• Sonuç bulunamadı

Folklor ve Metinlerarasılık Doç. Dr. Özge Öztekin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Folklor ve Metinlerarasılık Doç. Dr. Özge Öztekin"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dönüşüm, insan için en önemli ol-gulardan biri olduğu kadar ortaya ko-nan ürünler ve yapıtlar için de tanım-lanabilir bir karşılaştırma durumu. Değer olarak üretilenlerin çoğullaştı-rılmasıyla tekil varlığın anlam kazan-ması ‘dönüşüm’ü meydana getirirken, aynı zamanda ‘metinlerarasılık’ kav-ramının da özünü oluşturuyor. Zira “her şey bir gösterge” Saussure’ün deyişiyle. Dolayısıyla bir göstergeden (ana-metin), yeni göstergelere (alt-metin) ilerleyerek her birini sorgula-mak mümkün. Dil ve edebiyat -hatta müzik, resim, sinema, moda gibi daha geniş bir dramatik alanın ifade şek-li olarak sanat- ise; metinlerarasılığ ın&göstergelerarasılığın tüm kulla-nımlarının yürürlükte olduğu, ürün-lerin çeşitli dönüştürüm işlemleriyle sürekli güncellendiği, temel anlamın birbirleriyle alışveriş halindeki biçim-ler üzerinden kavranmaya çalışıldığı, ürünlerin sayısı arttıkça anlamın da giderek derinleşip genişlediği sonsuz ve çoksesli birer oyun alanı.. Peki ya metinleştirilmiş folklorik yapıtlar? Sa-hip çıktıkları kültürel belleğin kulla-nımındaki yeni bağlamlar ile onlar da sanatın değişik biçimlerinde devamlı olarak yinelenip yenidenyazılmıyorlar mı?

Özel bir söylem biçimi olarak tam da bu noktayı yani metinleştirilmiş folklorik yapıtları merkezine alan dik-kat çekici bir inceleme çıktı geçtiğimiz aylarda. Hacettepe Üniversitesi Fran-sız Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Kubilay

Aktu-lum tarafından Folklor ve Metinlera-rasılık başlığı ile yayımlanan kitap, bir içeriğe değişik açılardan farklı bilimsel verilerle yaklaşılabileceğini ve evrensel yöntem bilgisiyle alanla-rarası somut ilişkiler kurulabileceğini gösteren interdisipliner bakış tarzıyla akademik anlamda oldukça önemli bir kuramsal model oluşturuyor. Bilimsel açıdan sahip olduğu özgün değerlen-dirme yöntemiyle; yazarın daha önce-ki çalışmalarında seçtiği resim-müzik-yazın-felsefe-videoklip gibi uygulama alanlarından sonra bu kez folklor üze-rinde metinlerarasılığın yeni anlam haritaları yaratan çok yönlü okumala-rı için ufuk açıcı bir yol rehberi olma niteliğini sürdürüyor.

Kitabın içeriğine geçmeden, ki-tapla okuyucuyu buluşturan ilk un-sur olan kapak üzerinde durmak ge-rek önce. Kullanılan görsel gösterge, okuyucunun ilk olarak neyi algıla-ması gerektiğine dair bir takım ince ipuçları verirken; beyaz fon üzerinde kitap adı ve yazar adının yazım şek-liyle görselin ebadı ve renk seçiminde-ki siyah&kırmızı vurgusu da dolaylı olarak bunu destekliyor. Kitapla ilgili bir nevi önbilgi sayılabilecek Nasred-din Hoca görseli; kitabın üçüncü bö-lümünde dilsel kodla detaylı olarak anlatılan, diğer bölümlerde de çeşitli vesilelerle adı geçen bir gösterge. Bu göstergenin algılanma biçimi -aynı gerçeğin dilsel ve görsel kodlarla ye-niden yorumlanması bağlamında- ki-tabın kapağında da yineleniyor. Me-tinlerarasılık kuramının uygulama

Doç. Dr. Özge ÖZTEKİN**

* Kubilay AKTULUM Konya, Çizgi Kitabevi, 2013, 216 s.

(2)

alanı folklor olunca, kitabın sahip olduğu içerik ile kapak tasarımı ara-sındaki ilişki son derece kuvvetli gö-züküyor. Yazarın bilinçli tercihini gösteren görsel alıntının yerleştirildiği söylem, metnin dokusunu da yeni bir bağlamda anlamsal olarak dönüştürü-yor. Böylece hem “resimsel bir mirası, bilgiyi yeniden güncellemek”le söz ko-nusu kesitin metaforik düzlemde ne kadar yerinde ve doğru kullanıldığı or-taya çıkıyor, hem de kitabın ele aldığı dinamik sürecin işareti olarak “geçmiş ile şimdi arasındaki söyleşiyi en iyi somutlaştıran” örnek özelliği gösteri-yor1. Dolayısıyla, okuyucu için ön ka-paktaki görsel göstergeyi yorumlaya-rak başlıyor aslında metin okuma işi. Nasreddin Hoca’nın herkesçe bilinen fıkrasındaki eşeğe ters binmiş pozu; resmin görünen anlamının yanı sıra, sahip olduğu görünmeyen altyazılar-la da gayet manidar. Kitabın taşıdığı bilimsel içerik ile kitap kapağının bir gösterge dizgesi olarak Türk halk kül-türünün çok tanınan, zeki, hazırcevap ve nüktedan bir kimliğine gönderme yapan öyküsündeki görsel-toplumsal-kültürel-düşünsel bildiri aktarımı ara-sındaki anlamsal bağ, minimalist ya-pıda Lévi-Strauss’un “indirgenmiş bir örnekçe” ifadesiyle açıklanabilecek -ki Prof. Dr. Aktulum da kitabında çeşitli vesilelerle buna değinmekte- simgesel, belirtkesel ve ikonik göstergelerle ye-niden üretiliyor.

Kitabın dışından içine doğru asıl yolculuk başladığında; İçindekiler, Gi-riş, Sonuç Yerine ve Kaynaklar gibi kı-sımlarla beraber çeşitli alt başlıklarla birbirinden ayrılmış yedi ana bölüm göze çarpıyor. Her ana bölümün ilk paragrafı, italikle yazılmış özel bir girişe sahip. Yazar böylece hem oku-ru konuya hazırlıyor, hem de bölüm içinde dikkat çekmek istediği

noktala-rı ve bir önceki/sonraki bölümle olası bağlantıları vurguluyor. Ayrıca birçok yerde, sözü geçen bahisle ilgili daha fazla açıklama için verilen parantez içi bilgiler, dilbilim terimlerinin Fran-sızca karşılıklarının yazılması ve yine önemli görülen sözcük ve ifadelerin italikle (bazen de hem italik, hem altı çizilerek) belirtilmesi oldukça dikka-te değer. Kitabın başlangıçta farklı görüntüler gibi duran ancak sahip ol-dukları iç donanımla adeta birbirinin devamı niteliği taşıyan metinlerarası kapıları, okura folklor evreninde yeni pencereler açıyor. İşte detaylar:

*

“Folklorik bir ürünün değişme-den, değiştirilmeden bir dönemden ötekine aktarılması klişeleşme, bas-makalıplaşma, müzeleşme tehlikesi doğuracaktır. Oysa kültürel unsurlar durağan değil, devingen bir özelliğe sahip oldukları sürece varlıklarını sürdürebilecektir... Bir ulusun kültü-rünün temel unsurlarını canlı tutma-nın yolu onların sürekli olarak başka dönemlerde güncellenmelerine bağ-lıdır. En etkili güncelleme yolu ise başka yapıtlarda yeniden kullanıma sokulmaları, bir başka deyişle söylem-lerarası/metinlerarası bir sürece katıl-malarıdır” (Aktulum 2013: 9).

«Giriş» kısmı, kitabın yazılış amacını ortaya koyan önemli bilim-sel temellendirmeler üzerine kuru-ludur. Başlangıçta P.Charaudeau-D. Maingueneau’dan yapılan alıntı; her söylemin/metnin diğer söylemlerle/ metinlerle girdiği çok biçimli ilişkilere dikkat çektiği kadar, aslında bu kita-bın manifestosunu da gayet açık bir gönderimle dile getirmektedir. Zira folklora makro düzlemde metinlera-rası/söylemlerarası yaklaşmak, mikro göstergeleri de evrensel anlamda dina-mik bir sürece taşıyacaktır.

(3)

Dilbilim-sel düzlemde her söylemin biçemDilbilim-sel tanımlanabilirliği, “ben”de öne çıkıp “sen”de varlığını sürdürme zorunlu-luğuna bağlıdır ve “ben”in “biz”e yani ortak dile katkı yapabildiği takdirde zaman içindeki yolculuğunu sürdüre-bilecektir. Dolayısıyla folklorun da bir söylem olduğu ve klişeleşerek unutul-ma tehlikesine karşı metinlerarası-lık sürecine ihtiyaç duyduğu vurgu-lanmaktadır. Yazarın yukarıdaki iki isimle birlikte D.Günay, M.Bahtin, F.Erkman gibi dilbilimcilerin konuyla ilgili ifadelerine yaptığı göndermeler, bu fikri destekler niteliktedir. Diğer taraftan, folklor alanındaki ulusal ve uluslarası çalışmalar da yine bu ba-kış açısıyla değerlendirilmektedir. Örneğin, Türkiye’deki Milli Folklor dergisinin 2009’da yayımlanan 83. sa-yısındaki makaleler metinlerrarasılık görüngüsünde daha çok uygulamaya yönelik çalışmalardır. Yurtdışından ise, söylem çözümlemelerinde dilbi-limin verilerini kullanarak disiplin-lerarası bir yol izleyen U.Heidmann-J.M.Adam, S.A.Steward ve E.Yassif örnek gösterilerek folklorik yapıtları-nı metinlerarası düzlemde nasıl sor-guladıkları anlatılmaktadır. “Yazma

ve yenidenyazma arasında masal: gelenek mi yoksa yenilik mi?” adlı

ki-tabıyla metinlerarasılığı ‘yenidenyaz-ma’ sürecinde inceleyen F.İbrahim’in seçtiği başlıktaki ‘gelenek’ ve ‘yenilik’ sözcüklerinin altı çizilerek, başlığın metinlerarası yaklaşımı genel ola-rak yansıttığı görüşünden hareketle; geçmişin arkada kalan değil, sürek-li olarak şimdiye yeniden eklemle-nen olduğu vurgusu yapılmaktadır: ‘Geçmiş’, ‘şimdi’yi yaratmaz; ‘şimdi’, ‘geçmiş’i biçimlendirir. Amaç; kültü-rün geleneksel unsurlarını olduğu gibi yinelemeden, dönüştürerek yeniden üretmektir. Bu noktada bir parantez

içi bilgisiyle; kitabın, gelenekselliğin ‘aktarılır olma’ niteliğinden daha çok

aktarılma biçimi üzerinde duracağı da

söz arasında okuyucuya verilir. Folk-lor alanındaki metinlerarası yöntem, kurgusal bağlamda geleneksel unsur-ların bir dönüşüm sürecinden geçirile-rek yeniden kullanılır olmasıyla ilinti-lidir. Dolayısıyla kitapta da folklorik yapıtın sınırlı söylemsel işleyişinin, dilbilimin ve özellikle göstergebilimin metinlerarasılık düzlemindeki biçeme dayalı sorgulamalarıyla konumlandı-rılacağı ifade edilmektedir. Yazarın bunu söylerken özellikle dikkat çektiği husus -ki bu tespiti, alandışı bir bilim adamı olarak folklor ile kurduğu ‘yön-tem bilgisine dayalı disiplinlerarası işbirliği’ bağı gibi ortak bir paydada değerlendirildiğinde, bilimsel nesnel-lik açısından gayet yerinde ve değer-lidir- alanın uzmanları tarafından ya-pılanları görünürde yinelemekten öte, metinlerarasılığın daha ziyade yöntem çerçevesinde kalan tanımlarındaki sı-nırlı ve yüzeysel noktalar ile gözden kaçan tarafları dile getirme kaygısıdır. Katı kuralları olan böyle bir alan için gerçekten önemli bir bilimsel yenilik-tir bu. Giriş kısmında ayrıca metinle-rarasılığı merkez alan her çalışma gibi bu çalışmanın da açık uçlu olduğu, her bölümün kendi içinde bir başı ve sonu olmasına rağmen metinlerarası bağlarla da birbirine bağlandığı ifade edilmektedir.

*

“Folklorik tanımlamasına uyan ürünler ya da yapıtlar bir söylemle-rarasılık ve metinlesöylemle-rarasılık çerçe-vesinde kalınarak sorgulandığında, sorgulama nesnesinin sözlü ve yazılı biçimleri konusunda iki ayrı yakla-şım belirlenmesi, söz konusu nesnenin daha iyi kavranmasını ve tanımlan-masını kolaylaştıracaktır. İster sözlü

(4)

ister yazılı olsun, ele alınan yapıtlar bir karşılaştırma süreci içerisinde uğ-radıkları biçimsel ve içeriksel dönü-şümler üzerinden tanımlanabilir ko-numa geleceklerdir” (Aktulum 2013: 51).

«Folklor-Metinlerarasılık-Söy-lemlerarasılık» başlıklı birinci bölüm, dilbilim ve folklor alanları arasındaki metinlerarası alışveriş tanımları açı-sından önemli bir karşılaştırma ile başlamaktadır. Halkbiliminin çıkış noktasının öncelikle sözlü ürünler ol-duğu ve bu ürünlerin sonradan yazı-ya geçirildiği gerçeğinden hareketle; sözlü folklorik ürünlerin

söylemlera-rasılık (Fr. interdiscursivité), yazılı

folklorik ürünlerin de metinlerarasılık (Fr. intertextualité) üzerinden işlediği ifade edilmektedir. Ayrım noktaları belirgin olmasına rağmen, bu terimler çoğu kez birbiriyle iç içe hatta birbiri yerine kullanılmaktadır. Dilbilim-deki söylem, söylem çözümlemesi ve sözce terimleri üzerinde durularak D.Maingueneau ve Saussure’e gön-dermeler yapılmış; folklordaki sözlü ürünlerin öncelikle söyleme ilişkin ol-duğu dile getirilmiştir. Buna bağlı ola-rak, dilbilimdeki söylemlerarasılık ve metinlerarasılık ayrımı da M.Bahtin, J.M Adam, P.Charaudeau, M.Pechêux, J.Authier-Revuz, M.Angenot üzerin-den yapılan alıntılar ve bu alıntılara bağlı açıklamalarla ifade verilmiştir. Dilbilimdeki söylemlerarasılığın folk-lor bağlamında yorumlanmasında da, aynı detaylı yaklaşım esastır. Buna göre, sözlü ürünün bir yandan akta-rım sürecinde yineleme nesnesi haline gelerek basmakalıplaştığı ancak diğer yandan da farklı biçimleri ortaya çık-tığı için söylemlerarasılık sürecinin işlerlik kazanmasına olanak sağladığı bildirilmektedir. Ardından, günümüz-de halkbilimciler arasındaki söylem/

metin değerlendirmelerine yer verile-rek J.T.Titon, L.Rohrich, W.Bascom, C.Grivel, G.Genette, R.Jacobson, A.Dundes gibi kuramcılara değinilir. Yazar, alıntıladığı cümlelerde kimi sözcük ve ifadelerin özellikle altını çi-zerek gerekli gördüğü yerlerde ara ara kendi açıklamalarını da yapar. Hat-ta bazı dilbilimsel Hat-tanım ve alıntıları daha iyi anlatmak için yanlarına pa-rantez açıp veya devam eden açık cüm-leler halinde, Türk halk kültüründen verdiği örneklerle destekleyerek iki alan arasında somut bir ilişki kurar. Örneğin metinlerarasılık/söylemlera-rasılık bağlamında, dilbilimdeki

aynı-sını yapma/üretme ilkesinin folklorda

‘olduğu gibi yineleme’ kavramıyla; dilbilimdeki dönüştürme ilkesinin de folklorda ‘kılık değiştirerek yineleme’ kavramıyla örtüştüğü tespitini yapar. Bu tespitini daha da kuvvetlendirmek için, Dede Korkut Hikâyeleri ve Nas-reddin Hoca Hikâyeleri gibi yazınsal folklor ürünlerinin bilinen bütün ver-siyonlarının sıklıkla bir dönüştürme yani kılık değiştirme ilkesine uygun olarak yüzyıllardır yinelendiğini söy-ler. Alanlararası yapılmış önemli bir hükümdür bu. Nitekim başka açılar-dan da, bu tür karşılaştırmalı hüküm-lerin arkası gelmektedir. Sözgelimi, bir metnin kullanıldığı bağlama göre yeni anlamlar üretmesi onun tek bir bağlamı olmadığını gösterir. Metin ve bağlamın yanı sıra, dokuya ait dilsel özellikler de bu değişimden etkilene-bilir. Folklorik yapıtın anlam ve biçim düzleminde değişen ve dönüşen bağla-mı, metinsel olarak yeni kullanımlara imkan verir. Bağlamda, biçimde ve işlevdeki dönüştürüm, versiyon kav-ramının da doğasını belirler. Yeni bir yapıtta eski bir eserden alıntılanan izlerin yeni bağlama uygun olarak anlamsal ve biçimsel değişikliklerle

(5)

yinelenmesi, ana-metindeki çeşitlilik ile ilgilidir. Bu da bir nevi dönüşüm-dür ve sürekli yeniden söylenir/yazı-lır. Söylemlerarasılık/metinlerarasılık çerçevesinde yinelenen unsurlar, as-lında bir yandan da düşünyapıbirim (Fr. İdéologème) konumuna gelerek ulusal kimliğin yapıcı yönlerini be-lirlemektedir. M.Bahtin, J.Kristeva, M.Angenot’nun tanımlarına yapılan atıflarla, düşünyapıbirimin içeriği ve işlevi daha genişletilir. Dönüşümün bir başka unsuru, J.Derive’in

yeniden-biçimlendirme (Fr. reformulation)

ola-rak adlandırdığı kavramdır. Daha önce söylenmiş/yazılmış olanı başka bir tür-lü yeniden üretmek anlamına gelmesi, onu ‘söylemlerarasılık/metinlerasılık’ ile neredeyse eşanlamlı yapmaktadır. Kavram, ‘yeniden söyleme/yazma’ya da bir nevi gönderme yapmakla birlik-te, yazılı olanı yenidenbiçimlendirme (metinlerarasılık süreci) ile sözlü olanı yenidenbiçimlendirme (söylemlerara-sılık süreci) aynı şey değildir. Yazar buradan yola çıkarak söylemlerara-sılık ile metinlerarasöylemlerara-sılık arasındaki ince çizgiyi yani sözlü edebiyat ile yazılı edebiyat ürünlerinin yeniden-biçimlendirilmesindeki ayrımı, kendi kuramsal düzleminde oldukça detaylı gözlemlerle anlatmaktadır. Gösterge-bilimdeki gönderge (somut) ve

gösteri-len (soyut) arasındaki ilişkiye benzer

bir şekilde, folklorda da sözlü ürünler yazıya geçirilip metinleştirildiklerin-de somut bir gönmetinleştirildiklerin-derge sözlü olarak algılandıklarında ise kavramsal bir gönderge durumuna gelmektedirler. Yenidenbiçimlendirme dönüşümünde iki tane ikili karşıtlıktan söz edilebilir: Birincisi; bu dönüşüm sırasında ‘yeri-ne koyma’ varsa dolaylamalı, ‘ekleme’ varsa dolaylamasız biçimler oluşur. İkincisi; bu dönüşüm ‘dil ve gösteri-len düzlemi’nde oluyorsa dil(bilim)sel,

‘söylem ve anlam düzlemi’nde oluyor-sa söylemseldir. Sözlü ürünlerin fark-lı versiyonlarının karşılaştırılması, dilsel ve söylemsel düzlemde dolay-lamalı ve dolaylamasız dönüşüm bi-çimlerinin çeşitli kombinasyonlarıyla okunabilmektedir. Kitabın bu ilk bö-lümünün yoğun olarak sözlü ürünler bağlamında söylemlerarasılık kuramı üzerine kurulduğu söylenebilir. Yazar folklorik ürünlerden birçoğunun adını anmakla birlikte, tercihini daha çok Nasreddin Hoca Hikâyelerinden yana kullanmış gibidir zira yukarıda kısaca özetlenen kuramsal çatıyı örneklen-dirmek için bu yapıt tipik niteliklere sahip bir gönderge metnidir. Konuyla ilgili olduğu düşünülen bazı yerlerde, Batı edebiyatlarından da örnekleme-ler yapılmıştır.

*

“Bizim için önemli olan, geriye dönük bir okuma yöntemi benimseye-rek folklorlaşmış yapıtların durağan anlamlarını belirlemekle yetinmeyip onların yeni bağlamlarda, değişik sa-natsal biçimlerde bir metinlerarasılık sürecine uygun olarak hangi bakım-lardan yinelendiklerini, biçimsel ve anlamsal dönüşümlerinin neler ol-duklarını, böylelikle devingenliklerini ortaya koymaktır. Basmakalıplaşarak sıradanlaşma, “müzeleşme”, unutulma tehlikesiyle yüzyüze bulunan, ulusal kültürü temsil eden yapıtları gündem-de tutmanın, sürdürülebilirliklerini sağlamanın en etkili yolu onları yeni bağlamlarda alıntılamak, yeniden kul-lanmak ya da yenidenyazmaktır” (Ak-tulum 2013: 77-78).

«Folklor-Metinlerarasılık-Gös-tergelerarasılık» başlıklı ikinci bö-lüm, metinleşen bir yapıtın yazınsal veya yazındışı bağlamda kullanılma sürecini metinlerarasılık ve gösterge-lerarasılık kavramları ile

(6)

değerlen-dirdikten sonra folklor bağlamında metinlerarasılık/göstergelerarasılık sürecinin işleyişini ele almaktadır.

Me-tinlerarası ilişki denen olgudan ilk kez

D.Carpitella’nın ‘yenidenkurgulama’ olarak bahsettiği, M.Bahtin’in ‘söyle-şimcilik’ olarak ifade ettiği, J.Kristeva ve G.Genette’in tanımlamalarıyla da ‘metinlerarasılık’-‘metinselaşkınlık’ ve özellikle son zamanlarda da ‘gösterge-lerarasılık’ olarak kavrasallaştırıldığı anlatılmaktadır. Bu noktada halkbi-limcilerin görüşlerine de yer verilmiş, Milli Folklor dergisi gibi folkloru konu alan pek çok dergide metinlerarası ba-kışın ağırlık kazandığı belirtilmiştir. İlk örnek olan ana metnin (Fr. hyper-texte) yeni alt-metinler (Fr. hypohyper-texte) oluşturması kapsamında ‘tarihsellik’ kavramına vurgu yapılmış, metinle-rarasılıkta sürerlilik fikrinin işleyi-şine bağlı olarak tarihsellikten önce güncelliğin sorgulandığı dile getiril-miştir. Türk folklorunda Nasreddin Hoca Hikâyeleri ile dünya folklorunda Gılgamış Destanı gibi sürekli alıntıla-narak, yinelenerek, kendilerine gön-derme yapılarak ve hatta yenidenya-zılarak varlıklarını farklı bağlamlarda sürdürebilen -dolayısıyla güncellenen- eserler; birer ana metin olarak, için-den çıktıkları kültürlerin klasikleşmiş ürünleridir. Edebiyat dışındaki alış-veriş hareketine bakıldığında, mesela posta pulu gibi tipik bir örnekten yola çıkılarak, folklorun sözlü ve özellikle yazılı ürünlerinin sadece metinsellik açısından değil başka gösterge dizgele-rinde de (resim, müzik, tiyatro, moda tasarımı, sinema) sürekli bir yeniden-yazma sürecinin öznesi oldukları dile getirilmiştir. Biçimsel ve anlamsal devingenlik, ‘metinlerarası dönüşüm’ kavramının da özünü oluşturmakta-dır. Özellikle biçimsel devingenliğin türe dayalı sorgulamaları,

yenidenya-zılan bir yapıtın türsel yönden getir-diği olası yenilikleri göstergelerarası dönüşüm sürecinde belirlemeye daya-lıdır. Sözgelimi Gılgamış Destanı’nın destan formundan çıkarılıp şiire, ro-mana, müziğe, sinemaya, tiyatroya uyarlanarak yeni eş-metinler (varyas-yonlar) meydana getirilmesi; türsel (göstergelerarası) birer dönüşümdür. Dede Korkut Hikâyeleri ve Nasreddin Hoca Hikâyeleri de metinlerarasılık/ göstergelerarasılık sorgulamasıyla de-ğişik uyarlamalara konu olmuşlardır. Yazarın burada “türsel yenidenbiçim-lendirme” olarak ifade ettiği kavram, söylemlerarası ve metinlerarası bir ye-nidenbiçimlendirmeyi karşılar. Bu da yine söz konusu devingenliğin işareti-dir. Yenidenyazılan metinlerin ilk ana metne yaptıkları her gönderme, yeni ve farklı anlam etkilerini ortaya çıka-rır. Dolayısıyla sadece yapıtın kendisi değil o yapıtın içinden çıktığı kültür de metinlerarasılık sürecine girmiş olur. Örneğin bir masalın metinlerarası yolculuğu, karşılık geldiği diğer söy-lem türlerinin dilsel-metinsel-türsel özelliklerinin belirlenmesine ihtiyaç duyar. Yazarın bu noktadaki ince tes-piti; söz konusu belirlemenin gerekli-liği bilinmesine rağmen, yoğun olarak motiflere ve yinelenen izleklere ağırlık veren folklorcularca pek fazla önem-senmediğidir. Metinlerarasılık süre-cinde her yeni bağlam, yeni bir neden-sellik getirir. Bunu mikrodan makroya ayrımsal bir karşılaştırmayla kavra-mak, biçimsel-içeriksel-işlevsel açıdan detaylı bir saptama yapmayı zorunlu kılar. Folklorik bir ürünün birden faz-la metinlerarası göndergesinin olması,

palempsest imgesinin gücünü gösterir.

Önceki devirlere ait unsurların de-ğişik işlevlerle yinelenerek yeni an-lam etkileri yaratması, metinlerarası işleyişten kaynaklanmaktadır. Eski

(7)

dönemlerin folklorik malzemelerini bağlam değişikliğiyle yenidenüretme-nin özellikle hikâye ve masallarda çok rastlanan bir durum olduğu söylendik-ten sonra, yazın ve müzik arasındaki göstergelerarası alışverişi örneklen-dirmek üzere Gılgamış Destanı’nın müzikte nasıl yenidenyazıldığı anlatı-lır. Aynı öykünün farklı varyasyonlar-la değişen içeriği; dil ve biçeme, ovaryasyonlar-lay aktarımına, anlatıcının yapıttaki ko-numuna göre bir takım dönüşüm sü-reçlerinden geçmektedir. Destan için B.Martinu’nun yaptığı oratoryo versi-yonu, biçimsel-içeriksel-anlamsal-iş-levsel dönüştürümlerle metinlerarası bir yenidenyazma süreci içinde özellik-le indirgeme ve kısaltma yöntemözellik-leri- yöntemleri-nin öne çıktığı bir uyarlamadır. Yazar daha sonra, metinlerarasılık/gösterge-lerarasılık sürecini gayet iyi özetledi-ğini düşündüğü R.Queneau’nun Biçem

Alıştırmaları ile F.Edgü’nün Yazmak Eylemi adlı kitaplarından

alıntıladı-ğı ifadeler üzerine yaptıalıntıladı-ğı derinlikli analizleriyle, yalın bir motiften sonsuz sayıda çeşitleme yapılabileceğine ve bu motifin yeni bağlamlarda alıntıla-narak yeniden kullanılabileceğine dair görüşleri destekler.

*

“Nasreddin Hoca Hikâyeleri deği-şik coğrafyalarda, değideği-şik zamanlar-da, aynı ya da benzer isimler altında sürekli olarak yenidenyazılmışlardır (ve yazılmaya devam edilmektedir)… Her kültür ister istemez zaman ve uzam farklılıklarına bağlı olarak bir ana-metin durumuna gelmiş olan Nas-reddin Hoca Hikâyelerini değişik yapı-lar üzerine oturtarak, değişik bağlam-larda dönemin koşulları içerisinde bir dizi dönüştürüm işlemine başvurarak yinelemişlerdir” (Aktulum 2013: 99).

«Bir Ana-Metin Olarak Nasred-din Hoca Hikâyeleri Üzerine Kimi

Dönüştürümler» başlıklı üçüncü bö-lüm, metinlerarasılık çerçevesinde söz konusu hikâyelerin bazı kültürlerdeki kullanımlarını yapısal, türsel, işlevsel özelliklerine göre karşılaştırarak; bu hikâyelerin hem değişmez ana yapıla-rını, hem de yineleme ve yenidenyaz-ma sürecinde geçirdikleri dönüşüm ile kazandıkları ortak/evrensel nitelikle-rini anlatmaktadır. Artsüremselliği bütünüyle dışlamayan bir eşsüremsel bakış açısıyla ele alındığında, Nasred-din Hoca Hikâyelerinin bir ana-metin olarak pek çok varyanta (alt-metne) sahip olduğu açıktır. Kendi içinde belirli işleyişi olan kapalı birer dizge konumundaki bu hikâyelerin metin-sel boyuttaki tipik ya pısal özellikleri, varyantlar arasında bir takım ilişkiler kurduğu gibi; hikâyelerin tür olarak Türk halk kültüründe taşıdığı işlevsel özellikler de, Batı kültüründeki kar-naval türü ile benzerlik göstermekte-dir. Bahtin’in roman için kullandığı

çoksesli (Fr. polyphonique) kavramı,

Nasreddin Hoca Hikâyeleri için de ge-çerlidir. Parodik romanlar ile komedi ve karnaval türlerinde olduğu gibi, Nasreddin Hoca Hikâyeleri de gül-dürürken düşündürdüğü için çokses-li yapıdadır. Amaç eğlendirmek gibi gözükse bile, altında ciddi mesajlar yatar. Bu mesajlar verilirken yaşa-nan dönüşüm de, her ülkenin kendi kültürüne göre farklı bir işlevsellikte gerçekleşir. Metinlerarasılığın kar-şılaştırmalı sorgulama biçimine göre

ana metinlerin ciddi düzende dönü-şümü olarak tanımlanan bu durum,

hikâyeleri parodik bir dönüştürüme uğratarak konumu ve bağlamı sü-rekli değiştirmektedir. Evrenselliğe giden yolda önemli bir aşamadır bu. Bahtin’in ‘edebiyatın karnavallaştırıl-ması’ şeklinde ifade ettiği

(8)

çiftdeğerli bir nitelik kazanmaktadır.

Versiyonlardaki biçimsel değiştirim/ dönüştürüm, çeviri, indirgeme,

geniş-letme ile; anlamsal değişim ise, öykü-sel ve pragmatik (edimöykü-sel) dönüşümler

ile gerçekleşmektedir. Biçime bağlı olarak verilen mesaj ve işlevin de, hikâyelerin zaman ve uzam dışı birer ana-metin olmasında rolü vardır. Ya-zar, Nasreddin Hoca Hikâyeleri’nin kurgusal yönünü anlatırken yer yer La Fontaine’in Masallar ve Balzac’ın İn-sanlık Komedyası ile de karşılaştırır. Sahip olduğu yalın biçimsellik ve de-rin düşünsellikle ana-metin düzeyin-deki bu hikâyelerin -bir metinlararası-lık özelliği olarak- değişik kültürlerde

gösterilen-içerik ve gösteren-biçim

düz-leminde geçirdiği dönüştürüm süreç-lerini örneklerle verir. Öykülerin çe-viri yoluyla diğer dillere aktarılması, Nasreddin Hoca adına benzer adlan-dırmaların yapılması veya ona benze-yen başka karakterlerin yaratılması; kültürel-coğrafi anlamda yoğun bir etkileşimi, yapı ve içerikteki yinele-melerle dönüşüme uğrayan anlatısal düzlemdeki işleyiş paralelliğini, temel folklorik göndermelerin taşıdığı ev-rensel değerleri göstermektedir. Tu-nus, Cezayir, Fas gibi ülkelerde Joha, Djouha gibi adlarla anlatılan öyküler-den de bahsedilerek, Nasreddin Hoca Hikâyelerinin anlatısal özellikleri be-lirlenir. Buna göre, hikâyelerde genel-likle 3 bölüm vardır: Günlük yaşamın sıradan gerçekliğine dayanan bir baş-langıç durumu, Nasreddin Hoca’nın karşılaştığı bir veya birden fazla kişiy-le girdiği çatışma/dengesizlik/gerilim yaratan aykırı bir durum, Hoca’nın bu aykırı durumu çözen beklenmedik ve şaşırtıcı sonuç sözleri. Bu öykülerin sinemada, çizgi roman ve çizgi film-lerde de bir yenidenyazma işlemiyle çeşitli dönüşümlerini görmek

müm-kündür. J.Baratier’nin 1959 tarihli Fransız-Tunus ortak yapımı Goha adlı filmi, M.Gotlip’in 1946-1972 yılları arasında Vaillant dergisinde Nasdine Hodja adıyla çıkan parodik çizgi ro-man uyarlamaları, R.Violet’nin 1950-1951 yıllarında kaleme aldığı düzyazı hikâyeleri; yazarın bu konuda verdiği ilgi çekici örneklerden yalnızca bir-kaçıdır. Nâdiralar da tıpkı Nasreddin Hoca Hikâyeleri gibi öğretici, ahlak dersi veren kısa güldürü biçimleridir. Dönüşüm sırasında, birer

mikro-an-latı olan motifler de aynı biçimin

bir-birine son derece benzer ya da tıpatıp aynısı olacak şekilde yinelenirler. Mo-tif, Greimas ve Courtès’in tabiriyle, değişik öykülerde yinelenen değişmez birimler olduğundan; Nasreddin Hoca Hikâyeleri de, bu anlamda birbirle-rinin değişkeleri olarak geleneksel bir ortak yapı niteliği taşımaktadır. Yahudi toplumunda da bu hikâyeler bilinmektedir. Temel bir ana-metin/ ortak-metin olarak Nasreddin Hoca Hikâyelerinden dönüştürülen Dhoja Hikâyeleri; farklı coğrafyalarda, fark-lı kültürlerde ve farkfark-lı zamanlarda, aynı veya benzer isimlerle sürekli ye-nidenyazılan bir başka evrensel örnek olarak bölüm sonundaki yerini almak-tadır.

*

“Evrenselliği hedefleyen tüm ku-ramsal bakış açıları, felsefi eğilimli tanımlamalar en azından folklorik bir yapıtın bir dil dizgesi olarak sorgula-nırken evrenselin alanına ne oranda, hangi açılardan katkı sağladığını be-lirlemeye zorlamaktadır. Bunu ya-pabilmek içinse dilbilimin verilerini kullanan yapısalcılığın, yapısal antro-polojinin, metinlerarası bakışın veri-lerinden yararlanmanın; folklorlaştı-rılmış metinlerin biçemsel bakımdan özgüllüklerini ve işleyişlerini, oradan

(9)

bir kültürü temsil eden insanların dü-şünce yapılarını, Lucille Guilbert’in söylediği gibi “görünmez, gizli

toplum-sal yapıları” (1991) kavramada

alter-natif sunduğunu unutmamak gerekir” (Aktulum 2013: 125, 126).

«Folklorun Evrenselleri Sorunsalı Üzerine Bir Deneme» başlıklı dördün-cü bölüm, kuramsal tanımlamalar üzerinden folklorik ürünlerdeki ‘ev-rensel’leri sorgulamaktadır. Alanın uzmanları tarafından folklorik ürünle-rin anlamlandırılması ve betimlenme-sine dair pek çok yöntem önerildiği, bunların içinden kuramsal olarak bu ürünleri üretildikleri bağlamda ele alma yönteminin fazlasıyla rağbet gör-düğü, evrensel gerekliliklerden söz edilse bile bunun pratikte çok önem-senmeyerek yerele/ulusala bağlılık şeklinde ortak bir algının yaratıldığı dile getirilmektedir. Oysa bir halkın imge evrenine hitap eden ürün ile baş-ka bir halkın imge evrenindeki benzer ürünün yan yana gelmesi, devingenli-ğe engel değildir. Yazar bu noktada, bir yapıtın nitelikli değişmezlerine ait yapısal unsur olan evrensel (Fr. uni-versaux) ile bir olguyu ya da durumu niteleyen evrensellik (Fr. universel-universalité) kavramlarını derinlikli olarak yeniden ele alır. Her yapıtın hem kendi bağlamında, hem de bağlı bulunduğu türün sahip olduğu evren-sel değişmezler bağlamında okunabi-leceğini/tanımlanabileceğini belirtir. Zaman ve mekân değişse bile değişme-yen evrensel unsurların yinelenmesi, bağlam ve dolayısıyla anlam değişikli-ği yaratmaktadır. Bu, dilsel bir olgu olarak metnin evrenselleri adıyla kav-ramsallaştırıldığında; alıntı, bu işleyi-şin ilk sırasında yer almaktadır. Folk-lorik dizgeler için de aynı süreç geçerlidir. Çünkü orada da değişme-yen yasalar/evrenseller vardır. Bunlar

önce belirli bir dizgenin içinde (kendi bağlamında) işlerlik kazanır. Sonra benzer türdeki dizgelerde yinelenir. Böylece metinlerarası sürerlilik söz konusu olur. Birer anlatısal unsur ola-rak özneler, nesneler, zamansal ve uzamsal kategoriler arasındaki bağın-tılar irdelenerek folklorik yapının gö-rünür anlamı incelenir. Ardından ben-zer yapıdaki diğer dizgelerin derin yapısındaki değişmezler de tanımla-narak, görünürün gerisindeki görün-meyen anlam belirlenir. Ana metinden sonraki her metin, öncekinden bir dö-nüştürüm veya bir yeniden yorumla-ma işlemiyle gelişme kazanarak türer. Dönüştürüm, folklorik yaratıyı bir ön-ceki geleneğe yaslar. Yenidenyaratma sırasında bazen önceki dizge canlılığı-nı korur, bazen de yeni dizgenin içinde erir. Ancak gözden kaybolsa bile, M.Riffaterre’in dediği gibi, bir şekilde

izi kalır. Zira her ‘yeni’, ‘eski’ ile

bağ-lantı içindedir. Dolayısıyla, onun izle-rini taşır. Bu izler sadece kendi içinde ve konu düzeyinde değil, kendisiyle ‘eşbiçimli’ başka türden örnekler üze-rinde de görülebilir. Sözgelimi, V. Propp’un Rus kahramanlık destanları-nın kaynağını ve V.Žirmunskij’in Kır-gız Manas Destanı’nın kaynağını aynı arkaik yapıya, Sibirya halklarının epik türlerine bağlamaları; bu eşbi-çimlilik olgusunu öne çıkaran örnek-lerdir. Yazar bu tespiti yaptıktan son-ra, bizdeki duruma da değinir. Halkbiliminin evrensellerinden ismen bahsedilse bile derinine inilmeyerek evrenseller sorunsalının geçiştirildiği-ni ve folklor ürünlerigeçiştirildiği-nin yerel okuma-lar üzerinden kendi bağlamokuma-larında değerlendirildiğini belirtir. Aslında alanın önde gelen kuramcıları da, halk kültürünün karşılaştırmalı yaklaşım-larla yerelden evrensele ayırt edici denkliklerinin belirlenmesi

(10)

gerekti-ğinden söz etmektedir. Belirlenecek bu yapısal değişmezler, R.Barthes ve J.Kristeva’nın deyişiyle, “sonsuz” bir

metinlerarasılık sürecinin de

pekişti-reçleri olacaktır. Bu noktada,

halkbili-mi ile halkbilgisi adlandırmalarının

yarattığı kavramsal çelişkiye de deği-nen yazar; İngilizcedeki “lore” ile “lo-gos” terimleri arasındaki anlamsal farka dikkat çekerek, “folklore”un

halkbilgisi kavramına daha uygun

düştüğünü dile getirmektedir. Zira halkbilgisi, belli bir halka ve belli bir bilgiye gönderme yaptığı için yereldir. Bilim ise, evrensel geçerliliği olan yön-temlerle evreni açıklamayı ve anlama-yı amaçlar. Yerel olanı evrensel ölçüt-lerle sorgulayan bilimsel bilginin ulaştığı evrensel sonuçlar, sorgulama-da yerelin evrensele katkısını sorgulama-da ön plana çıkarmaktadır. Yazarın burada fikirlerini desteklemek için verdiği ör-nek, yukarıda bahsettiği kavramsal kargaşayı açıklığa kavuşturacak net-liktedir: Türk kültürüne ait bir desta-nın sadece bizim imge evrenimize iliş-kin bir bildirisinin olması, evrensellik değildir. Bundan çok daha öte, kültü-rel bir gösterge olarak genel anlamda destan türü içerisindeki özgüllüğünün ne olduğunun anlaşılmasıdır onu ev-rensel yapan. Ardından yazar, yöntem konusunda da benzer bir çelişkinin ol-duğunu ifade eder. Folklorik ürünleri hem yalnızca kendi bağlamlarında okuyarak, yerele özgü olanı belirle-mek; hem de bunu yaparken yapısalcı, ruhçözümsel vs. gibi evrensel yöntem-lerden yararlanmak bir tezat oluştur-makta mıdır? Çünkü adı geçen yön-temlerin arka planında, Batı düşüncesinin kendi unsurları bulun-maktadır. Bu, düşünyapısal bir bakış açısıdır. Bakış açısı değiştiğinde, yo-rumlama da değişir. Örneğin metinle-rarasılık ve metinlerarası

evrenselle-rin temel işlevleri akla geldiğinde, yapıtın farklı değişkenleri olduğu daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Me-tinsel düzlemde gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkinin saymacılığı yani aynı içeriğin değişik anlatım biçimle-riyle sunulabilir olması, folklorik ürünleri (tıpkı yazınsal ürünler gibi) çokanlamlılık değerine sahip kılmak-tadır. Yazarın burada verdiği örnek ise, ölüm teması üzerindendir: Her kültürde insanın ölüm karşısındaki koşulu, yüzey yapıda farklı biçimlerde temsil edilirken derin yapıda değişme-yen bir evrensel olarak durmaktadır. Değişik kültürlerdeki bu değişmeyen unsurlar, bilimsel bir bakış açısıyla ta-mamen yerel nesneler olarak değil ev-rensel özellikleri de olan/olabilecek nesneler olarak alındığında, karşılaş-tırmalı çalışmalara olanak sağlayabi-lecektir. Önemli olan, yineleme etkeni-ne bağlı olarak, folklorik ürünlerin zamanla basmakalıplaşma tehlikesine uğramamasıdır. Ortak bir dildir

ev-rensellik ve yer, zaman, kişi

bakımın-dan ortak bir alana ait özelliği imler. Bunu oldukça iyi ifade eden örnek ise -yazarın da dikkatle belirttiği gibi- C.Eberhard’ın insan haklarının evren-selliğine dair bir çalışmasında, I. Shah’ın yazdığı Nasreddin Hoca Hikâyeleri için R.Williams’ın çizdiği “eşeğe ters binmiş Hoca” illüstrasyo-nunu kullanmasıdır. Estetik işlevi ge-ride bırakan evrensel bir bilgi sunumu vardır o görselde: İnsan hakları evren-sel bir değerdir, tıpkı Nasreddin Hoca gibi! Dolayısıyla folklor ürünlerinin evrenselleri, türsel özellikleriyle de okunabilir ve sınıflandırılabilir. Bu, onları aynı zamanda bir ‘dil’ göstergesi yapar ve böylece başka yazınsal ürün-ler tarafından da alıntılanabilecek, ye-nidenyazılabilecek hale getirir. Ortak dilin bireysel-yerel yanını oluşturan

(11)

söz için, dilin/dillerin yerelden evren-sele uzanan özelliklerinin nasıl araştı-rıldığı noktasında B.Comrie, A.Marti-net ve N.Chomsky referans olabilir. Halkbilim incelemelerinde de bu şe-manın karşılığını bulabileceğini söyle-yen yazar, folkbirim değeri taşıyan her unsurun sadece söz düzleminde değil dil düzleminde de sorgulanabileceğini belirtir. Yerellik (söz) ile sınırlı kalma-dan -bunun daha da ötesine geçerek- evrensellik (dil) üzerinden ilerleyen bir yaklaşım, metinlerarasılığın bakış açısını da genişletecektir. Farklı tür-den sanatsal biçimler arasındaki yapı-sal ve içeriksel denklikler,

evrenselleş-tirici bir değere sahiptir. İşte bu farklı

gösterge dizgelerindeki benzerlikleri sorgulama, eşbiçimlilik (Fr. isomorp-hisme) kavramını akla getirir. Eş

me-tin (varyant) ve benzer meme-tin

(versi-yon) ilişkisi önemlidir. Sözkonusu her iki düzlem de birbirlerine karşı hem zamansal ve uzamsal bir uzaklık, hem de bir o kadar yakınlık (derin yapıda gösteren-gösterilen bakımından ortak işleyiş) içerisindedirler. Yapıttaki çe-kirdek unsurun yinelenmesi, değiş-mezlik ilkesi gereğince, tüm yapıyı bir eşbiçim haline getirir. Lévi-Strauss, Barthes, Lotman ve Piatigorsky’nin tanımladıkları gibi; kültürel/folklorik bir metin eğer bir kültürü temsil eden metinler toplamına katıldıysa, artık tek başına ayrı bir söz değil evrensel bir ana-metindir. Nitekim Nasreddin Hoca Hikâyeleri de, belli motiflerin de-vamlı yinelenmesiyle herhangi bir kültüre özgü olmayıp sürekli gönder-me yapılan bir ana-gönder-metin olarak ev-renselliğini buradan almaktadır. İç içe geçen hikâyeler ağı, onu tekseslilikten yine bir evrensellik özelliği olan çok-sesliliğe taşımaktadır. J.Kristeva,

ana-metin yerine model sözcüğünü

tercih etmekte ve özelden (söz) genele

(dil) varma yolunda yinelenen yapısal tiplerden bahsederek yapısal bir eşbi-çimlilik anlayışı sergilemektedir. Söy-lemler biçimsel bir dağılımla gerçekle-şir ve her yeniden dağılım işlemiyle yeni metinler meydana gelir. Nasred-din Hoca Hikâyelerinin benzerleri de, derin yapıdaki yapısal değişmezlerin yinelenmesine dayalı bir dağılımla gerçekleşmiştir. Göstergebilimsel bu bakış tarzı, metinlerarasılığa olanak veren evrensel söyleşiyi de beraberin-de getirir. Yapısal veya göstergebilim-sel anlayışın dışında, göstergenin kut-salla bağlantılı tarafı üzerinde duran R.Caillois, evrendeki her şeyin sürekli bir yineleme sürecinden geçtiğini be-lirterek eşbiçimliliğin yanına benzer-lik veya türdeşbenzer-lik kavramlarını da ek-ler. R.Jacobson ve A.Martinet dilin evrensellerini belirlemeye çalışırken, N.Chomsky de evrensel dilbilgisi anla-yışıyla tüm dillerdeki ortak özellikleri araştırır. Aslında herhangi bir dizge-nin kendi özelliklerini belirleyen içsel yasaları, onun evrenselleridir. Evren-sel okumaya açık bir yapıt, yeni koşul-larda yeni yorumlara da açık demek-tir. Yazar burada, folklorik ürünlerin de sanıldığı gibi geçmişe gönderen ve biçimsel-anlamsal olarak kalıplaşmış ürünler olmadığını söyleyerek evren-sel okumaya açık oluşlarına vurgu ya-par. Türsel bağlamda tanımlanabilir duruma gelmeleri, bir dil göstergesi olarak başka yapıtlar tarafından da alıntılanmalarını sağlayacaktır. Yazı-ya geçirilerek metinleştirilmiş folklo-rik unsurların “ölü bir dizge” haline gelmesi veya basmakalıplaşarak za-man içinde unutulması, ancak yeni-denyazılması ve bir gönderge olarak diğer yazınsal türlerce de alıntılanma-sıyla önlenecektir. Nasreddin Hoca Hikâyelerinin de bir ana-metin olarak sürekli dönüştürülüp

(12)

yenidenyazılma-sı ve alıntılanmayenidenyazılma-sı, “canlı birer nesne” olarak onları daha devingen bir varlık haline getirmektedir. Sözkonusu hikâyelerle birlikte başka bazı folklo-rik ürünler de özgün bağlamından alıntılanıp yeni bir bağlama sokul-makta ve böylece tekseslilikten çok-sesliliğe adım atılmaktadır. Eş metin-lerle olduğu kadar benzer metinmetin-lerle de güncellik kazanan folklorik ürün-ler, her kültürde yeni bir dizgeyle tü-remektedir. Artsüremsel düzlemden eşsüremsel düzleme geçiş, yorumcu-nun-yazarın yapıta yaptığı gönderme ve alıntılarla yeniden kullanıma soku-lur. Yapıtla karşı karşıya gelen herkes de, bir alıcı olarak, sözkonusu alımla-ma sürecine katılır ve evrensellik bu düzlemde de devam eder.

*

“Çağdaş eleştiri yöntemlerinin neredeyse hepsi ele aldıkları şu ya da bu yapıtın içsel işleyişi yanında türsel, evrensel işleyişini belirleme arayışın-dadır… Folklorik nitelemesine uyan yapıtlar da yine yapısalcılığı, gösterge-bilimi, söylem çözümlemelerini vb. be-nimseyenlerce sıklıkla mercek altına alınmış, içsel işleyişi yanında eşbiçim-sellikleri bakımından bir disiplinlera-rasılık, metinlerarasılık çerçevesinde okunmuşlardır… Bir yapıtın evrensel-lerinin belirlenmesi, türsel olarak ait olduğu alandaki özgün katkısının be-lirlenmesiyle olasıdır” (Aktulum 2013: 148).

«Nasreddin Hoca Hikâyelerinin Kimi Evrenselleri Üzerine» başlıklı beşinci bölüm; folklorik metinlerin ye-rele dönük bildirisi yanında asıl evren-sel düzlemdeki tanımlanması ve ben-zerleriyle karşılaştırılabilmesi için evrensellerinin belirlenmesi gereğini yeniden vurgulamakta, Nasreddin Hoca Hikâyelerinin bir gönderge me-tin olarak sahip olduğu değişmezlerle

evrenselliği hangi açılardan yakaladı-ğı üzerinde durmaktadır. Yazıya geçi-rilerek birer dil işi haline gelen folklo-rik metinler; kapalı bir dizge olarak içsel işleyişlerinin belirlenmesi ve de-rin yapıdaki değişmez özelliklede-rinin saptanması ile türsel anlamda tanım-lanabilir olurlar. Nasreddin Hoca Hikâyelerinin türsel açıdan benzerle-rinin hem yerel, hem evrensel düzlem-de okunmasının onları evrensele bağ-layan temel evrensellerinin belirlenip tanımlanmasıyla olası olabileceğini ifade eden yazar; hikâyelerin evrensel-liklerini sadece bilinen niteliklerinden değil, arkalarında saklı olan türsel-bi-çemsel-yapısal-izleksel özellikleriyle daha açık belli ettikleri görüşündedir. Bu, metinlerarasılık açısından da önemlidir zira her yazınsal metnin -folklorik metinler de dahil olmak üze-re- yazınsallığının esas ölçütlerinden biri metinlerarasılıktır. Metin bir gön-dergeler dizgesi olarak okunabileceği-ne göre, alıntı ve yiokunabileceği-nele(n)me metnin temel evrenselleri olacaktır. Basma-kalıp anlatım da, yineleme ve yinelen-me kavramları ile yan yana durur. Ön-ceden var olan basmakalıp göstergeler görünümündeki evrenseller, metinle-rarasılık bağlamında yeniden düzenle-nebilirler. Nitekim yazar bu fikrini daha önceki bölümlerde de örnek ola-rak verdiği Gılgamış Destanı ve Nas-reddin Hoca Hikâyeleri ile somutlaş-tırmıştır. Genel geçerliliği olan basmakalıplaşmış bir özellik, aslında bir evrenseldir. Bu anlamda kendisine yapılan her alıntı, gönderme veya içe-rikle ilgili her düşünce ilk başta yereli ama bundan çok daha fazla evrenselin evrensel değerini öne çıkarır. Bir önce-ki bölümde geçen ölüm izleğini burada da tekrar eden yazar, yerel düzlemde “kendimizce” işleyebileceğimiz ölümün aynı zamanda evrensel bir

(13)

değişmez-lik özelliği olduğundan söz eder. Fikri-ni desteklemek için Grivel’e gönderme yapan yazar, “gerçeklikleri” kendince belli bir düzene oturtarak sunan her metnin pek çok bakımdan “uzlaşılmış

değerlerin aktarıldığı bir dizge”

şeklin-de tanımlanabileceğini belirtir. Biçem-sel özellikler veya biçimler, başka me-tinlerde yeniden gündeme getirilip yinelenmeleri ölçüsünde varlıklarını sürdürebilirler. Ölüm izleğinde olduğu gibi bir izlek her topluma özgüdür ve tüm toplumları ilgilendirir. Dolayısıy-la yinelenmesi gereken, söz konusu iz-leğin ele alınış biçimidir çünkü aynı izleği her metin değişik biçimlerde ele alır. Bu da hem yerel olanın özgünlü-ğünü ortaya çıkarır, hem de temelde herkesi kapsayan değişmez bir olgu olarak benzeşen yanların ve ortak tep-kilerin belirlenmesini mümkün kılar. Bu noktada, evrenseller devreye girer. Metnin derin yapısındaki evrensel de-ğişmezleri belirlemek, öncelikle metni doğru okumaktan geçer. Anlamsal ve metinsel ilişkilendirmede, tekseslilik yerini çoksesliliğe bırakır. Bir metin gösteren düzleminde biçimsel olarak kapalı ve bitmiş iken, gösterilen düzle-minde anlambilimsel olarak açık ve bitmemiştir. U.Eco’nun Açık Yapıt’ına gönderme yapan yazarın da belirttiği gibi; bir yapıtın bazı değişmezlerinin yeni koşullarda ve başka bağlamlarda yinelenmesi, metnin açık olma neden-lerinden biridir. Bu aynı zamanda tür-sel olarak tanımlanabilirliğin ve dola-yısıyla evrenselliğin de göstergesidir. Açık bir metnin evrensel bildirisi olan yapıları ve izlekleri, tüm ayrıntılar bir kenara bırakıldığında, geriye kalan en önemli unsurdur. Yazınsallık da, met-nin açıklığı ile doğrudan ilişkilidir. Ya-zar, R.Barthes’ın S/Z’deki görüşlerine atıfta bulunarak; yazılabilir bir metin ile yeni yorumlara açık bir metnin,

okunabilir bir metin ile de yoruma

ka-palı, kendi döneminin koşullarına yani yerele sıkışıp kalmış bir metnin söz konusu olduğunu söyler. Barthes’a göre, yapının ve bildirinin açık olduğu “klasik” metinler de birer okunabilir metindir. Ancak klasik sözcüğü, Barthes’ın bahsettiği evrensele gönde-ren tanımlamaları da içine almakta-dır. Nasreddin Hoca Hikâyeleri; anla-mı açık ve belli olduğu için okunabilir bir metin gibi gözükse de, hikâye so-nunda özlü söz halinde verilen bildiri-lerin başka bağlamlarda da yinelen-mesiyle yerele değil evrensele ait bir değer kazanır. Zira “insan”a ilişkin her bildiri, evrenseldir. Dolayısıyla, bir folklorik yapıt öncelikle okunabilir bir metindir. Alıntılanma sayesinde sürekli yinelenen bir nesne haline ge-lir ve evrensel geçerlilik sağlar. İçinde biriktirdiği değerlerin toplamı olan metin hem gösteren düzleminde kapa-lı, hem de gösterilen düzleminde açık-tır. Basmakalıp anlatım gibi yapısal bir unsur evrensel konumuna geçer-ken, aynı zamanda evrensel bir değeri de beraberinde getirir. Yani yapı ya-nında -hatta ondan daha fazla- değer yinelenir. Söz konusu değer bir yapıta has değil, bir türü belirleyen anlamsal

değerdir. Nasreddin Hoca

Hikâyelerindeki işleyiş de bu şekilde-dir. Bir ana-metin olarak sahip olduğu evrensellerin belirlenmesi, evrensel bir nitelik kazanması bakımından önemlidir. Hikâyelerin benzerlerinin yeni bağlamlarda üretilme süreci ise, yüzey yapıdaki dizisellik ilişkilerine bağlı olarak (folklorik ürünlerdeki eş

metin ve benzer metin ayrımı gibi),

ev-rensellerin (değişmez ya da benzer ya-pıların) farklı bağlamlarda kullanıl-masıyla metnin türsel konumunun belirlenmesi şeklinde gerçekleşmekte-dir. Değerlerin varlıklarını

(14)

sürdürebil-meleri için evrensel konumdaki bir dizi unsurun değişik dönemlerde yine-lenmesi gerektiğini söyleyen yazar, folklorik unsurların biraz da

değerle-rin metinlerarasılığı denilebilecek

iş-leme uygun düştüğünü ifade eder. Ev-renseller metni daha geniş bir bağlamda tanımlanabilir kılmakta, her özel metin genel bir metne yaslan-maktadır. Bir Nasreddin Hoca Hikâyesi, tek başına özel bir metindir. Bu özel metnin bilinçaltı ise (Grivel’e göre, “genel metin özel metnin bir tür

bilinçaltıdır”), değişmez yapı denen

basmakalıp anlatım yani özlü sözdür. Yalnız buradaki basmakalıp anlatım, genele yani evrensele katılmaya uy-gun olmalıdır. Genel bir metnin değer-sel malzemesini meydana getiren ev-renseller aktarılabilir niteliktedir ve yinelemeye bağlıdır. Metinlere bütün-lük katar. Metinlerarasılığın felsefî boyutundan değerlendirildiğinde, “her metin evrensellerden türer” demek çok da yanlış olmaz. Ayrıca mitler ve mitik değeri olan eserlerdeki arketip-ler de, evrenselarketip-lerle yakın ilişki içinde-dir. Nasreddin Hoca Hikâyelerinin ev-rensellerinin her dönemde sürekli yinelenmesi, evrensel dolaşımı hızlan-dırmaktadır. Hikâyelerin özellikle me-tinsel-değersel düzlemdeki evrenselle-ri, yazarın belirlediğine göre, şöyle sıralanabilir: Hikâyeler çoğu zaman anlamsal ve sözlüksel bir koşutluk ile “yineleme/yinelenme” biçiminde yeni-denyazılırlar. Giriş-gelişme-sonuç şek-linde basmakalıplaşmış klasik bir an-latım vardır. Çizgisel bir yapıya sahiptirler. Hikâyelerin sonucu, hatta sonuçtan öte tüm öykünün yükünü omuzlayan özlü söz (Fr. maxime) asıl beklenendir. Özlü sözün didaktik bir tarafı vardır; hem genele-insana dö-nük yüzüyle evrensel gerçekliği olan bir bildiri aktarır, hem de yinelenen ve

basmakalıp bir değer taşır. Söz konu-su değer, evrensel kabul görmüş yani kendi bağlamının dışında da okunma-ya açık bir niteliktedir. Bu açıdan Nas-reddin Hoca Hikâyeleri bir yandan Aristotales’çi mantığa yaklaşırken, di-ğer yandan La Fontaine ve Ezop’un masallarına yakınlaşır. Özlü söz kul-lanımları ve yinelenen yapısal değer-leri ile bu hikâyeler, Barthes’ın ifade ettiği okunabilir metin tanımına ve her okunabilir metnin de aynı zaman-da klasik bir metin olduğu vurgusuna uygun düşmektedir. Her dönemde yi-nelenen, her zaman yeni ve güncel olan anlamlarına gelen klasik sözcüğü, bu yönüyle evrensellik kavramını da için-de barındırır. Nasreddin Hoca Hikâyeleri de bu yüzden klasiktir ve dolayısıyla evrenseldir. Özlü sözlerin gerisinde belirsiz şahıs zamirinin ol-ması da, ben/biz bağlamının dışında, hikâyelerin evrenselliğinin sorgulan-ması açısından oldukça ilginçtir. Prof. Dr. Aktulum’a göre bu hikâyelerin ya-zarının, anlatıcısının, zamanı ve uza-mının belli olmamasının nedeni

“belir-sizlik” (Fr. indéfini) düzleminde

aranmalıdır. Ahlakçı ve bilge kişi özel-likleriyle Nasreddin Hoca bir

karakte-ri temsil etmektedir ve hep hikâyelekarakte-rin

merkezindedir. Yaptığı tanımlamalar-la “hikâyelerin gerisindeki varsayım-sal öznenin evrensel eğilimli niyeti”ni (Aktulum 2013: 145) ortaya koyan ya-zar, tıpkı Balzac anlatılarındaki gibi burada da okur/alıcı adına hiçbir ize rastlanmadığını belirtir. Bütün bu be-lirsizlikler, hikâyeleri mit tanımına yaklaştırmaktadır. Mitler toplumsal olup her ulusa göre farklılık gösterse de, aslında insana yani herkese hitap ederler ki bu nitelikleri onları metinle-rarası ilişkilere sokar. Nasreddin Hoca Hikâyeleri bu yüzden hem bize-yerele, hem ötekine-evrensele dönüşür.

(15)

Cim-rilik, açgözlülük gibi ortak temalar da, yerelin ötesindeki evrensel bildiriyi imlemektedir. Eş metinlerin veya ben-zer metinlerin türsel olarak tanımlan-malarına özgün katkı sağlayan evren-sel değişmezleri ve folklorik sayılabilecek kültürel öğeleri ile sü-rekli olarak gönderme yapılan, yinele-nen, alıntılanan bir ana-metin haline gelen Nasreddin Hoca Hikâyeleri, bu nitelikleriyle evrensel folklor sınıfına girmektedir.

*

“Posta pulu hem göstergebilimsel hem de yorumbilimsel okumaya elve-rişlidir. Minimalist bir yapısı ve indir-genmiş örnekçe olmasına karşın posta pulunun varlığı ve statüsü onu görsel bir gösterge durumuna getirmeye yet-mektedir… Halk kültürünü konu edi-nen her pul gönderme yapılan bir top-luluğun, halkın gerçekliğinden tipik bir kesit yansıtır. Bu nedenle aynı za-manda parçalı bir yapı tanımına uyar” (Aktulum 2013: 170).

«Halk Kültürünün Posta Pulla-rında Yansıtılma Biçimleri» başlıklı altıncı bölüm, bir toplumu temsil eden temel değerlerin yaygınlaşmasında ve ulusal kültürün aktarılmasında et-kin bir rol oynayan posta pullarının yorumbilimsel ve göstergebilimsel yaklaşımlarla incelenmesi üzerinedir. Her kuramsal bilgiden sonra verilen çok sayıda görsel örnek, PTT’nin pul arşivinin -özellikle anma pullarının- detaylıca tarandığını göstermektedir. Kendine has içsel bir işleyişi olan pos-ta pulu, aynı zamanda belli işlevleri olan bir göstergeler dizgesidir. Halk kültürüne gönderme yapan herhangi bir içerik görselleştirildiği için bun-lar öncelikle görsel bir göstergedir. Dilsel gösterge değeri taşıyan unsur-lar da yer alabilir. Posta pulunsur-ları gibi çizgi romanlar ve afiş tasarımları da,

görsel olanla sözsel olanın buluştuğu örneklerdir. Bir ülkeye ve kültürüne gönderme yapan posta pulları, işlevsel olarak düşünyapısal bir değer taşırlar. Lévi-Strauss’un “indirgenmiş örnekçe” tanımlamasına sık sık atıfta bulunan yazar, pullarda görselleştirilmiş bir öykünün anlatıldığından bahseder. Postmodern estetiğin özelliklerinden biri olan anlık sunumlarla görsel alın-tı şeklinde yansıalın-tılmış, en öze indirge-nerek yoğunlaştırılmış bir öykü veya öyküden bir kesit (Nasreddin Hoca Hikâyeleri, Keloğlan, Dede Korkut Hikâyeleri gibi) vardır pulların üzerin-de. Toplumsal ve kültürel bir gösterge olarak halk kültürünü dönüştürüp yi-neler. R.Arnheim’ın deyişiyle, “görsel

düşünme”ye gönderme yapar. Posta

pullarındaki görsel unsurlarda bir ye-nidenüretim söz konusu olduğu için doğal olarak metinlerarasılık süreci de işlemeye başlar. Kültürel unsurlar, metin-görüntü ilişkisi çerçevesinde göstergelerarası okumalara açık hale gelir. Pulun dünya üzerindeki tarihi gelişimi ve işlevlerinden de söz eden yazar, görevi itibarıyla onun bir tür elçi ya da taşıyıcı olduğu fikrindedir. Halk kültürü her pulda belli bir yapı içerisine sokulur. Örneğin Türk halk kültürünü tarihsel-siyasal-folklorik içerikte temsil eden motifler ve kişiler bir anma pulu serisi altında toplanmış, ürünler ve eserlerin kesitleri birer röp-rodüksiyon halinde sunulmuştur. Öte yandan posta pullarının nasıl okun-ması gerektiği ve işlevlerinin neler ol-duğu konusunda hem göstergebilimsel yaklaşımın, hem de göstergelerarası yaklaşımın vereceği bir takım ipuçları vardır. Halk kültürünün posta pulla-rı üzerinden hangi stratejilerle yeni-denyazıldıkları / yenidenüretildikleri noktasında, aracı unsur ilk etapta söz değil görüntüdür. Yazar, daha önce de

(16)

sözünü ettiği C.S.Peirce’in üçlü ayrı-mına burada geniş olarak yer verir. Buna göre, anlam üretiminin üç kutbu bulunmaktadır: Gösterge, göstergenin çağrıştırdığı nesne ve düşünsel bir evre olarak nesneyi göstergeyle iliş-kilendirmeyi mümkün kılan

yorumla-yan gösterge. Posta pulu ve üzerinde

herhangi bir eserden alıntılanan ke-sit birer göstergedir. Çoğunlukla bir illüstrasyon şeklinde yenidenüretilen bu kesit, “anlık bir nesne”dir. Pulun üzerindeki görüntünün çağrıştırdığı bu anlık bilgilerin toplamı da, anlık bir yorumlayan göstergedir. Göster-genin, yorumlayan gösterge karşı-lığı bulunmadığında anlam üretimi gerçekleşmez. Yorumlayan gösterge, posta pulunun yüzeyindeki gösterge-lerin dolaylı olarak çağrıştırdığı şeyi belirtir. Posta pulunun çözümlenmesi, anlamlı olduğu iletişim durumu içinde geçerlidir. Yine Peirce’in görsel göster-ge için belirlediği üç çözüm yolu var-dır: İkon, belirtke, simge. Birer görsel gösterge olarak posta pulları, belirtke-sel veya resmî işlevler ile ikonik veya düşünyapısal işlevler arasında tanım-lanırlar. Belirtkesel göstergeler gön-dergeleriyle bitişiklik ilişkisi, ikonik göstergeler göndergeleriyle benzerlik ilişkisi, simgesel göstergeler de gön-dergeleriyle uzlaşım ilişkisi kurarlar. Her pul belirtkesel, ironik ve simgesel göstergeler ihtiva edebilir. Örneğin bir belirtke olarak, mektup zarfının ner-den gönderildiğini ve pulun değerini bildirir; bir ikon olarak, ülkenin ünlü portrelerini ve onların yaşamöyküleri-ni anlatır; bir simge olarak da, pulun yayımlanma tarihini veya ülkenin ve sanatçının adını verir. Derinlemesi-ne anlatı ya da iç anlatı (Fr. mise en abyme) yöntemiyle iç içe ya da yan yana gelen bu göstergeler adeta üçlü bir karışım olurlar. Bu nedenle posta

pulları, karmaşık bir ikon-metinsel tür niteliği taşırlar. Aynı zamanda kapa-lı bir iletişimsel yapıları olduğu için, yapılan kültürel göndermeler de sezdi-rimsel ve anıştırmalıdır. Anlamın güç-lükle algılanabileceği dolaylı bildiriler, posta pulunun karma bir yapıda oldu-ğunu gösterir. İşlevleri eşsüremli an-cak çeşitlidir. Üstbildirimsel işleviyle, mektubun ya da kartpostalın nereden geldiğini belirtir. Bir dizge veya gös-tergebilimsel nesne olarak düşünül-düğünde, daha çok bir pul koleksiyon-cusunun anlayabileceği belli bir işlevi yüklenir. Herhangi bir iletişim halin-de, hem özgün bir bildiri taşıyıcısı olur hem de gönderenin kökenine dair bilgi verir. Ekonomik değeri yanında, özel bir iletişim biçimi olarak değeri de vardır. L.Hoek’in “pulsallık iletişimi” ifadesine gönderme yapan yazar, bu tür iletişimin estetik ve simgesel birer değeri olduğundan söz eder. Bir sanat-çının yazılı ya da sözlü özgün bir eseri-nin grafik olarak yenidenüretimi olan posta pulları tek başına bir sanat eseri olmasalar da, bir ülkenin kültürel ola-na bakışını göstermesi açısından dü-şünyapısal bir eğilimi bildirmektedir. Amaç, ortak belleğe seslenerek kül-türel belleği canlı tutmaktır. Evlilik, kutlama, yas gibi toplumsal olayları içeriğine taşıyan pullar ise, simgesel değer taşımaktadır. Sözbilimde parça-nın bütünü temsil ettiği kapsamlayış (Fr. synécdoque) kavramı, görsel birer gösterge olan posta pulları için de ge-çerlidir. Pulda görselleşen her kesit, aynı zamanda bir alıntıdır. Görüntü ve metnin ortakbirlikteliği (Bayrak şiiri-nin şairi A.N.Asya’nın anısına çıkarı-lan pul örnek verilir), göstergelerarası bir ikon-metinsel sözce olarak hem yan yana hem tamamlayıcılık ilişkisi için-de karma bir görsel-sözsel söylem hali-ne gelmektedir. Eleştiri yazılarındaki

(17)

ekphrasis kullanımına, posta

pulların-da pulların-da rastlanır. Burapulların-da illüstrasyon tekniğiyle bir yenidenüretim (Dede Korkut Hikâyelerinin bir sahnesini kesitleyen anma pulu örnek verilir) esastır ve ardışık niteliktedir. Çocuk öykülerini konu alan pullarda da (Ke-loğlan, Nasreddin Hoca Hikâyeleri, Karaoğlan, Kırk Haramiler konulu pullar örnek verilir), görüntüye önce-lik tanınıp sözsel öğeler azaltılarak -örtük bir gönderme ile- anlatısal bir görsellik işlenmiştir. Dolayısıyla halk kültürünün posta pullarındaki yansı-maları, bir ülkenin toplumsal kimliği-ne dair ipuçları verdiği gibi o ülkenin imgelemini tanımlamaya da yardım-cı olmaktadır. Bunu yorumbilimsel olarak da, göstergebilimsel olarak da okumak mümkündür.

*

“Folklore de Constantinople, XIX. yüzyılda batı ülkelerinde bir gelenek durumuna gelmiş gezi anlatıları sı-nıfında konumlandırılan, bu türün işleyişine büyük ölçüde bağlı kalan bir yapıttır… Yazarlar özellikle Bi-zans kültürünün temel uzamı olan İstanbul’da yerli inanış biçimlerini, görenekleri, gelenekleri, değerleri vb. aktarırlarken hem zamanda hem de

önceden-edinilen, önceden-okunan, ön-ceden-yazılan yapıtlar arasında düşsel

bir gezintiye çıkar, görülen yerlerde aynı zamanda kendi geçmişlerinin izlerini ararlar” (Aktulum 2013: 199-200).

«“İstanbul’un Folkloru” (Folklore De Constantinople)» başlıklı yedinci bölüm, XIX. yüzyıl İstanbul’unu iki batılı yazarın bakış açısıyla tasvir eden bir yapıtı metinlerarasılık bağ-lamında ele alarak analiz etmektedir. H.Carnoy ve J.Nicolaïdès’ın birlikte kaleme aldıkları Folklore de

Cons-tantinople, İstanbul’un folkloruna

dair hem bilinen özellikleri yineleyen hem de çeşitli dönüştürüm işlemleri uygulayan bir gezi anlatısıdır. Prof. Dr. Aktulum, anlatı içinde yer alan folklorik unsurların metinselliğini bi-çemsel olarak sorgularken, folklorik bir yapıtın kendi içsel işleyişi yanında metinlerarası özgüllüğü üzerine de çe-şitli saptamalar yapar. Gezi anlatıları, anlatısallık ve betimsellik gibi iki es-tetik özellik üzerinden yürür. Temel eylem gözlemdir. Göndergesellik de-ğeri oldukça güçlüdür. Derleme, kata-loglama gibi işlemler sayesinde yığınla bilgi depolar ve antropolojik, etnolojik okumalara açık bir hale gelir. Resim ve illüstrasyon gibi görsel verilerle desteklenerek göstergelerarası bir ko-numa yerleşse de, gezip görülen yerle-ri betimsel bir yazı yoluyla algılanabi-lir kılmak daha fazla tercih edialgılanabi-lir. Bir gezi anlatısının okunabilirliği,

“çokses-li” bir yapıya sahip olması ve

söyleşim-sel boyutu ile doğru orantılıdır. Böyle-likle hem göndergesel, hem de yazınsal bir değer kazanırlar. Bu bölüme adını veren eser, İstanbul’un Folkloru adı verilen bir dizi başka yapıtın devamı ya da tamamlayıcısı niteliğindedir. Bilindiği gibi, XIX. yüzyıl Batı dünya-sında moda haline gelen Doğu’ya (özel-likle de İstanbul’a) yolculuk geleneği; A.Lamartine, F.R.Chateaubriand, G.Flaubert, T.Gautier, P.Loti gibi pek çok ünlü yolcu-yazar yetiştirmiştir. Bu yazarların izledikleri yöntemle, H.Carnoy ve J.Nicolaïdès’ın izlediği yöntem hayli benzemektedir. Eserin göndergesi, bir gezi anlatısına uygun olarak, “öteki”dir. Derleme mantığıyla kurgulanmıştır. Özgünlük arayışı ol-madığından, kolaj işlemiyle yan yana eklenen ve ağırlıklı olarak bilgilen-dirmeye dönük olan ayrık parçalar -her ne kadar bütünlük arayışı olsa da- parçalı ve kopuktur. Görülen

(18)

ger-çeklik yanında alıntılanan tarihsel, fantastik vb. öğeler de söz konusudur. Bu tür bir uygulamaya, yukarıda adı geçen diğer yazarlarda olduğu gibi, XVII. yüzyılda yazılan Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde de rastlanmakta-dır. Öte yandan bir gezi anlatısındaki

ikinci elden bilgiler, metinlerarasılığın

temel niteliklerindendir. H.Carnoy ve J.Nicolaïdès’ın, Evliya Çelebi’nin eserindeki bazı kesitleri bir derleme anlayışıyla yenidenyazmaları, kendi yapıtlarının İstanbul’un folkloru ko-nusunda ikinci elden bilgilerle dolu olduğunu -her ne kadar onlar birinci elden derlediklerini söyleseler de- gös-termektedir. Zira, aktardıkları folklo-rik unsurlar anonimdir. İstanbul’un efsanelerini anlatırken, toplumun alışkanlıklarını ve geleneklerini bir döküm halinde sıralayarak katalogla-ma yapmışlardır. Tıpkı Evliya Çelebi gibi H.Carnoy ve J.Nicolaïdès’ın göz-lemleri de tarihsel ve anlatısal un-surlarla iç içedir. Görülen yerlere ait aynı ya da benzer efsaneler, hikâyeler yinelenmektedir. Yine Evliya Çelebi, gayet detaylı bir şekilde tarihsel ve ro-manesk unsurlara yer verir (anlatısal-lık özelliği); bir gözlemci-tanık olarak gerçekliği, Türklerin yaşayışlarını, alışkanlıklarını, inançlarını, gelenek ve göreneklerini “olduğu gibi” (Fr. tel quel) aktarır (betimsellik özelliği). H.Carnoy ve J.Nicolaïdès’ın ve diğer yazarların gezi anlatılarında da ben-zer işleyiş görülmektedir. Bir başka benzer nitelik, XIX. yüzyılın Doğuya yolculuk temasını işleyen Avrupalı ya-zarlarının gerçekliği olduğu gibi,

mi-metik bir anlayışla, tarafsızca

aktar-ma eğilimidir. Ancak çoğu kez, ikinci elden bilgilerin verildiği betimlemeler daha fazla öne çıkmıştır. R.Barthes’ın da değindiği “gerçeklik etkisi”, yolculuk anlatıları için neredeyse

vazgeçilmez-dir. Bu konuda en tipik örnek;

den-söylenmiş, önceden-yazılmış, önce-den-görülmüş olana gönderen ve ikinci

elden basmakalıplaşmış bilgilerle dolu olan T.Gautier’nin yapıtıdır. Aynı du-rum, Evliya Çelebi ile H.Carnoy ve J.Nicolaïdès’ın eserlerinde de vardır. Bu da göstermektedir ki, gezi yazıları da tıpkı folklorik eserler gibi yüzyıllar boyunca aktarılmaktadır. H.Carnoy ve J.Nicolaïdès, bir yandan folklorik unsurları olduğu gibi aktarırken, di-ğer yandan var olan bir türün biçemsel özelliklerinden ayrılmayarak onları bir nebze taklit ederler. Hatta kimi za-man çeviri üzerinden bir dönüştürüm işlemiyle yenidenyazarlar. Batı folklo-runu Doğu folkloru üzerine oturtarak basmakalıp bilgileri yinelemeye de-vam ederler. Alıntıladıkları kesitlere ve anlatı içindeki başka kesitlere ya-zınsal bir görünüm kazandırmak için gözlemlerini düşünsel boyutlara da taşırlar. Folklore de Constantinople, betimsellikten çok anlatısallık boyu-tu ile dikkati çeker. Kurgusal unsur-lar, yenidenyazma anlayışıyla, sürekli olarak “aktarılan bir söylem” üzerin-den işlenir. Sadece biçim de (gösteren) değil içerik düzlemin-de (gösterilen) düzlemin-de, aynı veya benzer öğeler yinelenir. Özellikle içerikteki folklorik ve kültürel göndermelerin yoğunluğu dikkat çekicidir. Anlatılan öykülerin kökeni, kent tarihinde adı geçen meşhur şahsiyetlere bağlanır. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde ka-taloglama ile sıralanmış ansiklopedik bir bilgi yığını içerisinde tarihsellik ve dinî motifler bir arada iken, Folklore

de Constantinople’de tarihî bilgiler ve

dinî öğeler öyküleştirilmiş bir anlatım-la verilmektedir. Görülen her yeni yer, “bilinen” bir öyküyle aktarılır. Ancak Seyahatnâme’nin aksine, Folklore de

(19)

bölümlerinde- görülen yerlerin kö-kenleri anlatılırken çoğu kez Bizans’a gidilir. Hikâyeler ağırlıklı olarak kişi-ler, hastalıklar ve mucizeler üzerine odaklanır. XIX. yüzyılın bu ünlü gezi anlatısı, içeriği çoğunlukla aktarılan söylem üzerinden bir yenidenyazma ile söylemlerarasılık çerçevesinde işle-mektedir.

*

“Çalışmamızda, geçmişin ürünle-rinin yeni bağlamlarda yeniden yara-tılırken ya da yenidenyazılırken karşı karşıya geldiğimiz her türden biçimsel dönüştürümün (hem gösteren hem de gösterilen düzleminde) işleyişini ağır-lıklı olarak metinlerarasılık görüngü-sünde tanımlamaya uğraştık” (Aktu-lum 2013: 206).

«Sonuç Yerine» diyerek kitabı-nı tamamlayan yazar; yoğun olarak O.Varga’nın folklorik varyantlar üze-rine yazdığı bir yazısından -özellikle de müziksel folklordan- bahsederken, aynı paralellikte kendi çalışmasını da anlatmakta ve bir bütün olarak ne yapmak istediğini okuyucu ile paylaşmaktadır. Yedi ana bölümün ardından, yenidenyazma/yenidenü-retme bağlamında bu kez müzikal unsurlar ile folklorun bir araya ge-tirilmesi hiç şaşırtıcı değildir. Zira Prof. Dr. Aktulum’un müzikteki me-tinlerarası ilişkilere değindiği bir ya-zısı2, konuya olan ilgisini zaten belli etmektedir. Folklorik ürünlerdeki eş metin ve benzer metin kavramlarını yeniden ele alan yazar, metinlerarası/ söylemlerarası süreçte bu tür metinler ile sürekli dönüşümün ve devingen-liğin sağlandığını belirtir. Folklorun özünde ‘dönüşüm’ vardır. Toplumsal ve tarihsel koşullara, ahlakî değerle-re gödeğerle-re her yeni nesil ya da her halk kendi foklorunu yenidenyaratır, dö-nüştürür ve yenidenüretir. Folklorik

bir eser -müzikal veya sözlü eserler de- bir icracı tarafından her seferinde yeniden gerçekleştirildiğinde, pek çok dönüşümden geçmiş olacaktır. Folk-lorik yorumun ve yaratının varoluş biçimi haline gelen folklorik eş metin-ler, folklorik tanımlamasına uyan her biçemin ve türün de varoluş biçimidir. Metinlerarası yaklaşım, unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş eski eser-leri güncele taşıyarak onlara yeniden yaşam verir. Elinizdeki bu kitap da, geçmiş ürünlerin bugünkü koşullarda ne türden dönüşümlere uğratılarak yeniden üretilebilecekleri konusunda bir okuma modeli ortaya koymakta-dır. G.Genette’in ifade ettiği “metin-selaşkınlık” ilişkileri, bir esin kayna-ğı olarak bu kitapta da benzer bir yol izlenmesini sağlamıştır. Yazar da, eş metinlerin bağlamsal değişikliklere bağlı olarak meydana gelen ürünler olduğu görüşünü paylaşmaktadır. Ancak sık sık tekrar ettiği başka bir şey daha vardır ki; o da, folklorik bir ürünün (bir eş metnin) durağan değil devingen bir nesne olarak ele alınması gerektiğidir. Bu da ancak yazıya ge-çirilip metinleştirilmesi ve sürekli bir alıntı nesnesi haline gelmesiyle müm-kündür. Çünkü metinlerarası/söylem-lerarası yaklaşıma göre; geleneksel olan günümüz koşullarında yeniden yaratılandır, geçmişten bugüne akta-rılan değil. Kitabın sonunda, oldukça zengin bir kaynakça bulunmaktadır. Konuyla ilgili genel bir referans liste-sinin ardından, yedi ana bölüm ve so-nuç için ayrı ayrı (her bölümün başlığı yeniden yazılarak) özel referans liste-leri hazırlanmıştır.

*

Folklor ve Metinlerarasılık, henüz kısa bir süre öncesinde buluştu okur kitlesiyle. Prof. Dr. Aktulum’un dilbi-limci kimliğiyle folklor alanına

Referanslar

Benzer Belgeler

UteruJun mukoZ8Smm yanglSI endometritis, tam uterus dLNanmn yanglsl metritis olarak adlandmlmakta; genellikle akut 'Ie kronik seyreden uterus yangllan ta- biatlna gOre

Genetik çalışmalarda yaygın olarak kul- lanılan hardalgiller ailesinden küçük bir bitki olan Arabidopsis bitkisi, yapılan yeni bir çalışmada da model bitki olarak

Örneğin genişlemiş olan İslam Devleti topraklarının tamamını merkezden idare etmek mümkün olamadığından fethedilen bölgelerin eski yönetim tarzlarını

Bu araştırma, viyolonsel öğretim programı hazırlama ve geliştirme çalışmalarına katkıda bulunmak için eğitim fakülteleri müzik eğitimi ana bilim dallarında

ABD’nin olası İran saldırısı; yani 1.653.503 kilometrekarelik bir yüzölçümüne, hidrokarbon zengini Hazar havzasında paya ve enerji geçidine hâkim Basra Körfezi’ne

Genel olarak televizyonun, özel olarak da dizilerin, geleneksel icra an- lamında olmasa bile işlevsel anlamda halk hikâyelerinin yerini alması, tü- ketim odaklı modern

Batı’da Hz. Muhammed’e yönelik değerlendirmelerde onun risâlet görevinden ziya- de siyasî, sosyo-politik, askerî olmak üzere birçok farklı yön öne çıkarılır. Bunun temel

Milletle- rarası Türk Halk Kültürü Kongresi / Halk Edebiyatı Seksiyonu Bildirileri / II1. Dergi Ve Armağan Yazıları Ve