1 ÇEŞİTLİ ORTAMLARDA BULUNAN BAZI ESER ELEMENT İYONLARININ AYRILMASI
SEPERATION OF SOME TRACE ELEMENTARY IONS IN VARIOUS MEDIA Atila BOZDAĞ
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Analitik Kimya Anabilim Dalı
Doktora Tezi, Mayıs 2020 Danışman: Prof. Dr. İbrahim NARİN
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Analitical Chemistry
PhD Thesis, May 2020 Supervisor: Prof. Dr. İbrahim NARİN ÖZ
Eser elementlerin analizlerinde alevli atomik absorpsi-yon spekrometresi en yaygın kullanılan cihazlardan birisidir. Çeşitli ortamlarda bulunan çok ku çu k derişim-deki eser elementlerin atomik absorpsiyon spektromet-resi ile tayininde ayırma-o nderiştirme yo ntemlerinden sıklıkla faydalanılır. Ayırma-o nderiştirme yo ntemleri olarak; katı faz ekstraksiyonu, sıvı-sıvı ekstraksiyonu ve miseller sistem ekstraksiyonu gibi yo ntemler kullanılmaktadır.
Bu çalışmada, Cd(II), Cr(III), Pb(II), Cu(II), Bi(III) ve Ni (II) iyonlarının katı faz ekstraksiyonu yo ntemiyle zen-ginleştirilmesi ve atomik absorpsiyon spektrometresi ile tayini gerçekleştirilmiştir. Kolon dolgu maddesi ola-rak sentezlemiş oldug umuz iki farklı reçine kullanılmış-tır. Bunlar divinil benzen/metakrilamid (DVB/MA) ve divinil benzen/metakrilamid/grafen oksit (DVB/MA/ GO) reçinesidir. Ayrıca bu reçinelere manyetik o zellik kazandırılmış (DVB/MA/Fe3O4, DVB/MA/GO/Fe3O4) ve bu reçinelere zenginleştirme işlemi için batch teknig i kullanılmıştır. Metal iyonları kolonda tutundurulduktan sonra elu syon ço zeltisi ile elu e edilmiştir. Tayinler alev-li atomik absorpsiyon spektrometresi ile yapılmıştır. Yo ntemin optimizasyonu için o rnek ço zeltisinin pH’ı, elu ent tu ru ve derişimi, elu ent hacmi, o rnek ve elu ent akış hızı, o rnek hacmi ve yabancı iyon etkisi gibi deg işik analitik parametrelerin etkisi belirlenmiştir. Her bir reçine için alevli AAS ile tayinlerde go zlenebilme sınır-ları Cd(II), Cr(III), Pb(II), Cu(II), Bi(III) ve Ni(II) metal-leri için hesaplanmıştır. Ortalama geri kazanma deg er-leri genellikle %90-105 aralıg ındadır.
Geliştirilen yo ntem bazı maden suyu, içme suyu, farma-so tik o rnekler ve standart referans maddelerin eser elemet tayinlerine (GBW 07310, BCR 146R) uygulan-mıştır.
ABSTRACT
Flame atomic absorption spectrometry is one of the most widely used devices in the analysis of trace ele-ments. Separation-preconcentration methods are frequently used for the determination of very small amount of trace elements in various specimens by ato-mic absorption spectrometry. As a separation-preconcentration methods; solid phase extraction, liquid-liquid extraction and micellar system extraction are used.
In this study, enrichment of Cd (II), Cr (III), Pb (II), Cu (II), Bi (III) and Ni (II) ions by solid phase extraction method and determination by atomic absorption spect-rometry was also performed.Two different resins synt-hesized by us have been used as column fillers. These are divinyl benzene/methacrylamide (DVB/MA) and divinyl benzene/methacrylamide/raphene oxide (DVB/ MA/GO) resins. In addition, these resins have been magnetized (DVB / MA / Fe3O4, DVB / MA / GO / Fe3O4) and batch technique has been used for enrichment of these resins. Metal ions were adsorbed in the column and eluted with the elution solution.The determinati-ons were made by flame atomic absorption spectro-metry.
For the optimization of the method, the effect of diffe-rent analytical parameters such as pH, eluent type and concentration, eluent volume, sample and eluent flow rate, sample volume and foreign ion effectof the sample solution were analysed.For each resin, the observable limits were calculated for Cd(II), Cr(III), Pb(II), Cu(II), Bi(III) and Ni(II) metalswith flame AAS. Average reco-very values are usually in the range of %90-105. The developed method has been applied to trace selec-tion of some mineral water, drinking water, pharmace-utical samples and standard reference materials (GBW 07310, BCR 146R).
Anahtar kelimeler: Adsorban, alevli atomik absorpsiyon
2
PCL VE BAMYA ÖZÜTÜNÜN DOKU TAMİRİ AMACI İLE İSKELE OLUŞTURMADA KULLANILABİLİRLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
COMPARISON OF THE USABILITY OF PCL AND OKRA EXTRACT FOR TISSUE REPAIR FOR SCAFFOLDING Aykut MAİLOĞLU
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2020 Danışman : Prof. Dr. Nurhan CÜCER
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Medical Biology
M.Sc. Thesis, May 2020
Supervisor: Prof. Dr. Nurhan CÜCER
ÖZ
Doku mu hendislig inin en o nemli kısımlarından biri hu crelerin tutunup çog alabileceg i uygun doku iskelele-rinin u retimidir. Bu doku iskeleleiskelele-rinin u retiminde do-g al ve yapay polimerler kullanılmaktadır. Bu çalışmada dog al bir polisakkarit olan bamya mu silajı kullanılarak, tek başına doku iskelesi olarak kullanılabilen PCL poli-merinin daha işlevsel bir hale getirilebilmesi denenmiş-tir. Ayrıca, bamya mu silajından elde edilen lifsi bir yapı-nın oldug u go ru lmu ş ve bu yapıyapı-nın tek başına bir doku iskelesi olarak kullanılabilirlig i araştırılmıştır. Yapılan araştırmada kontrol maddesi olarak PCL’den u retilen doku iskelesi kullanılmıştır. Bamya mu silajından elekt-ro eg irme yo ntemi ile bir lif elde edilemedig i için mu si-laj, PCL u zerine kaplanmıştır. Yapılan bu yu zey modifi-kasyonu u zerine hu cre ekimi gerçekleştirilmiş ve hu c-relerin bu yu zeye tutundug u ancak kontrol maddesi kadar fazla yayılım go steremedig i go zlemlenmiştir. Bunun dışında, bamya mu silajına aseton eklenmesi ile ag benzeri bir yapı elde edilmiştir. Islak hali ile oldukça umutverici bir doku iskelesi gibi go ru len bu yapı u zeri-ne de hu cre ekimi yapılmış ancak hu crelerin bu yapıya tutunmadıg ı go zlemlenmiştir. Çalışmanın sonucunda kontrol maddesi ve iki deney maddesi u zerindeki hu cre tutunma ve yaşama oranları karşılaştırılmıştır. Bamya mu silajının hu cre canlılıg ına olumlu yo nde bir etkisinin oldug u, mu silaj ve ag benzeri yapının bulundug u ku l-tu rlerde daha fazla hu cre çog aldıg ı go zlemlenmiştir. Ancak yu zeye tutunma konusunda yu zey modifikasyo-nu kontrol maddesinin gerisinde kalmıştır. Ag benzeri yapıda ise hu cre tutunması olmamıştır.
ABSTRACT
One of the most important parts of tissue engineering is the production of suitable tissue scaffolds where cells can hold and multiply. Natural and artificial polymers are used in the production of these scaffolds. In this study, using the natural polysaccharide okra mucilage, PCL polymer, which can be used as a tissue scaffold alone, has been tried to be made more functional. In addition, it was observed that there was a fibrous struc-ture obtained from okra mucilage and the usability of this structure as a tissue scaffold alone was investiga-ted. In there search, tissue scaffold produced from PCL was used as the control group. Since a fiber could not be obtained from the okra milage by the electrospin-ning method, the milage was coated on PCL. Cell culti-vation was performed on this surface modification and it was observed that the cells were attached to this surface but could not spread as much as the control group. In addition, a net-like structure was obtained by adding acetone to okra mucilage. Cell structure was cultivated on this structure, which looks like a highly promising tissue scaffold in it swetstate, but it was ob-served that the cells did not adhere to this structure. As a result of the study, the rates of cell attachment and survival on the control group and two experimental groups were compared. It has been observed that okra mucilage has a positive effect on cell viability and more cells grow in cultures with mucilage and web-like structure. However, in terms of adhesion to the surface, the surface modification lagged behind the control group. There was no cell attachment in the network-like structure.
Anahtar kelimeler: Biyomalzemeler, doku iskelesi, doku mu hendislig i, elektriksel lif çekim yo ntemi, PCL
Keywords: Biomaterials, electrospinning, PCL, tissue enginee-ring, tissue scaffold
3 YAŞLI BİREYLERE LAVANTA VE ZENCEFİL YAĞIYLA UYGULANAN ABDOMİNAL MASAJIN KONSTİPASYON
ÜZERİNE ETKİSİ
EFFECT OF ABDOMINAL MASSAGE APPLIED WITH LAVENDER AND GINGER OIL ON CONSTIPATION FOR EL-DERLY INDIVIDUALS
Ayşe AYDINLI Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Hemşirelik Anabilim Dalı
Doktora Tezi, Mayıs 2020 Danışman: Doç. Dr. Songül KARADAĞ
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Nursing
PhD. Thesis, May 2020
Supervisor: Assoc. Prof. Songül KARADAĞ ÖZ
Bu çalışma yaşlı bireylere lavanta ve zencefil yag ıyla yapılan abdominal masajın konstipasyon u zerine etkisi-ni incelemek amacıyla randomize kontrollu deneysel bir çalışma olarak yapılmıştır. Çalışma Kayseri Hacı Rukiye Gaziog lu Huzurevi’nde konstipasyonu olan, çalışmaya dahil edilme o lçu tlerine uyan 20 mu dahale ve 20 kontrol grubu olmak u zere toplam 40 yaşlı birey ile tamamlanmıştır. Çalışmada etik kurul onayı, kurum izni ile bireylerden yazılı bilgilendirilmiş go nu llu olur alınmıştır. Veriler araştırmacı tarafından; Kişisel Bilgi Formu, Bristol Dışkı Skalası, Roma IV Kriterleri, Konsti-pasyon Ciddiyet O lçeg i ve Mini Mental Test kullanılarak toplanmıştır. Mu dahale grubundaki yaşlı bireylere la-vanta ve zencefil yag ları ile abdominal masaj uygulama protokolu ’ne gore do rt hafta boyunca hafta içi beş gu n, 15 dakika sure ile aroma terapi masajı uygulanmıştır. Kontrol grubundaki bireylere her hangi bir uygulama yapılmamıştır. Mu dahale ve control grubundaki birey-lere uygulama o ncesi, uygulamanın ikinci haftasında ve uygulama sonunda (do rdu ncu hafta) “Bristol Dışkı Skalası” ve “Konstipasyon Ciddiyet O lçeg i” tekrar uygu-lanmıştır. Veriler IBM SPSS Statistics Standard Concur-rent User V 25 istatistik paket programında deg er-lendirilmiştir. Verilerin deg erlendirilmesinde Ki ka-reexact test, bag ımsız iki o rneklem T testi, Mc Nemar ve Mc Nemar Bowker testi, Bonferroni du zeltmeli iki oran Z testi ve Tekrarlı o lçu mlerde iki yo nlu varyans analizi yo ntemleri kullanılmıştır. I statistiksel anlamlılık du zeyi için p<0.05 deg eri kabul edilmiştir.
Çalışmada mu dahale ve kontrol grubundaki yaşlı birey-lerin ilk Bristol Dışkı Skalası ve Konstipasyon Ciddiyet O lçeg i deg erleri benzerlik go sterirken (p>0.05) ikinci ve do rdu ncu hafta mu dahale grubunda kontrol grubuna go re Bristol Dışkı Skalası puanlarında anlamlı du -zeyde artış Konstipasyon Ciddiyet O lçeg i puanlarında anlamlı du zeyde azalma saptanmıştır (p<0.05). Ayrıca mu dahale grubundaki bireylerde konstipasyona bag lı semptomlarda da hafifleme oldug u belirlenmiştir. Sonuç olarak konstipasyonu olan yaşlı bireylerde la-vanta ve zencefil yag ıyla yapılan abdominal masajın dışkı kıvamını yumuşattıg ı, konstipasyon şiddetini ve konstipasyona bag lı semptomları azalttıg ı saptanmıştır.
ABSTRACT
This study was conducted as a randomized controlled experimental study to examine the effect of abdominal massage with lavender and ginger oil on constipation in elderly individuals. The study was completed with 40 elderly individuals in Kayseri Hacı Rukiye Gaziog lu nursing home, including 20 in intervention and 20 in control group who met the criteria for inclusion in the study. In the study, written informed volunteer consent was obtained from the individuals with the approval of the ethics committee and the permission of the institu-tion. The data were collected by the researcher using the Questionnaire Form, Bristol Stool Scale, Rome IV Criteria, Constipation Severity Scale and Mini Mental Test.
The elderly individuals in the intervention group un-derwent aromatherapy massage with lavender and ginger oils for a period of five days and 15 minutes on weekdays for four weeks according to the abdominal massage application protocol. No application was made to individuals in the control group. The “Bristol Stool Scale” and “Constipation Severity Scale” were re-applied to the individuals in the intervention and con-trol group before, during the second week of practice and at the end of practice (fourth week). The data was evaluated in the IBM SPSS Statistics Standard Concur-rent User v 25 statistical package program. In the eval-uation of the data, the exact square test, two independ-ent sample t Tests, Mc Nemar and Mc Nemar Bowker tests, two ratio Z tests with Bonferroni correction, and two-way variance analysis methods were used for re-peated measurements. The value of p<0.05 was accept-ed for the statistical significance level.
In the study, the first Bristol Stool Scale and Constipa-tion Severity Scale values of elderly individuals in inter-vention and control group were similar (p> 0.05); while In the second and third follow-up, there was a signifi-cant increase in Bristol Stool Scale scores in the inter-vention group compared to the control group (p<0.05). In addition, it has been determined that the individuals in the intervention group also experienced remission in the symptoms related to constipation.
As a result, it was detected that abdominal massage with lavender and ginger oil in the elderly individuals with constipation softens the stool consistency, reduces the severity of constipation and reduces the symptoms associated with constipation.
Anahtar kelimeler: Abdominal masaj, aromaterapi,
4
ÇOCUK VE ERGEN BİREYLERDE BİLGİSAYARLI TOMOGRAFI GÖRÜNTÜLERİ KULLANILARAK PELVİS İSKELET PARAMETRELERİNİN YAŞ VE CİNSİYETE BAĞLI DEĞİŞİMİNİN İNCELENMESİ
INVESTIGATION OF CHANGES IN AGE AND GENDER-RELATED PELVIC SKELETAL PARAMETERS IN CHILDREN AND ADOLESCENTS USING COMPUTED TOMOGRAPHY IMAGES
Burak Oğuzhan KARAPINAR Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Anatomi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2020
Danışman: Prof. Dr. Niyazi ACER
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Anatomy
M.Sc. Thesis, June 2020 Supervisior: Prof. Dr. Niyazi ACER ÖZ
Omurga ve pelvis arasındaki uyum sayesinde insan, ayakta dengeli bir şekilde durabilir. Bu spinopelvik dengede meydana gelen bozuklukları deg erlendirebil-mek için normal deg er aralıklarının bilinmesi gerek-mektedir. Bu çalışmadaki amacımız Tu rk popu lasyona ait çocuk ve ergen bireylerdeki spinopelvik parametre-lerin gelişimini ve birbirleriyle olan ilişkisini incelemek ve spinopelvik parametrelerin normal aralıklarını tes-pit etmektir.
Bu çalışmada Tu rk popu lasyonuna ait 7-17 yaş aralıg ın-daki sag lıklı çocuk ve ergen bireylerin 1018 (513 erkek, 505 kadın) BT go ru ntu leri incelenerek pelvik insidans, pelvik tilt, sakral eg im açısı, sakral kifoz, lumbal lordoz, sakrum pubik insidans ve sakrum pubik arka açısı pa-rametreleri o lçu lmu ştu r. Papa-rametrelerin yaş grupları arasındaki karşılaştırmalarında bag ımsız iki o rneklem t testi uygulandı. Metot karşılaştırmaları için Passing-Bablok regresyon analizi kullanıldı. Parametreler ara-sındaki ilişki Pearson korelasyon analizi ile deg erlendi-rildi. Anlamlılık du zeyi p<0.05 kabul edildi.
Spinopelvik parametrelerin ortalama deg erleri pelvik insidans, pelvik tilt, sakral eg im açısı, lumbal lordoz, sakral kifoz, sakrum pubik insidans ve sakrum pubik arka açısı için sırasıyla 46.77±6.38°, 9.51±5.06°, 37.26±5.77°, 42.98±8.06°, 21.27±9.96°, 58.71±6.17°, 63.06±6.16° olarak hesaplanmıştır.I ncelenen paramet-relerden sadece lumballordoz, kadın ve erkekler ara-sında istatistiksel olarak anlamlı bir fark go stermiştir. I ncelenen parametrelerden pelviktilt hariç dig er para-metrelerin yaşla birlikte artış go sterdig i ve yaş grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundug u tespit edilmiştir. Pelvik insidansla sakrum pubik insi-dans arasında, pelvik insiinsi-dans ile sakrum pubik arka açısı arasında ve lumbal lordoz ile sakral eg im açısı arasında çok kuvvetli pozitif korelasyon tespit edilmiş-tir. Sakrum pubik insidans ve sakrum pubik arka açısı-nın, pelvik insidans deg erini tahmin etmekte hassas bir deg er oldug u bulunmuştur.
Bu çalışmanın sonuçlarının, nispeten normal sagittal spinopelvik dengeyi sag lamak için spinal deformitesi olan pediatrik hastalarda cerrahinin planlanmasında yardımcı olarak kullanılabileceg ini ve literatu re katkı sag layacag ını du şu nmekteyiz.
ABSTRACT
Thanks to the harmony between the spine and the pel-vis, human can stand in a balanced way. In order to evaluate disturbances in this spinopelvic equilibrium, normal ranges should be known. The aim of this study was to investigate the development of spinopelvic para-meters in children and adolescents of the Turkish po-pulation and to determine the normal ranges of spino-pelvic parameters.
In this study, the pelvic-abdominal computed tomog-raphy images of 1018 (513 male, 505 female, aged 7-17 years) healthy children and adolescents of the Turkish population were examined and the pelvic incidence, pelvic tilt, sacral slope, sacral kyphosis, lumbar lordo-sis, sacrum pubic incidence and sacrum pubic posterior angle were measured. Two independensamples t-tests were used to compare the parameters between the age groups. Passing-Bablock regression analysis was used to compare the methods. The relationship between the parameters was evaluated by Pearson correlation analysis. The significance level was accep-ted as p<0.05 for all statistical tests.
The mean values and standard deviations of the para-meters belonging to the pelvic incidence, pelvic tilt, sacral slope, lumbar lordosis, sacral kyphosis, sacrum pubic incidence, and sacrum pubic posterior angle we-re calculated as 46.77±6.38°, 9.51±5.06°, 37.26±5.77°, 42.98±8.06°, 21.27±9.96°, 58.71±6.17°, and 63.06±6.16°, respectively. Among the examined para-meters, only lumbar lordosis showed a statistically significant difference between men and women. Other parameters were similar between men and women. Among the examined parameters, all except pelvic tilt increased with age and there was a statistically signifi-cant difference between age groups. A very strong posi-tive correlation was found between pelvic incidence and sacrum pubic incidence, pelvic incidence and sacrum pubic posterior angle, and lumbar lordosis and sacral slope. We suggest that sacrum pubic incidence and sacrum pubic posterior angle are important para-meters in estimating pelvic incidence value.
We believe that the results of this study can be used as an aid in planning surgical operations to achieve a rela-tively normal sagittal spinopelvic balance in pediatric patients with spinal deformity and contribute to the literature.
Anahtar kelimeler: omurga, pelvik insidans, sagittal denge, spinopelvik parametreler
Keywords: Spinopelvic parameters, spine, sagittal balance, pelvic incidence.
5 EVDE VE HUZUREVİNDE YAŞAYAN YAŞLILARIN DÜŞME KORKUSU, DÜŞME RİSKİ, DÜŞME DAVRANIŞLARI
VE BAKIM BAĞIMLILIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN BELİRLENMESİ
DETERMINATION OF THE RELATIONSHIP BETWEEN THE FEAR OF FALL, RISK OF FALL, BEHAVIOR OF FALL AND CARE DEPENDENCE ABOVE ELDERLY PEOPLE LIVING AT HOME AND NURSING HOME
Dilek BOZOT KAYASAN Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Hemşirelik Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2020 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Filiz ÖZKAN
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing
M.Sc. Thesis, June 2020 Supervisor: Dr. Filiz ÖZKAN ÖZ
Bu çalışma, evde ve huzurevinde yaşayan yaşlılarda go ru len du şme korkusu, du şme riski, du şme davranış-ları ve bakım bag ımlılıg ı arasındaki ilişkinin belirlen-mesi amacıyla yapılmıştır.
Karşılaştırmalı tanımlayıcı tipte yapılan çalışma Nig de Bor Ahmet Kuddusi Huzurevi ve Rehabilitasyon Merke-zi’nde yaşayan ve Nig de merkezde yer alan Şehit Kahra-man Çelikbaş Aile Sag lıg ı Merkezine kayıtlı toplam 128 yaşlı birey ile yapılmıştır. Araştırmanın verileri; gerekli etik izin alındıktan sonra Go ru şme Formu, Yaşlılar I çin Du şme Davranışları O lçeg i, Tinetti’nin Du şmenin Etkisi O lçeg i, Bakım Bag ımlılıg ı O lçeg i ve Du şme Yo nu nden Ev I çi Gu venlik Koşulları Deg erlendirme Formu kullanıla-rak yu zyu ze go ru şme teknig i ile toplanmıştır. Elde edi-len verilerin deg eredi-lendirilmesinde tanımlayıcı ve ileri istatistikler kullanılmıştır.
Çalışmada; huzurevinde kalan yaşlıların du şme oranı % 37.5’i iken, evinde kalanların du şme oranı %50.0 olarak bulunmuştur. Tinetti Du şme Etkinlik O lçeg i toplam puan ortalaması evde yaşayan yaşlı bireylerin 71.63±25.65, huzurevinde yaşayan yaşlı bireylerin 656±27.43 olarak saptanmıştır (p>0.05). Ev I çi Gu ven-lik Koşullarını Deg erlendirme Formundan elde edilen toplam puan ortalaması, evde yaşayan yaşlılar için 6.3281± 5.58 ve huzurevinde yaşayan yaşlılar için 0.0313 ± 0.25 olarak bulunmuştur (p<0.05). Evde yaşa-yan yaşlıların huzurevinde yaşayaşa-yan yaşlılara go re du ş-me ile ilişkili risk fakto rleri açısından daha riskli oldug u tespit edilmiştir. Du şme Davranışları O lçeg i toplam puan ortalaması evde yaşayan yaşlı bireylerin 2.91±0.46, huzurevinde yaşayan yaşlı bireylerin 2.72±0.44 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Bakım Bag ım-lılıg ı O lçeg i toplam puan ortalaması evde yaşayanlarda
77.36±12.34, huzurevinde yaşayanlarda
76.04±14.65olarak bulunmuştur (p>0.05).Evde ve hu-zurevinde yaşayan yaşlılar için, sadece bakım bag ımlılı-g ı ile du şme korkusu arasında anlamlı, pozitif yo nlu ve gu çlu bir ilişki bulunmuştur (r=0.777, p<0.01).
Çalışmanın sonucunda; evde yaşayan yaşlıların huzure-vinde yaşayan yaşlılara go re du şme ile ilişkili risk fak-to rleri açısından daha riskli oldug u tespit edilmiştir. Bu nedenle hemşirelerin o zellikle evde yaşayan bireylerin du şme durumları ve risk fakto rlerini deg erlendirmele-ri, sonucunda da bakım bag ımlıg ının arttırılmadan risk-lerin ve du şmerisk-lerin azaltılmasını sag layacak planlama-lar yapmaplanlama-ları o nerilmektedir.
ABSTRACT
This study was carried out to determine the relation-ship between the fear of falls, the risk of falls, falling behaviors and care addiction in the elderly living in home and the nursing home.
The study, which was conducted in comparative-identifying type Nigde Bor Ahmet Kuddusi Nursing Home and Rehabilitation Center and located in the cen-ter of Nigde Martyr Kahraman Çelikbaş Family Health Center was carried out with a total of 128 elderly indi-viduals. Data of the study; After obtaining the necessary ethical permission, the Interview Form was collected with face-to-face interview technique using the Scale of Falls Behaviors for the Elderly, Tinetti's Impact of Fall-ing Scale, Maintenance Dependency Scale and Home Security Conditions Assessment Form in terms of falls. Identifying and advanced statistics were used to evalu-ate the data obtained.
In the study; The rate of falls of the elderly staying in the nursing home was 37.5%, while the rate of falls of those staying in the nursing home was 50.0%. The Tinetti Fall Activity Scale was determined as 71.63±25.65 of the elderly living in the house and 65.6±27.43 of the elderly living in the nursing home (p>0.05). The total score from the Home Security Con-ditions Assessment Form was found to be 6.3281± 5.58 for elderly living in the house and 0.0313 ± 0.25 for elderly living in nursing homes (p<0.05). Elderly living in the house were found to be riskier in terms of risk factors associated with falling compared to elderly peo-ple living in nursing homes. The total score of the de-crease behaviors was 2.91±0.46 of the elderly living in the nursing home, 2.72±0.44 (p<0.05). The total score of care dependency was 77.36±12.34 for those living in the nursing home, and 76.04±14.65 (p>0.05). For el-derly people living at home and nursing home, only a meaningful, positive and strong relationship was found between care addiction and fear of falling (r=0.777, p<0.01).
As a result of the study; elderly people living in the nursing home were found to be more risky in terms of risk factors associated with falls compared to the elder-ly living in the nursing home. Therefore, it is recom-mended that nurses evaluate the fall statuses and risk factors of individuals living in the house, and as a result they make plans to reduce risks and falls without in-creasing care dependence.
Anahtar kelimeler: Bakım bag ımlılıg ı, du şme davranışı, du
6
LAPAROSKOPİK KOLESİSTEKTOMİ AMELİYATI SONRASI UYGULANAN AKUPRESİN GASTROİNTESTİNAL SİSTEM FONKSİYONLARI VE ANKSİYETE ÜZERİNE ETKİSİ
THE EFFECT OF ACUPRESS ON GASTROINTESTINAL SYSTEM FUNCTIONS AND ANXIETY AFTER LAPAROSCO-PIC CHOLESISTECTOMY SURGERY
Dilek SOYLU Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Hemşirelik Anabilim Dalı Doktora Tezi, Mayıs 2020
Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Pınar TEKİNSOY KARTIN
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing
Ph.D Thesis, May 2020
Supervisor: Assist. Prof. Dr. Pınar TEKİNSOY KARTIN ÖZ
Araştırma, laparoskopik kolesistektomi ameliyatı son-rası 0. , 4. ve 8. saatlerde ST 25, CV 12, TH 6, HT7 aku-punktur noktalarına 3’er dakika toplam 12 dakika uygu-lanan akupresin GI S semptomları ve anksiyete u zerine etkisini belirlemek amacıyla randomize plesabo kont-rollu u ç ko r deneysel araştırma olarak yapılmıştır. Araş-tırma, laparoskopik kolesistektomi ameliyatı olan 26 mu dahale ve 27 plesabo grubundan oluşan hastalarla yu ru tu lmu ştu r. Araştırmanın verileri; veri toplama for-mu ve durumluk-su rekli kaygı o lçeg i ile toplanmıştır. Araştırmaya alınan hastalara ameliyat sonrası 0., 4. ve 8. saatte akupres uygulanmış, hastaların gaz-gaita çıkarma su resi, bag ırsak sesleri, bulantı-kusma, ag rı şiddeti ve ameliyattan o nce su rekli kaygı durumu, ameliyattan sonra 0. saat ve 8. saatte durumluk kaygı durumu de-g erlendirilmiştir. Araştırmanın istatistiksel analizin detekrarlı o lçu mlerde iki yo nlu varyans analizi, Bonfer-roni du zeltmesi, Mann-Whitney U testi, Friedman Ana-lizi, Pearsonkorelasyon anaAna-lizi, Pearsonkikare testi, Bonferroni du zeltmeli I ki Oran z testikullanılmıştır. Ameliyat sonrası 8. saat sistolik kan basıncının mu daha-le grubunda 122.12±13.65 mmHg (p<0.05), ameliyat sonrası 0. saat ag rının mu dahale grubunda 3.00(0.00), bag ırsak sesi sayısının ameliyat sonrası 0. saatte 5.44±0.75, ameliyat sonrası 8. saatte 9.79±0.79 oldug u belirlenmiştir (p<0.05). Ameliyat sonrası gaita çıkarın-caya kadar geçen su re mu dahale grubunda 29.50 (19.75) saat oldug u belirlenmiştir (p<0.05). Laparosko-pik kolesistektemi ameliyatı sonrası yapılan akupresin gaita çıkarma su resi, sistolik kan basıncı, ag rı, bag ırsak sesi sayısı u zerine olumlu etkisinin oldug u belirlenmiş-tir. Laparoskopik kolesistektomi ameliyatı sonrası ba-g ırsak motilitesinin artırılması, akut aba-g rının azaltılması, gaita çıkarma su resinin kısaltılması için hemşirelik giri-şimlerinde akupres yapılması o nerilebilir.
ABSTRACT
The research is randomized plesabo-controlled 3-blind experimentally applied was made of acupressure for total 12 minutes in ST 25, CV 12, TH 6, HT7 acupunc-ture points for 3 minutes at 0, 4 and 8 hours after lapa-roscopic cholecystectomy to determine the effects of GIS symptoms and anxiety.The study was conducted in with 26 interventions and 27 plesabo groups who un-der went laparoscopic cholecystectomy. The data of there search; data collection form and state-trait anxie-ty scale. Acupressure was applied to patients partici-pating in the study at 0th, 4th, and 8th hours post oper-atively, first flatus-gaita time, bowel sounds, nausea-vomiting, pain intensity and anxiety before surgery, state at 0th hours and 8th hours after surgery anxiety status was evaluated. In the statistical analysis of the study, two-way analysis of variance, Bonferroni correc-tion, Mann-Whitney U test, Friedman Analysis, Pearson correlation analysis, Pearsonchi-square test, Bonferroni corrected Two-Rate z test were used in repeated meas-urements. The 8th hour post operative systolic blood pressure was determined to be 122.12 ± 13.65 in the intervention group and 133.70 ± 18.17 mmHg in the plesabo group (p<0.05). The post operative 0th hour painwas 3.00 (0.00), the intestinal tone frequency was 5.44 ± 0.75 at the 0th hour after surgery, post opera-tively It was determined that it was 9.79 ± 0.79 at the 8th hour (p<0.05). It was determined that the time first gaita was removed after surgery was 29.50 (19.75) in the intervention group (p<0.05). It was determined that acupressin performed after laparoscopic cholecys-tectomy surgery had a positive effect on first gaita time, systolic blood pressure, pain, intestinal tone frequency. After laparoscopic cholecystectomy surgery, acupress-ing may be recommended in nursacupress-ing interventions to increase intestinal motility, reduce acute pain, and shorten gaita removal time.
Anahtar kelimeler: Akupres, anksiyete, gastrointestinal
7 MDA-MB-231 MEME KANSERİ HÜCRE HATTINDA FLAVOPİRİDOLÜN ENDOPLAZMİK RETİKULUM STRESİ
BAĞLANTILI APOPİTOZA ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI
INVESTIGATION OF THE EFFECTS OF FLAVOPIRIDOL ON ENDOPLASMIC RETICULUM STRESS-CONNECTED APOPITOSIS IN THE BREAST CANCER OF MDA-MB-231
Emel ÖZTÜRK Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Doktora Tezi, Mayıs 2020 Danışmanlar: Prof. Dr. Birkan YAKAN,
Doç. Dr. Zuhal HAMURCU
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Histology and Embryology
Ph.D. Thesis, May 2020 Supervisor: Prof.Dr. Birkan YAKAN
Assoc. Prof. Dr. Zuhal HAMURCU ÖZ
Kanser o lu mlerinin ikinci o nemli nedeni olan meme kanseri kadınlar arasında en yaygın go ru len kanser tipidir. Son zamanlarda sayısının giderek artıyor olması alternatif tedavide yeni yaklaşımları getirmektedir. Bu yu zden sunulan tez çalışmasında antitu mo r etkiye sahip bir flavonoid tu revi olan flavopiridolu n agresif meme kanseri hu cre hattı olan MDA-MB-231 hu creler u zerin-deki hu cre canlılıg ı ve endoplazmik retikulum stresi (ERS) ile bag lantılı apopitotik yolaklar u zerindeki etki-sinin araştırılması amaçlandı.
Bu çalışmada flavopiridolu n MDA-MB-231 hu crelerinin canlılıg ı u zerindeki etkisi için hu cre canlılık testi (MTS) ve koloni oluşumuna etkisini belirlemek için klonojenik test uygulandı. Migrasyon testi ile hu crelerin go ç etme oranları, Anneksin V ve western blot yo ntemleri ile fla-vopiridolu n apopitoz, ERS [Glucose regulated protein (GRP78), Aktive edici transkripsiyon factor 4 (ATF4), Fosfo-o karyotik başlama fakto ru 2 α (p-eIF2 α)] ve ERS ile bag lantılı apopitozda rol alan CCAAT/ Enhancer Bin-ding Protein (C/EBP) (CHOP) proteinlerin ekspresyon-ları belirlendi.
MTS sonuçlarına go re flavopiridolu n MDA-MB-231 hu c-re hattında, 200nM-700nM doz aralıg ında flavopirido-lu n hu cre canlılıg ını o nemli oranda azalttıg ı buflavopirido-lundu. Klonojenik test sonuçlarına go re 90nM-300nM doz ara-lıg ında flavopiridolu n kloni oluşumunu azalttıg ı bulun-du. Migrasyon deney sonuçlarına go re ise flavopiridolu n 24 saatlik 400nM ve 500nM konsantrasyonlarda flavo-piridolu n hu crelerin migrasyonunu baskıladıg ı bulundu. 48 saat 400nM ve 500nM flavopiridol ile muamele edi-len hu crelerin ise tamamen o ldu g u bulundu. Western blot bulgularına go re 24 saat 200nM-500nM, 48 saat 200nM ve 300nM doz aralıg ında flavopiridol ile mua-mele edilen hu crelerde ERS ve ERS ile bag lantılı prote-inlerin ekspresyonlarında artış oldug u tespit edildi. Anneksin V deney sonucunda da 24 saat 200nM-500nM, 48 saat 200nM ve 300nMdoz aralıg ında flavopiridol ile muamele edilen hu crelerde apopitoz oranın arttıg ı bulundu. Sonuçlarımız dig er dig er sitotoksik kemoterapo -tik ajanlarla kombinasyon halinde kullanıldıg ı takdirde flavopiridolu n agresif meme kanserli hastaların tedavisi için umut verici bir potansiyele sahip olacag ını, ancak bu konu ile ilgili daha ileri du zeyde çalışmaların yapıl-ması gerektig ini go sterdi.
ABSTRACT
Breast cancer, the second leading cause of cancer de-aths, is the most common type of cancer among wo-men. The fact that its number has been increasing re-cently brings new approaches in alternative therapy. Therefore, in the presented thesis, it was aimed to in-vestigate the effect of flavopiridol, a flavonoid derivati-ve with anti tumor effect, on cell viability and endoplas-mic reticulum stress (ERS)–related apopitotic pathways on aggressive breast cancer cell line MDA-MB -231 cells.
In this study, cell viability test (MTS) was performed for the effect of flavopiridol on the viability of MDA-MB-231 cells, and the clonogenic test was used to determi-ne the effect on colony formation. The migration test showed the migration rates of the cells, the expressions of proteins involved in apoptosis, ERS [Glucose regula-ted protein (GRP78), Activating transcription factor 4 (ATF4), Phospho-eukaryotic initiation factor 2 α (p-eIF2 α)] and ERS-related apoptosis [CCAAT/ Enhancer Binding Protein (C/EBP) (CHOP)]of flavopiridol by Anneksin V and western blot methods.
According to MTS results, flavopiridol was found to significantly reduce cell viability in the MDA-MB-231 cell line, in the 200 nM-700 nM dose range. According to the clonogenic test results, it was found that flavopi-ridol reduced clone formation in the 90 nM-300 nM doserange. According to the results of the migration experiment, flavopiridol suppressed the migration of the cells at 24 hours at 400 nM and 500 nM concentra-tions. The cells treated with 400 nM and 500 nM flavo-pirido lfor 48 hours were found to be completely dead. According to Western blot findings, there was an incre-ase in the expression of ERS and ERS related proteins in cells treated with flavopiridol at a dose interval of 24 hours 200 nM-500 nM, 48 hours 200 nM and 300 nM. As a result of Annexin V experiment, it was found that the rate of apoptosis increased in the cells treated with flavopiridol in the range of 200 nM-500 nM, 48 hours 200 nM and 300 nM doz for 24 hours. Our results showed that if used in combination with other cyto-toxic chemotherapeutic agents, flavopiridol will have promising potential for the treatment of patients with aggressive breast cancer, but further studies on this subject should be done.
Anahtar kelimeler: Anneksin V, apopitoz, flavopiridol,
8
NÖROMUSKULER BLOKER AJANLARLA ERKEN TİP HİPERSENSİVİTE REAKSİYONU GELİŞEN HASTALARDA CD63 VE CD203C BAZOFİL AKTİVASYON TESTİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
ASSESSMENT OF CD63 AND CD203C BASOPHIL ACTIVATION TESTS IN PATIENTS DEVELOPING EARLY-TYPE HYPERSENSITIVITY DUE TO NEUROMUSCULAR BLOCKING AGENTS
Fatma DOĞRUEL Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
İmmünoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2020
Danışman: Prof. Dr. İnsu YILMAZ
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Immunology
M.Sc. Thesis, June 2020 Supervisor: Prof. Dr. İnsu YILMAZ ÖZ
No romuskuler blokerler (NMB) genel anestezi uygula-malarında yaygın olarak kullanılan ajanlar olup genel anestezi sırasında gelişen anafilaktik ve anafilaktoid reaksiyonların yarıdan fazlasından sorumludurlardır. I laçlarla gelişen erken tip hipersensivite reaksiyonların-da reaksiyonreaksiyonların-dan sorumlu suçlu ajanı tespit etme ve ilaçlar arası olası çapraz reaksiyonları deg erlendirmede deri testleri en sık kullanılan in-vivo testlerdir. Fakat deri testlerinin uygulanması sırasında hastada gelişebi-lecek allerjik reaksiyon riskleri ve testlerin zaman alıcı olması ilaç hipersensitivite reaksiyonlarında kullanılan in-vitro tanı yo ntemlerinden birisi olan bazofil aktivas-yon testlerini (BAT) o n plana çıkartmıştır. BAT; bazofil aktivasyon belirteçleri olan CD63 ve CD203c ekspres-yonlarının akım sitometri ile o lçu mu du r. Bu çalışma da; Ag ız, Diş ve Çene Cerrahisinde genel anestezi altında gerçekleştirilen cerrahi işlemler sırasında kullanılan no romuskuler bloker ajanlarlardan (NMBA) birisi olan rokuronyum ile erken tip hipersensivite reaksiyonu gelişen hastalarda BAT’ın spesifitesi ve sensitivitesinin saptanması amaçlanmıştır. Çalışmaya Erciyes U niversi-tesi Diş Hekimlig i Faku lniversi-tesi Ag ız Diş ve Çene Cerrahisi bo lu mu nde genel anestezi altında işlem yapılan ve anes-tezi sırasında kullanılan rokuronyum sonrası u rtiker ve/veya anjioo dem gelişen 10 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar ameliyattan en az 1 ay sonra çag rıla-rak 2 heparinli tu pe 3 cc kan o rnekleri alınmıştır. Bu o rnekler pozitif kontrol, negatif kontrol ve test tu pleri (roku ronyum 3 ayrı dilu syonda 3 tu p) için kullanılmış-tır. Daha sonra akımsitometri cihazında okuma yapılıp ilgili yazılım kullanılarak hu cre yu zey antijeni ekspres-yon du zeyleri deg erlendirilerek karakterizasekspres-yonu yapıl-mıştır. Hastalarda % CD63 ekpresyonunda 0.01 ve 0.1 mg ilaç dilu syonlarında hastaların hepsinde pozitiflik saptanırken, 1 mg’lık ilaç dozunda ise 9 hastada pozitif-lik saptanmıştır (%90). Hastalarda % CD203 ekpresyo-nunda 0.01 ve 0.1 mg ilaç dilu syonlarında 7 hastada (% 70) pozitiflik saptanırken, 1 mg’lık ilaç dozunda ise 8 hastada (%70) pozitiflik saptanmıştır.
Sonuç olarak; çalışmamız bildig imiz kadarıyla u lkemiz-de NMBA ile gelişen erken tip hipersensitivite reaksi-yonlarında BAT’ın tanısal o neminin deg erlendirildig i ilk çalışmadır. Bu çalışma ile BAT’ın NMBA’ya karşı gelişen erken tip hipersensitivite reaksiyonlarında tanısal amaçlı kullanılabileceg i go sterilmiştir.
ABSTRACT
Neuromuscular blocking agents (NMBA) are commonly used in general anesthetic applications, and are responsib-le for more than half of all anaphylactic and anaphylactoid reactions during general anesthesia.
Skin tests are the most common in-vivo tests used to iden-tify the agent responsible for early-type hypersensitivity reactions caused by drugs, and for the assessment of poten-tial cross-reactions between drugs. Nevertheless, the risk of potential allergic reactions for the patient during the administration of skin tests and its time-consuming nature led to the increased preference for the basophil activation test (BAT) – an in-vitro diagnostic methods of testing for drug hypersensitivity reactions. BAT involves the flow cytometry-based measurement of CD63 and CD203c, which are basophil activation markers. The present study investi-gates the specificity and sensitivity of BAT among patients who developed an early-type hypersensitivity reaction due to rocuronium, one of the neuromuscular blocking agents (NMBA) used during surgical procedures performed under general anesthesia in the Department of Oral & Maxillofa-cial Surgery. The study included 10 patients who were operated on under general anesthesia in the Department of Oral & Maxillofacial Surgery of the Erciyes University Fa-culty of Dentistry, and who developed urticaria and/or angioedema following rocuronium administration during anesthesia. Patients were asked to return to the Depart-ment at least 1 month after the operation, when 3 cc blood samples were drawn into two heparin tubes. These samp-les were used for positive control, negative control and test tubes (3 tubes with 3 different dilutions of rocuronium). Characterization involved an evaluation of the expression levels of the cell surface antigens based on the reading of the flow cytometer, and using the associated software. When assessing the CD63% expression all patients were found positive for the drug dilutions of 0.01 and 0.1 mg, while nine (90%) patients were positive for the drug dose of 1 mg. When assessing the CD203% expression seven (70%) patients were found to be positive for the drug dilu-tions of 0.01 and 0.1 mg, while eight (80%) were positive for the drug dose of 1 mg.
To conclude, to the best of our knowledge, the present study is the first to assess the diagnostic significance of BAT in early-type hypersensitivity reactions caused by NMBA in our country. This study has demonstrated that BAT can be used for diagnostic purposes in early-type hy-persensitivity reactions to NMBA.
Anahtar kelimeler: Bazofil aktivasyon testi, CD63, CD203c,
9 THE EFFECTS OF PTH (1-34) AND SERM (RALOXYPHENE) ALONE, IN SEQUENTIAL OR IN COMBINATION
APPROACHES ON OSSEOINTEGRATION OF TITANIUM IMPLANTS IN OSTEOPOROTIC RABBIT MODEL OSTEOPOROZLU TAVŞANLARDA PTH (1-34) VE SERM (RALOKSIFEN) ILAÇLARININ TEK BAŞINA, ARDIŞIK
VEYA KOMBINE KULLANIMININ KEMIK IÇI IMPLANTLARIN OSSEOINTEGRASYONUNA ETKISININ ARAŞTIRILMASI
Firas MOHSEN Erciyes University, Graduate School of Health Sciences
Department of Oral and Maxillofacial Surgery Ph.D. Thesis, July 2020
Supervisor: Assist. Prof. Dr. Ahmet Emin DEMİRBAŞ
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı
DoktoraTezi, Haziran 2020
Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Emin DEMİRBAŞ ABSTRACT
Dental implants have come to be a common and frequent treat-ment choice for tooth replacetreat-ment. In the clinical success of titani-um dental implants, one of the patient-related factors is bone quali-ty. Low bone quality reduces the initial implant stability and histo-logically affects the bone leading to failure of the desired osseointe-gration. One of the diseases causinglow bone quality is osteoporo-sis. The aim of the study is to investigate the possibility of reducing the problems experienced in the osseointegration of dental im-plants with pharmaceutical agents therapy after dental implant surgery and provide a new method for successful implant treat-ment on the osteoporosis-generated animal model.
60 female New Zealand White rabbits were randomly divided into six groups of 10 animals. The first group (control group) consisted of the animals that did not receive any medication and did not undergo ovariectomy operation. The second group (OVX group) consisted of the animals under went ovariectomy operation and did not receiveany medication. The third group (combined group) consisted of ovariectomized animals receiving combined teriparati-de and raloxifene therapy. The fourth group (sequential group) consisted of ovariectomized animals receiving teriparatide and raloxifene therapy sequentially. The fifth group (PTH group) con-sisted of ovariectomized animals receiving only teriparatide (PTH) and finally the sixth group (Raloxifene group) consisted of ovariec-tomized animals receiving only raloxifene therapy. Two weeks after the ovariectomy procedure, all groups received intramuscular injections of methylprednisolone acetate (1 mg/kg/day) for four consecutive weeks to induce osteoporosis except the control group. Eight weeks after the ovariectomyprocess, dental implants were placed in the proximalmetaphysis of bothtibiae of allrabbitsunder general anesthesia. Subsequently, the current drugs were given to the third, fourth, fifth and sixth groups according to the specified methods and the animals were sacrificed 12 weeks after the the dental implant placement. Histomorphometric and the micro CT examinations were performed with the samples obtained from the right tibial bone, and the retraction torque (RTQ) and ISQ (implant stability test) tests were performed with the samples obtained from the left tibial bone. The results were compared and evaluated statistically.
As a result of the RTQ values, the highest value (93.01±27.19 Ncm) was observed in the combined group and the lowest value (49.6±12.5 Ncm) was observed in osteoporosis group (p=0.015). In terms of the ISQ values, the mean value of the control group (67.1) was higher than the other groups at the time of the implant place-ment (p<0.05). After the sacrification process, the highest ISQ value was observed in the combined group (76.6). According to the data obtained from micro CT examination, the mean value of bone im-plant contact of the control group was 40.7% and the OVX group was measured as 24.1%. This difference was shown to be statisti-cally significant (p<0.05). The highest bone implant contact value was obtained from the combined group with a value of 41.1% and there was a statistically significant difference between the com-bined and the OVX group (p<0.05). Histomorphometry and micro CT morphometry data were found to support these findings. In conclusion to our result the combined therapy that involved an anabolic agent with antiresorptive medication is the best way to achieve maximum implant stability and osseointegration in osteo-porotic bone.
ÖZ
Dental implantlar, diş protezi için yaygın ve sık kullanılan bir tedavi seçeneg i haline gelmiştir. Titanyum dental implantlarının klinik başarısında, hasta ile ilişkili fakto rlerden biri de kemik kalitesidir. Du şu k kemik kalitesi primer implant stabilitesini azaltır ve histolojik olarak kemig i etkileyerek osseointe-grasyonun başarısız olmasına neden olur. Du şu k kemik kalitesine neden olan hastalıklardan biri osteoporozdur. Bu çalışmanın amacı, dental implant tedavisinden sonar implant-ların osseointegrasyonunda karşılaşılan sorunları farmaso tik ajan tedavisi ile azaltmak ve osteoporozlu hayvan modeli u zerinde başarılı bir tedavi için yeni bir yo ntem oluşturmaktır. Bu çalışmada 60 adet dişi tavşanın 10’ar adet olmak u zere top-lam altı gruba ayrılması planlanmıştır. Birinci grup (control grubu) herhangi bir ilaç almayan ve overektomi yapılmamış hayvanlardan oluşturulmuştur. I kinci grup overektomi yapılmış ve herhangi bir ilaç almayan hayvanlardan oluşturulmuştur. U çu ncu grup overektomi yapılmış ve combineteriparatidveraloksifen grubu ilaç alan hayvanlardan oluşturulmuştur. Do rdu -ncu grup overektomi yapılmış, teriparatidveraloksifeniar dışı kalan
hayvanlardan
oluşturulmuştur. Beşinci grup overektomi yapılmış sadece teriparatid alan hayvanlardan, 6. Grup ise overektomi yapılmış sadece raloksifen alan hayvanlardan oluşmuştur. Overektomi işleminden 8 hafta sonra, titanyum dental implantlar (Bilimplant, Tu rkiye) tu m tavşanların her ikitibiasının proksimalmetafizine genel anestezi altında yerleştirilmiştir. Daha sonar u çu ncu , do rdu ndu , beşinci ve altıncı gruplara mevcut ilaçlar belirlenen yo ntemler ile verilmiş ve implant yerleştirildikten 12 hafta sonar hayvanlar sakrifiye edilmiştir. Sag kemikten elde edilen o rnekler ile histomorfometri ve mikro BT incelemeleri, sol tibialkemikten alınan o rneklerle de geri çıkarma torku ve ISQ (implant stabilite testi) testleri yapılmıştır. Sonuçlar istatistiksel olarak deg erlendirilmiştir. Geri çıkartma torku verilerine go re en yu ksek deg er (93.01±27.19 Ncm) combine ilaç verilen 3. grupta, en du şu k deg er (49.6±12.5 Ncm) ise osteporoz grubundan elde edilmiştir (p=0.015). ISQ deg erlerinde ise implantların ilk yerleştirildig i gu nde control grubunun ortalamasının (67.1) tu m grupların-kinden daha yu ksek oldug u go ru lmu ştu r (p<0.05). Sakrifikasy-on sSakrifikasy-onrasında ise en yu ksek deg er combine ilaç alan grupta elde edilmiştir (76.6). Mikro BT incelemesinden elde edilen verilere go re ilk grubun kemik implant kontag ı deg er ortala-ması % 40.7, ikinci grubun ise % 24.1 olarak o lçu lmu ştu r. Ara-larındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). En yu ksek kemik implant kontag ı deg eri % 41.1 ile u çu ncu (Kombine ilaç uygulanan) gruptan elde edilmiştir ve ikinci grupla aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulun-muştur (p<0.05). Histomorfometri ve mikro BT morfometri verilerinin de bu bulguları destekler nitelikte oldug u go ru l-mu ştu r.
Bu çalışmanın sonuçlarına go re, osteoporotic kemiklere yer-leştirilen implantların osseointegrasyon kapasitesini artırmak için en etkili farmaso tik yo ntemin combine ilaç kullanımı Anahtar kelimeler: Combined treatment, dental implant, osseointegration,
osteoporosis, raloxifene, sequential treatment, teriparatide Keywords:
Ardışık tedavi, dental implant, osseointegrasyon, osteoporoz, kombine tedavi, raloksifen, teriparatid
10
KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ (KML) TANI VE TAKİBİNDE MİKRO-RNA’LARIN KULLANILMASININ ARAŞTIRILMASI
RESEARCH OF MICRO-RNAS’ USING IN CHRONIC MYELOID LEUKEMIA’S DIAGNOSTIC AND TREATMENT Hatice ALTIN
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü İmmünoloji Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2020 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin AVCILAR
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Immunology
M.Sc.Thesis, June 2020
Supervisor: Assist. Prof. Dr. Hüseyin AVCILAR ÖZ
Kronik Myeloid Lo semi (KML), miyeloid seri hu creleri-nin kontrolsu z olarak çog almasıyla karakterize bir mi-yeloproliferatif hastalıktır. KML; erişkin lo semi grubu-nun yaklaşık %15-20’lik kısmını oluşturur ve 40-60 yaş aralıg ında daha sık go ru lu r. mikroRNA (miRNA), yakla-şık 18-24 nu kleotid uzunlug unda, protein kodlaması yapmayan ku çu k RNA moleku lleridir. miRNA du zenle-yici fonksiyonları olan ve gen ekspresyonunu regu le eden moleku llerdir. miRNA işlevleri konusunda son yıllarda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Biz bu çalış-mada KML hastalarının takibinde kullanılabilecek ve du zenleyici go revi olabileceg ini du şu ndu g u mu z miR-21, miR-150, miR-155 ekspresyonlarını araştırarak KML ile ilişkilerini ortaya koymaya çalıştık.
Çalışmamızda 5 kontrol o rneg i ile yeni tanı konulmuş ve imatinib, nilotinib, dasatinib ilaçlarıyla tedavi edilen 22 KML hastasından periferik kan o rneg i kullanılarak miRNAeldesi sag landı. O rneklerden elde edilen miRNA kullanılarak cDNA elde edildi. cDNA o rneklerinden hedeflenen miRNA ekspresyonun du zeyi gerçek zaman-lı PCR ile analiz edildi.
Hasta ve kontrol grubunda miRNA ekspresyon du zey-leri o lçu ldu . Kontrol grubu du zeyi 1.0 olarak belirlendi. Hastalarda 21 du zeyi ortalama 3.2 aralıkta, miR-150 du zeyi 1.0 aralıkta ve miR-155 du zeyi 2.8 aralıkta bulundu.
Yapılan çalışmamızda miR-150 du zeyleri yeni tanı ve nilotinib kolunda kontrol o rneklerinden daha du şu k oranda bulundu. Bu fark istatistik yo nu nden (nilotinib p=0.01541 ve yeni tanı p=007484) anlamlıdır. Bununla beraber hasta ve kontroller arasında 21 ve miR-155 du zeyleri yo nu nden bir farklılık go ru lmedi. Bu sonuçlar miRNA-150’nin KML hastalarının izleminde bir parametre olarak kullanılabileceg ini desteklemekte-dir. miRNA-150 KML tanı anında ve ilaç direncinin er-ken do nemlerde tespitinde katkı sag layabilir.
ABSTRACT
Chronic myeloid leukemia (CML)is a myeloproliferative disease with characterized with proliferation of myelo-idserial as uncontrolled. CML; is produced %15-20 on adult leukemia and ocur frequently 40-60 years old gap. microRNA (miRNA), approximately lengh 18-24 nucleotid, protein coding small RNA molecules. They are molecules with miRNA regulator functions and that regulate gene expression. Recently there are to so much researchs about miRNA’s function. In this study, we will try to reveal their relationship with CML by investiga-ting the expressions of miR-21, miR-150, miR-155, which can be used in the follow-up of CML patients and which we think may be regulators.
In this study, 22 patients who were newly diagnosed or followed up with CML’s drug imatinib, nilotinib, dasati-nib and 5 healthy subjects were included as control group which are taken pherip heral blood samples for miRNA analyses c DNA was obtained using miRNA. Using Real-time PCR, specified miRNA expression level was analysed from c DNA samples.
miRNA expression levels were measured in the patient and control groups. The control group level was deter-mined as 1.0. The mean miR-21 level was in the avera-ge 3.2 ranavera-ge, the miR-150 level was in the 1.0 ranavera-ge and the miR-155 level was in the 2.8 range. In our study, miR-150 levels were found lower than the new diagno-sis and control samples in nilotinib arm. This difference is statistically significant (nilotinib p=0.01541 and new diagnosis p=007484). However, there was no differen-ce between patients and controls in terms of miR-21 and miR-155 levels. These results support that miRNA-150 can be used as a parameter in the follow-up of CML patients. miRNA-150 KML can contribute to the diagno-sis and early detection of drug rediagno-sistance.
11 YÜKSEK RİSKLİ KOLOREKTAL KANSER CERRAHİSİ HASTALARINA UYGULANAN PROFİLAKTİK NEGATİF
BASINÇLI YARA TEDAVİSİNİN CERRAHİ ALAN KOMPLİKASYONLARINA ETKİSİ
THE EFFECT OF PROFILACTIC NEGATIVE PRESSURE WOUNDTHERAPY ON SURGICAL WOUND COMPLICATI-ONS AFTERCOLORECTAL CANCER SURGERY IN HIGH RISK PATIENTS
Hatice YÜCELER KAÇMAZ Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Hemşirelik Anabilim Dalı
Doktora Tezi, Haziran 2020 Danışman: Prof. Dr. Mürüvvet BAŞER
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Nursing
Ph.D. Thesis, June2020 Supervisor: Prof. Dr. Mürüvvet BAŞER ÖZ
Bu çalışma, kolorektal kanser cerrahisi geçiren yu ksek riskli hastalara profilaktik negatif basınçlı yara tedavisi uygulamasının cerrahi yara komplikasyonlarına etkisi-ni belirlemek amacıyla randomize kontrollu deneysel çalışma olarak yu ru tu lmu ştu r. Çalışma bir u niversite hastanesinin cerrahi onkoloji servisinde araştırmaya dahil edilme o lçu tlerine uyan 24’u mu dahale 26’sı kont-rol grubunda, toplam 50 hasta ile tamamlanmıştır. Veriler; Hasta Tanıtım Formu, Cerrahi I şlem Formu, Yara I zlem Çizelgesi ve ASEPSI S Yara Skorlama Sistemi kullanılarak toplanmıştır. Araştırma için etik kurul ona-yı ile bireylerden yazılı bilgilendirilmiş go nu llu olur alınmıştır. Veriler, SPSS Statistics 24.0 programında, Shapiro Wilk testi ve Q-Q grafikleri, Bag ımsız O rneklem t testi, Mann Whitney U testi, Ki-kare, Cochran’s Q ve Friedman testi kullanılarak analiz edilmiştir. I statistik-sel anlamlılık du zeyi için p<0.05 deg eri kabul edilmiş-tir.
Mu dahale ve kontrol grubunun tanıtıcı ve cerrahi işlem o zellikleri bakımından birbirine benzer oldug u belir-lenmiştir. Cerrahi sonrası 30 gu nlu k cerrahi yara komp-likasyonları insidansı, mu dahale ve kontrol grupları arasında farklı bulunmuştur (sırasıyla %16.7’ye %53.8, p=0.006). Gruplar arasında seroma açısından anlamlı bir ilişki oldug u (p=0.025), profilaktik negatif basınçlı yara tedavisinin seroma go ru lme sıklıg ını (%34.6’ya % 8.3) azalttıg ı tespit edilmiştir. Genel olarak 50 hastanın 10’unda (%20) go ru len cerrahi alan enfeksiyonları mu dahale grubunda 2 (%8.3), kontrol grubunda 8 (% 30.8) hastada go ru lmu ştu r (p=0.048). Ayrıca çalışma-da yer alan bireylerde çalışma boyunca yara yeri ayrıl-ması ve hematoma rastlanmamıştır.
Sonuç olarak, açık kolorektal kanser cerrahisi sonrası yu ksek riskli hastalara uygulanan pNBYT’nin; cerrahi yara komplikasyonlarını, seroma ve cerrahi alan enfek-siyonları gelişimini ve ASEPSI S yara skorlama sistemi puanlarını azalttıg ı saptanmıştır.
This study was conducted as a randomized controlled trial in order to determine the effect of prophylactic negative pressure wound therapy for the prevention of surgical site complications in high-risk colorectal can-cer surgery. The study was completed with a total of 50 patients, 24 of intervention group and a 26 of the cont-rol group, who met the inclusion criteria at the surgical oncology service of a university hospital.
The data were collected using Patient Identification Form, Surgical Procedure Form, Wound Follow-up Chart and ASEPSIS Wound Scoring System. Ethics com-mittee approval and written informed consent of the individuals was taken in there search. The data were analyzed in SPSS Statistics 24.0 program using Shapiro-Wilk test and Q-Q graphs, Independent Sample t test, Mann Whitney U test, Chi-square, Cochran’s Q and Fri-edman test. The value of p<0.05 was accepted for the statistical significance level. It was determined that the groups were similar in terms of identification and sur-gical procedure characteristics.
The incidence of 30-day surgical wound complications was significantly different between the intervention and control groups (respectively 53.8% vs 16.7%, p=0.006). It was determined that there was a signifi-cant relation ship between the groups in terms of sero-ma (p=0.025), and prophylactic negative pressure wo-und therapy reduced the incidence of seroma (34.6% vs. 8.3%). Surgical site infection soccurred in 10 of 50 (20%) patients in the study, 2 (8.3%) in the interven-tion group and 8 (30.8%) in the control group (p=0.048). In addition, no hematoma and wound dehis-cence were found in the study.
As a result, prophylactic negative pressure wound the-rapy applied to high-risk patients after open colorectal cancer surgery reduces surgical wound complications, seroma and surgical site infections and ASEPSIS wound scoring system scores.
Anahtar kelimeler:Cerrahi alan enfeksiyonları, cerrahi yara
komplikas-yonları, kolorektal kanser, kolorektal cerrahi, negatif basınçlı yara tedavisi Keywords:
Colorectal cancer, colorectal surgery, surgical site infection, surgical wound complications, negative pressure wound therapy
12
MEBENDAZOLÜN KANSERLİ HÜCRELERDE APOPTOZ İNDÜKLEYİCİ VE TUBULİN İNHİBİSYONU YAPICI ETKİLERİ BAKIMINDAN, PAKLİTAKSEL VE VİNKRİSTİN İLE KARŞILAŞTIRILMASI
COMPARISON OF MEBENDAZOL WITH PACLITAXEL AND VINCRISTINE IN TERMS OF APOPTOSIS INDUCING AND TUBULIN INHIBITION IN CANCER CELLS
Mahmut ŞAHİN Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Veteriner Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı Doktora Tezi, Haziran 2020
Danışman: Prof. Dr. Haki KARA
Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Veterinary Pharmacology and Toxic.
Ph.D. Thesis, June 2020 Supervisor: Prof. Dr. Haki KARA ÖZ
Mebendazolu n, kanserli ve sag lıklı hu crelerde etkinlig i-nin paklitaksel ve vinkristin ile karşılaştırıldıg ı bu çalış-mada, MRC-5 ve NCI H-209 hu cre hatlarına her u ç et-ken maddenin0,5µM – 1,0µM – 1,5µM – 2µM konsantra-yonlarında uygulaması yapılmıştır. I n-vitro denemeler-de, kaspaz 3, 8, 9 ile hu cre sitotoksisitesi elisa metoduy-la, apoptotik DNA du zeyi jel elektroforez ile, hu cre pro-liferasyonu ise yara iyileşmesi deneyi ile o lçu lmu ştu r. Çalışmanın in-vivo kısmında, farelere 200.000 adet Ehrlich asites tu mo ru hu cresi enjekte edilip tu mo r oluştuktan sonra terapo tik dozlarda 21 gu n ilaç uygula-masını takiben tu mo r hacmi ve anjiyogenez o lçu mleri yapılmıştır.
I n-vitro çalışmalar sonucunda mebendazolu n kanserli hu cre hattı u zerinde apoptoz ve hu cre sitotoksisitesini doza bag lı olarak artırdıg ı, sag lıklı hu cre hattı u zerinde ise paklitaksel ve vinkristine nazaran daha az sitotoksik etki go sterdig i go ru lmu ştu r. I n-vivo çalışmalar sonu-cunda, tu mo r hacmi ve doku hemoglobin aracılı anjiyo-genez du zeyleri bakımından mebendazol en etkili ajan olarak bulunmuştur.
Sonuç olarak; mebendazolu n, kanserli hu crelerde tubu-lin proteini yapısını bozarak apoptozu artırdıg ı-nı,bununla birlikte sag lıklı hu crelerde paklitaksel ve vinkristinden daha az du zeyde sitotoksik etki oluştur-dug u, paklitaksel ve vinkristinin mebendazol ile kombi-ne edilerek kullanılması durumunda tedavide farmako-lojik etkinliklerinin artacag ı kanaatindeyiz.
ABSTRACT
In this study, the effectiveness of mebendazole in can-cerous and healthy cells was compared with paclitaxel and vincristine, in the MRC-5 and NCI H-209 cell lines at concentrations of 0.5µM - 1.0µM - 1.5µM - 2µM. In in vitro experiments, cell cytotoxicity and caspase 3, 8, 9 was measured by elisa method, apoptotic DNA level was measured by gel electrophoresis, and cell prolife-ration by wound healing assay.In the in vivo part of the study, 200.000 Ehrlich acid tumor cells were injected into the mice and tumor volume and angiogenesis were measured after 21 days of drug administration at thera-peutic doses after the tumor was formed.
As a result of in-vitro studies, it was observed that me-bendazole increased apoptosis and cell cytotoxicity on the cancerous cell line depending on the dose and showed less cytotoxic effect on the healthy cell line compared to paclitaxel and vincristine. Consequently of in vivo studies, mebendazole was found to be the most effective agent in terms of tumor volume and tissue hemoglobin-mediated angiogenesis levels.
In conclusion; mebendazole increases apoptosis by disrupting the tubulin protein structure in cancerous cells, however it creates less cytotoxic effect in healthy cells than paclitaxel and vincristine. We believe that if paclitaxel and vincristine are used in combination with mebendazole, their pharmacological activity may incre-ase in treatment.
Anahtar kelimeler: Apoptoz, mebendazol, paklitaksel,
13 ENDOTOKSEMİK FARELERDE AKUT AKCİĞER HASARINDA PSORALİDİN'İN İNFLAMAZOM AKTİVASYONU
ÜZERİNE REGÜLÂTÖR ETKİSİ
THE REGULATORY EFFECT OF PSORALIDIN ON THE ACTIVATION OF INFLAMMASOME COMPLEX IN MOUSE ACUTE LUNG INJURY MODEL INDUCED BY ENDOTOXEMIA
Merve Nur Sultan YILDIRIM Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Eczacılık Biyokimya Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2020 Danışman: Doç.Dr. Ahmet CUMAOĞLU
Erciyes University, Graduate School Of Health Department of Pharmacy Biochemistry
M.Sc. Thesis, June 2020
Supervisor: Assoc.Prof. Dr. Ahmet CUMAOĞLU ÖZ
Çeşitli risk fakto rlerinin tarafından uyarılan yu ksek inflamasyon, inflamatuvar akut akcig er hasarı (ALI) gelişimi ile ilişkilidir.
Psoralidin, hem COX-2 hem de 5-LOX proinflamatuvar enzimlerini inhibe ederek iyonlaştırıcı radyasyona bag -lı oluşan pulmoner nflamasyona karşı anti-inflamatuvar etki go stermiştir. Son zamanlarda, NLRP3 inflamazom aktivasyonunun ALI patogenezi için esansi-yel oldug u go sterilmiştir. Bu aktivasyon, NFκB aktivas-yonunun bir sonucu olarak inflamazom bileşenlerini ve piroptotik sitokinleri ifadelenmelerinin arttıg ı du şu nu -len hazırlama aşaması gerektirir. Bu çalışmada, psorali-dinin LPS ile indu klenen ALI'de NLRP3 inflamazom aktivasyonu u zerindeki etkilerini araştırmayı ve altta yatan ayrıntılı mekanizmayı araştırmayı amaçladık. Sonuçlarımız psoralidin ile yapılan o n tedavinin, akci-g er histopatolojik deakci-g işikliklerini etkili bir şekilde azalttıg ını, plazma ve akcig er dokusu homojenatlarında proinflamatuvar sitokin (o rn. TNF-α ve IL-6) aşırı u reti-mini azalttıg ını ortaya koymuştur. Ek olarak, western blot analizi, psoralidinin LPS ile indu klenen NF-κB'yi, AKT / GSK-3β sinyal yollarıyla MAPK aktivasyonunu baskılandıg ı ve CREB fosforilasyonunu belirgin şekilde artırdıg ını go stermiştir. Ayrıca psoralidinin koruyucu etkilerinin merkezinde olabilen NLRP3 inflamazom aktivasyonu ile bu komplekslerin olgunlaştırdıg ı pirop-totik IL-1β ve IL-18 sitokinleri o nemli o lçu de bloke etmiştir.
Bu çalışma, psoralidinin, CREB aktivasyonu ve NLRP3 inflamazomunun inhibisyonu yoluyla LPS ile indu kle-nen ALI u zerindeki koruyucu etkilerini vurgulayarak, LPS ile indu klenen ALI'ye terapo tik bitkisel u ru n olarak uygulanmasının umudunu ortaya koymaktadır.
ABSTRACT
Excessive inflammation induced by various risk factors is associated with the development of inflammatory acute lung injury (ALI).
Psoralidin demonstrated anti-inflammatory effect aga-inst ionizing radiation-induced pulmonary inflamma-tion by inhibiting both COX-2 and 5-LOX proinflamma-tory enzymes. Recently, NLRP3 inflammasome activa-tion has been demonstrated to be essential for the pat-hogenesis of ALI. This activation requires a priming step, which is thought to be mainly for upregulating inflammasome components and pyroptotic cytokines as a result of NFκ Bactivation. In the present study, we aimed to investigate the effects of psoralidin on NLRP3 inflammasome activation in LPS-induced ALI and to explore the underlying the detailed mechanism. Our results revealed that pretreatment with psoralidin ef-fectively alleviated lung histopathological changes and decreased proinflammatory cytokine (eg. TNF-α and IL-6) overproduction in plasma and lungtissue homo ge-nates. In addition, the western blotting analysis showed that psoralidin remarkably inhibited LPS-induced NFκB, MAPK activation with AKT/GSK-3β signaling pathways and activated CREB phosphorylation. Furt-hermore, psoralidin significantly blocked the activation of NLRP3 inflammasome with itsmaturated cytokines IL-1β and IL-18 which might be central to the protecti-ve effects of psoralidin.
The present study highlights the protective effects of psoralidin on LPS-induced ALI via activation of CREB and inhibition of NLRP3 inflammasome, bringingup the hope of its application as a therapeutic herbal product towards LPS-induced ALI.
Anahtar kelimeler: Akut akcig er hasarı, inflamazom
