İstanbul mektubu
Bogazıç;
Adı Şirketi-i Hayriye’dir. Bir iskele kahvesinde oturursanız, en eski kelimeleri de onun teknele rinin arkasında okursunuz: înbi- sat, İnşirah, Kamer, Sahil-Bend.. Yeni teknelerden birinin adı, Ko- catas. öz türkçe ise de o da bir su ve gazoz reklâmıdır.
Biz çocukken, mektep arkadaş larımız gibi, şirket vapurlarını de adlariyle değil, numaralarivle bel lemistik: ben 172 idim. K öp rü den 49 a binerdim. Biz Rumeli kıyısından gider, ve Beykozdan kalkan 50 nin eli~dem Tarabyaya iskelesin: kapmağa çalışırdık. O zaman direklerinde varis okları taşıyan bu yandan çarklı tekne - ler, simdi ahsan yalılar gibi çö - küp dağılmışlardır. “ înbisat., dm “ M ü'basıt., geldiği zamanın ya rışçısı idiler.
“ Boğaziçini Çirkinleştirme,, cemivetinin kurulduğu tarihi pek hatırlamıyarum. Fakat ç o - cuklulumuzdanberi. İstanbul şeh rinde bu cemiyet kadar devamlı ve sebatlı hiçbir milli teşebbüs olmrı.ıııştır. Şirketin iskele mi - marlarından başlayınız. Bu iskele ler, vaktivle, sade. güleryüzlü. köşk biçimi ahşap kulübelerdi- ' Vapurdan çıkanları tâ uzaktan görürdük, iskeleye iniş, merhum j topal İsmail Hakkı Pasad:«n önce Büyükaaada olduğu gibi, günlük , eğlencelerimizden biri idi Bu j köşkler, sonradan, üstü gazino, bi rer caışı haline geldi ve “ iskele* ; başı,, zevki ölüp gitti. Hem bun - i lar, vazma mendilinden daha ça- j buk solup renkleri karışan einile- * ıi. sebillerden çalınma kemerleri le millî olmak iddiasındadırlar Galiba bu uydurmayı, Bağdat demiryolları müdürü Huguenin Haydarpaşa iskelesinde keşfetti. Bir sandık çini ile birkaç kemeri birbirine kattınız mı, ya bu iske lelerden biri, yahut da bir evkaf hanı meydana gelir. Böyle millî îere baktıkça, gözümün önünde Banknot-halılar canlar,ir ve Ru- j meli Hisarı burçlarına külâh ge çirmek isteyen mühendisleri h a tırlarım.
Şimdi inhisarların elinde bulu nan Üsküdar deposunu, gözden kaybetmek için, kiremit rengine boyamışlar. Onu da şimdi her gö rüşümde, vangmı bir tatlı rüya gibi seviyorum ve yersarsımı, gönlüme, bir ask ürpermesi ka - dar hoş görünüyor.
“ Boğaziçini ÇirKİeleştirme ,, cemiveti, bos arsalara bu çimen to künbetlerini kurarken, korular altındaki eski yalıları kömür yı ğınları altında boğmuştur- Y a n mış Cırağan sarayının sütunları dibinde bir kanser gibi isleyen çinko barakaları biraz geçtikten sonra, essiz oevzaiı kömür kuyu sundan henüz çıkmış bir isçinin gömleğine çeviren bu türedi ikti satçı. koskoca bir ormanı balta larla silip süpürerek, şişman kar nı, semiz ensesi ve tıraşlı süratiy le, “ —her şevden önce iktisat!,, diye homurdanan müteahhidi ha tıra getirir
Demiryolu Sirkecive varmak içim Topkapı sarayının deniz k ı yısındaki kösler yıkılacak ve bah ce, ortasından parçalanacaktı. Pa dişaha gidip arzetmisler: “ — de miryolu geçsin de isterse göğ - sümü-1 üstünden geçsin !„ demiş.
Sark kafası nVldan taştığı za man bile bövle olur.
Boğaziçi'min bir tek adacığı
var, o da kömür deposudur b ’lr yorsunuz. Fakat bu iktisatçı kafa nın, dinamitle balık avlıyanlann millî istihsalciliğinden ne ka.'.ar farklı olduğunu bilmem düşünür müsünüz ?
Acaba deri fabrikasını başka yerde kuramaz mıydık? Boğaziri kokar, inanır mısınız, üst Boğa - ziçi, rüzgârına göre. acık lâğım* lı taşra kasabaları gibi kokar. Boğaz, bunda da endüstri dema gojisine kurban gitmiştir. Bizi ağrıdan sancıdan- kurtaran bir ta kım ilâçları bile, acılığmı duv - maksızm almak usulleri vardır- Büyük sanat, eğer bu sanata b i raz saygı olsaydı, sanır mısınız ki şu Üsküdarla Beykoz arasın - daki depoları ve fabrikaları pey- zaşa yedirmek yolun« bulmazdı ? Boğaziçinin hic bir pitoreski bo zulmaksızın, büvük ve mukaddes sanat, bütün gemilere kömür ver mekte de zorluk çekmezdi. Bu kazanç kafası darlığının suy - kastları, arkadaşının burnundaki sineğe martin atan Arnavut man tığından başka ne ile izah oluna bilir?
Bu yazımı, biraz da rahatsız lığıma bağışlayınız. Çünkü B o ğaz kıyısı otellerinin birinde otu ruyorum. Dün gece sabaha kadar gürültüden uyuvamadım, bu gür. de öğle uvkusu“ dan, cığlıkirala, sıçrayarak uyandım. Geceleyin motörden motöre, iskeleden mo- töre veya motörden iskeleye bağ- rışışlar, ıslıklar, bekçi düdüHeri, sabahleyin erkenden, acı acı va - pur sesleri.. Hele bir kapta« aile sinin yahut yavuklusunun köyün ie İseniz, canavar düdüğünün cakalı oyunları.. Üst Boğaziçinin sinir hastalarına iyi geldiğini söv lerler: takacılar, türlü daireler, şirkettiler, hepsi, bu hastalan de lirtmek için sanki ittifak etmiş ler. Gene şükür: hiç olmazsa, bir iki yıl önce olduğu gibi İnşirah vapuru gazel okumuyor!
Bakınız ben size çaresini ha ber vereyim : en küçük ise kadar bütün şehir bavmdırlığı dava - larında, mütehassıs şehirci ile mütehassıs sanatkârların kontro lüne en büvük hakkı
veriniz-Biz bu bayağılıkları, bu çirkin likleri, bu kabalıkları, bu mantık sızlıkları, hepsini, üstelik milyon lara satın alıyoruz. Dünyada bir plâjcılık sanatı vardır, biliyorsu nuz, Florvayı bu sanatı bilmeyen mimarlara perişan ettiriyoruz. Dünyada gazino mimarları var - dır, park mimarları vardır, otel mimarları vardır. Biliyoruz, Ulu- dağa benzer Avrupa dağlarına gi dip otellerde kalıyoruz, Köstence yanındaki plâjlara gidip yıkanı yoruz.
Essiz tabiatı, yüzde 3 cülere. yüzde 5 çilere, keyif ve kazanç düşkünlerine boğazlatıyoruz.
Galatavı kuran kalfalar zevki, kulağı para şıngırtısından başka ses söz duvmayan sarraf hırsı, büyük sanatın küçücük sanatkâ rı, büyük isin daracık kafası, es siz İstanbul sehrirude tahripleri ne devam etmektedir.
Kuru hendese ve hasis kazanç, her dokunduğu yere, bir buçuk asırdanberi, 4tonluk bomba gibi düsiivor! M eğer ne dayanıklı gü zellikmiş bu İstaribulun güzelliği! M eğer ne soylu, ne has tabiat - mis bu îstanbulutı tabiatı! .
— Ulus — tan