• Sonuç bulunamadı

Yaşar Kemal hayatını anlatıyor:50'lerin "sakızı" komünizmdi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşar Kemal hayatını anlatıyor:50'lerin "sakızı" komünizmdi"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

başladık

Çocuklar da sürüler haline

gelmişti, aç sefil, çırılçıplak..

Sürüler halinde dolaşıyor, yüılerce çocuk, göllerinin kestiği bir köye saldırıyor, bir yanından giriyorlar köyün, kasabanın, öbür yanından

Büyük anayı bir karaçalı dikeninin içinde buldular. Onu oradan çıkarıncaya kadar da analarından emdikleri burunlarından geldi. Bu yaşlı hasta kadın o karaçalılığın içine nasıl girmiş, kara çalının köküne nasıl saklanmıştı, şaşılacak bir olay.

Tasar Kemal hayatını anlatıyor..

İyice saklandık, kuma gömüldük. Atlılar tepeye çıktılar. Bir çığlık aldı dünyayı, dünya sarsıldı, indi indi çıktı. Öğleye doğru, tepeden bir tek kişinin iniltisi geliyordu. Hepsini kılıçla doğramışlardı.

Y A $ A R K E M A L ’ LE Ö V Ü N M E K

Büyük sanatçılar, içinde yetiştikleri ülkenin, evrensel kültüre sunduğu armağanlardır. Türkiye'nin, yıllardan beri uluslararası alanda yıldızlaşan ve ülkemize saygı kazandıran bir sanatçısı var: Yaşar Kemal. Amerikan ansiklopedilerini açıyorsunuz; sadece iki Türkün adı yer alıyor. Atatürk ve Yaşar Kemal. Fransız, İngiliz kitapçı dükkanlannın vitrinlerinde onun kitaplarına rastlıyorsunuz.

Dünyanın en zor-beğenen basını onun romanlarını göklere çıkarıyor ve tarihin en büyük

yaratılarıyla bir tutuyor. j | yabancı Cumhurbaşkanlan, Başbakanlar onun elini sıkmış olma şerefini, en değerli anıları olarak saklıyorlar.

O tuzu aşkın dilde yayınlanmış olan yüzlerce kitap, milyonlarca okuyucuya ulaşıyor ve daha önce Türkiye adını duymamış kitleleri, Anadolu insanının büyük macerasıyla heyecanlandırıyor..

Zjilfü

L IV A N E L In in

yazısı

5'inci sayfada

(2)

SAYFA

12

SABAH

PAZAR 14 ŞUBAT 1993 • M

'asar Kemal

H ü ü

►1950 yılında millet

komünizmle yatar,

komünizmle kalkardı.

Ulusumuz d aha o

günlerde ileriyi görmüş,

bu belayı yok etmek için

elinden geleni de

gelmeyeni de yapmıştı,

insanlık bize minnettar

kalmalıydı ya, bu alçak

insanoğlu, milletimizin bu

cansiperane çabasını ne

bilsin...

* Öyle ki, ulusumuzun

kahraman evlatları(!),

bizi, yani komünistleri

dışarıya çıkamaz

etmişlerdi. Sonunda,

Verem Savaş Demeği

Başkanı Dr. Nevzat

Arman da bu yiğitlik

karşısında daha fazla

dayanamadı ve yüreği

pare pare olarak Orhan

Kemal’in işine son

verdi...

İstanbul’a geldiğimde “Aç

kalırsam nerede kalınm”

diye düşünmüş ve

dolaşırken Gülhane

Parkı’m keşfetmiştim.

Öyle bir yer buldum ki,

padişahlara has. Hani,

Topkapı Sarayı’nın

büyük kapısının önünde

Çemberlitaş gibi upuzun

bir sütun var ya, işte o

kapıyı kendime mekan

tuttum...

50’leri

O

rhan çaresiz gelecekti.Çünkü, Adana’daki Verem Savaş Demeği’nin Başkanı olan Dr. Nevzat Arman, Orhan'ın sınıf arkadaşıydı.

Orhan’ı demeğe katip

olarak alma yürekliliğini göstermişti.

Onun yürekliliğine hepimiz hayrandık. Orhan, yüz beş lira alıyordu ya, olsun. İşi vardı ya. 1950 yılında durum o kadar korkunçtu ki, millet komünizm yiyor, komünizm içiyordu. Komünizmle yatıyor, komünizmle kalkıyordu.

Ulusumuz daha o günlerde ileriyi görmüş, komünizmi yok etmek için elinden geleni de gelmeyeni de yapmıştı. İnsanlık bize minnettar kalmalıydı ya, bu alçak insanoğlu ulusumuzun böylesine canım dişine takmış çabasını ne bilsin.

Komünist avlam anın sevabı!..

Zavalh Dr. Nevzat Arman da ulusumuzun bu sel gibi akan yiğitliği, ileri görüşlülüğü önünde dayanamamış, yüreği pare pare olarak Orhan Kemal’in işine son vermişti. Ulusumuzun ileri görüşlü kahraman evlatları daha o zamanda öyle bir ulusseverlikle bizi, yani komünistleri dışarıya çıkamaz etmişlerdi. Birimiz dışarıya çıkar da başımıza bir şey

gelmezse, ileri görüşlü ulusumuz bizi birer Türk bahadırı sayıyordu. Adana’da duramaz olduğumuzdan Orhan mecburi İstanbul’a gelecekti.

Dino’nun kesesi, 50 lira dolu

“Ya gelmezse, ya başka yere gider, ya başka bir iş bulursa?”

“Gelir. Gelmezse Yeni Cami arkasında arzuhalcilik yaparım”

“İşte bu oldu” dedi Abidin Dino. Oktay Rıfat da “Oldu” dedi; “iyi iş arzuhalcilik”

Abidin Dino:

“İstanbul’a gidiyorsun ya ne kadar para var cebinde?”

“Beş liram var.”

“Yahu bu para sana yeter mi?”

“Yeter”

“Olmaz” dedi Abidin Dino.

“Al bunu...” Keseyi bana uzattı. “Bunun içinde elli lira var. Bu da az ya...”

“Bana yeter de artar bile.”

Aldım keseyi, içi bozuk para dolu. Şimdi anladım onların Güzin Hamm’la odaya niçin çekilip niçin uzun bir süre orada kaldıklarım.

Veysel’in sözünü ettiği dost

Ben parayı alınca ayağa kalktım,

“İstanbul’a gidiyorum” dedim. “Neyle?” diye sordu Dino.

sakızı” komünizmdi

M P S r

“Otobüsle, ya da bir kamyonla.”

“Haydi gidelim otobüse.”

Abidin Dino, Oktay Rıfat, ben evden

çıktık. Oktay Rıfat yolda ayrıldı. O zamanlar otobüs terminali tren

istasyonunun yanındaydı. Abidin Dino, benden iki buçuk lira aldı gitti, benim İstanbul biletimi getirdi. Otobüs yarım saat sonra kalkacaktı. Hazırlanıyordu. Dolaşarak konuştuk. Otobüs kalkış saati geldi, çağırdılar. Abidin Dino ile öpüştük, öpüştük ya, Abidin Bey orada öylece durdu kaldı. Otobüs beni çağırıyor. Abidin

Dino’nun bana söyleyecek bir şeyi var ki,

söyleyemiyor. Yanma gittim.

“Abidin Bey, bir şey mi söyleyecektiniz bana?” diye sordum. O, utana sıkıla, “Sen oradan bana 75 kuruş versene” dedi.

Her şeyi anladım. Evde ne kadar para varsa torlamış toplamış bana vermişlerdi. Seve seve ona 75 kuruşu verdim. O giderken arkasından da, “Abidin Bey o

yetmiş beş kuruş size ananızın sütü gibi helal olsun” diye bağırdım.

Arzuhalcilik üzerine “kovuşturma”

Uzatmayayım, İstanbul’a geldim,

Sirkeci’deki Türk Oteli’ne yerleştim. Yenicami’nin arkasına gidiyordum her

gün, oradaki arzuhalcilerin halini öğrenmek için,

rayı mekan tutmuş beş altı tane emekli arzuhalci var ki, kuş uçurtmuyor Yenicami yörelerinden. Ben tezgahı kurayım oraya, daha bir tek arzuhal yazmadan bu canavarlar gözlerimi oyarlar. Ya da gücüm yeterse ben onların carıma okurum. Adliye yörelerini de yokladım birkaç gün, oradan da iş çıkmayacağım anladım. Bu arada da daha ben arzuhalcilik yapacak mekanı bulamadan param bitti.

Gültıane’yi mesken tutuyorum

“Boş gezdiğim günlerde, param biterse ne yaparım?” diye

düşünürken, Gülhane Parkı’m keşfettim, öyle bir yer buldum ki, tam padişahlara has... Hani Gülhane’nin denize bakan yüzünde Topkapı

Sarayı’nm büyük kapısı, o kapının

önünde de Çemberlitaş gibi upuzun bir sütun var ya, işte o kapıyı kendime mekan tuttum.

Yağmurda falan, kapının da üstü azıcık da olsa kapak, yatağımın ıslanma olasdığı yok. Yatağım da gazete kağıtlarından kalın bir döşektir. Türk

Oteli’nden, elli liranın bitiminden

sonra çıktığımda yerim hazırdı. Hiç bir zorluk çekmeden oraya yerleştim.

Geçen yıllarda, benimle konuşmak için FYansız gazeteciler gelince, Gülhane

Parkı’ndaki evimi onlara gösterdim,

Fransızlar yerinden, manzarasından, güzel, yaşk, göıkemk ağaçlarından, çiçeklerinden dolayı evime hayran kaldılar. Bu hayranlıklarını da dile getirdiler. Talihk adam olduğumu bile

söylediler.

aktım para iyice bitmiş. Yerim yurdum var ya yemek yiyecek para yok. Eee, şimdi ne yapmak?

Arif Dino da

“Köroğlu’nun atı olmuş...”

adı var kendi yok ortalıkta. Beldeye bekleye Godot’yu geçtim. Aç kalacak değilim ya. Dünyada iş olaraktan yalnız arzuhalcilik yok ya. Köprü altında soluğu akp kendime tam üç tane olta satın aldım,

son paramla.

Oltacıya Saraybumu’nda balık

tutacağımı, bana oranın balıklarına göre olta vermesini söylemeyi de unutmadım. Oltalarımı aldım, Saraybumu’na geçtim, bir kayanın üstüne oturdum, oltamı denize attım.

“ Keyfime diyecek yok”

Vay anam, ilk günün bereketi de ne bereketmiş, iki üç kilo bakğı tuttum birkaç saatte. Hem de ne balık, kocaman kocaman. Biüyorum, şimdi şu

söylediklerime İstanbul’da inanacak kimseyi fenerle arasam bulamam. Balıklarımı gittim, oynar oynar, köprü altında sattım, bu parayla kendime bir maltız, bir torba da kömür aldım. Keyfîme diyecek yok. Her gün balığa iniyorum

İ p

Wımm

v —>■ -4'' ' I -

; : W ,S

’ ú w > ' iv

“M

m

kıyıya, balığın bir kısmını temizleyip yiyorum, kovada ki oynar oynar balıklarımı da götürüp köprüde satıyorum.

Allahtan park bekçileri dostum

Derken Orhan Kemal geldi, onu kapı altındaki evime götürdüm, balık tuttum, ona taze taze balık ikram ettim bahçemin çiçekleri arasında. Park bekçileriyle de aram çok iyiydi. Evimi, yerimi, balık tuttuğum kayayı biliyorlar, yağmurlu günlerde, ben evde yoksam, gazete yatağımı çıvgınlardan koruyorlardı. Onlara birkaç günde bir, birer kilo balık da veriyordum.

Orhan’a: “Ne zaman arabamızı alacağız, yerini buldun mu arabanın?” diye sordum.

Araba almayacağız” dedi. “Neden?”

“Çünkü para kalmadı. Borçlar, yol parası, yiyecek içecek, hiç para kalmadı”.

“Nerde kalıyorsunuz?”

O zamanlar Orhan’ın iki çocuğu var; Yddız’la, Nazım...

“Teğmen Izzet’in Kasımpaşa’daki evinin balkonunda...”

Arif Bey. Sabri Dino’nun babasıdır enim Gülhane’deki evime kimse dokunmuyor, balıkçılığım fırtınalı, rüzgarlı günlerin dışında sürüp gidiyor, kamım

doyuyordu. Orhan da Varlık’tan, başka küçük dergilerden bir şeyler alıyor ya, yetmiyordu. Mayıs ayı geldi çattı, bir gün yanma uğradığım Agop Arad, “Gözün aydın arkadaş” dedi, “Arif geldi, seni sordu, kaldığı yerin adresini de bıraktı”. Hemen uçarak gittim Agop’un verdiği adreste Arif Bey’i buldum. Bu ey ünlü kaleci Sabri Dino’nun babasının eviydi. Meğer Arif Bey’in yakın akrabalarıymış bunlar.

Anamın muşamba torbasının ne olduğunu söylemeyi unuttum, ben bu torbayı, kedinin yavrusunu taşıdığı gibi, bir saniye yanımdan ayırmıyordum. Gece de yastık yerine başımın altına koyuyordum.

“Çifte kavrulmuş heykel”im

Arif Bey bana yarın için randevu verdi, “Tam saat 12’de Lebon Pastanesinde ol” dedi, “Seninle Nadir Nadi’ye gideceğiz. Daha önce de senin için ona mektup yazdım, sana birini getireceğim ki, çifte kavrulmuş heykel gibi” dedim.

Ben, çifte kavrulmuş heykelin daha ne anlama geldiğini bilmiyorum. Arif Bey’e de o zaman soramamıştım. Her neyse, ben çifte kavrulmuş heykeldim ya, herhalde iyi bir şeydir Arif Bey söylediğine göre.

Saat on bir buçukta Lebon’un önünü, elimde torbam, tuttum. On iki de Arif Bey damladı.

“Gel şurada bir kahve içelim” dedi.

içeriye girdik ama ben, herkes bana bakıyor sanıyorum. Sakal uzamış, kapkara saçlar

karmakarış. Ayağımda lastik, kapkara olmuş ayakkabılar, içlerinden parmaklarım dışarıya uğramış. Beyaz pantalonum da kapkara. Oysa onu haftada bir denizde yıkıyorum. Kendim de denizde, sabunla iki güne bir yıkanıyorum.

40 yıllık anı

et’te zamanın ■ Celasun, Feyyaz günler hey...

YARIN: Cumhüriyet’e

girme planı tutuyor

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

ve sayıları giderek artan işletmeleriyle Alman ekonomisine katkı sağlamaktadırlar. 2007 yılında bu işletmelerin sayısı 703 bine, yıllık toplam cirosu 32,7 milyar

Çünkü gezegen, ay›n ilk günlerinde bile Günefl’ten yaklafl›k bir saat sonra bat›yor ve par- lakl›¤› 1,7 kadir, yani oldukça düflük.. Bu s›rada Merkür’ü görmek

Geriye yüzer havuzlar yerine Pendik Tersanesi’nin büyük gemi inşaatları için yeni hizmete giren kuru havuzu kalıyor ki, bu havuz hem tamir havuzu olarak di- z.ajn

1933 yılında özel sektöre yalnızca yük taşımacılığının bırakılması, yolcu taşıma hakkının devlete verilmesi ile Şirketi Hayriye ke- penklerini indirdi..

Sinire uygulanan elektriksel bir stimulus uygula- nan akım belli bir düzeye ulaşınca sinirde depolarizas- yona neden olur. Düşük düzeyde verilen akımla olu- şan aktivite

Tip I, radial başın anterior çıkığıyla birlikte ulnanın kısa oblik veya yaş ağaç kırığı; tip II, radial başın posterior veya posterolateral

Hikmet Onat’ın 1910’lar- dan başlayarak günümüze değin 65 yılı geçen oldukça geniş bir zaman kesitinden seçilmiş ürünlerini bir araya getiren sergi, onun

Orhan Veli Karnk da Yahya Kemal gibi İstan­ bul aşığı, bir şairdir. Şiir­ lerinde İstanbul’u anla­ tan iki şair Rumelihisa- n ’ndaki Kayalar Mezar­ lığında