, ruhun ve gönlün zindedir / Azli yok, tenzili yok, tahvili yok, tesvili yok / Şimdi memuriyetin yalnız senin emrindedir.”
•Velidedeoğlu’nun emekli yaşamına başlamasından önce, kendi yetiştirdiği öğrencilerden savcı ve hakimlerce sorgulanıp, yargılanması da başına gelecek tir.
28 Nisan 1974 günü Cumhu- riyet’te yayımlanan “Yeni Bir
12 Mart özlemi mi” başlıklı ya
zısında Velidedeoğlu, Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan
Türkeş’in tutumunu ve gidişini
tehlikeli gördüğünü belirterek; “özel eğitim ve yöntemlerle ka fası yıkanmış genç militanlar yetiştiriliyor. Güya ülkede ko münizmin önüne böyle geçile cekmiş (!) Aslında kendisine Başbuğ adını takan ve pikeyi kurtaracak bir peygamber ol duğuna inanan eski bir MBK üyesinin iktidar hırsından ve çı karlarını onun iktidarında gö ren kimi sermaye çevrelerinin desteklemesinden doğmaktadır bu iş (...). Başka ülkelerde de nenmiş ve felaket getirmiş olan yöntemleri denemekten, baş- buğculuk oynamaktan ve bu oyunu desteklemekten vazgeç mek vatan borcu olmalıdır” der.