• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet sordu Oktay Akbal yanıtladı:Yazmak, yaşamak demektir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cumhuriyet sordu Oktay Akbal yanıtladı:Yazmak, yaşamak demektir"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUM HURİYET/2

OLAYLAR VE GÖRÜŞLER

29 A Ğ U STO S 1983

CUMHURİYET SORDU

O K T A Y AKBAL

YANITLADI

OKTA Y A K B A L 1923 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokulu Assomption Ortaokulu, Sainı Benoit ve Liseyi İstiklâl Lisesi'nde okudu. Birkaç yıl Edebiyat Fakültesi’ne devanı ettikten sonra, 1943 yılında Servet-i Fünun’da gazeteciliğe başladı. İlk kitabı 1946 da çıktı. Hikaye, roman, anı türünde kırka yakın eseri var. Suçumuz İnsan olmak ile 1958 yılı, Türk Dil Kurumu Roman ö d ülü ’nii, Berber Aynası ile 1957 yılı Sait Faik Hikaye ödülü ’nü kazandı. 1983 yılı İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Güncel Yazı ödülü ‘nü aldı. Kitapları bir çok dile çevrilen A kbal 1969’dan bu yana Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışıyor.

Oktay Akbal: Yabancı ülkelerde soruyorlardı: “ Ne yazarsınız?” Ben “köşe yazarıyım” deyince, "evet ama ne yazarsınız” diye yine soruyorlardı. O zaman ben de “ eh işte hcrşeyi yazarız, haftada altı kez yazarız, deyince pek şaşıyorlardı.

Yazmak

,

yaşam ak dem ektir

ALİ SİRMEN — Sayın Oktay Akbal, bir hafta,10 güne kadar ke­ sinleşmiş bir cezanızı çekmek üzere hapse gireceksiniz. Siz de böy­ lelikle, birçok Türk yazarının yazgısı haline gelmiş bir olayı yaşaya­ caksınız. Şimdi bir an için geriye dönelim. Nasıl başladınız yazarlığa? OKTAY AKBAL — Vallahi ben yazarlığa başlamadım, Yazarlığın

içinde oldum sanki. Kendimi bildim bileli yazı yazdım. İlkokulda başladı yazarlık. Daha üçüncü sınıfta, dördüncü sınıfta, hikâyeler romanlar yazar, bunları çocuk dergilerine de gönderirdim. Yani bil­ dim bileli yazı yazıyorum. Öyle yazar olayım falan diye bir şey yoktu.

SİRMEN — İlkokul deyince, kitaplarınızdan biliyoruz. Siz o yıllarda mahalle takımında kaleciymişsiniz. Nasıl oldu bu olay?

AKBAL — Bizim sınıfta, babası Karaköy’de kahveci olan bir arka­

daş vardı. Adamcağız oğlu iyi yerde okusun diye paralı olan bizim okula vermişti. Bu arkadaş iri yarı bir çocuktu ve okulun ali- kıran başkeseniydi. Okul kozmopolit bir okuldu. Bu çocuk herkesi yıldır- mıştı. Ben de sessiz bir çocuktum. Bu ikide bir gelir bana çelme ta­ kıp, dururdu. Bir gün yine böyle çelme takınca, her şeyi göze alıp, ne olursa olsun diye elimdeki kitap dolu çantayı bunun kafasına İn­ diriverdim. Oğlan yere yıkıldı. Kalktı... Aaa, gülmeye başladı. Al­ lah... Allah... Sonra ahbap olduk. Oğlan Laleli’de futbol takımının kaptanıydı. Bana tutturdu: "İlla gel kaleci oyna!” diye, Onun ısra­ rıyla mahalle takımının kalecisi oldum. Ben daha çok o zamanlar voleybol oynardım.

SİRMEN — Galiba koyu da Fenerbahçeliydiniz ki, babanız sizi Ga­ latasaray Lisesi'ne yazdırmak istediğinde. Fenerli olduğunuz için karşı çıkmışsınız.

AKBAL — O zaman kulüpçülük vardı. Şimdi de var, ama yalnız

taraftarlarda, futbolcularda yok artık kulüpçülük. Oysa eskiden fut­ bolcularda da vardı. Kimse Nihat’ı Galatasaray’dan, Zeki Rıza’yı Fe­ nerbahçe’den ayıramazdı. Bu kulüpler onlarsız düşünülemezdi. Me­ sela Beşiktaş’ın Hakkı’sı vardı. Şimdi ise bir de bakıyoruz, Trabzon- spor’dan, Fenerbahçe’ye, Fenerbahçe’den Galatasaray’a arkadaşlar gidip geliyorlar. Ben de küçükken nedense Fenerbahçeli olmuşum, bu yüzden “Galatasaray'a gitmem de gitınem!” diye tutturmuşum. Çok safça bir şey. Babam da çaresiz beni Saint Benoit’ya verdi. Hâ­ lâ da Fenerlilik sürüyor. Maça falan gittiğim yok ama. Eski Fenerli futbolcular gibi yerimizde duruyoruz. Bir yere transfer olduğumuz yok.

SİRMEN — Yine şu sınıfın kabadayısına dönelim: İri kıyım oğlanı koca kitapları kafasına indirerek yola getirmişsiniz. Acaba sizde ki­ tabın yararlı olduğu düşüncesi bu olayla mı başladı?

AKBAL — Kitap her zaman yararlıdır. Şuradan da belli ki, zaman

zaman geri kalmış ülkelerde, ilerlemeye karşı olanlar kitaplara kızı­ yorlar. Demokrasilerde kitaplar kafaya indirmeye değil de, kafayı ay­ dınlatmaya yarar.

SİRMEN — Peki gazeteciliğe nasıl başladınız?

AKBAL — Ben gazeteciliğe başlamak istemezdim. Ama geçim kay­

gısıyla başladım bu işe. 1940’dan beri basının içindeyim. Yazar ola­ rak da basının içindeyim. 1943’de Serveti Fünuıı Dergisi’nin sekre­ terliğini yaptım. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın Çeviri Bü­ rosunda çalıştım. 1950’deıı sonra da Vatan Gazetesi’niıı Ankara sa­

nat yazılarını, kitap eleştirilerini edebiyat eleştirilerini yazdım. Da­ ha sonra İstanbul’a geldim. Vatan Gazetesi’nde dış haberler sekre­ teri, yazıişleri sekreteri olarak çalıştım. 1956’dan beri de, köşe yaza­ rı olarak çalıştım. 1969’dan beri Cumhııriyet'te çalışıyorum. Bir ara bir yıl kadar gazeteden ayrı kaldık. Sonra yine hep birlikte geldik çalışıyoruz.

SİKMEN — Bunca yıl yazı yazdınız, daha önce hiç mahkûmiyeti­ niz oldu mu herhangi bir yazıdan?

AKBAI, — Efendim nedense benim yazı yazma, biçimim, kusur mu­

dur, meziyet midir, bilmiyorum, pek mahkûmiyete yol açacak türde değildir. Yürürlükte olan yasalara hep saygılı olmaya çaba harcamı­ şımdır. Yasalar kötü olabilir. Ama değiştirilecektir o yasa diye ina­ nırım. Yürürlükteki bir yasayı beğensem de beğenmesem de ona ters düşmemeye çalışırım. Gazetemizin kurucusu Yunus Nadi Bey’iıı bir sözü vardır. Der ki Yunus Nadi, “İnsanlarla değil düşüncelerle uğ­

raşmak gerekir.” Ben bu sözü çok beğenirim. 30 yıla yaklaşan köşe

yazarlığımda hiç mahkûm olmamıştım. Bir çok defa adalet önüne

Türkiye'de yazarların % 707,

% tt()'i kısa bir şiire için de

olsa lıapse girmişlerdir. Ve yin e

bunların % 70 - % 8 0 ’i yalnız

yazdıklarıyla geçin m ek

olanağını bulam am ış, başka iş

tutm ak zorunda kalmışlardır.

çıkıp yargılandım, ama hep aklanmıştım. Bu kez mahkûm da ol­ dum. 3 ay hapis cesazı yedim. 26 ağustosdan itibaren cezamı çek­ meye başlayacağım. Belki çalışmama devam etmek için gündüzleri dışarı çıkma izni vereceklerini sanıyorum. Bu yolda bir başvuru yaptım.

Bir yazımda yazmıştım: Birgün Türk yazarlar sözlüğüne bakıyor­ dum. A harfinden B harfine gelene kadar baktım, yazarların hemen hemen <7o70’i %80’i bir hapis cezasına çarptırılmış. Ben istisnalar arasında bulunuyordum. Bu cezayla bu durumum da ortadan kalk­ mış oldu.

SİRMEN — Sayın Akbal siz Türkiye’de en fazla kitap yazmış ya­ zarlar arasında olduğunuz halde, nasıl oluyor da geçim kaygısıyla gazeteciliğe başlamak zorunda kalıyorsunuz?

AKBAL — Biliyorsunuz Türkiye’de yazarların kitaplarının gelirle­

riyle geçinebilmek olanakları yok. Bunu son yıllarda ancak bir kaç kişi başardı. Benim öyle bir olanağım olmadı. Gerçi bugüne kadar kırka yakın kitabım yayınlandı, ama ben kitaplarımla geçinemedim. Bu yüzden bir gazetede çalışıp, bu arada da edebi çalışmalara de­ vam etmem gerekiyordu. Benim kuşağımın yazarları şairleri mutla­ ka bir işte çalışmak zorunda kalmışlardır. Şairlerimizin çoğu ya öğ­ retmen ya memurdu. Kimi de mesela Fazıl Hüsnü gibi askerdi, Sa­ bahattin Kudret gibi müfettişti,öğretmendi, Cahit Külebi,Behçet Ne- catigil gibi... Bir Sait Faik’tir belli bir işte çalışmamış olan, u aa ai­ lesinin sağladığı olanaklar yüzündendir. Hikâyelerinden de ufak te­ fek paralar alıyordu. Onun “Kestaneci Dostum” adlı bir kitabını ben bir yayınevine satmıştım. 100 lira almıştı. Pek sevinmişti ve bana köfte ısmarlamıştı. Üstad pek bir şey ısmarlamazdı genellikle. Sonra o yayın olmadı. Yaşar Nabi Bey, daha sonra 100 lirayı vermiş kitabı almış. O kitap “Lüzumsuz Adam” olarak çıktı. O zamanlar 100 liraydı ki­ taplar. Benim “Garipler Sokağı” adlı romanıma da Varlık 100 lira vermişti. O da 10 lirasını Orhan Veli’nin mezarı diye kestiler, 10 li­ rasını da başka bir şey için.

ARADA BİR

ŞÜKRÜ KAÇAR, Emekli Öğretmen

Gençliğe yaklaşmak

G ü ze l günler, insanoğlun un ö zlem le b eklediğ i,birbiriyle sar­ m aş dolaş olduğu, kardeşin kardeşi p a ra la m a y a kalkışm adığı günlerdir. O güzel, o tatlı günleri yaşayanlarım ız, çevrelerini çe- pe çevre kuşatan serüvenlerini kolay kolay unutam azlar. A n ım ­ sadıkça, o günleri yeniden yaşıyorm uş gibi olurlar. Tüm bir g eç­ m iş, gözlerin in ö nün e seriliverir. B iribirilerini o biçim seven, o biçim kçllam aya çalışan kişiler, bir s in e m a şeridi gibi düşlerini yoklar. İm g ele m le rin i altüst eder.

B aba-oğ ul, öğretm en-öğrenci ilişkileri, o güzel günlerin hal­ kalarını oluşturan, gençlerim ize tatlı gelecekler sunm ayı a m a ç ­ layan en iyi, en ö zge duygulardı o d ö n e m d e . Kim i karanlık e l­ ler u zan ara k aldı götürdü o tatlı g ü nlerim izi. Ç o cu k larım ızı, g e nçlerim izi bir başka dünyanın insanları d u ru m u n a getirdi. A cım asızlığın en açık örneklerini gösterdi. S u ç la n d ırd ı, yargı ö n ü n e çıkararak acı bir g e le c e k dikti onların ön ü n e. Kopardı g en çlerim izi bizlerden. B eklediğim izi b u la m ad ık o nlarda. O n ­ larla birlikte ta sa lan d ık , on larla birlikte yaralandık.

Toplum un bu g enç kesim ine, g e le c e k te bizi tem sil e d ec ek bu g e n çle re öylesine u za n m a m a lı, öylesine onları y ara lam a - m alıydı o uğursuz eller, o karanlık düşünceler. A m a oldu. S u ç ­ lu, s a d e c e gençlik sanki! O n la rı bu yollara itenler, yönlendi­ re n ler kaybolm uşlar ortad an . S ırlara k a d e m basm ışlar. Acı bir öykü bu to p lu m u m u z için. G e n ç le rim izin g e le c eğ i için.

Ş im di n erelerdeyiz? G e n ç le rim iz için bir yeni dünya kurm a­ ya çalışıyor m usunuz? Ç a ğ d a ş bilim in, ç a ğ d a ş dünyanın te m posuna u ym ak için birtakım akılcı yollar arıyor m uyuz? Bu­ rası açıkça belirm eli: Ç ağ d a ş uygarlık düzeyine ulaşabilm em iz için tek çözü m yolu bu. Ç ağ d a ş lık y arışına katılm adıkça, akıl­ cı ve yöntem ci yollar tu tu lm ad ık ça , g e n ç le rim iz e o tür ilgi gös­ terip onları k a za n m a d ık ç a d ü zlü ğ e ç ıkam ayız. G eç tiğ im iz, g e ­ ç e c e ğ im iz yollardaki e n g eller g e n e a ya ğ ım ıza d o la n a c a k , g e ­ ne h oşa gitm eyen du ru m la r yaratacaktır.

En büyük ulusal kaynağım ız olan gençliğim izi, değişen d ü n ­ ya koşullarına göre h a zırla m a k zo runluğ u vardır. Ü z e rim iz d e ­ ki sorum luluğu kolay kolay atam ayız. H e m h er d ö n e m d e g e n ç ­ lerim ize uzan an o kara elleri, bilim sel yöntem lerle, akılcı yol­ larla yoketm ezsek, o n la r için ne yeni bir d ünya kurabilir, ne de on larla yeni bir u zlaş m a ortam ı yaratabiliriz.

İstesek de istem esek de, karşım ıza g e n e bir eğitim sorunu çıkacaktır. Eğitim in ç a ğ d a ş olm ası, d e ğ işe n dünya koşulları­ na yanıt verm esi, baş koşuldur. G en çlerin , kendilerine göre bir dünya istediklerini bilm eli ve bu g erçekten yola çıkm alıyız. O n ­ ları, kendi görüş ve d ü ş ü n c ele rim ize uydurm aya çalıştığım ız sürece, olum suzluklardan kurtulam ayız. Bizi yenilgiye uğratan, a ç m a z la ra iten d e budur. H ep ken d im iz gibi düşünür, kendi­ m iz gibi olm alarını isteriz. O ysa h er şey değişiyor, h er şey iler­ liyor. İlerleyen bir dünyada, değişenlere ayak uydurm ak d a biz- lere düşüyor. S an ıyoruz ç ık m azlarım ız d a b u rad a başlıyor. G e n ç le rle , çocu k larım ızla a n la ş m a zlık larım ız d a b u rad a g e li­ şip ortaya çıkıveriyor.

B iz yetişkinler, gen çlerim izin sorunlarını çok iyi biliyoruz. Ç ü n kü o dönem lerd en geçm iş insanlarız. A m a gerçekçi o la ­ mıyor, ç ocuklarım ızla gerçekçi b ağlar k uram ıyoruz. Ç oğu kez de baskı yollarına başvurarak sorunlarını ç ö zü m e ulaştırm aya çalışıyoruz. O ysa baskının, zorun d a bir yarar s a ğ la ya m ay a ­ cağını kesinkes biliyoruz.

Ş im d ile rd e yapacağım ız tek şey var. Ç o cu k larım ızı a n la m ak ve ta n ım ak . S onra d a en iyi, en ç a ğ d a ş y ö n te m le rle onları ye­ tiştirm ek. Bunu yapm azsak, ne onları kazanabilir, ne d e b ek­ lenilen bütünleşm eyi sağlayabiliriz.

E skilerde yaşanan o güzel g ü nleri, o k ard e şç e atılım ları a n ­ c a k çağ d a şlık ç izgisind e çözü m e u laştırabiliriz. B aşka d a kur­ tu lu ş yo lu m u z yoktur.

NEREYE UÇAR GÖKYÜZÜ

REFİK DURBAŞ’ın

yeni şiir kitabı

YAZKO YAYINLARI

Bu sayıda:

• "Yeni politikacı"

tip in e d o ğ ru

• ç im e n to to zu

fın d ığ ı c r ttü .

• A v ru p a'd a n ü k le e r

d e h ş e t

EKONOMİDEN

SAĞLIĞA

SPORDAN

SİNEMAYA

YAŞADIĞIMIZ

GÜNLERİ

ANLAM AK

İÇİN ...

N O K TA

o k u y u n !..

ardındaki

gerçek

Haftalık Haber Dergisi

noKta

Ç IK T I!...

27. şayianı gazetecinizden isteyiniz.

1. hamur, ofset baskı, kuşe kapak t>8 sayfa

Sayın Doktor ve Eczacılara

TÜ R K İY E 'D E İLK DEFA

V it ilig o v e P s o ria s is fo to k e m o t e r a p i's in d e

Psoritin

t a b l e t l e 1 0 m g . m e t h o x ' s a l e n

E c z a d e p o la r ın a d a ğ ıt ıld ığ ın ı a r z e d e r iz .

Yurtoglu

VEFAT

Merhume Müzeyyen Gedeleç ve eski Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Merhum Kemal Gede- leç’in kızı, merhume Azade Ge- deleç’in ablası, merhume Cavit Öngören’in ve Dr. İbrahim Tali Öngören’in gelini, Orhan Öngö­ ren’in aziz eşi, Emre Öngören’in biricik annesi, Deniz Öngören’­ in kayın valdesi, Merve Öngö­ ren’in sevgili babaannesi

RÜKSAN

ÖNGÖREN

26.8.1983 günü ebediyete inti­ kal etmiştir. Cenazesi 29.8.1983 Pazartesi günü öğle namazım müteakip Şişli Camiinden Feri­ köy Asri Mezarlığı’na defnedile­ cektir. Allah rahmet eylesin.

AİLESİ

İLAN

İSTANBUL 4. İCRA TETKİK MERCİİ HÂKİMLİĞİNDEN Sayı: 983/1276 Hâkimliğimizde Konkordato teklifinde bulunan İstanbul Be­ şiktaş Köyiçi Caddesi Gürün Pa­ sajı Kal: 2 adresinde bulunan Kök Tersanecilik A .Ş.’nin vaki konkordato talebi kabul edilerek 28.6.1983 tarih ve 983/1276 esas, 983/1186 sayılı karar ile iki ay­ lık konkordato mehli verilmiştir. Bu kere konkordato komise­ rinin 23.8.1983 günlü dilekçesin­ deki talebi ile mehlin bitim tari­ hi olan 28.8.1983 tarihinden iti­ baren İKİ AY DAHA MEHİL VERİLMİŞTİR.

İşbu mühlet kararının ilân ta­ rihinden itibaren yedi gün için­ de her alacaklının dilekçe ile ic­ ra tetkik merciine itiraz edebile­ ceği ilân olunur. 24.8.1983.

Basın: 9332

Dr. MASUMU

ÇÖL

Dahiliye Mütehassısı Osmanbey Halaskârgazi Cad. No: 182 Kat: 1 (Pangaltı Akbank

yanı)

Mü. Te!.: 147 47 93 Ev Tel.: 573 91 06

TÜRK HAVA YOLLARI

A.O.DAN

— Ortaklığımız Bursa Satış Müdürlüğü hizmetlerinde kullanıla­ cak olan 1 adet otobüs kapalı zarf usulü ile kiralanacaktır.

— Haftada asgari 10 sefer yapacak olan otobüsün sefer ücreti 5.500r TL olup, yıllık toplam tahmini bedel 2.860.000rTL.dtr.

— Konuya ilişkin geçici teminat miktarı H4.400rTL!dır. — Kapalı zarfla verilecek teklif mektupları en geç ihale tarihi olan 06.09.1983 günü saat 14.00’e kadar İstanbul, Şişli Abidci Hürriyet Cad. Vakıf İş Ham B Blok Kot.3 de bulunan THY A.O. Alım ve Satım Kurulu Başkanlığına verilecektir.

— Şartnameler yukarıda belirlilen aynı adresten ve Bursa Satış Mü­ dürlüğünden sağlanır.

— Ortaklığımız 2490 sayılı yasaya bağlı değildir.

Dostlar Büro Malzemeleri

Sanayii ve Ticaret

Limited Şirketi

• Elektronik ve mekanik yazı - hesap makineleri satış • Elektronik ve mekanik yazı - hesap makineleri tamiri • Yazar kasalar satış ve tamiri

ADRES: Kemankaş Cad. No: 71 KARAKÖY

(Denizcilik Bankası Genel Müdürlüğü Meydanı Citizen mağazası) Tel.: 144 79 82 - 145 51 08

SİRMEN — Peki D zuınaıı altın kaç liraydı?

AKBAL — Vallahi altın... Onu bırakın da şöyle hesaplayayım. Ben

1943 de Servet-i.Filnun’un sekreteriyken 50 lira alırdım. O zaman­ lar yayınevleriııe çeviriler, dergilere yazılar falan da yapardım. 30-40 lira da oradan alırdım. Elime 90 lirâ geçerdi. Alım 13 liraydı. De­ mek ki, 20 yaşında 90 lira kazanıyordum. Bir kitaba da, 100 lira al­ dığıma göre, dernek ki yedi altın alıyordum.

SİRMEN — Peki şimdiki kitaplurınızduıı kaç para ulıyorsunuz? AKBAL — Şimdi de 100-150.000 lira alıyoruz.

SİRMEN — O zaman şimdi daha ucuza gidiyor kitaplarınız bugün altın 25.000 lira olduğuna göre.

AKBAL — Daha fazlaydı o zamanki 100 lira. O zamanlar 100 lira

aldığımda, evli de değildim. O parayı kendime harcıyordum. Yani demek ki, 20 yaşındayken, 60 yaşında aldığımdan daha fazla para alıyordum. Yani zaman içinde gelir olarak gerilemiş durumdayım.

SİRMEN — Bu gazetecilik içinde geçerli mi?

AKBAL — Tabii, şöyle bir örnek vereyim. Falih Rıfkı Bey 1 altın

alırmış, genç yaşında mütareke yıllarında Akşam Gazetesi’nde yaz­ dığı yazılara. Hüseyin Rahmi Bey tefrikasına iki altın alırmış. 1 al­ tın 25.000 lira olduğuna göre, bugünün parasıyla yazı başına Falih Rıfkı 25.000 alıyormuş. Eh biz ayda 20-25 yazı yazıyoruz. Bir lıe- saplayıverin o ölçüyle ne kadar almamız gerekirdi.. Bizler artık çok ucuza yazan yazarlar kuşağı olduk. Yazarlık arlık biraz fukaralık işi oldu.

Ben her zam an

korkusuz

yaşam ayı ve

yaratm ayı

savundum . Hiç

bir şeyi ezbere

kabulden yan a

değilim . H er şeyi

konuşacağız.

tartışacağız.

SİRMEN — 27 yıldır köşe yazarlığı yaptığınıza göre size bir soru sormak istiyorum: Nedir köşe yazarlığı?

AKBAL — Köşe yazarlığı acayip bir iştir. Dünyada benzeri olma­

yan bir iştir. Belki bir iki başka azgelişmiş ülkede vardır. Ben dün­ yayı gezdim. Doğallıkla hep gazetelere de gittim. Oralarda soruyor­ lardı: “Ne yazarsınız?” Ben “Köşe yazarıyım” deyince, “Evet anla­

dık, ama yani ne yazarsınız?” diye yine soruyorlardı. O zaman ben

de “Eh işte herşeyi yazarız , haftada altı kez yazarız” deyince pek şaşırıyorlardı.

Ben doğrusu bu köşe yazarlığını başka türlü düşünüyorum. Köşe yazarlığı, okuyucularla bir iletişim, bir söyleşi kurmaktır. Okuyucu yazıyı okurken “Ben de bugün bu sorunları düşünüyordum. Bunun

üstünde duruyordum!” desin. Yani mesele bir konuyu okurla bera­

ber enine boyuna düşünmektir. Köşe yazarı okuyucuya ders veren, yol gösteren kişi olmamalıdır. Yani bence iyi bir köşe yazarı, konfe­ ransçı, profesör olmamalı. Bir dost olmalı, okurun yakım olmalı. İyi bir köşe yazarı yazısını okutabilmeli, okurunu düşündürebilme- li. Okur, yazarın görüşüne katılmasa bile o konuda düşünmek zo- runluğunu duymalı. Ben böyle çok mektuplar almışımdır... Hele o patırtılı kütürlülü dönemlerde aldığım bir mektup var ki, hiç unu­ tamam. Genç bir okurum ki biraz sertlik yanlısı bir gençti, mektu­ bunda diyordu ki , “Görüşlerinize katılmıyorum. Ama düşünüyo­

rum yazılarınızda ileri sürdüğünüz düşünceleri. Acaba diyorum, ben mi doğru düşünüyorum. Oktay Akbal mı doğru söylüyor? Tartışı­ yorum kendi kendime” ve ona kendi kendisiyle tartışma olanağım

verdiğim için teşekkür ediyordu. Ben ezbere kabulden yana değilim hiç bir şeyi, herşeyi düşüneceğiz, tartışacağız.

SİRMEN — Sayın Akbal bir de siz kadın okurlardan çok mektup alıyorsunuz. Bu neden oluyor? Acaba insancıl sorunlara büyük du­ yarlılıkla yer veren bir yazar olmanızdan mı geliyor?

AKBAL — Vallahi onu bilmiyorum. Ama gerçekten, kadın okur­

larım, sanırım erkek okurlarımdan daha çok. Hatta arada bir Ca­ hil Külebi bana “Kadın yazarı” “Kız yazarı” diye takılır. Bilmiyo­ rum... Aydın kadınlarımız bir bakıma, kimi erkeklerden daha mı üs­ tün, daha mı derin düşünüştü oluyor, ya da bir eserin üzerinde da­ ha mı dikkatle duruyorlar?

Gündüzleri çıkıp,

yalnızca geceleri

hapishanede

geçirm enin bile

yazarlığım a,

gözlem , izlenim

bakım ından

katkısı olacağını

sanıyorum .

Belki böyle bir değerlendirme yapmak da doğru değil. Cumhuri­ yet okuru kadınıyla, erkeğiyle Türkiye ortalamasının üstünde. Za­ man zaman öyle eleştiriler yaparlar, öyle hoşgörüşle yaklaşırlar ki... Yani ben kendimi şurada mutlu hissediyorum. Okuyucumuzla bir iletişim kurabilmişim. Bunu imza günlerinde de görüyorum. Bir sev­ giyle yaklaşım var. Beni çok mutlu ediyor. Mesela dün bir hukukçu hanım okuyucumdan uzun bir mektup aldım. Diyor ki bu okurum:

“yaşamınız boşa gitmemiştir. Üzülmeyin.”

Tabi benim gibi 60 yaşına kadar bir gün bile karakola düşmemiş bir kişinin canını sıkıyor hapis olmak. Gündüzleri çıkıp, sadece ge­ celeri bile yatacak olsam. Bu can sıkıcı bir olay, ne diye inkar ede­ yim. Ama birçok aydın arkadaşımızın başına böyle olaylar geliyor. Ayrıca bu hapislik bana, yazarlığıma da bir katkıda bulunacaktır. Akşam kapatılması bile gözlemler izlenimler açısından bana bazı şey­ ler sağlayacaktır. Bir kitap yazmıştım bir zamanlar “Yazmak yaşa­

mak” diye. Gerçekten de yazmak yaşamak. Yaşanmadan da yazıl­

mıyor bazı şeyler.

SİRMEN — Sayın Akbal gazeteci ve köşe yazarı yanınız üzerinde durduk. Oysa siz aynı zamanda ünlü bir öykü ve roman yazarısınız. Yapıtlarınız yabancı dillere de çevrilmiş bulunuyor. Bıı arada, Fin­ landiya'da Sayın Fahri Korutürk'ün gezisi sırasında başınızdan il­ ginç de bir olayın geçtiğini o geziye katılan arkadaşlar anlatmışlardı... AKBAL — Evet.. Benim hikâyelerimin pek çoğu pek çok yabancı

dile çevrildi. Kitaplarım da basıldı. Bu arada 1977 yılında Sayın Fahri Korutiirk ile birlikte Finlandiya gezisine katılmıştım. Orada yeni açı­ lan bir kütüpaneye girerken, bize bir de Türk Hikâye Antolojisi gös­ terdiler. Orada en genç yazar olarak benim de hikâyem vardı. Fahri Paşa pek memnun oldu. Sonra uçakta dönerken de, yazarlarımızın sanatçılarımızın Türk milletini dünyaya tanıtmakta çok yararlı ol­ duğunu söyledi. Ben de kendisine, gerçekten bir ülkenin saygınlığında sanatçıların pek büyük katkısı olduğunu belirttim.

SİRMEN — Sayın Akbal, Sayın Korııtürk sanata ve sanatçıya ger­ çekten değer veren bir devlet adamıydı değil mi?

AKBAL —r Gerçekten de öyleydi.

SİRMEN — Peki efendim, siz 27 yıldır köşe yazarı olarak, hu süre içinde geçirdiğimiz çeşitli bunalımları da düşününce, en giiç döne­ min hangisi olduğunu söyleyebilir illisiniz?

AKBAL — Ben 1956 yılında köşe yazısına başladığımda Menderes’in

sertleşme dönemi de başlamıştı. İlk Yazımı anımsıyorum. Başlığı “Çok- seslilik" idi. Ben, her zaman çoksesli bir toplumu savundum. ABD Cumhurbaşkanı Roosvvell’in ileri sürdüğü bir ilke vardır: Kor­ kusuz yaşama ilkesi. İşte ben de korkusuz yaşama ve yaratmayı sa­ vundum hep. Bana göre, kolay dönem hiç olmadı. İktidarda arka­ daşlarınız da olsa eleştirdiniz mi kızıyorlar. Her dönem güçtü. Ama hiçbirinde, yani bugüne kadar hapse düşmemiştim.

SİRMEN — Teşekkür ederim Sayın Akbal ve sizi tüm hükümlüleri selamladıkları gibi uğurlayalım: Allah kurtarsın.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sivrac Kontu’nun 1790 yılında ortaya çıkardığı bu ilginç yü­ rüyen oyuncağını aradan yir- miyedi yıl geçtikten sonra bir başka Fransız soylusu Baron

“Haritada Bir Nokta” da insanın umarsızlığı, bir bakıma yenilmişliği karşısında başkaldıran ve yazı’yı bu başkaldırının aracı gibi kullanan Sait

[r]

1947’de Yıldız resim seminerinde Şeref Akdik ve İlhami Demirci’nin Gazi Eğitim Enstitüsünde Refik Epikman ve Malik Ak- sel’in öğrencisi oldu.. Altı yıl

Normal kalp genel hatlarıyla ters piramit şeklinde iken, yetersiz beslenen annelerin yavrularının kalbi daha yuvarlak ve daha az kaslıydı.. Daha az kaslı kalp kanı pompalamada

SONRA DA DIŞİŞLERİBAKANLIĞINDAKİ GÖREVLERİ N ED EN İYLE BESTECİLİĞE {CJlA- OLDUKÇA 6EÇ BAŞLIYA&amp;ILM IŞTİ.. Ş

Diğer taraftan göç olgusunu gerçekleştiren göçmenlerin, farklı bir kültürel yapıya sahip hedef toplum içerisinde yaşadıkları uyum zorlukları

Bu koşullar altında özellikle yabancı literatürün hem gündeminde hem de önemli bir inceleme konusu olan Çin’in yükselişinin, küresel güçlü bir aktör olarak