• Sonuç bulunamadı

Orhan Pamuk'la yeni romanı, "Yeni Hayat" üzerine:Mutlak'ın karemela tadı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Orhan Pamuk'la yeni romanı, "Yeni Hayat" üzerine:Mutlak'ın karemela tadı"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

□ Ercüment Uçarı’nın son kitabını Sennur Sezer Yazdı...3. sayfada. □ Vedat Günyol’un denemeler toplamını Melih Nasır değerlendirdi...9. sayfada. □ Ayşın Candan’ın “20. Yüzyılda Öncü Ti-yatro” adlı kitabını Haşan Erkek değerlendir­ di...10 ve 11. sayfalarda. O Gürsel Aytaç’ın hazırladığı seçkileri Yıldız Ersoy Canpolat yazdı....16 ve 17. sayfalarda.

Cumhuriyet

k i t a p

O rh a n Pamuk’un son romanı “Yeni

Hayat” geçen hafta içinde

yayımlandı. Pamuk’la yeni romanını

konuştuk.

FATMA ORAN'

er edebiyatın çeşitlilik yelpazesi, ait ol­ duğu toplumun yaşam ufuklarındaki genişliği yahut darlığı da beraberinde yansıtır. Kendi edebiyatımızdan örnek alırsak, yazma cesaretini yaratıcılık, araştırıcılık ve zengin iç dünyasıyla birleştiren Or­

han Pamuk’un kitapları, bizim ufkumuzun uçsuz

bucaksız genişliğinde açar sayfalarını. Yazarın bugünlerde kitapseverlerle buluşan ‘mistik, ro­

mantik ve gerçekçi’ diyebileceğim beşinci roma­

nı, Yeni Hayat’ı okuduğunuzda, yazdıklarımı doğrulayacağınızı adım gibi bilirim. Bilmediğim tek şey, Yeni Hayat’ı okuduktan sonra ‘hayatını­

zın’ değişip değişmeyeceği...

- Yeni Bayat’ta ‘felâket’ duygusunu, ölümle ha­ yatın ilişkisini, amaçla amaçsızlık, varoluşla hiç­ lik ve derin bir yokoluşun ikilemlerini yan yana getirmişsiniz. Romanın kahramanı, umutsuz günlerinde üstüne üsdük bir dizi olumsuzlukla karşılaşıyor. Yalnızlığını, toplumun kırılganlığı­ nı, toplumla olan ilişkilerinin zayıflığını kavrıyor ve genel bir karamsarlık duygusunun içine sürük­ leniyor. Siz, hep böyle kitaplar yazıyorsunuz. Ka­ ramsarlık duygusu sizi neden bu kadar çekiyor? Neden bu kadar karamsarsınız ?

Ben karamsar değilim, dünya böyle. Ben dünya­ nın böyle olduğunu söylerken, size kahramanla­ rımla birlikte gülümsüyorum. Dünyayı olduğu gi­ bi anlatıyorum ve insanlar bana karamsar olduğu­ mu söylüyorlar. Ben de o zaman buna şaşırıyo­ rum. Üstelik de karamsarsam, gösterdiğim dünya okuyucuya karamsar geliyorsa, kendimi bir an­ lamda başarısızlığa uğramış hissediyorum. Ç ün­ kü ben, kurmaya çalıştığım, yaratmaya çalıştığım metnin zeki ve gülümser olduğuna kendimi inan­ dırmaya çalışıyorum...

- Yeni Bayat’ın başında Novalis’in “Aynı ma­ salları dinlemelerine rağmen, ötekiler hiç böyle bir şey yaşamadılar.”düzyazı/şiiriyle karşılaşıyo­ ruz. Çıkış noktalarınızdan biri olarak sayabilir miyiz bunu?

Aslında çıkış noktalarımdan biri de, belki hayal dünyası olarak, Novalis’in ya da Alman Roman- tikleri’nin kurduğu bir şeydir; biraz masalımsı, bi­ raz da saflık, romantik düşçülük ve mutlak’ı ara­ yan birinin hikâyesi. Bütün bu fikirler bana daha çok Rilke’yi hatırlatıyor. Şiir değil, düzyazı yazan

Devamı 4.sayfada

(2)

Kapak konusunun devamı...

ı m - Alman Romantikleri’nde ölümle

senli benli ahbaplık, mutlak’ı ara­ yış ve bu arayışın biraz öteye, var olma­ yan bir düzleme ulaşan bir ‘şiir’ yarat­ ma özlemi vardır. Bu kitap, benim için de bir anlamda bu özelemlerle kurul­ muş bir kitaptır; o bağlamda bütün ki­ taplarımdan da değişiktir...

- Yeni Hayat daha az yansıtmacı, da­ ha çok romantik ve ekspresyonist bir kitap. Yeni Hayat’ta da pek çok met­ ne, pek çok başka şeye göndermeler

var ama, belli ki bunları Kara Kitap’ta olduğu gibi, kitabın kendi içsel faaliyeti olarak görmemişsiniz...

Görmedim, evet. Bu kita­ ba uygun düşen bir çeşit anla­ tı hafifliği içinde kaptım, al­ dım, elledim, oynadım ve bı­ raktım onları. Tabii ki bu bağlamda asıl sözü edilmesi gereken, Rilke’nin Duino

Ağıtları var. “Melek” fikri, modern

edebiyata Rilke’nin Duino Ağıtla­ rıyla girdi: H er iki dünyayı da gören, her iki dünyadaki hayata bir çeşit ta­

nıklık eden, tanıklığının ka­ tıksız nesnelliğiyle bir çeşit

‘acımasız’ olan, hayat ile

ölüm arasında bir yerde du­ ran ve bu dünyanın, bizlerin, zaman geçtikçe ölüme daha çok yaklaşan kırılgan hayatla­ rımız için bir çeşit başka bir ‘yer’den, başka bir düzlem­ den seslenen “Melek” imge­ si, bu kitaba elbette Duino Ağıtları’ndan geldi. Ama öte yandan roman kahramanlarından Rıfkı Am­ caya da Duino Ağıtları, Melek ya da başka göndermeler, bir

Cumhuriyet-çilik saflığı içinde çevrilmiş MEB çevi­ ri kitaplarıyla geldi. Bu kitapta hoşuma giden şey, bütün bunları bize özgü mis­ tisizmin, tasavvufun ipuçlarıyla birleş­ tirmeye çalışmak: Yani, eli maşalı cum­ huriyetçi bir dünyanın tam her şeyi kapsayan, örten bir dünya olmadığını açıkça görüp teslim etmek...

- Romanın başkahramanının oku­ duğu bir kitapla tüm yaşamı baştan aşağıya değişiyor. Bu ‘tema’ üzerine konuşalım mı?

Bir kitap okuyup bütün hayatının değişmesi, bence, bizim gibi ülkelere özgü çok geleneksel bir tema. Yani bi­ razcık ‘modern hayat’ öncesi; sihir, es­ rar, iksir ya da şifa gibi kelimelerin gün­ lük hayatın içerisinde anahtar olduğu, umut veren bir hayatı çağrıştıran bir şey. Ama öte yandan benim gibi biri­ nin, kendi öz yaşamı içerisinde çok sık gördüğü bir şeydir: “Politzer’in, Felse-

fe’nin Temel llkeleri’ni okudum ve bütün dünyam değişti, o günden itiba­ ren ben bir Marksistim” diyen ya da

bunun İslamcı uyarlamasını yaşayan pek çok kişiyle hepimiz karşılaştık. Bu, hayatın, dünyanın sihrinin sanki kısaca bize ftsıldanıverileceği yanılsamasıdır: Bizim günlük hayatımızın temel bir parçası. Aynı şekilde hep şunu bekliyo­ ruz: Bir başbakan seçeceğiz ve bürün hayatımız değişecek. Bir milli piyango bileti alacağız ve bütün hayatımız deği­ şecek. Bu çeşit sihirli, şifa kelimesiyle anlatılabilecek bir ‘kurtuluş’ umudu. Ancak bu çeşit umudun renkleriyle te­ selli bulabilen bir bahtsızlar dünyasın­ da yaşıyoruz ve hepimiz de öyleyiz. Onun için “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” cümlesi, çı­ kış noktası olarak hepimizin içine işle­ miş birazcık kalbi kırıklık, birazcık ço­ cuksuluk, birazcık Atatürkçü kökten­ cilik, birazcık da dini köktencilikle bir- leşiyor, ama işte her zaman bizde bu ‘saflık var ve ‘umut’ verenler; başba­ kanlardan köşe yazarlarına kadar; ken­ dilerinden umut bekleyen yığınların aslında böyle biraz ‘saf, böyle biraz

‘çocuk’ olduğunu çok iyi bilirler... - Taşranın renklerini taşıyan, “taşra­ lı olmak” üzerine bir kitap da diyebili­ riz, Yeni Hayat’a. Nasıl bir araştırma yaptınız bunun için?

Kitabı yazarken, İstanbul’a çok da fazla uzak olmayan kasabalarda; Sessiz Ev’de anlattığım yörenin, Marmara Bölgesi’nin kasabalarında sık sık gez­ dim. Aslında İstanbul da bu bağlamda bir kasabadır. Çünkü, Türkiye’nin b ü ­ tün büyük şehirleri, bir büyük köy ol­ maktan bir büyük taşra kasabası olma­ ya doğru ilerliyor. Reşat Nuri Günte- kin’deki gibi “kaymakam, kadastro müdürü, eşrafın ileri gelenleri, ağa, Atatürkçü öğretmen ve imam "dan olu­ şan bir kasaba değil artık Türkiye’nin taşra duygusunu veren doku. Arçelik I bayii, Aygaz bayii, spor toto bayii, gan- | yan bayii, plexiglas panolar, aynı

mar-Orhan Pamuk’la yeni romanı, “Yeni Hayat” üzerine

'Mutlak'ın karamela tad ı...

:

(3)

[

ka televizyonlar, eczane, pastane, pos­ tane ve kapısında kuyruk olan yoksul hastanenin oluşturduğu bir doku... Biraz iddialı da olsa, hep şunu söyle­ mek isterim: Ziya Gökalp, bir milletin tarifini kültür birliği, dil birliği, tarih birliği vs. gibi unsurlarla yapar: Bir an­ lamda, yaratılmak istenen ‘modern Türk milleti’nin birliğinin temellerini araştırır. Bugün ise, Türkiye’nin birli­ ğini sağlayan şey ne dil, ne tarih ne de kültür birliğidir. Bir Aygaz birliği, Ar- çelik birliği, spor toto birliği, PTT bir­ liği ya da Kelebek Mobilya birliğidir. Bir merkezden örgütlenen ve ülkenin en ücra köşesine kadar ulaşan bu bayi­ ler örgütü, bu örgütün ima ettiği bir­ lik, Ziya Gökalp’in sözünü ettiği ‘bir- lik’lerden aslında çok daha sağlam bir birliktir...

- Kahramanımız ‘arayış’ım akla zi­ yan otobüs yolculuklarıyla yapıyor. Roman için çalışırken, ben de o tür­ den bir otobüs yolculuğuna özendim ama insanın her istediği ‘istediği za­ man’ gerçekleşmiyor işte (Bazen, iyi ki de gerçekleşmiyor). Sonuçta, ya­ yımlanmamış haliyle Y eni Hayat’ı ya­ nıma alıp, Isuzu marka bir yarış oto­ suyla gittim gideceğim yere. Yine de romandaki ikilemlerden birini yaşa­ dım sayıyorum kendimi... Neden öy­ lesi otobüs yolculuklarını reva gördü­ nüz yirmi iki yaşındaki mantıklı ve âşık bir mühendislik öğrencisine?

Gece çıkılan uzun otobüs yolculuk­ larında, diyelim ki, otobüsün arka sı­ ralarında bir yerde otururken, aslında uyku ile uyanıklık arasında ne kendi yatağımızdaki gibi huzurlu bir uykuya dalarız ne de sabahlara kadar bitirme­ miz gereken bir iş sırasında olduğu gi­ bi bir uykusuzluk çekeriz. Ama bilin­ cimiz, aklımız, hayal dünyamız uyku ile gerçek dünya arasında neredeyse kendine özgü bir hayal dünyası yara­ tır: Bu, bazen rüyaların, bazen gerçek­ liğin, bazen ikisinin birleştiği çok öz­ gün bir yerdir. Veböylesi deneyimler, bizim gibi ülkelerdeki otobüs yolcu­ luklarına özgü bir çeşit ‘yaşama biçi- mi’dir. Bu ne uykulu ne uyanık olan

‘zihin hali’ benim başımdan da geçti

yeterli miktarda ve bu hafif afyonlu, hafif büyülü, hafif dalgın, hafif karan­ lık ile bilinç arasında geçen bu durum, bu şuur hali, Yeni Hayat’ta kurmak is­ tediğim hayaller ülkesine tamı tamına uygun düştü. Zaten kitaplar belirli bir şekilde ‘şunu anlatmak istiyorum, bu­

nu anlatmak istiyorum’ diye çıkmaz.

Diyelim ki, yaptığınız bir otobüs yol­ culuğu bütün gücüyle içinizde canla­ nır ve o otobüs yolculuğunun temelle­ ri olabilecek bir kitap yazmak istersi­ niz ya da o otobüs yolculuğunu ‘taç­

landıracak’ bir kazanın anahtar olabi­

leceği bir sahne yazmak istersiniz..

- Romanın büyüsünü bozmamak için Osman’dan, Mehmet Nahit’ten, Dr. Narin’den, Rıfkı Amca’dan, öte­

kilerden, hele bele Canan’dan biç söz etmek istemiyorum ama, şu Yeni Ha­ yat karamelalarından konuşabiliriz meselâ?

Kitapta anlattığım Yeni Hayat kara­ melaları, gerçek bir karameladır; ben ona birazcık yetiştim diyebilirim. Be­ nim çocukluğumda onların başka şir­

ketler tarafından yapılmış taklitleri vardı ve bu, kitapta hoşuma giden ay­ rıntılardan biridir. Çünkü, aynı za­ manda Yeni Hayat, Dante’nin bir ki­ tabıdır ve o kitaptan da burada bazı belli belirsiz rüzgârlar vardır. Yani,

Yeni Hayat hem 1950’lerde Türki­

ye’de son derece yaygınlaşmış bir kara­

meladır hem de Dante’nin bir kitabı­ dır...

- Tabii, bir de Rıfkı Amca’nın kita­ bının adıdır. Peki, madem öyle Dan­ te’nin Yeni Hayat’ındaki ‘Beatrice’le Tanrı arasındaki paralel ilişki teması­ nı burada da kurabilir miyiz? Bence kurabiliriz: Canan’ın adı hem sevgili,

KİTAPTAN BİR BÖLÜM

ı

Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti. Daha ilk sayfalarm­ dayken bile, kitabın gücünü öyle bir hissettim k i içimde, oturduğum ma­ sadan ve sandalyeden gövdemin ko­ pup uzaklaştığını sandım. Ama göv­ demin benden kopup uzaklaştığım sanmama rağmen, sanki bütün varlı­ ğım ve her şeyimle her zamankinden daha çok sandalyede ve masanın ba- şındaydım ve kitap bütün etkisini yalnız ruhumda değil, beni ben ya­

pan her şeyde gösteriyordu: Öyle güçlü bir etkiydi k i bu, okuduğum kitabın sayfalarından yüzüme ışık fışkırıyor sandım: Aynı anda hem bütün aklımı körleştiren, hem de onu pırıl pırıl parlatan bir ışık. Bu ışıkla kendimi yeniden yapacağımı düşündüm, bu ışıkla yoldan çıkacağımı sezdim, bu ışıkla daha sonra tanıyacağım, yakınlaşacağım bir haya­ tın gölgelerini hissettim. Masada oturuyor, oturduğumu ak­ lımın bir köşesiyle biliyor, sayfaları çeviriyor ve bütün haya­ tım değişirken ben yeni kelimeleri ve sayfaları okuyordum. Bir süre sonra, başıma gelecek şeylere karşı kendimi o kadar hazırlıksız ve çaresiz hissettim ki, kitaptan fışkıran güçten

korunmak ister gibi bir an içgüdüyle yüzümü sayfalardan uzaklaştırdım. Çevremdeki dünyanın da baştan aşa­ ğıya değiştiğini o zaman korkuyla farkettim ve şimdiye kadar hiç duy­ madığım bir yalnızlık duygusuna ka­ pıldım. Sanki dilini, alışkanlıklarını, coğrafyasını bilmediğim bir ülkede yapayalnız kalmıştım.

Bu yalnızlık duygusunun verdiği çaresizlik, biranda beni kitaba daha sıkı sıkıya bağladı, içine düştüğüm yeni ülkede yapmam gereken şeyleri, inanmak istedikleri­ mi, görebileceklerimi, hayatımın alacağı yolu bana bu kitap gösterecekti. Sayfaları tek tek çevirirken kitabı, şimdi bana vahşi ve yabancı bir ülkede yol gösterecek bir rehber gibi de okuyordum. Yardım et bana, demek geliyordu içimden, yardım et k i kazaya belaya uğramadan yeni hayatı bulayım. Bu hayatın da, ama, rehberinin kelimeleriyle yapıldığını bi­ liyordum. Kelimeleri tek tek okurken, bir yandan yolumu bulmaya çalışıyor, bir yandan da yolumu büsbütün kaybet­ tirecek hayal harikalarını hayretle tek tek ben kuruyor­ dum.■

(4)

hem Allah anlamına geldiğine göre...

Kitabım bütün yorumlara açık. Ben ne yaptığımı biliyorum ama onu söyle­ mek istemiyorum. Canan, yalnızca se­ vilen ve özellikle Tanrı ya da Tanrıya aracılık edendir ya da ‘aşk’tır diye, par­ mağımla bir alegorinin unsurlarını işa­ ret etmek istemiyorum. H er ne kadar alegorilerle kırıştırsa, onlara göz kırp- sa, onların eşiğinden şöyle bir bakıp, alegori olup olmama kararsızlığıyla ge­ ri çekilse de en sonunda bu bir roman­ dır... Ben bir otobüs yolculuğuna çıkı­ yorum; bu yolculuğun nasıl bittiğini de biliyorum ama herkesin de kendi yolculuğunu kendisinin yaşamasını is­ tiyorum...

- Kara Kitap’ta “Nedir yaşamı an­ lamlı kılan” sorusu, Yeni Hayat’ta “Nedir, yaşamı eksik kılan” sorusuna dönüşüyor? Nedir, insanların yaşamı eksik kıldıklarını düşündükleri şey?

Bir ‘mutlak’ düşüncesidir. Bu kita­ bın kahramanını da yaşama tutkuyla bağlayan, peşinden koşturduğu şey, yaşamın anlamını bize açıkça söyleyen bir ‘mutlak’ düşüncesidir. Bu, kitapta­ ki bir söz olabilir, bazen bir aşk olabi­ lir, bir trafik kazasından sonra olabile­ cek olağanüstü ‘eşsiz bir an’ sırasında­ ki sezgilerin sunduğu anlam olabilir ama temel olarak Yeni Hayat’ta, haya­ tı eksik kılan şey, hayatın anlamının ya- nıbaşımızda olmaması. Hayatın bir

‘anlam’dan eksik, yoksun olması. Ro­

manın kahramanı, belki bunun için yollara düşüyor. Bunun için belki oku­ yucu bu kitaptan bu derecede etkileni­ yor ve bu “ anlam’ın, bu ‘mutlak’ın pe­ şinde savruluyor...

- Ben ve öteki: Başkası olma isteği­ nizi, bir gün her şeyi bırakıp yeni bir yerde,yeni bir hayata yeniden başlama umudunuzla birlikte bu kitapta da ya­ şatıyorsunuz...

Bütün bu kavramlar, Yeni H ayat’ta bir zırh, bir surat fikriyle biraz darma­ dağınık olmuş vaziyette ve böyle olma­ sını da istiyordum. İnsanın ‘kendisi’ olması ya da bir başkasının imgesiyle büyülenerek kendi kişiliği hakkındaki kesin fikirlerinin bulanıklaşması, be­ nim için temel bir temadır. Ama bura­ da, bu düşünce; bir yere koşma, bir yerde olma, burada ya da eski oldu­ ğum yerde olmama telâşı ve hızıyla da­ ğılıyor. Yeni Hayat, benim, demin sö­ zünü ettiğiniz temel düşüncelerimin sanki bir otobüs yolculuğuyla savrul­ masıyla, bu savrulmadan meydana ge­ len parçacıkların bir şekilde kendi ara­ larında oluşturdukları şiirle ilgili bir kitap. Bu kitap, aslında Romantikler­ den öğrenilmiş, edinilmiş ya da bir adım ileriye götürülmeye çalışılmış, bir çeşit ‘ötedünya’nın renkleriyle ilgi­ li bir kitaptır...

- Röportajımızın sonunda yine Kara Kitap’tan söz edeceğim: Kara Kitap, “Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtı­ cı olamaz. Yazı hariç. Yazı hariç. Evet

ORHAN PAMUK VE

ROMANLARINA

DÜNYADAN ÖVGÜ

■ “Doğu’dayeni bir yıldız yükseldi, bir Türk yazarı, Orhan Pam ıık. ”

New York Times Book Review

■ “Avrupa’nın ve Amerika’nın ede­ biyat çevreleri ve eleştirmenleri Üçün­ cü Dünya ülkesinden gelen bir yazarı böylesine pek az övmüştür. ”

]om al de Brazil,

R iodejenerio

■ “İçedönük düşüncesinin arabesk­ leriyle, Orhan Pamuk bize Proust’u hatırlatıyor... Çok zekice. ’’

John Updike, The New Yorker ■ “Bütünüyle edebi ve edebiyatın bir zaferi.”

Sidney Morning Herald, Avustralya

■ “Olağanüstü yetenekli.”

The NewRepuhlic, New York

■ “Yerellik endişeleriyle evrenselli­ ği böylesine güçle az yazar birleştir­ miştir.”

Corrierc della Sera, İtalya

■ “Orhan Pamuk, birinci sınıf bir hikayeci.”

The T lines Literary Supplement,

Londra ■ “Romancı Orhan Pamuk’un evre­ ni büyüleyici, çetin ve esrarlı bir işaret­ ler girdabı... Bitmeyen bir enerji. Çok nadirbirşey...”

Lire, Paris

tabii, tek teselli yazı hariç” cümleleriyle bitiyordu ve Sa­ yın Jale Parla da bununla ilgili olarak “Eğer ince bir alayla söylenmemişse bu yargı, Or­ han Pamuk bir sonraki roma­ nını yazmak için yaşama bak­ tığında, yaşam onu mahçup edebilir” diye yazmıştı. Öyle mi, Yeni Hayat’ı yazarken ya­ şam mahçup etti mi sizi?

Yaşam mahçup etmez, doğ­ rulamaz ya da bize herhangi bir duygumuzu deneyden geçirmek için fırsat vermez. Yaşamın kendisi as­ lında bize kendisini anlamlandırmak için hiçbir ipucu vermez. Jale Par- la’nın sözünü ettiği mahcubiyetin, övünmenin, yaşama sevincinin bir an­ lamda onurunun ya da kırıklığının b ü ­ tün nedenleri, aslında yaşamın kendi­ sinde değil, yaşama ilişkin metinlerde­ dir. Yaşam ise, kendi saflığı içerisinde

bizi ne onaylar ne de reddeder: Metin­ lerdir bizi huzursuz eden ve bize yaşa­ ntın eksikliğinden söz eden.. .Yeni Ha­

yat’ta da'kahraman ’ metinlerin yani

bir kitabın; Yeni Hayat’ın kurbanı ol­ duğu için mahcubiyetin, mutluluğun ^ ya da onaylanmanın peşinde savrulup

gidiyor...

- Bitiremedik bir türlü ama, bu ger­ çekten son soru: O zaman sizin de ro­

manda belirttiğiniz gibi, Yeni Hayat’ı ‘yazı’nın ötesinde ara­ mak boşuna mı?

Bu soru şu anlama gelir: Yaz­ dığım şeyi ben ne kadar yaşıyo­ rum? En sonunda ben de ha­ yat denen şey hakkında kendi­ sine öğretilenlere saf bir şekil­ de inanmış ve onları bulama­ mış biri olarak, kitaplar arasın­ da yaşayan biriyim. Belki o bağlamda, “yazının sundukla­

rını hayatta aramak boşuna”

cümlesi, benim kendi hayat deneyi­ mimden çıkmış ‘acıklı’ bir cümledir. Ama öte yandan, bunu ben kişisel an­ lamda acıklı bir şey olarak yaşamıyo­ rum. Hayatımın bu yolu izlemiş olma­ sından, böyle bir hayat yaşamış olmak­ tan memnunum... ■

Yeni Hayat/O rhan Pamuk/İletişim

Yayınları/280 s.

Referanslar

Benzer Belgeler

Her gün yeni bir orman yangınıyla yeşil alanlar yok olurken, sabotaj iddialarıyla ilgili Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, "En büyük servetimiz ormanlara kastedenlere

1939’da yurda döndü, İs­ tanbul Üniversitesi Edebiyat Fa­ kültesinde İngiliz Dili ve Edebi­ yatı profesörlüğü yaptı.. 1964 yı­ lında İstanbul’da

McNaught, Günefl’e en yak›n konumundan geçtik- ten sonra, güney yar›küre- de yaflayanlar için uygun konuma geldi.. Ne var ki, bu tarihten sonra

Zat-ı âlîlerinizle telefonla veya karşı karşıya gelerek görüşmemiz mümkün olabilir mi?Şayet mümkün ise nasıl ve ne zaman olabilir. Göndermiş

12 Ocak 1983 günü Prof. Ayhan Songar, “ Türkiye’de Uyuşturucu Meselesi ve Tavrı­ mız” konulu sohbetinde: “Bu musibete yakalananları ihbar edin. En

Bulgular: Formaldehit uygulanan sıçanlarda GSH-Px, SOD, CAT, XO ve MDA düzeylerinde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir artışın olduğu tespit

■ Türkiye'de 1936 yılından beri çikolata ve çikolatajı gıda ürünlerinde lider olarak üretimini sürdüren NESTLÉ 1989 yılında, Bursa-Karacabey'de yeni bir tesis

Gazeteyi boş vakitleri değer­ lendirmek için seçilen bir eğlence vasıtası değil, maarif sahasındaki geri kalmışlığı telafi edebilecek bir vasıta olarak