• Sonuç bulunamadı

Ölümünden iki yıl evvel Aşiyan şairile nasıl görüştüm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ölümünden iki yıl evvel Aşiyan şairile nasıl görüştüm"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ölümünden iki gıl evvel

Z Z Z Z Z Z ^ Z Z Z Z Z Z Z Z İ

Aşiyaı şairile nasıl görüştüm

— Midhat Cemal KUNTAY

Ölümünden 2 yıl evveldi, Abdülhak Şinasi Beye rica ettim, bir gün öğle­ den sonra beni Âşıyan’a götürdü.

Bu ziyaret bir sürü ufak hayretler­ le başladı ve bitti.

Evvelâ, Âşiyan'm kapışma hayret ettim. Bu, bir çift sarı yuvarlak to­ puzu olan büyük bir kapıydı, ve bu kapı, binanın, ev değil, saray olma­ ğını icap ettiriyordu.

Ancak, sarayın kapısını üslûbîu bir uşak açmadı, haremağaları da açmadı, hattâ beyaz önlüklü, beyaz hotozlu hizmetçi de açmadı, kapıyı bizzat Fikret açtı. Fikretle görüşmek kadar büyük bir vak’anın içinde, ken dimi bu derece tedriçsiz bulmak beni şaşırttı; Büyük şairin huzurunda bu kadar kolay bulunmanın güzel hay­ reti içinde kaldım. Halbuki, bu mü­ kellef kapıyı lâakal bir hizmetçi ka­ dın açacaktı- Ve beyefendi evin en u- zak köşesinden -lüzumsuz ziyaretleri kabul etmek için ev sahibinin salo­ na geç geldikleri uzak bir köşeden ge lecekti.

üçüncü hayretim Fikretin vücudu­ na oldu: Büyük olduğu hissini veren bir gövde, sabit bakışlı, yuvarlak ve güzel iki gözbebeği, kalın fakat mev­ zun parmaklı eller. Başında siyah ka difeden bir bere, arkasında yuvarlak üçlü bir ceket vardı. Bu heykel, bu atlet sanki muvakkaten, bizim gibi giyinmişti.

Fikret, bizi, salonun dibine götür­ dü. Kendisi, duvara dayalı, arkasız bir sedire oturdu. Ellerini hürmetle kavuşturdu. O kadar hürmetle oturu­ yordu ki, ben, bu tevazuun karşısın­ da, yine hayret içinde kaldım. Kendi ellerime, ayaklarıma verecek çizgileri bulamadım. Ayaklarımı, oturduğum sandalyanm altında gizlemek, elleri­ me elpençe divan durmanın şeklini vermek istiyordum.

Fakat bir başka hayret mevzuu da­ ha vardı. Fikret konuşmıya başlayın­ ca bu sefer sesine şaştım. Pehlivan gibi kuvvetli bir vücuttan çıkan bu ses iri bir kayadan sızan bir suya ben ziyordu. Fakat vücudunun büyüklü- ğüe mütenasip olmadığı İçin çirkin olması lâzımgelen bu ince ses çok güzeldi, çok asabi idi.

Birdenbire, bu ziyaretimden utan­ dım: Ona ne diye gitmiştim- Benim Fikrete gitmem ayıptı. Kimdim ki? Neydim ki?

Ve, kendi kendime karar verdim, benimle konuşmıyacaktı, umûmî bir kaç lâkırdı edecekti; sonra, manalı

Tevfik Fikret

gitmemizi Abdülhak Şinasi Beyden gözlerimle istiyecektim. Fakat Fikret, Abdülhak Şinasi Beyi o kadar sevi­ yordu ki, benimle konuşmıya başladı. Bunu görünce, sebebini o anda hatır-

UumıyaTak, buna da içimden şaştım. Abdülhak Şinasi Bey, benim, Ali Ekrem Beyi (Serveti Fünundaki A. Nadir’i) çok sevdiğimi söyleyince Fik­ ret Ali Ekrem Beyi anlattı: Ali Ek­ rem o tarihte, Paristen, ölüm derece­ sinde hasta dönmüştü. Florinalı Nâ­ zım Bey, Ali Ekrem’in ölüm tehlikesi içinde olduğunu mütemadiyen söyli- yerek, o tarihe kadar Ali Ekreme dar­ gın olan Fikreti, hasta olan Ali Ek- remle barışmıya razı etmiş, ve Fikret Hisardan kalkarak Yenimahalledek! (Beşiktaş’in Yenimahaîlesindeki Alî Ekreme gitmişti. Fikret:

— Zavallı Ekrem, diyordu, gittim, gördüm, bacakları birer değnek, a- yakları birer tokmak... Kendisini be­

ğenemedim...

Fakat, ben, birkaç gün evvel Ali Ekran Beyi ziyaret ettiği­ mi, hastanın iyileşmiye başladığını söyleyince, Fikret Sevindi. Ve bu te­ essürden kurtulunca memleketin ıztı raplarmı konuşmıya haşladı.

Serveti Fünun ailesinden olan bir zat, o günlerde, nazır olmuş, ve bu vesile ile nezaret erkânına bir nutuk söylemiş, bu nutkunda «Namussuz memurları kovacağım.» demişti. Fik­ ret, ince, asabı ve güzel sesile bunu anlatıyor,

— O, namustan ne yüzle bahseder? Ben onu, burnundan tutar bir sarsa­

Âşiyamnda w Serveti Fünun ailesinden ve İttihad ve Terakki erkânından olan bir zata geçiyor, iğneliye iğneliye yüzünü çi­ çek çıkarmışa döndürüyor, ona kızı­ yor, memlekete yanıyordu.

Lüzumsuz bir ziyaretin karşısında kalınca, büyük şair, sükûte müsavi beylik lâkırdılar söyliyecek diye kor­ karken, kendimi, böyle sicak bir has- bihalin içinde bulunca, birdenbire, mevcudiyetimi hisisederek, bu hasbı­ hali paylaştım; hattâ itiraz ettim:

— Fakat efendim, dedim, onları Serveti Fünunda siz yetiştirdiniz. On lar sîzindir.

— Bunu, hana, bir frenk dostum da söyledi. Dedi.

Ben, birdenbire, itirazımdan kork­ muşken, bir frenkle aramızdaki bu tevârüde sevindim, rahat ettim. Fik­ ret devam etti;

— Evet, dedi, onlar benim arka­ daşlarım dı. Fakat onların böyle çıka­ caklarını, ben, bilir miydim?

Biraz sustu, sonra ilâve etti: — Fakat kıymetleri de vardı, Yal­ nız ahlâklarını böyle tahmin etme­ miştim.

Sonra, bunların ahlâklarına hatırdı ğı iğneleri hükümete batamıya baş­ ladı. O günlerde, hükümet, Alın ariya­ dan iki gemi almıştı. Bunlar, Boğaz içinde duruyordular. Fikret, Âşiyanm pençeresinden onları göstererek,

— Bakınız, dedi, bu pelte bacaklı gemilere para verilip alınır mı?

Bir aralık, Abdülhak şinasi Bey, be nim, Safayat şairini çok sevdiğimi söyledi Bu sefer bir işkence dakika­ ları geçireceğim diye korktum. Çün­ kü, vâkıâ o sırada «Zangoç» ve «Molla Sırat» kavgaları henüz başlamamış­ tı, fakat Fikretle Âkifin aralarındaki sevgisizlik, biliyordum ki. bu iki felâ­ ketli manzumeye gebe olacak derece­ deydi. Eski Darülfünunda, Âkif ve Fikret, ikisi de muallim oldukları za­ man, bir defa görüşmüşlerdi. O za-

nan Âkif e sormuştum: — Fikreti nasıl buldun? Âkif şu cevabı vermişti: sükût bağlıyacaktı; ben de, çıkıp

rım namus namına nesi varsa yerle­ re düşer. Diyordu. Sonra, yine eski

— Bu adamı sevemedim. Beni ilk lefa görüyordu,- öyleyken kırk yıllık tostlarını, bana, çekiştirdi.

Bir defa da rahmetli Ahmet Şua- nbe, Âkifin şiirlerim Fikretin beğe- lip beğenmediğini sormuştum.

şüayip:

— Bir gün Fikret, Âkifin «Fatih

(2)

ölüm ünden iki yıl evvel

Aşiyan şairile nasıl görüştüm

(Baştarafı S inci sayfat*

Camii» ismindeki manzumesini öku- du. «Bakınız, dedi, geniş mısralarla başlıyan manzume, en sonunda kısa bir mısra parçasile bitiyor. Bu ne zevksizliktir.

Fikretin beğenmediği bitiş şuydu: «Evet hurûş ederek işte rahmet-i

sabbûh, «Bütün yüreklere serpildi kub­ beden bir rûh, Rûh-ı itminan. Âkif de bu tenkitten haberi olmıya- rak (Çünkü, pek tabiî olarak, Şüayip Beyden duyduğumu Âkile söyleme­ miştim) Fikretin «Verin zavallılara» Balıkesir zelezelesi felâketlilerine yaz dığı şiiri okuyor, «Oof, istemem gör­ mek mısrama sataşıyor, ve takriben şöyle söylüyordu;

— Bu merhamet şiiri olacak. Yani, okuyan zelzele müsablarma acıyacak.

Halbuki karii acmdarmak için, şair selzeledeki felâketleri görmemek is- iemiyecekti, görmek istiyecekti. Fa- jat görse de gösteremiyeceğini bili­ yordu. Çünkü kısırdır.

Âkilin dediği mısralar şudur:

Çamur yığıntısı şeklinde bir ze­ m in katının Yıkık temelleri manzûr, uzakda

bir mesken Zemine doğru eğilmiş hemen su­ kut edecek; Önünde bir dc kadın... Oof iste­ mem görmek, j

(Yine Dek tabii ki. Ân-f*«

-I

kinerek kimseye söylememiştim.)Fakat eminim ki, Şüayip Beyin bazı hususî olarak anlattığı tenkidi Fik­ ret, ve Âkifin bana münhasır olmıya- rak yaptığı tenkidi Âkif başkalarına da söylemişlerdi, ve her ikisi birbirle­ rini, mütekabil nefretlerinden haber leri olarak, sevmiyorlardı. Şimdi Âki­ fin adı anılınca, Fikretin ince, asa­ bi, güzel sesi bu sefer de Âkifi mah­ vedecek diye, onun için, korktum, fa­ kat korktuğum basıma gelmedi, ve, büyük şair evine gelen bir misafirin çok sevdiği bir başka büyük şair hak kında hiçbir şey söylemedi, başka mevzulara geçti.

Âşiyan’dan Çıktığım zaman, Fikre- tln güzel söz söylemekteki ayrı kud­ retine hayretler içindeydim- Sözleri mütemadiyen resimdi. Bu çizgi dar­ beleri ve renk tufanıydı. Bir konuş­ ma orjisi,

46 yaşındaki ölümüne bugün bir kere daha kalbimin sızladığı büyük şair, sen manasız bir misafire o gün ne büyük bir sabırla tahammül et­ miştin.

Talihsiz büyük şair,

Evinin müze olması otuz yıl gecik­ ti. Fakat, çıktığı mektebin kapısına, Atatürkten sonra, heykeli dikilen ikinci adamsın: Doğmanın tek ma­ nası bu türlü ölmektir.

M itfhyt Crtnal K U N T A Y

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

karanlık Gotik kulelerle To­ ton şövalyelerinin armaları ara­ sında ve fabrika bacalarıyla çevrili bir yılbaşı ağacı. bir yılbaşı ağacı karb bir mey­ danda

Bunlardan birisi Şefik Beye dair ve Şefik Beyin Neyzen Tevfik’e ait şiirlerini yazıyordu.. O mektubu, her iki rahmetlinin yâdı için vesile

Bugün, 1925 yılında sahnelenen dinsel görüntülü bir bö­ lücü ayaklanmaya bakarken, Şeyh Sait’in Ingiliz silah fab­ rikalarına silah siparişi verdiği, Ingiliz silah

Ancak bu konuşmalar, ne kadar havadan sudan ol­ sa da hemen her zaman fark ettirmeden öğretici, ay­ dınlatıcı ve o iç karartıcı günlerde yaşamaya bağla­ yıcı

Mevlâna, who was respected and loved by everyone o f the period in which he lived, died in Konya on December 17, 1273.. His funeral was attended by a large crowd o f

Son sınıf ol­ duğumuz için yüzlerce arkadaş­ larım beni temsil ederek evine koştuk, yalvardık, yakardık, ellerini önlük, o sırada Maarif Nezareti de

O zaman bu okulun başında y a n ümmî, yani okuma­ sı var, yazması yok, fakat emsalsiz bir terbiyesi olan müdür merhum Halil Rüştü Bey vardı.. Bakınız, okulun

Bugün Dağlarca adı “yaşayan en önemli Türk ozanı” olarak geçmekte ve hiç de yanlış, eksik ya da haksız bir saptama sayılmamakta bujfakat yanı­ na bir