• Sonuç bulunamadı

Deneyimin Hüzünlü Ağıtı: Tevfik Fikret Şiiri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Deneyimin Hüzünlü Ağıtı: Tevfik Fikret Şiiri"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Eylem Saltık

*

THE RUEFUL MOURNING OF EXPERIENCE: TEVFIK FIKRET’S POEM

"Ben ekseriyetle şiirlerimi –eğer o yazdığım mevzun şeylere bu namı ver-mek caizse– böyle dilimin ucuna geliveren bir mısraya başlar; sonra görü-rüm ki bu, kaç gündür beynimi yiyen bir mülâhazanın kalbime eza veren hissin, nefsimi yoran bir mücadelenin, hâsılı dûş-ı tahammülüme ağır gelen bir bâr-ı te'essürün tazyikiyle sadır olmuş bir nevha-i âvâredir.”1

ÖZ: Şiir sanatını “toplum içerisinde mutlu bir şekilde aykırı olma, normalde ya-saklı olan arzuları bilinir kılma”2 olarak tanımlayan Adam Phillips’e göre, bilinir kılma arzusu aslında şairin “dış dünyanın kıtlığından, üstbenin tahribatlarından ve idin açgözlülüğünden kurtulma çabası”dır.3 Phillips, şairin tüm bunlardan “paçasını kurtarabilen” ve “toplum içinde aykırı tavırlarıyla mutlu olabilen” bir kişi olduğunu düşünür. Dış dünyanın tahribatlarıyla mücadele halinde olan Tevfik Fikret, zihnini aktif olarak kullanmış, bunun sonucunda zihninde oluşan dalgalanmaları “nazlı, asabi çocuk”4 olarak nitelendirdiği kalemine rağmen bi-linir kılmaya çalışmıştır. Bu özelliği ile Adam Phillips’in tanımına uygun bir örnek olarak görünse de onun mutlu olduğunu ve estetik başarıyı yakaladığını söylemek olası değildir. Fikret’in aksine “düşünüşün ve hayal ediş biçiminin * Yrd. Doç. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

1 Tevfik Fikret, “Musâhabe-i Edebiyye-35”, Tevfik Fikret Dil ve Edebiyat Yazıları, (Haz. İsmail Parlatır),

Ankara: TDK Yayınları, 2000, s. 85.

2 Phillips, “Hep Vaat Hep Vaat”, Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler, İstanbul: Metis Yayınları,

2007, s. 27.

3 a.g.e., s. 27.

4 Tevfik Fikret, “Musâhabe-i Edebiyye-51”, Tevfik Fikret Dil ve Edebiyat Yazıları, s. 131.

(2)

merkezine estetiği yerleştiren”5 Tanpınar, Fikret’in bu özelliğini şöyle açıklar: “Doğrusunu söylemek gerekirse Fikret, hiç de şâir doğmuş bir adam değildir. Eşya, menâzır, hayatın cilveleri, onun ruhunda şiirin cevherini teşkil eden ve sahifeyi gözümüzün önünde birdenbire muhteşem bir şehrâyin yapan o akıl dur-durucu istihaleye uğramazdı.”6 Tanpınar’ın bu tespitinin pek çok nedeni vardır. Fikret’in hem estetik hazza hem de arzunun hazzına varamayışının belli başlı nedenleri, aile hayatı, iş yaşamı, yaşadığı dönemin yapısı gibi zaman, mekân ve ikinci kişi kaynaklı etkenlerdir. Ancak şairin estetik zevkin hazzını yaşamasını engelleyen ve onu trajediye iten asıl sebepler daha çok şairin psişik dünyasını besleyen bireysel bazı problemlerdir. Şairin hayatını ve sanatını etkileyen bu problemlerden birisi de “düşünme yetisi”nin varlığıdır.

Bu çalışmanın konusunu “düşünme yetisinin” şairin hayatını nasıl etkilediği oluşturmaktadır. Bu amaçla, konu ile ilgili şiirlerden hareketle Tevfik Fikret’in asıl trajedisinin “düşünme” kaynaklı olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Tevfik Fikret, şiir, zihin, deneyim, düşünme yetisi, kaçış.

ABSTRACT: According to Adam, defining poetics as ‘being contrary happily in society and making the resticted desires be known’, the desire of being known is, in fact, a sort of effort which is a disponing from the shortage of the World, superego havoc, the greedy id. Philips thinks that poet empties his mind via the-se things and gets over and he draws an analogy for the poet as he is a contrarien who can b happy in the society. Tevfik Fikret used his mind actively, and defined the waves in his brain as a petted, short-tempered child. With this specification, even though he suits the definiton of Adam Philips. It is not possible to say that he is happy and gets the aesthetics success. By contrast with Fikret,Tanpınar,who puts aesthetic in the centre of mentality and imagine, indicatesits reason like this: To be honest, Fikret was not born with poem. Ware, perspective, lives’ coquetry would not constitute the ores of poems in his soul. There are plenty of reasons of the determinations of Tanpınar. The reasons are thecreation of the poet, family life,work life,term he is in,place and the second person.But the real rason is the thinking ability.

The topic of this work is how thinking ability effects the life of the poet. With this aim, we try to present that the real tragedy of Tevfik Fikret is related to thinking.

Keywords: Tevfik Fikret, poem, mentality, thinking ability, escaping.

...

5 Şahin, “Tanpınar’ın Şiirlerinde Tahayyülün Niteliği”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Y.

2013, S. 19, s. 10.

(3)

Giriş

Martin Jay, “deneyim”i , “düşüncelerinde özel bir vurgu bulduğu birçok insan-da olağanüstü duygular uyandıran bir gösteren” olarak tanımlar. Bu tanıminsan-dan ha-reketle, deneyimin yaşanılanların kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ve sadece dene-yimlenen anda kalmayıp insanın hayatta olduğu süre boyunca her fırsatta kendisini hatırlattığını söylemek mümkündür. Kişi deneyimleri aracılığıyla edindiği birikimi ihtiyaç duyduğu her an kullanabilir/kullanır. Çünkü deneyim, insan zihninin silin-meyen, kökeninde epistemolojik veriler bulunan pratikler bütünüdür. Bu nedenle, insanoğlu, iyi olan üzerine fikir yürütmek ve daha iyisini yaşamak için deneyimle-rinden faydalanır.

Deneyim, insan hayatındaki rolü düşünüldüğünde, hem olumlu hem de olumsuz kavramlarla tanımlanmıştır. Deneyimi insan hayatının merkezine yerleştiren Hume, Locke, Kitaro Nishida, John Dewey vb. düşünürlere göre, bu kavram “öğrenme biri-kimi, düşüncenin temeli ve gelişimin nedeni”dir.7 Aklı ve bilimsel verileri esas alan Platon, Gorgias, Derrida, Lyotard vb.leri içinse, “çelişkilerle yüklü, yanılgıya açık pratik faaliyet; akıl ile uyuşmayan zorunluluk, geçicilik”tir.8 Bu tanımlama çabala-rının hepsi, bilginin kaynağına inme sürecinde ortaya çıkmıştır. Çünkü yapılan tar-tışmaların amacı, insanı bilgiye ulaştıran en etkin rolü hangi kavramın üstlendiğini bulmaktır.

Deneyim, bilginin kaynağına ulaşma tartışmalarında olumlu ya da olumsuz, ak-tif veya pasif hangi rolü üstlenirse üstlensin, bu kavram için yapılan “dış dünyayı bilmek, daha doğrusu anlamak için mütevazı, sorunlu ama vazgeçilmez araç”, “yanıl-gıya açık pratik faaliyet”, “geçici, fani” gibi olumsuz tanımların dahi “insan-deneyim ayrılmazlık”ını kabul ettiği ortadadır. Martin Jay, bu durumu deneyimin temelinde insan bedeninin olduğunu söyleyerek açıklamaya çalışmıştır. Deneyim “iç, sahici ve yaşanan”9 olması sebebiyle insandan ayrı düşünülemez. Deneyimin varlığı insan be-denine, insanın varlığı da zihni bomboş bir levha olmaktan kurtaran deneyime bağ-lıdır.

John Locke’a göre, zihin önceleri “herhangi bir idea barındırmayan bomboş bir kâğıt”tır.10 İnsan, bu kâğıdı, içinde bulunduğu ortamın her türlü etken ve edilgen par-çalarıyla doldurarak içinde akıl ve bilgi malzemelerinin bulunduğu birikimi elde eder. Deneyim insan zihninde oluşan bu birikimin önemli kaynağıdır. Bunun anlamı, insa-nın kişiyi, olayları, varlıkları tanımlama çabasında geçmişinin aktif rol oynadığıdır.

7 Jay, Deneyim Şarkıları, İstanbul: Metis Yayınları, 2008, s. 90. 8 a.g.e., s. 34-36.

9 a.g.e., s.174-175.

(4)

Berkeley’e göre de varlığını algılarla ispat eden insanın bu sayede edindiği izle-nimler deneyimin kendisidir. Bu nedenle Berkeley, zihnin temeline deneyimi koyar. Çünkü insan, varlığını algılarıyla ortaya koyarken bu algılarla edindiği izlenimleri deneyim olarak zihnine yerleşir. Deneyim ile “ham, düşünümsüz duyum ya da do-laysız gözlem arasında can alıcı bağlantı”11 vardır. İnsan zihni bu bağlantı sayesinde “şey” olmaktan kurtulur. Martin Jay’a göre, bu doğal/önlenemez süreçte kazanılan deneyim, kolektif ve değiş-tokuş edilemezlik, kişisel ve aktarılamazlık gibi temel özellikleri nedeniyle, kişinin önce kendine, daha sonra ise dış dünyaya ait sorunlar şeklinde açığa çıkar.

Gençlik yıllarında “hayatın kapısından bakan taze iradesi, henüz zaruretlerin kayalarına çarpmamış”12 olan Fikret, Galatasaray Sultanisi’ni bitirip iş hayatına atı-lınca kendisini hayal-hakikat çatışması içinde bulur. Halit Ziya’nın söylemiyle Fikret artık “yaşanılan zamanın kötülükleri...”13 ile karşı karşıyadır. Gerçeklerle yüz yüze gelen Fikret’in yaşadığı deneyimler zihin yapısında doğrudan etkili olmuştur. Onun, dış dünyayı tanımlamaya çalışırken ve düşüncelerine şekil verirken deneyimlerinden faydalandığı söylenebilir. Fikret’in duygu ve düşünceleri yaşadıklarına paralel olarak şekillenmiş, eserleri deneyiminin ontolojik yapısına uygun biçimde hem bireysel prob-lemlerinin hem de sosyal meselelere yaklaşımının ifadesi olmuştur. “Tesadüf”14 şiirinin

“Niçin o çehreyi görmekle titredim birden, O dîdelerde niçin gizli bir nigâh aradım? Değil garâm-ı heves-pervâne mu’tâdım, Niçin o gözlere dikkatle baktım böyle iken?... (…)”

dizeleri Fikret’in bilinçdışında var olan arzuyla birlikte bireysel -aşk- deneyimini sorguladığının; “Yarın” şiirinin

“– Hayır melek çocuğum, hep yalandı söylediğim, Benim olanca huzurum, sürurum işte fedâ Çocukça, nazlı, küçük bir dakika şevkın için; Büyür gözümde seninle hakikat-i ferdâ: Bugün çalışmalıyım ben yarınki zevkin için.”

dizeleri kendi kabuğunu kırmış babanın bireyden topluma ait sorgulamalara yöneldi-ğinin; “Rübâbın Cevabı” isimli şiirinin

11 a.g.e., s. 29.

12 Kaplan, Tevfik Fikret: Devir-Şahsiyet-Eser, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997, s. 72. 13 Uşaklıgil, Kırk Yıl, İstanbul: İnkılâp Yayınevi, 1987, s. 496.

(5)

“Sen zanneder misin ki benim hep elemlerim? Heyhât! ben nevâib-i eyyâmı inlerim!”

dizeleri ise yaşadığı hüznün sadece kendisine ait olmadığının gür ifadesidir.

Tevfik Fikret, kısa ömrü içerisinde gerek iç gerekse dış dünyasında, pek çok olay –annesinin ölümü, babasının yaşadıkları, kız kardeşinin ölümü, iş hayatında-ki tecrübeler, siyasi ve sosyal yaşamda meydana gelen gelişmeler vb.– yaşamış ve bu yaşanmışlıklar onun hayatı, insanı tanımasına yardım eden/edemeyen deneyimler olarak zihnindeki yerini almıştır.

Locke, deneyimi, duyulara çarpan dışsal nesnelerin neden olduğu algılamalar ile zihnin yargı yetisinin bileşimi şeklinde formüle etmiştir. Bu formül, deneyimin insana önce duygu halini yaşattığını ardından da düşünme eylemine yönelttiğini gösterir. Ya-şanılan deneyimler, insanın düşünce yetisine ulaşmasının ardından kişiye ait fikre dö-nüşerek yeniden somutlaşır ve etkinleşir. Locke’un söylemiyle düşünce “...insanı far-kındalığa götüren gayri iradi girdilerin yani algıların, yargıda bulunmak, şüphelenmek, niyet etmek, muhakeme etmek, hatırlamak ve inanmak gibi düşünümsel işlemler”15 yoluyla gösterdiği değişimin adıdır. Martin Jay, deneyimin insanda yarattığı bu de-ğişimin kaçınılmazlığını şöyle açıklar: “…nasıl tanımlarsak tanımlayalım deneyim, başına geldiği insanın önceki gerçekliğini çoğaltan, onu nasılsa öyle bırakan bir şey değildir; terimin anlamlı olması için bir şeyler değişmeli, yeni bir şey meydana gel-melidir… deneyimin adına layık bir şey sizi başladığınız yerde bırakmaz.”16 Mehmet Kaplan “Fikret’te fikirden daha başka şeyler var; Fikret’in trajedisi, fikirlerinden doğ-muyor; bilakis fikirleri, trajedisinden doğuyor.” derken deneyim ile düşünce arasında-ki bu ilişarasında-kiye dikkat çekmektedir. Dış dünyayı iyi gözlemleyen Fikret, yaşananların etkisinden kendini koruyamamış, bunun sonucunda dış dünya ile iç dünyası arasında yaşanan çatışmaların ve hatta kopuklukların öznesi olmuştur. Bu trajedi içinde şairi etkileyen zihin dünyasının aktifliğidir. Çünkü, Tevfik Fikret’in trajedisi, sırasıyla de-neyim, duygu, düşünce adımlarını tamamladıktan sonra bitmemiş, deneyimler, “soluk renkli düşünceler”e dönüşerek yeni bir trajedinin habercisi oluvermiştir. David Hume, duygudan düşünceye giden bu süreci “ayna” metaforuyla şöyle açıklamıştır: “Biz, geç-miş duygu ve duygulanımlarımız üzerinde düşünceye vardığımız zaman, düşüncemiz bunların aslını aynen aksettiren sadık bir aynadır; fakat bu aynadaki renkler, ilk algıla-rımızın bürünmüş olduğu renklere kıyasla soluk ve sönüktürler.”17

Tevfik Fikret’i rahatsız eden yeni bir trajik unsur18 vardır: düşünme eylemi. Bu

15 Jay, Deneyim Şarkıları, İstanbul: Metis Yayınları, 2008, s. 80-81. 16 a.g.e., s. 24.

17 Hume, İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma, İstanbul: MEB Yayınları, 1986, s. 23-24.

(6)

kez trajedi yalnızca şair kaynaklıdır. Bunun farkında olan Fikret’in tek isteği, kendi-sini huzursuz eden düşünme eyleminden uzaklaşmaktır. Yeni Zelanda, Manisa, yeşil köy, Aşiyan vb. şairin kapanma/kaçış psikolojisi içinde planladığı düşünceden kurtul-ma isteğinin sembolik göstergeleridir.

Deneyimden Düşünceye

Mehmet Kaplan’ın yıllar önce “basit hükümlerle mumyalanmış meçhul”19 olarak tanımladığı Tevfik Fikret’in psiko-arkeolojik çözümlemesi neredeyse tüm ayrıntılarıyla tamamlanmış, şairin özel hayatına ve poetikasına dair pek çok hükme varılmıştır. Sa-natçı ve eserinin biyografik kalıntılarla çözümlenebileceğini savunan kuramlara somut bir örnek olarak gösterilebilecek bir şair kimliğine sahip Tevfik Fikret, yapılan psiko-arkeolojik çalışmalar sayesinde “meçhul olmaktan/kalmaktan” kurtulmuştur.

“Çileli kahin”,20 “hastalıklı tutkun”,21 “melankolik insan”,22 “mizantropik vak’a”,23 “ihtilal nutukçusu”,24 “acılı insan, ütopik insan”,25 “ahlak savaşçısı”,26 “yal-nız kahraman”,27 “keder sever Fikret”,28 “modern entelektüel”,29 kuşkunun onurlu umutlusu”30 gibi tanımlamalar Fikret ve eserleri üzerine yapılan ayrıntılı çalışmaların dayanağı olan hükümleridir. Araştırmacıların bilinçli seçtiği bu sıfatlar, Tevfik Fikret ve şiirlerinin çoğu için en temel iki özelliği vurgular niteliktedir: Tevfik Fikret, de-neyimin hüzünlü ağıtını söyleyen şair, şiirleri ise onun bu hüzünlü halden kurtulma çabasının ürünleridir. Laplanche’ın deyimiyle “günlük hayattan kaçınmacılık”31 gay-retinin Fikret için sonuçsuz kaldığını gösteren bu şiirler, şairinin dış dünya ile olan uyumsuzluğunu ve bu durumun kendisinde bıraktığı etkiyi anlatır.

değerler çatışması olarak iki ana başlık altına toplamıştır. Bk. Tarık Özcan, Tevfik Fikret’in Şiirlerinde Trajik Durum, Elazığ: Manas Yayınları, 2007, s. 51-97.

19 Kaplan, Tevfik Fikret: Devir-Şahsiyet-Eser, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997, s. 60.

20 Teber, Aşiyan’daki Kahin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2002,

s. 138.

21 a.g.e., s. 138. 22 a.g.e., s. 53.

23 Kaplan, Tevfik Fikret: Devir-Şahsiyet-Eser, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997, s. 94. 24 Uşaklıgil, Kırk Yıl, İstanbul: İnkılâp Yayınevi, 1987, s. 497.

25 a.g.e., s. 53.

26 Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Tevfik Fikret, İstanbul, 1959, s. 13.

27 Ayşe Yaraman, “Gelenekselden Moderne, Modernden Postmoderne Tevfik Fikret Okumaları”,

Biyog-rafya 7, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2006, s. 10.

28 Hasan Akay, Tevfik Fikret, İstanbul: Ef Yayınevi, 2007, s. 44.

29 Teber, Aşiyan’daki Kahin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2002, s. 56. 30 a.g.e., s. 56.

31 Phillips, “Hep Vaat Hep Vaat”, Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler, İstanbul: Metis

(7)

Tevfik Fikret’in eserleri için- tamamı hüznün ifadesi olmamakla birlikte- “dene-yimin hüzünlü ağıtı” benzetmesini yapmak yanlış olmaz. Çünkü Fikret’in şiirleri de-neyimlerinin izdüşümü olan zihin dünyasının ürünleridir. Şair, “yalnızca tanım gere-ği kaçınılmaz olandan kaçmaya çalışmış” ancak bilme, duygulanma, isteme eylemle-riyle şekillenen deneyimlerden ve bunları şiirlere yansıtmaktan kendini alamamıştır.

“(…)

Nasîb-i ömrüm olan nekbet ü sa’âdet de Gelir vücûda bütün kedd-i ihtiyârımla İçimden eğlenirim bazı iğbirârımla: Benim yapan bu hayât-ı melûl ü mes’ûdu; Benim veren o ruhâm-ı hakîre keyfimce Şu vaz’-ı dilberi, yâhût bu şekl-i merdûdu; Benim elimde benim benliğim de bâziçe…”

“Tefelsüf” isimli şiire ait bu dizeler şairin hayata hükmedebilecek güçte olduğu-nun ifadesiymiş gibi görünse de aslında hükmeden konumunda olan hayattır. Fikret’in çabası, hayata şiiri aracılığıyla hükmetmeyi denemekten öteye geçememiştir. Bu yüz-den onun benliği “baziçe”dir. Çünkü, Tevfik Fikret –her ne kadar aksini ima etse de– mizacının tipik özelliklerinden –titizlik, ayrıntıcılık, içe kapanıklık vb.– dola-yı benliğinin oyuncağa dönüşmesine engel olamamıştır. Onun benliği “süreksizlik” özelliği gösteren tahayyül32 ile düşünme eylemi arasında değişkenlik göstermiştir. Yaşadıklarından memnun ya da tatmin olmayan Fikret, düşünmekten yorgun düşmüş ve vazgeçmek istemiş, ancak “Aşiyan’ın duvarlarına vuran dedikodu dalgalarının” neden olduğu acı deneyimler buna izin vermemiştir. Hikmet Feridun Es, Fikret’i et-kileyen bu durumu şöyle özetlemiştir: “Cemiyete küsmüş bir adam için, insanlardan uzak böyle bir fildişi kule pek rahat yer değil midir? Lakin Fikret Aşiyan’da rahat mı idi? Asla! Gayet tuhaf bir tecelliye uğramıştı. O kaçtıkça dedikodu ve hayatın en iğrendiği cepheleri muazzam dalgalar hâlinde kulesine çarpmakta idi.”33

Düşünceden Tahayyüle

Abdülhak Hâmid’e göre, Tevfik Fikret okuyucuları düşünmeye zorlayan, müs-tesna yaradılışlı bir insandır. 1898 yılında yapılan bir ankette34 yer alan Fikret’e ait

32 “Tahayyül gücü bulundurmayan hiçbir eylem bulun(maz).” G. Robinson&J. Rundell, Tahayyül

Gücü-nü Yeniden Düşünmek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994, s. 20.

33 Es, Tanımadığımız Meşhurlar, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2009, s. 95.

34 Burçoğlu, “Tevfik Fikret’te Yaşam ve Sanat”, Bir Muhalif Kimlik Tevfik Fikret (Haz: Bengisu Rona,

(8)

şu cevaplar, Hâmid’in bu tespitinin doğru olduğunu göstermektedir. Anketin muha-tapları Tevfik Fikret ile birlikte Halit Ziya, Hüseyin Cahit, Hüseyin Siret ve Mehmet Rauf’tur. Otuz iki maddeden oluşan anketin 28. maddesinde, Sanatçılardan, malik

olmak istedikleri mevhibe-i tabiatın ne olduğunu söylemeleri istenmiştir. Fikret’in bu

soruya verdiği cevap “düşünememezlik”tir. Onun bu fikrini destekleyen diğer cevap-lar ise şuncevap-lardır:

Soru: Başlıca kusurunuz? Cevap: Kimseyi beğenmemek Soru: Tercih ettiğiniz meşgale? Cevap: Hülya kurmak

Soru: Yaşamak istediğiniz yer? Cevap: Burası değil

Soru: Ölmek istediğiniz yer? Cevap: Burası değil

Tüm bu cevaplar, şairin düşünme yetisinin yoğun ve aktif olarak çalıştığını ve hepsinin temelinde, şüphe, endişe, huzursuzluk, memnuniyetsizlik gibi var oluş ne-deni düşünme eylemine dayanan olumsuz hâllerin bulunduğunu göstermektedir. Tüm bunlar, şairin varlığı tanımasına veya bilgi edinmesine değil, ona şüphe ile yaklaşma-sına neden olmuştur. Şairin kimseyi beğenmemesi memnuniyetsizliğinin, yaşamak ve ölmek istediği yer hakkındaki müphem cevabı huzursuzluğunun ve kararsızlığı-nın, hülya kurmak istemesi tüm bu ruh hallerinden ve müsebbiblerinden kurtulmak istemesinin açık ifadesidir. Steiner, bu ruh halinin “ruhsal inziva”35 ile sonuçlanabi-leceğini düşünür. Steiner’a göre, dış gerçeklik katlanılmaz olduğunda insan, endi-şelerin değil fantezilerin var olduğu bir ortam yaratmak için inzivaya çekilir. Bu or-tamda gerçeklik yoktur ve gerçekliğin kabul edilmesi zor olan tüm yönleri unutulur. Fikret’in şiirleri ve hayat hikâyesi onun bu ruhsal inzivayı tam anlamıyla yaşa(ya)-madığını göstermektedir.

Hayatı tecrübe ederek öğrenmek, deneyimden düşünceye varmanın pratikteki anlatımıdır. Tevfik Fikret’in hayatı anlamlandırma süreci psikolojik ve sosyolojik ne-denlerle hep canlı kalmıştır. Çünkü o, Halit Ziya’nın ifadesiyle “Hiçbir zaman yaşa-yışın zorunlu koşullarına katlanmamış, insanlığı ‘nasılsa öyle kabullenmeye’ razı ol-mamış, olabilirlerle olamayacakları, doğal olanlarla düşlemeleri birbirinden ayırarak bunlar arasında bir denge kurmaya yönelmemiş”36 bir kişiliğe sahiptir. Serol Teber’e göre bu durum melankolik mizacın göstergesidir. Fikret, sanatçılara özgü melanko-lik mizaca sahiptir. Melankomelanko-lik insan, “…duyan, düşünen, dünyayı anlamlandırmaya

35 Phillips, “Hep Vaat Hep Vaat”, Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler, İstanbul: Metis Yayınları,

2007, s. 198.

(9)

çalışan, yetenekli, bilge, erdemli bir insandır. Sorunu bundan ileri gelir. Duyumsar, düşünür, anlamaya çalışır fakat çözüm üretmeye gücü yetmez.”37 Melankolik Fikret de hem bu özelliklerini hem de dış etkenler nedeniyle dünyayı, hayatı, varlığı, insanı anlamlandırma çabasını uzun süre devam ettirir. Halit Ziya, “hayal adamı” dediği Tevfik Fikret’in bu çabasını “hastalıklı bir hal” olarak nitelendirir ve Fikret’in, ha-yalindeki dünya/düzen yolunda bir “kurban” olduğunu düşünür. “İlk günlerden baş-layarak dikkatimi çeken bu hayali günden güne ve her gün yeni yeni olaylar getire getire öyle bir aşırılığa varmış ve sanki hayatı kaçınılması imkânsız yollarını izle-mektense düşlediğinin bir uçurumda sona erecek serabına koşmakla, zehirleyici bir şerbeti tas tas içmekten haz duyanlara özgü hastalıklı bir tutkunlukta öyle direnmişti ki, her anlamıyla şair olan bu adama, hayalinin meleklere yaraşır dünyasına kavuşma imkânını bulamamış bir kurban demek gerekir.”38

“Kuşkunun onurlu umutlusu” benzetmesi, Fikret’in düşünme yetisinin aktifli-ğini ve onun düşünme eyleminden yeniden deneyime dönmek arzusunu imler. O, bu yetiyle yaratacağı mutlu ve acılardan uzak dünyanın özlemi içindedir. Şairin tek arzusu, çamlar arasındaki mavi perdeli, keder bulutlarından uzak küçük sarayında kuşkulardan arınmış hayatı istemli olarak deneyimlemektir. Ancak onun bu isteğine ne gerçekler ne de gerçeğin yansıdığı tabiat izin verir. “Sahâyif-i Hayâtımdan” isimli şiir, düşünmeye yetisinin sürekliliği olarak ifade ettiğimiz hâlin en açık ifade edildiği şiirlerden biridir:

“Bunu şiirim de söylüyor belki: Ben hakîkatten ihtirâz ederim; Asümân füshat-ı kebûduyla, Deniz emvâc-ı pür-sürûduyla, Gece esrâr-ı bî-hudûduyla Beni terhip eder; o füshattan Sıkılır sanki rûh-ı pür-hazerim; Sanki her dalga bir lisânla bana Haykırır nâ-şînîde bir ma’nâ (...)

Ne mükedder mizâc-ı ahvel ki En mülevven dem-i şebâbımdan Görerek boş hayât-ı pür-cûşu Beni gâfil yaşattı hilkatten, Tuttu âvâre her sa’adetten (...)”

37 Teber, Aşiyan’daki Kahin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2002,

s. 50-51.

(10)

Tevfik Fikret’in, tahayyül gücünün sınırlarını zorlayamamış –ister fakat neyi is-tediğini tam anlamıyla hayal edemez– bir şair olarak kalmasının nedeni, “gerçek”in tutsaklığından kurtulamamasıdır. Oysaki şair, tahayyül gücüne sahip bir sanatçı ola-rak gerçeklikten sıyrılıp kendi metaforik gerçekliğini yaratabilmelidir. “Sahâyif-i Hayâtımdan” şiirinde görüldüğü üzere, Fikret, tabiatı seyre daldığında çıplak man-zaranın arkasına geçemez. Çünkü gökyüzünün sonsuzluğu, denizin ritmik dalgaları, gecenin uçsuz bucaksız karanlığı onu korkutur ve bu gerçek görüntü şairin tabiatı izlemeye başladığı andan itibaren düşüncelere dalmasına neden olur. Bu düşünce-lerin odağında korku hissi vardır. İzlemekte olduğu her şey ona gerçeğin anlamını haykırdığı halde şair, kuşkucu tavrı nedeniyle tatmin olmaz ve “aldatan bir dünya”da yaşadığını bilerek, yarı ölü yarı canlı bir halde düşünmeye devam eder:

“(...)

Oturup nîm-mürde ve zinde Bir tecellîye muntazır, düşünür; (...)”

Fikret, zaman zaman “heyûladan uzak bir âlem”de yaşamak istese de “Yağmur” şiirinde ifade ettiği gibi hevesle titreşen düşünce damlacıkları onu rahat bırakmaz:

“(…)

Öter gûş-ı ruhumda boş bir enîn, Boğuk bir tezâd-ı sükûn u tanîn; Küçük, pür-heves, gevherîn katreler Sokaklarda, damlarda pür-ihtizaz Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz Sokaklarda, damlarda pür-ihtizâz Küçük, pür-heves, gevherîn katreler…”

Bir tabiat olayının tasviri gibi görünen bu dizeler, Tevfik Fikret’in bireysel dün-yasında yaşadıklarından hareketle dünya, insan ve yaşam arasındaki düzen üzerine muhakeme yürüttüğü “Yağmur” şiirine aittir. Pencereden dışarıyı seyreden şairin dik-katini çeken ilk görüntü camlara vuran yağmur damlalarıdır. Bu damlaların özelliği küçük fakat ısrarcı olmalarıdır. Şairin seçtiği “muttarid” kelimesi daha ilk satırlar-da düşünme eyleminin sürekliliğini vurgular niteliktedir. Yeni başlayan yağmurun “küçük, muttarid, muhteriz” damlaları şairin zihnindeki düşünce damlacıklarının imgesidir. Birbiri ardına cama vuran bu damlalar Fikret’i düşünmeye sevk etmiş ve seyrettiği manzaranın bir anda değişmesine neden olmuştur.

Şiirde dikkati çeken diğer görüntü ufukta birleşen gökyüzü ile yeryüzüdür. Bu-lutlanmanın etkisiyle kararan, çöken hava şairin peşini bırakmayan soğuk bir gölge

(11)

gibidir. Bu gölge, somut görüntüyü etkilemiş ve şairin geçmişini imleyen bir görün-tüye dönüşmüştür. Bu görüntüde yer alan sokaktan geçen çocuk ile siyah kıyafetli ka-dın dikkat çekicidir. Fikret, bir tabiat olayından hareketle arzularını imgeleştirmeye çalışırken birer yaşanmışlık imgesi olan yağmur damlaları buna izin vermemiş ve şa-irin dış dünyaya dönük bakışını çocukluğuna, annesine, geçmişine, iç dünyasına çe-virmesine neden olmuştur. Psikanalistlerin “bölünmüş özne” olarak nitelendirdikleri kaçınılmaz olandan kaçmaya çalışan Fikret’in, düşünme yetisinden uzaklaşamadığı için, bakışının yönünü değiştiremediği görülmektedir. Yağmurlu hava ve yalnızlık şairi, arzuladığı bir deneyim olan çocukluğunu ve annesini düşünmeye itmiştir. Fikret için düşünmek, yağmur gibi doğal ve sürekli bir olaydır. Aralarındaki tek fark, şairin düşünmekten hoşlanmasa da onu zaman zaman kontrol edebiliyor olmasıdır. İnsan iyi ya da kötü pek çok şey yaşar ve yaradılışında var olan merak duygusu nedeniyle “…bî-sebep sorar, elbet sorar…”

Fikret’in zihninde sorulara sebep olan konuların başında hayat gelir. Hiç din-meyen yağmur gibi şairi sürekli meşgul eden bu konu, onun yaşadığı çelişki hâlinin somut imgesidir. Fikret, deneyimlerinden hareketle varlığı anlamlandırırken önce ha-yatı tanımlamaya çalışmıştır. Çünkü onun en büyük isteği, “Bir Tablo” isimli şiirinin şu dizelerinden anlaşıldığı üzere, mutlu olabileceği bir hayat ve bu hayat için gerekli olan yaşama gücüdür:

“(…)

Bir zerrecik hayât ü mecâl… İşte en büyük Maksûd-ı rûhu; işte bütün hırs u hasreti (…)”

Ancak şairin deneyimleri ve onlar üzerine çok düşünmesi, onun hayat ile ilgili algısının özellikle 1896’dan sonra değişmeye başlamasına neden olur. O, her ne ka-dar hayalindekini yaşamaya çalışsa da “gerçek”in değişmeyen somut varlığı onun ümidini kırar. Ona göre hayat, şüphe, keder, ıstırap ve gözyaşlarından ibaret yaşan-mışlıklardan oluşan garip bir hakikattir:

“(…)

Kılan ümmîd ü emeldir hayâtı rencîde; Hayat, o bence yaşanmakla halli mümkin bir Garîb, şübhe-fezâ-i hakîkattir.

Hayat”

Ümitlerinin gerçekleşeceği bir hayat sürmeyi hayal eden şair, gerçeğin hayalin-deki gibi ümit ve emel üzerine değil şüphe üzerine kurulduğunu fark ettiğinde artık çok geçtir çünkü onun hayatı da bu belalı gerçeklerle dopdoludur.

(12)

“İktirâb” isimli şiir, Fikret’i düşünmeye iten kaygı hâlinin itirafı gibidir. Şair,

bu şiirde kendisini anlatırken hayatı da tanımlar. Hayat, onu kaygılı düşüncelere iten belalardan ibarettir:

“(…)

Hep garka-i belâ görürüm ben hayatımı; Girdaplar açar önümde bir derin serâb… (…)”

Tevfik Fikret, belalarla, acılarla, şüphelerle dolu hayatın nefes alan her insanı üzdüğünü düşünür. Ona göre, hayatın insan üzerindeki yıkıcı etkisini ortadan kaldır-manın tek yolu etrafı görmezden gelmektir. Şair, “Perde-i Tesellî” isimli şiirinde hem çevresine hem de kendisine bu nasihati verir. Bu sayede kendisinin de zihnini meşgul eden düşüncelerden kurtulacağını ve “fânî bile olsa mevte nisbet” mutlu bir hayat sürebileceğini düşünür:

“(…)

Acı bir levha şüphe yok ki hayât, Görmemek en büyük tesellidir. (…)”

Ancak hakikatlerin zılâlinden vücuda gelen alîl ve münfa’il hayat buna izin ver-mez. Aksine şairi iç çatışmalara iter, aldatır, ağlatır. Bir tarafta ümitlerin gerçekleşe-ceği bir hayat varken öte yanda ümitsizliğe mahkûm fakat hazza sebep olan bir hayat vardır. Bu zıtlık hem hayatın tadını hem de şairin saadetini bozmaktadır.

“(…)

Bana ömr-i alîl ü münfa’ilim İki ağreb hüviyet arz eyler: Biri dâ’im cenâh-ı gayretle Evc-i âmâle yükselir gibidir; Biri nevmid bir sükûnetle Sönmek ister…fakat değil kâdir. (…)

Mükedder”

Freud’a göre, “doğanın üstün gücü, kendi bedenimizin zayıflığı ve insanla-rın aile, devlet ve toplum içinde birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen ayarlamalainsanla-rın yetersizliği”39 gibi nedenler insanların mutlu olmasını engeller. Bu tespitlerden özel-likle son ikisinin Fikret’in huzursuzluğundaki etkisi malumdur. Hayat, Fikret’i

(13)

lukla üzmüş, ağlatmış ve onun hastalıklı bir ruh hâline bürünmesine neden olmuştur. O, hayatı olumsuz imgelerle resmetmesine rağmen onun güzellikleri, mutlulukları barındırdığının da farkındadır. Bu inanç, şairin her şeye rağmen ümitli olduğu an-lamına gelir. Fikret’i üzen, asıl olay, hayatın bu yönünü kendisine göstermemesidir:

“(…)

Ben ağlıyorum, gülen hayâtın Bir gölgesidir yüzümde gümrâh. (…)”

“Neş’esiz” şirinin dizelerinde hayatın insanı mutlu edebileceğine de inanan fa-kat gülmeyi değil ağlamayı tadan bir şair bulunmaktadır. Onun için mutluluk ancak başkalarının gülümsemesinin kendi yüzüne yansıdığı kadardır. Kendi hayatını “ömr-i bî-sükûn”40 olarak tanımlayan şair, bu duruma da razıdır. Çünkü bu sayede gözyaşla-rının acısı biraz olsun dinecektir:

“(…)

Gurûba karşı düşündün sükûn içinde bunu: Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât, Bükâya değse hayât!...

Sen Olmasan”

Ancak o çelişkili düşünceler içinde yaşama dair sorgulamalara devam ettiğinden ne deneyiminin ne de arzularının hazzına tam olarak varabilmiştir. Şairin, “İnanmak İhtiyacı” isimli şiirinde ifade ettiği gibi, boşlukta düşünmekten âdeta beyni dönmüş,

iradesi sarhoş olmuştur:

“Bütün boşluk: zemîn boş, âsümân boş, kalb ü vicdân boş: Tutunmak isterim, bir nokta yok pîş-i hasârımda.

Bütün boşluk:döner bir hîçî-i mûhiş civârımda; Döner beynim berâber; ihtiyârım, sanki ser-hoş,”

Tevfik Fikret sadece hayat üzerine değil, varlık, ölüm, ahlak, din, gelecek vb. ko-nular üzerine de çok düşünmüştür. Yaşadığı dönemde bu yönüyle herkesin dikkatini çeken şair, “kendisini tanıma, benlik bilincini oluşturma” yolundaki bu mücadeleden yorulmuştur. “Varlığın kenarında aktif yaşama karşı düşünen yaşamı somutlaştırma”41 mücadelesi olarak tanımlanan bu çabalar, Fikret’in zihnin tutsaklığından kaçış

mü-40 Parlatır, “Musâhabe-i Edebiyye-51”, Tevfik Fikret Dil ve Edebiyat Yazıları, Ankara: TDK Yayınları,

2000, s. 132.

41 Teber, Aşiyan’daki Kahin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2002,

(14)

cadelesine dönüşmüştür. Çünkü o, zihninin sınırlarını belirleyen ve içini dolduran düşüncelerin varlığından pek memnun değildir. Şair, kendisini rahatsız eden düşünce kaynaklı yoğunluktan kurtulmak ister. Kaçış yolu olarak aklına uyku gelir. Şairin tek isteği bir an önce uyuyup zihnini yoran, kendisini bunaltan düşüncelerden uzak-laşmaktır. Günlük hayatında da çeşitli nedenlerle, idealist ruh, huzursuz beden gibi etkenlerle çokça uykusuz gece geçiren Tevfik Fikret için uyku, “Ey Hâb!” şiirinde huzur bulacağı bir âna dönüşür:

“Nesîm-i rehâvet-nisârınla, ey hâb, Dolaş kâse-i pür-tânîn-i serimde; Uyuşsun rahîk-i sükûnunla a’sâb, O müz’ic yılanlar ki zîr ü berimde (…)”

Ve sonunda Tevfik Fikret’in hayat hakkındaki fikir yürütmeleri teslimiyetle son bulur. Şairin zihni bu yoğunluğa dayanamaz ve şair, “Son Nağme” şiirinin

“(…)

Nerde evvelki şevk-i bî-dârım, Nerde evvelki nâğme-i hevesât? Şimdi bir mürde-hâb-ı efkârım… (…)”

dizeleriyle hayatı anlamaya dair hevesinin, düşüncelerinin ölüm uykusuna dalma-sıyla bittiğini; “İncimâd-ı Rûh” isimli şiirinde ise tüm deneyimlerden sonra hayata tepkisiz kalmayı tercih ettiğini dile getirir:

“Artık ne te’essür, ne ümîd… işte hayâtım Bir nazra-i sengîn ile mevkûf-ı temâşâ

Âfâk-ı şühûdu.

Artık ne muhabbet, ne keder… hep hevesâtım Donmuş gibi, donmuş gibi rûhum bile hattâ. (…)”

Hayat karşısında olumlu ya da olumsuz, iyi ya da kötü, muhabbetli ya da ke-derli tavır takınan tek kişi şair değildir. Hayat doğum ve ölüm üzerine kuruludur ve şairin “müteharrik nu’ûş” olarak nitelendirdiği tüm insanlar bu kaderi yaşamaya mahkûmdur:

“(…)

…Bence mevt ü hayât

‘Bir ölür, bir doğar!’ me’âlinde Bir tesellî-i ıztırârîdir.

(15)

Yaşarız böyle cümlemiz, heyhât, Müteharrik nü’ûş hâlinde!

Bir Feylesofa”

Düşünmek, sorgulamak, varlığa çeki düzen vermeye çalışmak gereksizdir. Çün-kü hayat, herkes için ölüm ile yaşam arasındaki sürecin adıdır ve bu süreç yaradılan ne kadar uğraşırsa uğraşsın yaradanın belirledikleri doğrultusunda tamamlanır.

Fikret de bütün ömrü boyunca sorgulamış, düşünmüş ancak sonuç “tehi-vücûd, tehi-dil, tehi hayâl”den öteye geçememiştir. Dolayısıyla artık düşünmeye gerek yok-tur. Zaten düşünce dalgalanmalarının yerini, “Âh O Geçen Devre-i Hayât!” şiiriyle birlikte “rikkatli/dehşetli bir sükut” almıştır:

“Artık düşünmek istemem…Artık bu âlemin Yoktur beni düşündürecek bir sa’âdeti;

Artık muhabbeti

Görmekteyim şebîh-i siyeh-rengi mâtemin İhsâs eder hâyalime rikkatli bir sukût Dest-i hazânda lerzişi bir berg-i sâkıtın Birçok revâbıtın

Bir demde inkısârı... ne dehşetli bir sukût: (…)”

Yukarıdaki dizelerde geçen “düşünmek istemem, saadetin yokluğu, siyah, ma-tem, sukut, sâkıt, inkisâr dehşet vb.” olumsuz anlam taşıyan kelimeler ve gençlik ile dünyanın geçiciliği gerçeği, şairin ümitsizliğe kapılıp teslim oluşunun bir ifadesi gibi görünse de onu düşünce üretmekten vazgeçiremez. Fikret, yaşananların geçici ol-masından hoşlanmaz çünkü geçicilik onu düşünmekten ve yaşananları kaydetmeden alıkoyar. Oysaki şair için ümidi ve değişimi barındıran süreklilik önemlidir. Fikret, bir an düşünmekten vazgeçmiş ve bu sayede sükuta varmış olsa da içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmamıştır. Rikkatten dehşete varan sükut benzetmesi şairin bu memnuniyetsizliğini imlemektedir.

Fikret’in düşünmekten yorgun düştüğünü ifade eden diğer dizeler “Yarın” isimli şiire aittir. Melankolik mizaca sahip insanların zihninde geleceğe yer olmamasına rağmen Fikret, geçmiş ve hâlin yanında, özellikle Haluk’un doğumundan sonra, ge-lecek kaygısı taşıyan şiirler de yazmıştır. “Yarın” şiirinde hâl ile gege-lecek bir aradadır. Şair, deneyimlerinden hareketle iki zaman arasında karşılaştırmalar yapar. O, şiirin ilk bölümünde muhtemel bir saadet için yaşadığı ânı bozmak istemez. Geleceği he-men doğması mümkün olmayan “cenîn”e benzeterek sürekli geleceği düşünhe-menin, gelecek için kaygılanmanın gereksiz olduğunu anlatmaya çalışır:

(16)

“(...)

Bugünkü zevkimi bir muhtemel sa’âdet için Tutup harâb edecek, sonra bir çocukcağızın Eliyle kırdığı kıymetli bir oyuncağına Tahassür etmesi tarzında girye-bâr olacak Kadar bebek değilim;..”

Girizgah kısmında hâl ile geleceği karşılaştırarak hayat üzerine muhakeme ya-pan Fikret’in cevap aradığı soru şudur: “İnsan sadece ânı mı yaşamalı yoksa ân içinde geleceği de planlamalı mı?” Şairin samimi itirafları şiirin ortalarında başlar:

“(...)

O gün derince düşünmüş, fenâ yorulmuştum, Ve: Böyle boş yere koşturmadansa efkârı Bütün hakayıkı pâmâl edip atâletime Biraz da rahâta baksam!...

(...)

Benim olanca huzurum, sürurum, işte fedâ; (...)

Bugün çalışmalıyım ben yarınki zevkin için.”

Düşünmekten yorgun düşen Tevfik Fikret, sıcağın da etkisiyle iyice rehavete ka-pılır ve tüm gerçekleri görmezden gelerek düşüncelerden uzak, rahat bir hayat ister. Ancak gerçekler şairin peşini bir türlü bırakmaz. Bir an hayalin eşiğine gelen şair, Haluk’un sesiyle uyanır ve söylediklerinin yalan olduğu itirafını yapar. O, düşünce tut-saklığından kurtulmak istese de çevreye kayıtsız kalamayan mizacı buna izin vermez.

Sonuç

Aşiyan, çalışma odası ve şiir dünyası Tevfik Fikret’in yalnız ve huzurlu yaşa-mak için tercih ettiği mekânlardır. Ancak şairin huzursuzluğu tüm çabalarına rağmen geçmez. Onun,

“1. Ne başkentten ne de Abdülhamid’in sarayının yakınlarından ayrılamaması 2. Toplumu dinlemeye devam ederek ona ait konulara yer vermesi

3. Doğa şiirleri yazarak insanları şiire ortak etmesi

4. Ruhsal acılarını şiirlerinde yazma yürekliliğini göstererek okuyucu ile paylaşması”42 onu huzursuz eden unsurun bilinenden farklı olduğu sonucunu

(17)

rur. Çünkü şairin, dış dünyada olup bitenlere ve bunun sebeplerine kayıtsız kalama-dığı ortadadır. Şairi kuşkuya, karamsarlığa, hastalıklı hâle, trajik yaşantıya iten asıl neden, “radikal tahayyül gücü”43 ve buna bağlı olarak düşünme eyleminin süreklili-ğidir.

Terry Eagleton Şiir Nasıl Okunur? isimli kitabında Foucault, Derrida ve Lyo-tard isimli düşünürlerin deneyim ve şiir ilişkisine dair fikirlerine yer vermiştir. Bu düşünürler, deneyimin ölümünün insanın ölümü olduğuna inanırlar. “Bu da onların gözünde yas tutulacak değil, kutlanacak bir vefattır. Çünkü gelenek ve deneyim yal-nızca değer depoları değil, aynı zamanda şiddet ve baskı araçlarıdır.”44 Tevfik Fikret, bu düşünürlerin tezini çürüten iyi bir örnektir. Çünkü Fikret için deneyim bir baskı aracı olmamış aksine Fikret’i düşünmeye, sorgulamaya iterek Türk düşünce hayatı-nın ve Türk edebiyatıhayatı-nın önemli isimlerinden biri yapmıştır.

Tevfik Fikret’in şiir, hayat, insan, din, sosyal ve siyasi meseleler, geçmiş ve gele-cek üzerine fikir yürütmeleri daha çok olgunluk çağına rastlar. “Ben hakîkatten ihtirâz ederim.” diyen Fikret’in hayatı, bu dönemden itibaren, hayale kavuşma yolunda haki-kati sorgulamakla geçer. Deneyimden düşünceye varma yolunda gerçekleşen sorgula-ma faaliyeti, şairin yaşadığı devrin siyasi ve sosyolojik yapısı düşünüldüğünde olduk-ça cesurcadır. Şairi trajediye iten hüsran onun özgürleşmesine de neden olduğundan o, modernizmin kapılarını aralayan deneyimlerini paylaşmaktan kendini alamaz.

Trajediyi yaşayan şair, bu trajedinin hem nedeni hem sonucu olan düşünme dürtüsüyle bireysel ya da toplumsal konularla ilgili cevap arayışlarına yönelir. Bu, modern insanın yaşadığı sancılı hâldir. Şairin, kendince cevaplandırmaya çalıştığı sorunlar etrafında dönüp durması hem onun sancılarının bir türlü dinmediğini göster-mesi hem de insanın düşünebilme, idrak edebilme yetisine sahip olduğuna ve insanın fikirlerinin kainata düzen verdiğine dikkat çekmesi bakımından önemlidir.

Kuçuradi’ye göre “eksiksiz dünyada trajedi ortaya çıkmaz.”45 Ancak bazı insan-lar, hayatın düzenli akışına rağmen trajediden kurtulamazlar. Felsefeciler göre bunun nedeni, her türlü imkânın varlığının da bir gün yetersiz kalabileceği gerçeğidir. Çün-kü en Çün-küçük hayal kırıklıkları dahi hayatın düzenini bozarak kişinin trajedi yaşama-sına neden olabilir. Fikret, hayatını trajediden uzak yaşayabileceği halde iç veya dış dünyasında yaşadığı bazı hayal kırıklıkları ve tabiki yaşadığı dönemden daha öteye gitme fikri buna izin vermez. Çünkü ilerleme arzusu ve hayal kırıklıkları, onu tesli-miyete değil aksine sorgulamaya iter, şairin tüm hayatının –sanat ya da şahsi– nedeni

43 “Radikal tahayyül gücü, …geleneksel tahayyül gücü teorilerinin ihmal ettiği derin ve doğurgan bir

katmanın üzerindeki örtüyü açma ihtiyacı duyar.” bkz. G. Robinson & J. Rundell, Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994, s. 18.

44 Eagleton, Şiir Nasıl Okunur?, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2011, s. 30. 45 Kuçuradi, Sanata Felsefeyle Bakmak, Ankara: Ayraç Yayınları, 1999, s. 19.

(18)

olur. Bu nedenle Tevfik Fikret, muhalif bir kimlik olarak nitelendirilebilir. O, “Zamân olur ki, düşünmekten ihtirâz ettiğim günler benim en ferahlı günümdür; ne söylerim, ne yazar(ım)” dese de ismine uygun bir karakter sergileyerek hayatını tamamlamıştır. KAYNAKLAR

Akay, Hasan, Tevfik Fikret, İstanbul: Ef Yayınevi, 2007.

Burçoğlu, Nedret Kuran, “Tevfik Fikret’te Yaşam ve Sanat”, Bir Muhalif Kimlik Tevfik Fikret (Haz: Bengisu Rona, Zafer Toprak), İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2007.

Eagleton, Terry, Şiir Nasıl Okunur, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2011.

Es, Hikmet Feridun, Tanımadığımız Meşhurlar, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2009. Freud, Sigmund, Uygarlığın Huzursuzluğu, İstanbul: Metis Yayınları, 1999. Hume, David, İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma, İstanbul: MEB Yayınları, 1986. Jay, Martin, Deneyim Şarkıları, İstanbul: Metis Yayınları, 2008.

Kandinski, Vasili, Sanatta Zihinsellik Üstüne, İstanbul: YKY, 1993. Kaplan, Mehmet, Tevfik Fikret, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997. Kuçuradi, İoanna, Sanata Felsefeyle Bakmak, Ayraç Yayınları, ts, ys.

Özcan, Tarık, Tevfik Fikret’in Şiirlerinde Trajik Durum, Elazığ: Manas Yayınları, 2007. Parlatır, İsmail, Tevfik Fikret Dil ve Edebiyat Yazıları, Ankara: TDK Yayınları, 2000. Parlatır, İsmail, Çetin, Nurullah, Tevfik Fikret’in Bütün Şiirleri, Ankara: TDK Yayınları, 2001. Phillips, Adam, “Hep Vaat Hep Vaat”, Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler, İstanbul:

Metis Yayınları, 2007.

Robinson, G. & Rundell,J., Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994.

Tanpınar, Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998. Teber, Serol, Aşiyan’daki Kâhin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası, İstanbul: Okuyan Us

Yayınları, 2002.

Uşaklıgil, Halit Ziya, Kırk Yıl, İstanbul: İnkılâp Yayınevi, 1987.

Yaraman, Ayşe, “Gelenekselden Moderne, Modernden Postmoderne Tevfik Fikret Okumala-rı”, Biyografya 7, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2006.

Referanslar

Benzer Belgeler

Somyada kımıltısız yatan ka­ fa ninenindi: «Padişahımız ikin di divanından sonra Belgrad’a dönmüştü. Odanın içinde bir boydan öbür boya konsol denli

As the meaningful units are taught later on in SBSM, joining up letters (sounds) initially lead pupils to problems with reading skills and mistakes. Therefore the units learned

Preoperatif ve postoperatif trombosit agregasyonu epinefrin testi için grafik Preoperatif dönemdeki ristosetin ile yapılan agregasyon testi sonuçlarında gruplar arasında anlamlı

Ada- daki 13.000 dolayında bitki türünün %90’ının, kuş türlerinin yarısının, am- fibilerle sürüngenlerinse neredeyse ta- mamının endemik olduğunu düşün- mek

Çalışma sonucunda, (1) öğretmenlerinin okul müdürlerine güvenmelerinin; öğretmenlerin okul müdürünün, yeterli, etik davranan ve öğretmene destek davranışı

Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra GÖNENÇ SOLSUN‟un “Aksaray Üniversitesi

[r]

Bilkent Uluslararası Müzik Festi­ vali’nin 24 Ağustos günü Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu ile Yunus Em- re’nin Sivrihisar’daki külliyesiıide baş­ laması